Süleymani'nin öldürülmesi ve ABD-İran geriliminin yansımaları

Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin cenazesini taşıyan araç, Meşhed’de yoğun bir kalabalığın ortasında (AFP)
Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin cenazesini taşıyan araç, Meşhed’de yoğun bir kalabalığın ortasında (AFP)
TT

Süleymani'nin öldürülmesi ve ABD-İran geriliminin yansımaları

Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin cenazesini taşıyan araç, Meşhed’de yoğun bir kalabalığın ortasında (AFP)
Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin cenazesini taşıyan araç, Meşhed’de yoğun bir kalabalığın ortasında (AFP)

3 Ocak Cuma günü Irak'ta ABD tarafından gerçekleştirilen hava saldırısında öldürülen İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin cenazesinin Ahvaz Uluslararası Havalimanı'na ulaşmasından birkaç saat sonra şehrin ana sokakları Süleymani’nin cenaze töreni için gelen vatandaşlarla doldu.
Süleymani’nin cesedi, dün, büyük bir Arap nüfusuna sahip ve ülkenin güney batısında yer alan Ahvaz şehrindeki havaalanına ulaştı. İran medyası, sabah saat 08.00’dan önce canlı yayına başladı.
Kasım Süleymani, 3 Ocak Cuma günü Bağdat Havalimanı yakınında bulunan aracına ABD uçağı tarafından gerçekleştirilen saldırıda hayatını kaybetti. Washington ve Tahran arasında 40 yıl boyunca devam eden düşmanlığı soğuk savaş seviyesinden daha önce benzeri görünmeyen bir aşamaya getiren bu saldırı, Ortadoğu’da daha geniş çaplı bir çatışma olasılığını artırdı.
Devrim Muhafızları’na bağlı basın organları, sosyal medya ağları aracılığıyla çocuklara askeri ve yerel kıyafetlerin giydirilmesi ile evlere ve açık alanlara Süleymani’nin fotoğrafının asılması çağrısı yaptı. İranlı Öğrenciler Haber Ajansı'na (ISNA) göre Mevlevi Meydanı’nda bir araya gelen kalabalık yeşil, beyaz ve kırmızı bayrakların yanı sıra Süleymani’nin resminin yer aldığı pankartlar taşıdı. AFP’nin haberi göre kadınlardan ve erkeklerden oluşan bu büyük kalabalığın ortasında ‘ABD’ye ölüm’ sloganları atıldı.
İran Devrim Muhafızları'nın yurt dışı askeri operasyonlarını yöneten ve Ortadoğu'daki İran stratejisinin mimarı olan Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani, Cuma günü öldürüldü. Tahran, İran rejiminde büyük bir şok etkisi yaratan ve Ortadoğu'da yeni bir savaş korkusu yaratan Süleymani’nin ölümünün ardından uygun zaman ve yerde ABD'ye sert bir misilleme ile cevap verileceğini söyledi.
İran’dan ABD ve İsrail’e tehdit
İran Devrim Muhafızları Ordusu Eski Genel Komutanı Muhsin Rızai, Tahran'ın Süleymani’nin ölümü üzerine vereceği yanıtın Hayfa ve İsrail askeri merkezlerini içereceğini söyledi. Tahran'da bir topluluğun önünde konuşan Rızai, İran'ın Süleymani suikastına karşı vereceği cevabın oldukça sert olacağını belirtti ve misilleme kapsamında Hayfa ve İsrail askeri merkezlerinin de hedef alınacağını söyledi.
İran Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamaney'in askeri danışmanı Hüseyin Dehkan ise CNN'e verdiği demeçte, verilecek cevabın kesinlikle askeri nitelikli olacağını ve askeri mevkilere yönelik yapılacağını belirtti. Savaşı başlatan tarafın ABD olduğunu ifade eden Dehkan, bundan dolayı verilecek yanıtın kabul edilmesi gerektiğini belirterek, sürecin bir savaşa dönüşmesinin önüne geçebilecek tek şeyin benzer bir saldırının gerçekleştirilmesi olduğunu söyledi.
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Kasım Süleymani'nin öldürülmesi karşılığında yapılacak misillemenin kesinlikle askeri olacağını ve ayrıca verilecek cevabın sadece askeri karşılıkla da sınırı kalmayacağını belirtti.
Devrim Muhafızları haber ajanslarının aktardığına göre, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin Güvenlik Konseyi Başkanı Ali Memluk ile bir araya gelen Şemhani, Kasım Süleymani’nin ölümünün “yakın zamanda büyük bir tehlikeli netice vereceğinin ABD’liler tarafından anlaşılacağını” söyledi. Öte yandan Şemhani, Irak Parlamentosu’nun ABD güçlerinin ülkeden çıkarılmasına yönelik kararı hakkında yaptığı değerlendirme, “Bu kanunla birlikte ABD'nin Irak'ta işgal ile eşdeğer olan varlığı sona erecek” ifadesini kullandı.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Musevi, İran’ın savaş istemediğini ancak olası herhangi bir çatışmaya hazır olduğunu söyledi. İran liderlerinin Süleymani’nin öldürülmesi üzerine düşmanların pişmanlık duyacağı şekilde cevap vereceklerini ifade eden Musevi, verilecek bu cevabın İran ulusunu mümkün olduğunca savaşa götürmeyecek şekilde olacağını belirtti.
Trump, İran’ı uyardı
ABD Başkanı Donald Trump, önceki gün yaptığı açıklamada, Tahran’ın Süleymani’nin öldürülmesine misilleme yapması durumunda, İran’ın daha önce karşılaştığı herhangi bir saldırıdan çok daha sert bir saldırıyla karşı karşıya kalacağı tehdidinde bulundu.
Trump, Twitter hesabı üzerinden yaptığı bir paylaşımda, “Başka bir saldırıda bulunmayı planlıyorlarsa, onlara tavsiyem bundan şiddetle kaçınmalarıdır. Aksi halde onlara daha önce karşılaşmadıkları şekilde sert bir karşılıkla cevap vereceğiz” ifadelerini kullandı.
ABD Başkanı, İran'ın ABD mevkilerine veya vatandaşlarına saldırması durumunda İran’da tespit edilen 52 yerin hızlı ve sert bir şekilde vurulacağı tehdidinde bulundu. Trump, Süleymani’nin öldürüldüğü Cuma günkü saldırıyı savunduğu açıklamasında 52 sayısının, ‘Tahran'daki ABD büyükelçiliğinde 1979'un sonlarından itibaren bir seneden fazla rehin alınan ABD vatandaşlarının sayısı’ olduğunu belirtti.
Trump’ın Twitter hesabı üzerinden yaptığı bu açıklama, Devrim Muhafızları komutanlarından Gulam Ebu Hamza'nın hedef alınmak üzere Tel Aviv'in yanı sıra bölgedeki 35 ABD mevkiinin belirlendiğini söylemesinin ertesi günü geldi. Ayrıca İran'ın Süleymani’nin öldürülmesine yanıt olarak Körfez'deki gemilere saldırı başlatma olasılığına işaret eden Ebu Hamza, her nerede olurlarsa olsunlar ABD’lilerin cezalandırılacağını belirtti.
Cesetler İran’a gönderildi
İran merkezli haber ajansları tarafından aktarılan görüntülerde, İran bayrağına sarılmış olan bir dizi tabut göründü. Irak’taki İran destekli milisler tarafından yapılan açıklamada, Süleymani’nin, el-Mühendis’in ve saldırı sırasında hayatını kaybeden üçüncü bir kişinin cesetlerinden arta kalan parçaların DNA testleri için İran’a gönderildiği bildirildi. Dün Haşdi Şabi Kuvvetleri tarafından yapılan açıklamada ise her iki komutanın ve Iraklı bir korumanın cesetlerinin yapılan saldırı sonrasında parçalara ayrıldığı kaydedildi. Ayrıca açıklamada, testin birkaç gün süreceği ve ardından Iraklı komutan Ebu Mehdi el-Mühendis’in kalıntılarının Necef şehrinde gömülmek üzere Irak'a iade edileceği belirtildi.
Avrupa’dan çağrı
Avrupa Birliği (AB), Tahran ile Washington arasında tehditler devam ederken, Umman ve İngiltere’ye her iki taraf arasındaki krizdeki tırmanışı durdurmaları çağrısında bulundu. İki ülke arasında herhangi bir diplomatik temas bulunmuyor. Tahran, Trump'ın açıklamalarını protesto etmek için dün ABD'yi temsilen İsviçre Büyükelçisini çağırdı.
İran basınının aktardığına göre İran Ordusu Genel Komutanı Tümgeneral Seyyid Abdurrahim Musevi, ABD Başkanı Trump'ın İran'a yönelik tehdidine, “ABD, İran ile askeri çatışma cesaretinden yoksun” diyerek yanıt verdi.
Musevi, “Gelecekte olası bir çatışma durumunda ABD'nin böyle bir çatışmaya girecek cesarete sahip olmadığını düşünüyorum” ifadesini kullandı.
Umman Haber Ajansı’nın (ONA) yayınladığı bir haberde, Umman Sultanlığı'nın ABD ve İran arasındaki gelişmeleri yakından takip ettiği bildirildi. Haberde yer alan açıklamada, “Umman, her iki ülkeyi diyaloğa davet ederek sorunlarını diplomatik yolla çözmeye çağırmaktadır” ifadesine yer verildi. Her iki tarafla da dostane ilişkileri bulunan Umman, iki ülke arasında daha önce arabuluculuk yapmıştı.
Arabuluculuk iddiaları
Öte yandan İran dün Umman’ın arabuluculuk çabalarını reddetti. Resmi haber ajanslarının aktardığına göre Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü gazetecilere verdiği demeçte, arabuluculuk amacıyla Tahran'ı ziyaret etmek isteyen bir Umman heyetinin reddedildiğine ilişkin basında yer alan haberleri yalanladı. Sözcü Umman’dan bir heyetin Tahran'a gelmediğini de sözlerine ekledi. İran resmi haber ajansları Hizbullah'a yakın olan basın organlarından, İranlı yetkililerin arabuluculuk için gelmek isteyen bir Umman heyetini reddettiklerini aktarmışlardı.
Bununla birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron dün ABD’li mevkidaşı ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında, müttefikleriyle olan dayanışmasını dile getirdi ve İran'ın istikrarı bozacak herhangi bir eylemden kaçınması gerektiğini söyledi. Macron'un ofisi tarafından yapılan açıklamada, “Cumhurbaşkanı, son zamanlarda Irak ve bölgede artan gerginliğin ortasında Irak'taki koalisyona karşı son haftalarda meydana gelen saldırılar ışığında bütünüyle müttefiklerimizin yanında yer aldığını teyit etti. Kasım Süleymani komutasındaki Kudüs Gücü'nün istikrarı bozmaya yönelik faaliyetleri hakkındaki endişelerini dile getiren cumhurbaşkanı, İran'ın durumu tırmandıracak ve bölgede istikrarı sarsabilecek herhangi bir saldırıdan kaçınması gerektiğini vurguladı” ifadeleri kullanıldı.
Avrupa Birliği (AB) Dış Politika Sorumlusu Josep Borrell ise İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ile yaptığı telefon görüşmesi sırasında Ortadoğu'daki gerginliğin azaltılması için çalışılması çağrısı yaptı ve kendisini nükleer anlaşmayı sürdürmenin yollarını tartışmak üzere Brüksel'i ziyaret etmeye davet etti.
İran, Almanya’nın Süleymani’nin öldürülmesi hakkındaki destekleyici tutumunu protesto etmek üzere Tahran'daki Alman maslahatgüzarını çağırdı. Reuters’in aktardığına göre İran, bazı Alman yetkililerin yapmış olduğu açıklamaları değersiz ve yıkıcı olarak nitelendirerek eleştirilerde bulundu.
Alman hükümet sözcüsü Cuma günü yaptığı açıklamada, ABD tarafından düzenlenen ve Süleymani’nin öldürüldüğü hava saldırısının, İran’ın askeri provokasyonlarına tepki olarak geldiğini söylemişti.



Çin, Trump ve Ortadoğu

Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Çin, Trump ve Ortadoğu

Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)
Trump, Beyaz Saray'ın Devlet Yemek Salonu'nda Cumhuriyetçi senatörler için düzenlenen bir akşam yemeğinde konuşuyor, 18 Temmuz 2025 (AFP)

Nebil Fehmi

Bir hafta önce, Changhua Üniversitesi ve Çin Halk Cumhuriyeti Dışişleri Merkezi tarafından düzenlenen, Kral Faysal İslam Araştırmaları Merkezi’nin şekillendirilmesine ortak olduğu uluslararası bir konferansa katıldım. Konferansa, Çin Komünist Partisi Başkan Yardımcısı başta olmak üzere üst düzey Çin katılımının yanı sıra, eski başbakanlar ve dışişleri bakanları da dahil olmak üzere 15'ten fazla uluslararası yetkili katıldı. Konferans, birçok uluslararası siyasi, ekonomik, sosyal, güvenlik ve teknolojik konuyu sistematik ve ilgi çekici bir şekilde ele aldı.

Çin'i anlamak, başkalarının seslerine kulak vermek ve bazı oturumlarda tartışmalara Arap sesini  ve anlatısını katmak açısından zengin ve faydalı bir deneyimdi. Konferanstan daha fazla ayrıntı ve müzakere gerektiren birkaç gözlemle ayrıldım. Bunların başında, daha sofistike bir sunum ve bağımsız bir yazı gerektiren ayrıntılara girmeden, kaydedilmesinin ve vurgulanmasının önemli olduğuna inandığım bir dizi gözlem geliyor.

İlk gözlemim, Donald Trump'ın şahsen var olmasa da çoğu oturum ve sunumlarda var olduğuydu. İkisi birbirinden ayrılamaz olsa da Amerikan politikalarından önceki kişiliğine bile güçlü bir vurgu vardı. Amerika Birleşik Devletleri'nin ağırlığı ve etkisi, Trump'a yönelik uluslararası ilginin başlıca caydırıcısı ve teşvik edicisidir. Amerikan Başkanının, daha önce müzakere tarzıyla ilgili kitabında övündüğü bir metodolojiye dayanarak, kişiliğini ve bununla ilişkili soruları ve dalgalanmaları uluslararası hesaplara dayatmayı başardığına inanıyorum. Böylelikle temel özellikleri kendisine olan benzersiz kişisel sadakatleri olan yetkililer atamadan önce, genellikle bağımsız ve nesnel pozisyonlara sahip olduğu varsayılan Amerikan kurumlarının pozisyonlarının ötesinde, ülkelerin hesaplarına önemli bir kişisel unsur kattı. Konferansta Amerikalı katılımcıların sayısının dikkat çekici biçimde çok sınırlı olmasına rağmen, Trumpizm'e yönelik hem olumlu hem de olumsuz ilgi oldukça dikkat çekiciydi.

Konferansa dair ikinci önemli gözlem, Çin'in Trump, ABD ve dünyayla ilişkilerinde artan kendine güvenidir. Çinlilerin en önemli gözlemleri, Trump'ın ilk döneminde ve Biden’ın başkanlığı sırasında iki Amerikan partisinin Çin'e yönelik tutumunun olumsuz bir yönelime sahip olduğuydu. Çin, Amerikan çıkarları için en önemli stratejik meydan okuma ve ulusal güvenliği için bir tehdit olarak görülüyordu. Bunlar, uzlaşmaya varılması zor alanlardır. Ancak Trump'ın yeni döneminde, Başkan, daha geniş anlaşma fırsatı sunan ticaret ve ekonomi konularına odaklanıyor. Çinli yetkililer, bu denkleme iyi hazırlandıklarını, bu nedenle gümrük ve vergi savaşından önemli ölçüde zarar görmeyeceklerini vurguladılar.

Çinli yetkililer, ikinci Trump yönetiminin uygulamalarının siyasi çekişmeler, ticari tehditler ve gümrük tarifeleri ile başladığını, ardından Cenevre ve Londra'da Amerikalı ve Çinli yetkililer arasında yapılan görüşmelerde ekonomik ve ticari konularda diyalog aşamasına geçtiğini de belirttiler. Şimdi Trump'ın Çin Devlet Başkanı Şi Cinping'in daveti üzerine Pekin'de gerçekleştirmeyi arzuladığı zirve için hazırlıklar sürüyor.

Genel olarak Çin'de ekonomik görüşmelerin zorlu olduğu hissi var, ancak yine de görüşmeler olumlu bir şekilde gelişiyor. Çinliler iki ülkenin ulusal güvenlik uzmanlarının yeni dönemde henüz bir araya gelmediklerine ve bunun ilişkilerde önemli bir boşluk bıraktığına dikkat çekiyorlar. Trump'tan ziyareti sırasında “Tek Çin” politikasına desteğini vurgulaması, Çin'in toprak birliğinin barışçıl yollarla tamamlanmasını kabul etmesini istiyorlar. Ayrıca Çin'in ABD’nin en büyük ticaret ortağı ilan edilmesini talep ediyorlar. Bunlar, Çin'in ABD ile ilişkilerinde kendisine ne kadar güvendiğini yansıtan iddialı talepler. Bunu başarmak için de Çin'in önerileri arasında iki ülkenin ulusal güvenlik kurumları arasındaki iletişimin etkinleştirilmesinin yanı sıra araştırma merkezleri, STK'lar, üniversiteler ve öğrenciler de dahil olmak üzere kültürel temasların ve ilişkilerin genişletilmesi de yer alıyor.

Arap dünyasının özel ilgi göstermesi gereken üçüncü önemli gözleme gelince, Çinli katılımcılar ve resmi olarak Arap-İsrail barışını destekleyenler, Filistin-İsrail anlaşmazlığının derinliğinin ve genel olarak İsrail'in, özellikle de mevcut hükümetinin yaklaşımlarının tehlikesinin yeterince farkında değiller. Hem de Çin'in kapsamlı Arap-İsrail barışını, yani işgalin sona erdirilmesini ve Filistinlilerin bağımsız bir devlet ile kaderlerini tayin etmelerine izin verilmesini destekleyen tutumuna rağmen.

Bazı Çinli akademisyenlerin ASEAN grubunun ve üye devletlerinin çatışmaları barışçıl yöntemler ve diyalog yoluyla çözme konusundaki deneyimlerine ve diyaloglarına defalarca atıfta bulunmaları dikkatimi çekti. Bu durum beni, Arap dünyasının yıllar içinde, çoğu Mısır ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği, birçok barış girişimi sunduğunu belirtmeye yöneltti. Buna karşılık İsrail'in tek bir girişimde bile bulunmadığını ve hatta ilk barış anlaşmasından veya 2002 Beyrut Arap Zirvesi kararlarından bu yana hiçbir Arap girişimine olumlu yanıt vermediğini açık ve net bir şekilde ifade ettim.

Arap dünyasının, 1990'ların başında Madrid Barış Konferansı'nın sonuçlarından biri olan çok taraflı müzakerelerden bu yana bölgesel güvenlik konusundaki birçok görüşmeye olumlu yanıt verdiğini belirttim. Yıllar içinde Ortadoğu'da bölgesel bir güvenlik örgütü kurmanın kavramları ve gereklilikleri üzerine çok sayıda yazı ve öneriye kişisel olarak katkıda bulunduğumu, dolayısıyla, bu konuda çok sayıda ve çeşitli Arap deneyimleri ve fikirleri bulunduğunu anlattım.

Aynı zamanda Ortadoğu'da İsrailliler ve Filistinliler arasında ASEAN deneyiminin uygulanmasını talep edenlerin hayalperest olduklarını ve İsrail'in tutumunun ciddiyetini kavrayamadıklarını da son derece açık bir şekilde belirttim. Bunun nedeni, ASEAN ülkelerinin bir arada yaşamanın gerekliliğini ve önemini kabul etmesi, mevcut sağcı İsrail hükümetinin ise Filistin kimliğini tamamen reddetmesidir. İsrailli yetkililer, Filistinlilerin önündeki seçeneklerin, Gazze'de tanık olduğumuz gibi zorla göç ettirilmek ve bir kasırgayla yüzleşmek veya siyasi hakları olmayan vatandaşlar olarak İsrail egemenliği altında yaşamaya devam etmek olduğunu açıkça belirttiler. Bu tutumlar, İsrail-Filistin çatışmasının bölgesel bir güvenlik sistemi tartışmasını anlamsız ve son derece tehlikeli kılan, varoluşsal ve sıfır toplamlı bir çatışma olduğu anlamına geliyor

Bunu teyit eden ve yinelenen göstergeler arasında, Batı Şeria'nın Ürdün Nehri'ne ilhak edilmesi yönündeki bazı çağrılar, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin büyük bir kısmına İsrail egemenliğini dayatma planları geliştirildiğine dair söylentiler ve Filistinlilerin çıkarları ile Arap ulusal güvenliği pahasına İsrail perspektifinde bir Ortadoğu güvenlik sisteminin formüle edilmesi yer alıyor. Bütün bunlar, güçlü bir Arap duruşu, açık ve kesin bir itiraz gerektiriyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independet Arabia’dan çevrilmiştir.