Hindistan, Orta Asya cumhuriyetlerine açılıyor!

Büyük ülkeler arasında nüfuz mücadelesi hız kazandı.

Hindistan Başbakanı Modi ve Rusya Devlet Başkanı Putin. (EPA)
Hindistan Başbakanı Modi ve Rusya Devlet Başkanı Putin. (EPA)
TT

Hindistan, Orta Asya cumhuriyetlerine açılıyor!

Hindistan Başbakanı Modi ve Rusya Devlet Başkanı Putin. (EPA)
Hindistan Başbakanı Modi ve Rusya Devlet Başkanı Putin. (EPA)

Hindistan, uzun yıllardır süren ihmal ve ilgisizliğin ardından Orta Asya’daki beş ülkeyi sıcak bir şekilde kucaklıyor. Yeni Delhi, ‘Taliban’ın Afganistan’ı ele geçirmesinden bu yana yürütülen bir dizi üst düzey görüşmenin ardından, Hindistan’ın diplomatik hamlelerikapsamında’ beş Orta Asya ülkesinin (Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Kırgızistan) liderlerini 26 Ocak Çarşamba günü düzenlenecek  Cumhuriyet Bayramı törenine katılmaya davet etti.
Bu, tüm Orta Asya ülkelerinin temsilcilerinin toplu olarak katılacağı ilk toplantı olarak ön plana çıkıyor. Aynı zamanda  Güneydoğu Asya Uluslar Birliği (ASEAN) ülkelerinin davet edildiği 2018’den sonra, birçok ülkeyi bir araya getiren bir adım olarak olarak dikkat çekiyor.  
Kovid-19 pandemisi koşulları izin verirseKazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Özbekistan CumhurbaşkanıŞevket Mirziyoyev, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman,Türkmenistan Cumhurbaşkanı Kurbankulu Berdimuhammedov ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov’unCumhuriyet Bayramı’na davet edilen seçkin konuklar olarak Hindistan’dakikutlamalara katılmaları bekleniyor. İki taraf arasında diplomatik ilişkilerin başlamasının 30’uncu yıl dönümüne denk gelen kutlamalarda Hindistan ve Orta Asya ülkeleri arasında ilk zirvenin gerçekleşmesi bekleniyor.
Uzmanların büyük bölümü bu adımın doğru zamanda atıldığı görüşünde. Bu sayede Hindistan, yıllardır süren ihmalden ve kayıtsızlıktan kurtulmayı ve Orta Asya’daki merkezlerin ön saflarına geri dönmeyi hedefliyor. Hindistan’ın son birkaç ayda, özellikle Taliban’ın Afganistan’da iktidarı ele geçirmesinden bu yana Orta Asya ülkeleriyle iş birliğini ve temaslarını yoğunlaştırması dikkat çekici. Bu durum, Orta Asya bölgesini nüfuz için büyük rekabetlerin yaşandığı bir jeopolitik arenaya dönüştürdü. Bu çerçevede Çin etkisinin ‘Bir Kuşak BirYol’ girişimiyle sağlam bir şekilde yer edindiği bir dönemde Rusya önemli bir oyuncu sayılıyor. Afganistan’dan geri çekilen ABD ise bölgede yer bulmak için şiddetli bir mücadele veriyor.  
Diğer yandan Hindistan, Kabil’deki nüfuzdan yararlanmanın ve bu nüfuzu maddi kazanç şeklinde edinmenin, Orta Asya’da istikrarlı bir tabana sahip olmayı gerektirdiğinin çok iyi farkında. Yazar Sima Guha’ya göre bu durum bir ön koşul olarak görülüyor. 
Bu noktada Hindistan’ın daha önce Şanghay İşbirliği Örgütü ve Hindistan’da Etkileşim ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (CICA) gibi forumlar aracılığıyla Orta Asya ülkeleriyle iki diyalog gerçekleştirdiğini ve düzenli iletişim kanallarını sürdürdüğünü belirtmekte fayda var. Buna rağmen Rusya, Çin, Türkiye, İran ve diğer ülkelere kıyasla Hindistan’ın rolü bölgesel düzeyde halen zayıf.

Hindistan ve Orta Asya ülkeleri arasında diyalog
Hindistan-Orta Asya Diyalogu’nun üçüncüsü, Aralık 2021’de Yeni Delhi’de yapıldı. Görüşmede Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar, beş Orta Asya ülkesinden mevkidaşlarıyla görüştü. Görüşmeler sırasında Afganistan’daki koşullar, Kovid- 19 pandemisi krizi ve katılımcı ülkeler arasındaki iletişimin önemi üzerinde duruldu. Ayrıca beş dışişleri bakanı, 2015 yılından önce tüm Orta Asya ülkelerini ziyaret eden ve onları Hindistan’ın genişletilmiş komşusu olarak nitelendiren Hindistan Başbakanı Narendra Modi ile bir araya geldi. Modi, ziyaret ettiği yönetimleri, kendileriyle ülkesi arasında diplomatik ilişkilerin kurulmasının 30’uncu yıl dönümü vesilesiyle kutladı. Jaishankar’a gelince; Afganistan’daki son krizin patlak vermesinden bu yana Orta Asya ülkelerini üç kez ziyaret etti.
Hindistan ile Orta Asya ülkeleri arasındaki ilk diyalog Ocak 2019’da, Özbekistan’ın tarihi Semerkant kentinde gerçekleşti. Bu temas, tüm Orta Asya ülkelerinin Hindistan ile ilişkilerini güçlendirme arzusunu yansıtıyordu. Gerçekten de Semerkant’ın ev sahipliğinde düzenlenen ilk zirvede sunulan girişimler, Hindistan- Orta Asya İş Konseyi’nin kurulması da dahil olmak üzere meyvelerini vermeye başlıyor.
Hindistan ayrıca, enerji, sağlık, iletişim, bilgi teknolojisi, tarım, eğitim ve benzeri alanlardaki öncelikli kalkınma projelerine yönlendirdiği 1 milyar dolarlık bir kredi limiti sağladı. Üçüncü diyalog, bir yandan Hindistan diğer yandan da Orta Asya devletlerinin her biri arasındaki ikili ilişkilerin yoğunlaşmasının yolunu açtı.
Dışişleri bakanları ortak bir açıklama yaparak, ‘Afganistan’daki mevcut durumu ve bunun bölgeye etkisini’ görüştüklerini duyurdular. Açıklamada barış, güvenlik ve istikrar konusunda Afganistan’a güçlü bir destek verildiği vurgulanırkenegemenliğine, birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini ve iç işlerine karışılmamasına dikkat çekildi.Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 2593 (2021) sayılı kararının önemini yinelendi. 2593 sayılı karar, Afgan topraklarının terör gruplarını barındırmak, eğitmek, planlamak veya finanse etmek için kullanılmaması çağrısı yapıyor. Açıklamada ayrıca tüm terör örgütlerine karşı ortak eylem çağrısında da bulunuldu.
Kazakistan, Tacikistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’dan ulusal güvenlik danışmanları, Hindistan’ın ev sahipliğinde,kasım ayında Afganistan’daki duruma ilişkin düzenlenen bölgesel toplantıya katıldı. Toplantıda, Rusya ve İran’daki ulusal güvenlik teşkilatlarının temsilcileri de yer aldı. Aynı gün İslamabad, Afganistan’daki durumu görüşmek üzere ABD, Çin ve Rusya’dan temsilcileriağırladı. 
Yazar Saransh Mishra duruma ilişkin şu değerlendirmelerde bulundu:
“Orta Asya’nın Avrasya’nın kalbindeki konumu, coğrafi yakınlığı ve tarihi bağları bölgeyi Hindistan’ın stratejik çıkarlarıyla yakından bağlantılı kılıyor. Hindistan’ın dış politikasının daha çok Rusya ve ABD gibi büyük güçler etrafında şekillendiği, Çin ve Pakistan’dan kaynaklanan sorunlarla baş etmeye odaklandığı biliniyor. Bu çerçevede Orta Asya bölgesi marjinalleştirildi. Hindistan’ın Orta Asya’daki aktörlerden biri olarak sınıflandırılması için kesinlikle uzun bir yol var. Gerçek şu ki bugün Hindistan’ın doğru yolda olması ve böylesine sıkdiplomatik etkileşimlerin ustaca kullanması, Hindistan-Orta Asya ilişkileri tarihinde yeni bir sayfanın açılmasını mümkün kılacaktır.” 

Hindistan ve Rusya 
Yeni Delhi’deki yetkililer, Hindistan’ın şu anki yoğun çabalarının Rusya’nın onayından geçmediğini söylüyorlar. Hintler, özellikle de Çin’in Afganistan sınırında bulunan enerji zengini bölgeye gözünü diktikten sonra Rusya’nın Pekin’in Orta Asya bölgesindeki gereksiz varlığını dizginlemek için kendileriyle birlikte çalışacağını umut ediyor.  
Yeni Delhi’deki kaynaklara göre Rusya, enerji zengini ve stratejik açıdan önemli Orta Asya bölgesinde Hindistan ile çalışmak için ‘fazla istekli’ görünüyor. 
Üst düzey kaynaklar, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Delhi’ye yaptığı son ziyarette Hindistan yönetiminden ‘Çin’in artan etkisinden endişe duyduklarını’ işittiğini belirtti. Hindistan tarafının, Pekin’in takip ettiği ‘saldırgan politikalar’ konusunda Rusları kendi görüşlerine ikna etmeye çalıştığına inanılıyor.
Hindistan ve Rusya dikkat çekici bir şekilde Orta Asya’da ikili angajmanları artırma ve ortak projeler oluşturma konusunda fikir alışverişinde bulundular. Şarku’l Avsat’In edindiği bilgilere göre Orta Asya, Başbakan Narendra Modi tarafından Hindistan'ın ‘genişletilmiş mahallesinin’ bir parçası olarak tanımlanıyor. 
Bu çerçevede beş ülkenin bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin parçası olduğu ve Rusya’nın bugün halen bu yönetimler üzerinde büyük bir etkisi bulunduğu belirtilmeli. 
Kaynaklar, Hindistan ile Rusya arasında imzalanan Beyaz Belge’nin (White Paper) bölgedeki bazı cumhuriyetlerde Sovyet döneminden kalma mevcut savunma fabrikaları aracılığıyla Orta Asya’daki (Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan) ortak savunma projelerini içerdiğini aktardılar. Hindistan aynı zamanda savunma sanayii alanında ihracatçı olmayı da hedefliyor. Orta Asya ülkelerinin halen Rus yapımı savunma teçhizatına bağımlı olduğu biliniyor.
Resmi olmayan Beyaz Belge’de Hindistan’ın isteğinin yanı sıra bazı Orta Asya cumhuriyetlerinde iç talebin karşılanması için Hint-Rus ortak savunma üretimine ilişkin öneriler de yer alıyor. Bu belge, özellikle de Hint işgücüne ilişkin olarak Rusya’nın Hindistan’ın Uzak Doğu’daki katılımını güçlendirme çağrısı yaptığı bir zamanda imzalandı. 
Orta Asya uzmanı ve Hindistan’ın eski Kırgızistan Büyükelçisi Phunchok Stobdanşu değerlendirmelerde bulundu:
“Şu an Pekin ile yakın ilişkiler içinde olan Moskova’nın Çin’e karşı Hindistan ile çalışmaya hazır olması, Yeni Delhi açısından büyük bir diplomatik başarıdır. Rusya ve Hindistan, Orta Asya ülkelerinde askeri tatbikatlar bir yana savunma ve diğer yapıcı faaliyetlere daha aktif katılıma başladıklarında bu, Çin’in bölgedeki varlığını güçlendirme konusundaki büyük hırsı açsından ciddi bir gerilemeye neden olacaktır. Rusya’nın Uzak Doğu’da kalkınma projeleri gerçekleştirmesiyle bu çabalarda tercih ettiği ortak komşu Çin değil, Hindistan olmuştur. Bu Rus bölgesinin, Çin sınırında yer aldığını ve bol kaynaklarla karakterize edildiğini belirtmekte fayda var. Vladivostok’u Chennai’ye bağlama planları devam ediyor. Bu, Başbakan Modi’nin yıllık Hindistan-Rusya zirvesi için şehre yaptığı 2018 ziyaretinin de önemli bir sonucudur. Bunun yanı sıra Delhi’nin Asyalı liderleri davet etme kararı asla tek başına bir olay olarak görülmemelidir. Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Delhi’ye yaptığı son ziyaret sırasında yeni bir düşünce tarzının küçük de olsa işaretleri mevcuttu. Açıkçası Putin’in Modi ile bire bir görüşmeleri, bölgesel güvenlik hakkında düşünmekonusunda yeni bir soluk getirdi. Ayrıca Putin, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana Çinlilerin bu alanı kontrol ettiğinin farkında. Hindistan gibi nüfuzunu yeniden kazanmaya çalışan üçüncü bir güçle uğraşmaktan çekinmemesi ise dikkat çekici. Gerçekten de Çin’in bölgedeki gücünü azaltmak Putin’in çıkarına olabilir.”

Hindistan ve Orta Asya: İlişkiler ve zorluklar
Hindistan ve Orta Asya, 2500 yıllık uzun bir tarihi geçmişi paylaşıyorlar. Siyasi açıdan bu tarih, Orta Asya ve modern Hindistan toprakları boyunca uzanan Kuşan İmparatorluğu’nu ve 16’ıncıyüzyılın başlarında Moğolların Hindistan’ı fethini de kapsıyor. Ekonomik olarak ise Fergana, Semerkant ve Buhara gibi Orta Asya’nın büyük şehirleri, yerel ekonomilerin ayrılmaz bir parçasını oluşturan bölgedeki Hint tüccarların rolünün yanı sıra Hindistan’ı Çin ve Avrupa’ya bağlayan İpek Yolu’nda önemli bir rol oynamıştır. Güçlü ekonomik bağlara ek olarak iki bölge arasında kültürel alışveriş de gelişti. Söz konusu dönem, Budizmin Hindistan’dan Orta Asya ve ötesine, ayrıca tasavvufun Orta Asya’dan Hindistan’a yayılmasına da sahne oldu.  
İpek Yolu’nun gerilemesi, Avrupa’nın ‘coğrafi keşifler çağının’ doğuşu, Rus ve Çin imparatorluklarının Orta Asya’daki genişlemesi ile birlikte bölge, Hindistan’ın stratejik hayal gücünden silindi. Hindistan’ın bağımsızlığından sonra Hint- Sovyet ilişkileri güçlendi. Hint liderler, bölgenin halen Sovyetler Birliği’nin bir parçası olduğu bir dönemde Orta Asya’yı ziyaret ettiler. 
Hindistan, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından ve Orta Asya’da bağımsız cumhuriyetlerin kurulmasından sonra eski Sovyet cumhuriyetleriyle iletişim kurmak için oldukça fazla çaba sarfetti. Ancak iletişim konusu büyük bir sorundu ve halen de öyle olmaya devam ediyor. Afganistan’ın bir iç savaşın ortasında olduğu bir dönemde Pakistan, Hindistan’ın ‘topraklarını Orta Asya ile ticaret’ için kullanmasını memnuniyetle karşıladı. Ancak Çin durumdan yararlandı ve büyük bir ilgi gören ‘Bir Kuşak Bir Yol’ girişimini ortaya koydu. Bugün Hindistan, Orta Asya ülkelerini ‘kendisini Orta Asya ile ticaret yapmak için Afganistan’a bağlayan ağıyla’ İran’daki Çabahar Limanı’ndan yararlanmaya zorluyor.
Ünlü analist Vivek Katju’nun duruma dair değerlendirmesi ise şöyle:
“Orta Asya cumhuriyetleri, dünyanın geri kalanıyla ilişkilerini geliştirmeye çalıştılar. Bu yönetimler, özellikle beş ülkenin tamamının karayla çevrili olması nedeniyle kendilerine coğrafya tarafından dayatılan kısıtlamaları kırmaya hevesli görünüyorlar. Dolayısıyla ekonomik ve ticari potansiyellerini tam olarak gerçekleştiremiyorlar. Orta Asya ülkeleri, dünyaya açılma çabaları kapsamında, önemli bir oyuncu olarak gördükleri Hindistan ile ilişkilerini geliştirme konusunda istekliler. Bu ülkeler, Aşkabat Anlaşması'nda Yeni Delhi’yi kabul ettiler. Anlaşma, Hindistan’ın hem Orta Asya hem de Avrasya ile ticari etkileşimlerini ve ayrıca bölgenin doğal kaynaklarına erişimini kolaylaştırmak amacıyla iletişim ağlarına erişime de izin verdi. Çin, Orta Asya’daki en büyük bölgesel varlığa sahip olmasına rağmen ve bu seviye Hindistan için yakın gelecekte ulaşılamaz gibi görünüyor. Yine de Orta Asya ülkeleri tek bir ülkenin bölgeye hakim olmaması için ekonomik bağlarını çeşitlendirmeyle ilgileniyor. Ayrıca bölgede artan Çin karşıtlığı ve Taliban’dan gelen güvenlik tehditleri, Yeni Delhi ve Orta Asya ülkelerinin iş birliği düzeylerini yeniden gözden geçirmelerine olanak sağlıyor. Hindistan, bu cephede ilerleme sağlamak için bölgedeki en etkili ülkelerden Rusya ile kanıtlanmış dostluğunu da kullanabilir. Hindistan da bölgesel angajmanlarını sıfırlamak için zaman kaybetmemeli.”

Ekonomik ilişkilere ışık tutma
Eski Sovyetler Birliği ile olan dostluk mirası göz önüne alındığında Orta Asya ülkeleri uzun süredir Hindistan’ı bölgede meşru bir paydaş olarak görüyor. Buna rağmen Hindistan, bölge ülkeleriyle ilişkilerinde ticari bir ilerleme kaydedemedi.
Hindistan ile Orta Asya arasındaki ticaret hacminin Çin’in bölge ülkeleriyle olan 100 milyar dolar civarındaki ticaretine kıyasla sadece 2 milyar dolar olması ise dikkat çekici. Orta Asya ülkeleri petrol, doğal gaz, uranyum ve benzeri doğal kaynaklaraçısından zengin. Buna reğmen söz konusu ticaret hacmi, Hindistan’ın enerji ithalatına çok yüksek bağımlılığı göz önüne alındığında tatmin edici görünmüyor. Bu duruma, Hindistan ile bölge ülkeleri arasındaki hacmi halen yetersiz olan enerji, ilaç, kimyasal, savunma teçhizatı, tarım ürünleri ve benzeri mamüllerin ticareti de eklenebilir. 
Hindistan tüm zorluklara rağmen enerji çıkarlarını güvence altına alma konusunda çok az ilerleme kaydedebildi. Delhi, bölge ile sivil nükleer iş birliğini genişletmeye de hevesliydi. Kazakistan ve Özbekistan’ın Hindistan’a nükleer santraller için daha fazla uranyum sağlaması muhtemel. Bu konuda resmi kararın, Orta Asya ülkelerinin liderleri tarafından alınması da söz konusu.  
Hindistan’a uranyum arzını artırma kararı, beş Orta Asya cumhuriyetinin liderlerinin Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılmak için Hindistan’ı ziyaret etmesinden de anlaşılabilir. Bu mesele, Orta Asya Diyalogu sırasında gündeme geldi. Tacikistan ve Özbekistan’ın büyük uranyum rezervleri bulunduğu ve dünyanın en büyük uranyum üreticisi konumunda oldukları biliniyor. Hindistan da söz konusu maddeleri bu ülkelerden ithal ediyor. Ancak Hindistan fabrikaları şu an uranyum sıkıntısı çekiyor.
Diğer yandan Atom Enerjisi Dairesi Başkanlığı Devlet Bakanı ve Uzay Dairesi Başkanlığı Devlet Bakanı Dr. JitendraSingh, kısa bir süre önce parlamentoda yaptığı açıklamada “Ülkede mevcut yıllık uranyum üretimi, uranyumla çalışan tüm nükleer santrallerin yıllık yakıt ihtiyacını karşılamaya yetmiyor” dedi. Singh, Hindistan’ın Kanada, Kazakistan, Özbekistan ve Rusya gibi farklı ülkelerden uranyum ithal ettiğini söyledi. 
Yeni Delhi yönetimi, Hindistan ile Orta Asya arasında, İran üzerinden ürün aşımacılığını kolaylaştırmak amacıyla 2017 yılında Eşyanın Uluslararası Taşımacılığına İlişkin Gümrük Sözleşmesi’ne ve 2018 yılında da İran, Umman, Türkmenistan ve Özbekistan'ı kapsayan Aşkabat Anlaşması’na dahil oldu. Hindistan’ın devasa pazarlarına erişimin artırılması, sürekli olarak zor durumdaki ekonomilerini canlandırmak isteyen Orta Asya ülkeleri için büyük fayda sağlayacaktır.
Bazı taraflara göre bu tür adımlar, Hindistan’ın Avrasya angajmanı vizyonuna yeni bir hayat vermiş olsa da Yeni Delhi, ‘Avrasya siyasi çerçevesi içindeki nüfuzunun ve konumunun azalmasını önlemek için’ bölgedeki bu projelerin sürekliliğini sağlamak amacıyla yetenekli diplomasiyi sahadaki eylemle birleştirmeli. Artık Orta Asya’daki yenidengeler sürecinde durumu rekabetten ziyade diplomasi ve iş birliği yoluyla yönetmek Başbakan Modi’ye düşüyor.



Gazze Şeridi'nin merkezinde İsrail güçlerine atılan füzeler imha edildi

İsrail'in güneyinden Gazze Şeridi'ne doğru ilerleyen bir İsrail tankı (AP)
İsrail'in güneyinden Gazze Şeridi'ne doğru ilerleyen bir İsrail tankı (AP)
TT

Gazze Şeridi'nin merkezinde İsrail güçlerine atılan füzeler imha edildi

İsrail'in güneyinden Gazze Şeridi'ne doğru ilerleyen bir İsrail tankı (AP)
İsrail'in güneyinden Gazze Şeridi'ne doğru ilerleyen bir İsrail tankı (AP)

Şarku’l Avsat’ın Alemu’l Arabi haber ajansından (AWP) aktardığına göre İsrail ordusu bugün (Cuma) Gazze Şeridi'nin merkezinde İsrail güçlerine yönelik atılan bir dizi roketi imha ettiğini duyurdu.

Ordu, yaptığı açıklamada, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nin güneyindeki faaliyetlerinin yanı sıra Gazze Şehri'ndeki El-Şifa Tıp Kompleksi bölgesinde de operasyonlarını sürdürdüğünü belirtti.

Bugün erken saatlerde Filistin medyası, İsrail'in topçu ve hava saldırısının Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bir dizi büyük patlamaya neden olduğunu aktardı.


Suudi Arabistan ve Pakistan: Çıkarlar ağı çerçevesinde ortaklığın yeniden teyidi

Görsel: Shutterstock
Görsel: Shutterstock
TT

Suudi Arabistan ve Pakistan: Çıkarlar ağı çerçevesinde ortaklığın yeniden teyidi

Görsel: Shutterstock
Görsel: Shutterstock

Kaswar Klasra

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Pakistan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Asım Munir 20 Mart 2024 tarihinde Cidde'de bir araya geldiler. Görüşmede, Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Suudi Arabistan ile Pakistan arasındaki güçlü ilişkiye övgüde bulundu. İslamabad da yaptığı açıklamada aynı duyguyu paylaşırken Suudi Arabistan’ın Pakistan'a olan sarsılmaz desteği vurgulandı.

Bu görüşmeden birkaç gün sonra Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman, Pakistan'ın Milli Günü dolayısıyla düzenlenen geçit töreninin onur konuğu oldu. Aynı günün yani 23 Mart'ta, Prens Halid bin Selman’a Pakistan'ın üst düzey sivil ve askeri yetkililerinin katıldığı bir törenle Devlet Onur Nişanı (Nişan-ı Pakistan) verildi.

Pakistan Milli Günü törenleri sırasında Prens Halid bin Selman'ın Devlet Onur Nişanı’na layık görülmesi, Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki köklü ilişkileri yansıtırken Pakistan’ın bu adımı, Suudi Arabistan'ın 1947 yılından bu yana Pakistan'a verdiği kesintisiz desteği ve yıllar içinde kurulan güçlü diplomatik ilişkileri teyit ediyor.

dsefver
Suudi Arabistan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Pakistan Genelkurmay Başkanı Korgeneral Asım Münir'i kabul etti (SPA)

Prens Halid bin Selman’ın Pakistan ziyaretinin zamanlaması ve Pakistan'ın Milli Günü törenlerine katılması, iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirme ve bölgesel zorluklarla ortak mücadelede kararlılığı gösterdi.

Oldukça prestijli ve sivillere takdim edilen en yüksek ödülü Devlet Onur Nişanı, genellikle Pakistan'ın ulusal çıkarlarının ilerletilmesine önemli ölçüde katkıda bulunanlara veriliyor. Pakistan, Prens Halid bin Ortaklığın güçlendirilmesiSelman’a bu nişanı takdim ederek onun katkılarına övgüde bulurken Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki her zaman sürecek olan karşılıklı saygıyı ve iş birliği ruhunu da teyit etmiş oldu.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Pakistan ziyareti sırasında ülkenin Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı ile görüştü. Taraflar, kardeş ülkeler olan Pakistan ve Suudi Arabistan arasındaki stratejik ortaklığın güçlendirilmesi konusunda mutabakata vardılar.

Pakistanlı ve Suudi Arabistanlı yetkililer arasındaki üst düzey temaslar, iki ülke arasındaki ilişkilerin gücünü ve bölgedeki istikrar ve refahın desteklenmesine yönelik ortak kararlılığı teyit etti.

Özetle Pakistanlı ve Suudi Arabistanlı yetkililer arasındaki bu üst düzey temaslar, iki ülke arasındaki ilişkilerin gücünü ve bölgedeki istikrar ve refahın desteklenmesine yönelik ortak kararlılığı teyit ediyor. Karmaşık bir jeopolitik zeminde yol almaya devam eden Pakistan ve Suudi Arabistan’ın ilişkileri, güçlenmeye ve ortaya çıkan zorlukları ortak eylem ve karşılıklı iş birliğiyle ele almaya hazır olduklarını gösteriyor.

dfervfr
Pakistan Başbakanı Muhammed Şahbaz Şerif, beraberinde Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman bin Abdulaziz ile Pakistan Milli Günü vesilesiyle İslamabad'da düzenlenen askerî geçit töreni izlerken, 23 Mart 2024 (AFP)

Wilson Center’daki Güney Asya Enstitüsü Direktörü Michael Kugelman, Suudi Savunma Bakanı Prens Halid’in Pakistan ziyaretinin, Pakistan ile Suudi Arabistan ilişkilerinin güçlendirilmesine yardımcı olacağını belirtti. Al-Majalla’ya konuşan Kugelman, bu ziyaretin kesinlikle ilişkilerin güçlenmesine yardımcı olacağını ve çok önemli bir zamanda gerçekleştiğini söyledi. Suudi Arabistan-Pakistan ilişkilerinin, birkaç yıl önce Hindistan ve İran ile ilgili birtakım meseleler yüzünden kısa süreli uzaklaşılmasının ardından her zamanki güçlü haline geri döndüğünü hatırlatan Kugelman, “Şimdi Pakistan Genelkurmay Başkanı’nın ve Başbakanı’nın Suudi Arabistan’la olan yakın şahsi ilişkileri, Suudi Arabistan’ın kilit rolü ve hayati b yatırım kaynağı olarak görülmesi bakımından İslamabad bu ziyaretin başarılı olması için gelinden geleni yapmakta kararlı. İki ülke arasındaki ilişki her ikisi için de önemli olsa da şu an özellikle Pakistan için hayati önem taşıyor” değerlendirmesinde bulundu.

Pakistan’ın Suudi Arabistan'la çok yönlü ilişkileri, ortak çıkarları olduğunu teyit ediyor.

Pakistanlı gözlemciler ve dış politika uzmanları, Pakistan ile Suudi Arabistan arasında uzun yıllara dayanan ilişkilerin tarihi açıdan zengin olduğunu ve özellikle savunma, güvenlik ve ekonomi alanlarında karşılıklı güven ve iş birliğine dayandığını düşünüyorlar. Ayrıca Suudi Arabistan’ın ekonomik sıkıntılar sırasında mali yardım ve önemli yatırımlar yoluyla Pakistan'a verdiği kesintisiz desteğin, ilişkilerinin gücünü ve ortaklığın derinliğini vurguladığını belirtiyorlar.

Pakistan ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkinin ince detaylarını anlamak, iki devletin izlediği yolu anlamanın yanı sıra, Yakın Doğu ve Güney Asya'daki bölgesel nükleer dengeler ve jeopolitik dinamikler üzerindeki daha geniş kapsamlı etkileri değerlendirmek için de hayati önem taşıyor.

Suudi Arabistan’ın Pakistan’a yardımları

Suudi Arabistan, özellikle Hindistan'ın 1998 yılında nükleer denemeleri sırasında olduğu gibi kritik dönemlerde Pakistan’a önemli yardımlarda bulundu. Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı habere göre bu yardımlar, bir yandan iki ülke arasındaki ilişkinin derinliğini teyit ederken, diğer yandan Suudi Arabistan'ın önemli miktarda petrol yardımında bulunacağına dair verdiği söz, Pakistan'ın nükleer deneme kararlarında belirleyici bir faktör olmuş ve Suudi Arabistan’ın sıkıntılı zamanlarda Pakistan’ın gerçek dostu olduğunu göstermiştir.

Bunun yanında Suudi Arabistan halkının ve kurumlarının Pakistan’a önemli mali yardımlarıyla birlikte, Suudi Arabistan ideolojisinin Pakistan’ın eğitim çerçevesinin belli bölümleri üzerindeki etkisi, iki ülke arasındaki ilişkinin geleneksel devlet dinamiklerinin ötesine geçerek kapsamlı ve çok yönlü doğasına başka bir boyut kazandırıyor.

Pakistan’ın Suudi Arabistan'la çok yönlü ilişkileri, dış politika çerçevesinin merkezinde yer alan ekonomik, ideolojik ve stratejik ortak çıkarları olduğunu teyit ediyor. Mevcut yerel ve uluslararası engeller arasında bu ilişkilerin sürdürülmesinin Pakistan’ın gelecekteki yönünün anahtarı olacağına şüphe yok.

Pakistanlı Jeopolitik Analist Ahmed Kureyşi, Pakistan Genelkurmay Başkanı’nın şahsi ilişkilerinin iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesinde etkili olduğunu düşünüyor. Kureyşi, Al-Majalla’ya yaptığı açıklamada, “Suudi Arabistan Savunma Bakanı, başka bir ülkedeki önemli bir askerî geçit törenine katılmak üzere özel olarak Pakistan'a gitti. Suudilerin kısa süre içinde attıkları bu olağanüstü adım, Pakistan'a ne kadar önem verdiklerinin açık bir göstergesiydi. Suudi Arabistan'ın Pakistan'a en üst düzeyde verdiği büyük önemi teyit ediyor. Bu ziyaretin, diğer bazı faktörlerin yanı sıra, Pakistan hükümeti ve silahlı kuvvetleri üzerinde derin bir etki yaratması beklenirken, ziyaret aynı zamanda Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki stratejik ilişkilerde bir başka dönüm noktasını temsil ediyor. Bununla birlikte ziyaret, Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki gelişen stratejik ortaklığı da somutlaştırıyor” ifadelerini kullandı.

Pakistan, ikinci en büyük Müslüman nüfusa ve nükleer güce sahip olması nedeniyle jeopolitik açıdan oldukça önemli bir ülke.

Prens Halid bin Selman’ın ziyareti genel olarak ve kendisine onur nişanı takdim edilmesiyle Pakistan ile Suudi Arabistan arasındaki, kökleri tarihi bağlara ve ortak değerlere uzanan kalıcı dostluğun ve dayanışmanın özel bir göstergesiydi. Her iki ülke de bölgesel dinamikler ve küresel zorluklarda önemli rollere sahipler.

Riyad ve İslamabad arasında son dönemde atılan adımlar, ilişkilerin güçlendirilmesinde ve iki ülke arasındaki ortaklığın, daha önce eşi ve benzeri görülmemiş seviyelere yükseltilmesinde önemli ilerlemeler kaydedildiğini gösterdi.

Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı tarafından geçtiğimiz yıl yapılan ve Suudi Arabistan’ın Pakistan'daki yatırımlarını 10 milyar dolara çıkarmasıyla ilgili fizibilite çalışmalarının başladığı belirtilen açıklama, Pakistan ekonomisini canlandırmaya yönelik somut bir çabaya işaret etti.

Bunun yanında Suudi Arabistan'ın Pakistan Devlet Bankası'ndaki mevduat limitini 2 milyar dolardan 5 milyar dolara çıkarması da Suudi Arabistan'ın ekonomik sıkıntılar yaşayan Pakistan'a önemli ölçüde mali yardımda bulunma isteğinin göstergesiydi.

Suudi Arabistan, bu adımları münferit olarak değil, Pakistan ekonomisinin güçlendirilmesine yardımcı olmayı amaçlayan daha geniş kapsamlı bir çaba çerçevesinde atıyor. Suudi Arabistan’ın Pakistan Devlet Bankası'ndaki 3 milyar dolarlık mevduatın vadesini uzatmasının yanı sıra, Cenevre’deki toplantı sırasında Pakistan'ın yaşadığı sel felaketinin yaralarını sarmasına yardımcı olmak üzere verilen önemli miktarda mali yardım sözü, müttefikine verdiği desteğin boyutunu ortaya koymuştur.

Yetenekler, zorluklar ve dengeler

Pakistan, ikinci en büyük Müslüman nüfusa ve nükleer güce sahip olması nedeniyle jeopolitik açıdan oldukça önemli bir ülke. Bu da Pakistan ile Suudi Arabistan arasında güçlü ilişkilere neden dikkat edilmesi gerektiğini açıklıyor. Hindistan Yarımadası'nın 1947 yılında Hindistan ve Pakistan olmak üzere iki egemen devlete bölünmesiyle bu iki ülke arasında başlayan rekabette Suudi Arabistan'ın Pakistan’a verdiği destek, İslamabad’ın istikrar ve ekonomik refah arayışında çok önemli bir unsur olarak öne çıkıyor.

Pakistan'ın karşılaştığı iç zorluklar, sivil-asker dengesizliği, etnik ve mezhepçi gerginlikler, ekonomik baskılar ve iklim tehditleri gibi sorunlar, özellikle ülke siyasetindeki belirsizlik çerçevesinde istikrar ve ilerlemenin önünde büyük engeller oluşturuyor. Tüm bu karmaşık problemler, Pakistan'ın uluslararası ortaklarını, çıkarları açısından İslamabad'la ilişkilerini yeniden değerlendirmeye itti.

dwefer
Başkent İslamabad'da düzenlenen Pakistan Milli Günü törenlerinde paraşütçülerin gösterisinden  23 Mart 2024 (AFP)

Pakistan’ın ABD ve Çin gibi büyük güçlerle ilişkilerini dengeleyen hassas diplomatik yaklaşımına, başta Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmak üzere Körfez ülkeleriyle derinleşen ilişkileri eşlik etti. Bu ilişkiler, ortak dini duyguların ötesine geçerken ekonomik olarak karşılıklı bağımlılık, bu ilişkilerde önemli bir rol oynuyor. Pakistan işgücünün büyük bir kısmının Suudi Arabistan'da bulunduğu biliniyor. Körfez ülkelerinden gelen büyük miktardaki para transferi de Pakistan'ı bu ülkelere bağlayan ekonomik ilişkilerin altını çiziyor.

Körfez ülkelerinin Pakistan’a sağladığı destek, aralarındaki derin bağın ve karşılıklı desteğin göstergesidir.

Pakistanlı meslek sahiplerinin Körfez ülkelerindeki finans sektörünün ve sağlık sektörünün ayrılmaz bir parçasını oluşturması nedeniyle, Pakistan işgücünün Körfez ülkelerindeki altyapının geliştirilmesine katkısı oldukça önemli bir rol oynuyor. Bununla birlikte İslamabad, askeri eğitim ve danışmanlık alanlarındaki çalışmalarıyla bu ilişkilerin stratejik yönünü pekiştiren güçlü güvenlik ilişkileri de kurdu.

Suudi Arabistan'ın Pakistan'a 1998 yılındaki ekonomik yaptırımlar sırasında bedava petrol tedarik etmesi gibi, Körfez ülkelerinin Pakistan’a verdiği destek, zor zamanlarda birbirlerinin yanında olduklarını gösteriyor.

Öte yandan Pakistan, ekonomik kazanımlar ve güvenlik alanındaki iş birliğinin yanı sıra çıkarlarını korumak için son derece karmaşık bir ortamı olan uluslararası arenada manevra yapmak gibi karmaşık bir görevle karşı karşıya. İttifaklar arasında bir denge kurmak ve içerideki zorlukların üstesinden gelmek, Pakistan'da istikrar ve sürdürülebilir büyümenin sağlanması açısından oldukça önemli.


Putinizm Batı'nın korktuğu gibi kalıcı bir tehdide dönüşür mü?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
TT

Putinizm Batı'nın korktuğu gibi kalıcı bir tehdide dönüşür mü?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Moskova'nın merkezindeki Kremlin Duvarı önünde düzenlenen miting sırasında konuşma yaparken (AFP)

İnci Mecdi

Önümüzdeki yıllarda Rusya'nın siyasi hayatı ‘yeni Putinizm’ tarafından şekillendirilecek gibi görünüyor. Peki, Batı bunun karşısında nasıl bir tutum sergileyecek?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu ayın başlarında yapılan başkanlık seçimlerini oyların yüzde 87,2’sini alarak kazandı. Putin’in muhalifleri, baskılar ve kısıtlayıcı genel atmosfer nedeniyle seçim arenasından uzak dururken, anketler Putin’in ‘büyük bir halk desteğine’ sahip olduğunu gösterdi.

Almanya merkezli istatistik şirketi Statista'nın yayınladığı son verilere göre Putin'in popülaritesi geçtiğimiz şubat ayında yüzde 86'ya ulaştı. Aynı veriler, 10 Rus'tan 8’inin Putin’i desteklediğini gösterirken rakamlar, Putin’in popülaritesinin Ukrayna savaşı öncesine kıyasla arttığını ortaya koydu.

Batı'nın Rusya'ya hem Ukrayna'daki savaşa, hem de öncesinde 2008 yılında Gürcistan’daki savaşa ve 2014 yılında Kırım Yarımadası'nı ve Sivastopol şehrini ilhakına yanıt olarak uyguladığı yaptırımlara rağmen Putin’e birinci başkanlık döneminin başladığı 2000 yılından bu yana verilen en yüksek destek oranı yaklaşık yüzde 88 olarak kayıtlara geçti. Rus halkının Putin’e verdiği destek oranı sonraki yıllarda da yüksek olarak devam etti.

Şu an 71 yaşında olan Putin, 2030 yılına kadar iktidarda kalacağı yeni başkanlık dönemine başladı. Bunun yanında Putin, 2020 yılında yapılan anayasa değişikliğine göre 2036 yılına kadar iktidarda kalabilecek.

Doğal olarak birçok kişi, otuz yılı aşkın bir süre iktidarda kaldıktan sonra Putin'in yerini kimin alacağını merak ediyor? Ancak bu soru, özellikle gözlemcilerin ‘Putinizm’ olarak tanımladığı sürecin devam etmesi çerçevesinde Rusya’nın Putin'den sonra nasıl bir rejim olabileceği gibi daha acil cevap bulunması gereken sorulardan kaynaklanıyor. Peki Rusya, Batı'nın sonsuza dek mücadele etmesini gerektirecek şekilde Doğu'dan gelen tehdit olarak kalmaya devam edecek mi?

Putinizm kalıcı

Gözlemciler, Rus liderin yirmi yılı aşkın süredir devam eden iktidarı boyunca, kendisi iktidardan ayrıldıktan sonra da kalıcı olacak bir rejim kurduğunda hemfikirler ve bu rejime ‘Putinizm’ adını verdiler.

Washington'daki Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi (CSIS) araştırmacılarına göre Putin, Rusya'nın büyüklüğü, istisnacılığı ve Batı'ya karşı tarihi mücadelesi sayesinde güçlenen emperyal bir ulus devlet fikrini destekleyen 'Putinizm' ideolojisini kurdu.

CSIS tarafından geçtiğimiz yıl eylül ayında yayınlanan "Putinizmin İdeolojisi: Sürdürülebilir mi?" başlıklı araştırmada Putin'in ideolojisinin temel dayanağını oluşturan devlet doktrininin, güçlü, istikrarlı bir devlete saygı duyma ve Rusların Rus olmasına izin verme temeline dayandığını ve bu devletin istisnacılık ve geleneksel değerlere bağlı olduğu belirtildi.

Araştırmaya göre bir diğer temel dayanak ise Batı karşıtlığı ve bu dayanak Rusya'nın istisnacılığıyla birleştiğinde; Rusya merkezli çok kültürlülüğü, geleneksel aileyi ve cinsiyet rollerini koruyan, materyalizme ve bireyciliğe karşı bekçilik yapan büyük bir güç ve medeniyet devleti olarak Rusya'nın ‘mesihçi fikrini’ teşvik ediyor.

Bu ideoloji, felsefi metinlerde açıkça ifade edilmese de çoğu zaman atıflar, semboller ve popüler kültür tarafından özümsenir. Bu durum daha az eğitimli insanlar için esnek ve benimsenmesinin kolay hale gelmesini sağlar.

Araştırma, Putin'in ideolojisinin esnekliğinin ve yaydığı anlatıların basitliğinin ‘yakın bir gelecekte yok olmayacağını, hatta Ruslar arasında daha da yerleşebileceğini’ öne sürüyor. Bu da Putin, ister yaşlılığa bağlı olarak isterse askeri darbe nedeniyle iktidardan uzaklaşsa bile, Putinizmin devam edeceği anlamına geliyor. Gözlemciler ayrıca Rusya'nın siyaset ve ekonomi çevrelerindeki seçkinlerinin ‘iktidarın Putin'den, Putin'e benzeyen başka bir kişiye devredilmesini’ sağlayacaklarını düşünüyor.

Moskova Ekonomik ve Sosyal Bilimler Yüksekokulu öğretim görevlisi Nikita Shavin, yaptığı değerlendirmede “Bir rejim için daha gerçekçi ve dolayısıyla tehlikeli olan, rejimi içeriden kurtarma ve normalleştirme girişimleridir” ifadelerini kullandı.‘Putin'siz Putinizm' gibi bir senaryo, yalnızca söz konusu seçkinler için değil, aynı zamanda son yıllardaki ekonomik başarılardan büyük ölçüde memnun olan Rus nüfusunun büyük bir kesimi için de çekici görünebilir. Putin yönetimi askeri başarısızlıklarını baskılayıcı ve istikrarsızlaştırıcı histerik tutumlarla ve irrasyonel ekonomik davranışlarla telafi etmeye çalışırken, böyle bir alternatife olan talepte doğal olarak artış oldu.

Putinizmin Putin olmadan da devam edeceği tahmin edilirken ‘Bu, Rusya’nın NATO'nun doğu kanadına yönelik tehdidinin devam ettiği anlamına mı geliyor?’ sorusu halen cevap bekliyor.

Orta ve Doğu Avrupa yıllarca, Rusya’nın zayıf olduğu 1990'lı yıllarda bile Rusya'nın gölgesinde yaşadı. Polonya, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan'ın NATO'ya üye olmasına karşı çıkmadı. Rusya'ya dair korku, tarihten gelen bir travmadan ve onlarca yıllık hakimiyetin ve sert siyasi, askeri ve ekonomik tutumların bıraktığı izden kaynaklanıyordu. Ardından, Gürcistan ve Ukrayna'da olduğu gibi komşularına karşı ya korkutarak ya da doğrudan ordusunu kullanarak baskı uygulayan saldırgan eylemlere başlayan Putin dönemi geldi. Gözlemcilere göre bu dönem, ulusal emperyalist devlet fikrini kanıtlamada Putinizmin temel direklerinden biriydi.

Üç jeostratejik hedef

Avrupa Politika Analizi Merkezi’nin (CEPA) geçtiğimiz şubat ayında ev sahipliğini yaptığı sempozyumda, araştırmacılar, Rusya'nın üç jeostratejik hedefe kalıcı olarak bağlı göründüğünün altını çizdiler. Araştırmacılara göre bu üç jeostratejik hedeften ilki, eski Rus İmparatorluğu üzerindeki bölgesel, siyasi, ekonomik ve askeri hakimiyet. İkincisi, Batılı güçlerin Rusya’nın bu hegemonyasını engelleyen kurumlarını ve yapılarını (bu ister askeri uyum olsun ister Avrupa projesinin, Kuzey Atlantik projesinin ve NATO'nun bütünlüğü olsun, ister ekonomik güç yapıları olsun) zayıflatmaktır. Çünkü Batı’nın Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar etkili oluyor ve Rus politikasını engelliyor. Üçüncüsü ise içerideki baskıcı ortamın uluslararası çatışmayla birleşmesi. Kremlin bu sayede uluslararası ve jeopolitik çatışmayı, iç siyasi ve ekonomik hegemonyayı dayatmak ve aynı zamanda esasen tüm Rus sistemini silahlandırmak için kullanabiliyor.

ABD'nin Virginia eyaletindeki Regent Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan Robert F. Schwarzwalder, Putinizmin seçkinlerden oluşan devlete, hükümete ve toplumsal yaşamın tüm yönlerine ‘milletin genel gerçekliği’ olarak baktığını söylerken, Putinizmi, Nazizme ve Marksizme benzetti. Hem Nazizm hem de Marksizm aileyi, kiliseyi, orduyu, ekonomiyi ve diğer her alanı kontrol ediyordu. Schwarzwalder’e göre Putin de Rusya'yı, tüm ulusun kendi ideolojisine karşı çıkmadan hareket ettiği bir varlık olarak görüyor.

Schwarzwalder, Putin’in bir Ortodoks Hıristiyan olmasına rağmen gerçek inancının, Rusya'nın benzersiz bir dini ve siyasi varlık olduğuna dair belirsiz bir inanca dayandığını söyledi. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre daha önce de bir araştırmacı Putin ile ilgili “Rus halkının kimliğine ve yüzyıllar boyunca değişmeyen değerlerine inanıyor” diye yazmıştı. Bu daha çok vatanseverliğin ötesinde, anavatan Rusya’nın uluslar topluluğu arasındaki benzersizliğini ve üstünlüğünü vurgulayan kibirli bir milliyetçilik. Bu aynı zamanda Putin'in barışçıl bir komşuya yönelik haksız, kanlı saldırıyı neden meşrulaştırabildiğini de açıklıyor. Zira Rus halkının tek devlet çatısı altında bir araya gelmesi, isteseler de istemeseler de bir ananın dağılan evlatlarını bir araya getirme meselesidir.

Schwarzwalder ve diğer araştırmacılar, Rusya'nın ‘başa bela olmaya devam edeceğine’ inanıyor ve bu yüzden sakin ve kararlı bir şekilde “ABD ve müttefikleri savunmalarını güçlendirmeli” diyorlar. Schwarzwalder ve diğer araştırmacılara göre ABD ve müttefiklerinin aynı zamanda Putin'e (ve ondan sonra gelecek olanlara) Rusya'nın başka bir ülkeye yapacağı herhangi saldırının ‘rejiminin toparlanmakta zorlanacağı bir darbeyle karşılanacağını’ öğretmeleri de gerekiyor.

CEPA ve Tufts Üniversitesi'nden Pavel Luzhin, Rusya'nın yenilgiden kaçamayacağını belirterek, “Çünkü bu, Rusya-Ukrayna savaşı meselesi değil, Avrupa ülkelerinin, ABD’nin, demokrasinin ve dünyanın güvenliği meselesi” değerlendirmesinde bulundu.

King's College London'da (KCL) öğretim görevlisi ve Washington merkezli Quincy Enstitüsü'nde Avrasya Programı direktörü olan Anatole Levin, Ukrayna'da devam eden savaşa rağmen, NATO ile Rusya'nın istenmeyen bir çatışma sonucu savaşa girme riskinin arttığını düşünüyor. Levin’e göre Rusya, daha doğrusu Putinizm, Avrupa Birliği'ne (AB) ve NATO'ya geniş çaplı bir saldırı başlatma niyetinde olmadığından Avrupa için ciddi bir tehdit oluşturmuyor. Putin, son olarak ABD'li televizyon sunucusu Tucker Carlson'a verdiği röportajda, NATO Rusya'ya saldırmadığı sürece Rusya'nın da NATO'ya saldırmayacağını birkaç kez vurguladı.

Putinizm tehlikesini abartmak

Putin'in açıklamalarının doğruluğunun en azından nesnel olmak üzere bir dizi nedeni olduğunu düşünen Levin’e göre Rusya’nın, sanılandan ve Putin'in savaş öncesinde tahmin ettiğinden çok daha zayıf bir askeri güç olduğunun ortaya çıktığını söyledi. Ukrayna'daki savaşı hızlı bir şekilde çözememesinin yanı sıra, Rus ordusunun mevcut ilerleme ve elde edilen başarılara rağmen 2022 yılı boyunca kayıplar vermesi ve Ukrayna’nın Rus Donanması’nın Karadeniz Filosuna ağır darbe indirmesi bunu net bir şekilde ortaya koydu. Putin'in nükleer silah kullanma tehditleri ABD ve NATO'yu Ukrayna'ya doğrudan müdahale etmekten caydırmayı amaçlasa da Rus hükümeti, NATO'ya karşı hamleleri konusunda NATO’nun Kiev'e sağladığı muazzam yardıma rağmen şimdiye kadar oldukça temkinli davrandı.

Rusya'nın Batı'nın düşündüğü gibi bir tehdit olmadığını düşünen Levin, bu düşüncesini şu sözlerle teyit etti:

“NATO'nun genişlemesi konusu ilk kez 1990'lı yılların ortalarında gündeme geldi. Rus yetkililer, gazeteciler ve dış politikanın öncüleri bana Doğu Avrupa'yı ve hatta Baltık ülkelerini pek umursamadıklarını söylediler. Korkuları şey, NATO'nun nasıl bir tutum sergileyeceğini bilememesi ve Ukrayna’yı tamamen ele geçirmekle tehdit etmesi durumunda Rusya ile savaşmak zorunda kalacak olmasıydı.”

İngiliz profesör, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Geçtiğimiz otuz yıl içinde hiçbir Rus kurumu bana Moskova'nın Polonya'ya saldırabileceğini söylemedi. Baltık ülkeleriyle ilgili olarak konunun gündeme getirildiği tek zaman, Litvanya'nın Rusya'nın Kaliningrad bölgesini ablukaya aldığı dönemdi.”

Levin, bu yüzden Rusya’ya yalnızca askeri bir perspektiften bakmak yerine Putin'in barış görüşmeleri ve itidalli, bilgece, Avrupa’nın ​​çıkarına ve gerçekçi diplomasi önerisinin kabul edilmesini savunuyor.

“Neoputinizm”

Öte yandan Nikita Shavin, önümüzdeki yıllarda Rus siyaset sahnesini şekillendirecek olan ‘neoputinizm’ ya da ‘neo-Putinizm’den bahsetti. Shavin’e göre Rus oligarkları, devlet bürokratlarını ve savaştan ve ekonomik zorluklardan bıkan ama aynı zamanda radikal değişime hazır olmayan vatandaşları birleştirmeyi başaran neo-Putinizm, Putin'in iktidarına yönelik en ciddi iç tehditlerden birini oluşturuyor.

Neo-Putinizmin savaşı sona erdirmek ve iktidarı değiştirmek için itici güç olma potansiyeline sahip olduğunu söyleyen Shavin, bunun işaret ettiği belirsizliğe rağmen Putin’in iktidarını baltaladığını ve onu içeriden böldüğünü belirtti. Shavin’e göre Ukrayna savaşı devam ederken neo-Putinizm giderek daha fazla savaş karşıtı bir tutum sergilemeye başlayacak ve diğer savaş karşıtı güçlerle ortak zemin arayışına girecek. Neo-Putinizmin o an için doğal bir müttefik olacağını vurgulayan Shavin, “Neo-Putinizm, diğer savaş karşıtı güçlerle birleşerek ideolojik bir biçim alabilir ve Putin iktidarına uygun bir alternatif haline gelebilir” değerlendirmesinde bulundu.

*Bu makale Şarku’ Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.


İsrail ordusu, önde gelen Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

El Şifa Hastanesi (Reuters)
El Şifa Hastanesi (Reuters)
TT

İsrail ordusu, önde gelen Hamas liderinin öldürüldüğünü duyurdu

El Şifa Hastanesi (Reuters)
El Şifa Hastanesi (Reuters)

İsrail Ordu Sözcüsü Avichay Adraee dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, ordu güçlerinin Hamas hareketinin askeri kanadının malzeme ve insan gücü bölümü başkanının öldürdüğünü açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Jerusalem Post gazetesinden aktardığı habere göre İsrail ordusunun Gazze'deki Şifa Tıp Kompleksi'nde hareketin üst düzey bir liderini öldürdü. Adraee, Raed Thabet adlı liderin "daha önce Hamas üretim sisteminin başkanı olarak çalıştığını ve örgütün malzeme ve silahlanma konusunda uzman olduğunu" belirtti.

Adraee’nın açıklamasına göre Gazze Şeridi'ndeki Hamas hareketinin lideri Yahya Al-Sinwar ve hareketin askeri komutanı Muhammad Al-Deif'e yakın olduğunu kaydeden Thabet, askeri kanadın en önde gelen on lideri arasında değerlendiriliyordu.

Adraee, “Thabet, güçlerimizle çatışarak hastaneden kaçmaya çalışırken yanındaki iki kişiyle birlikte etkisiz hale getirildi" ifadelerini kullandı.


Polonya ve Ukrayna başbakanları, çiftçi protestolarını ele almak için bir araya geldi

AA
AA
TT

Polonya ve Ukrayna başbakanları, çiftçi protestolarını ele almak için bir araya geldi

AA
AA

Shmyhal, mevkidaşı Tusk ile sınır bölgesindeki çiftçi ablukası hakkında istişare etmek için Polonya'nın başkenti Varşova'da bir araya geldi.

Tusk, Ukrayna'dan ithal edilecek mallara sınırlama getirilmesini ve ihtiyaç sahibi ülkelerle yapılan ithalatın artırılmasını teklif etti.

Polonyalı çiftçiler, hükümetin, Ukrayna'dan ucuza tarım ürünü ithalatını askıya almayı kabul etmesi üzerine protestolarını 21 Mart'ta sonlandırmıştı.

Avrupa'da çiftçi protestoları

Başta Almanya, Fransa, İtalya, İspanya, Hollanda, Belçika, Macaristan ve Yunanistan olmak üzere pek çok AB ülkesindeki çiftçiler, son dönemde uygulanan tarım politikalarına tepki gösteriyor.

Tepki gösterilen konular arasında Birliğin tarım politikaları, karmaşık piyasa düzenlemeleri, doğa restorasyon hedefleri, desteklemelerdeki kesintiler, yüksek enerji, yakıt ve gübre maliyetleri, gübre ve pestisit kullanımına getirilen sınırlamalar, Ukrayna'dan gelen ucuz tahıl ürünleri ve su tasarruf tedbirleri yer alıyor.

Çiftçiler, AB'ye, "Yeşil Mutabakat kapsamında karbon gübre ve pestisit kullanımına ilişkin katı kurallar getirerek tarımsal üretimi zorlaştırma" eleştirisinde bulunuyor.


Trump’ın kampanyası için satışa koyduğu ürünler ABD’de gündem oldu

AA
AA
TT

Trump’ın kampanyası için satışa koyduğu ürünler ABD’de gündem oldu

AA
AA

Oyunculuktan ABD Başkanlığına kadar birçok alanda kendini gösteren Trump'ın kendi adını taşıyan markası "Trumpstore.com" internet sitesinde, çeşitli kategorilerde ürünler sunuyor.

Sitede "başarı ve güç kokan" parfümden pijamaya, golf çantasından köpek oyuncağına, dudak nemlendiricisinden spor ayakkabıya geniş bir yelpazede ürünler satışa sunuluyor.

"Victory 45" ürün serisinin bir parçası olan ve "başarı ve güç" koktuğu öne sürülen parfümün üzerinde Trump'ın altın renkli büstü bulunuyor. Parfümün fiyatı ise 99 dolar. Serinin bir diğer ürünü olan altın renkli ve ABD bayrağı desenli 399 dolarlık spor ayakkabısı da hem görünümü hem de oldukça yüksek fiyatı ile dikkati çekiyor.

ABD basınında birçok medya kuruluşu ve sosyal medya kullanıcısı Trump'ın ürünlerini ve fiyatlarını eleştirdi.

MSNBC'deki "All In With Chris Hayes" programının sunucusu Hayes, "Donald Trump'ın acilen paraya ihtiyacı var" yorumunun ardından, Trump'ın koleksiyonundaki ürünleri göstererek dalga geçti.

Trump'ın son zamanlarda yüksek meblağlardaki hukuki harcamaları yüzünden "parasının suyunu çektiğini" ifade eden Hayes, Trump'ın ürünlerinin satışlarının oldukça arttığına dikkati çekti.

Birçok sosyal medya kullanıcısı, Trump'ın kendi ürettiği 59,99 dolarlık Tanrı ABD'yi Korusun (God Bless the USA) İncillerini tanıtmasının ardından, eski Başkanın daha önce İncil hakkında konuştuğu videolardan kesitleri toplayıp, konuya ilişkin "bilgisizliği ile" alay etti.

Trump pazarlamada "yok yok"

Donald Trump'ın emlak sektöründe dolandırıcılık suçlamasıyla yargılandığı dava sonucu çarptırıldığı 175 milyon dolar ceza ve artan hukuki masrafların ardından, kendi markasına ait ürünlerin yelpazesi genişlerken, fiyatlarında da artış görüldü.

Çeşitli spor aksesuarlarından çikolata ve köpek oyuncağına kadar farklı ürünlerin bulunduğu Trump Store'daki en pahalı ürünün 675 dolar ile sınırlı sayıda satılan golf çantası olduğu görüldü. Ürünlerden en ucuzu ise 8 dolarlık bir dudak nemlendiricisi oldu.

İnternet sitesinde 95 dolarlık Mar-a-Lago Noel ağacı süsünden 22 dolarlık köpek oyuncağına kadar çok sayıda ilginç ürün de bulunuyor.

Bu ürünlerin en popülerlerinden bazıları ise 50 dolarlık MAGA (Make America Great Again) şapkası, Trump'ın isminin yer aldığı 185 dolarlık Amerikan futbolu topu ve 125 dolarlık ipek kravat oldu.

Sitede, 185 dolarlık pickleball raketi, Trump'ın imzaladığı 500 dolarlık "Our Journey Together" kitaplarının yanı sıra 28 dolarlık Trump logolu hediye paketi de ürünler arasında yer alıyor.


Çin, Filipinler’i Güney Çin Denizi’ndeki gerilimin nedeni olmakla suçladı

Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
TT

Çin, Filipinler’i Güney Çin Denizi’ndeki gerilimin nedeni olmakla suçladı

Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)
Çin Sahil Güvenlik gemisi Güney Çin Denizi’ndeki tartışmalı bir bölgede Filipinler’e ait bir gemiye su sıkıyor (AFP)

Çin Savunma Bakanlığı, Güney Çin Denizi’nde gerilimin artmasının, Filipinler’in gerçekleştirdiği ‘provokasyonlardan’ kaynaklandığını öne sürdü.

Pekin ve Manila’nın, Güney Çin Denizi konusunda uzun bir anlaşmazlık geçmişi var ve son aylarda tartışmalı küçük adaların yakınında gemileri arasında defalarca gerginlik yaşandı.

Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Bakanlık tarafından bugün yapılan açıklamada, “Filipinler’in gerçekleştirdiği provokasyonlar, Güney Çin Denizi’nde son dönemde artan gerilimin doğrudan nedenidir” denildi.

Bakanlığın açıklamasında ayrıca şu ifadelere yer verildi;

“Çin, Filipinler’in istediğini yapmasına izin vermeyecek ve buna makul ve kararlı bir şekilde karşılık verecek. Filipinler, dış güçlerin desteğine güvenerek, denizde sık sık hak ihlalleri yapıp, provokasyon ve sorun yaratmanın yanı sıra uluslararası toplumun konuya ilişkin algısını yanıltacak yanlış bilgiler yaymakta.”

Öte yandan Filipinler Devlet Başkanı Bongbong Marcos bugün yaptığı açıklamada Filipinler’in Pekin tarafından ‘sessizliğe sindirilmeyeceğini’ belirtti.

Marcos, müttefik ülkelerle yaptığı istişarelerin ardından sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda, “Hiçbir ulusla, özellikle de dostumuz olduğunu iddia eden uluslarla çatışma istemiyoruz, ancak sessizliğe, teslimiyete veya itaate boyun eğmeyeceğiz” diye yazdı.

Filipinler geçtiğimiz Cumartesi günü, Güney Çin Denizi’ndeki Spratly Adaları yakınındaki İkinci Thomas Sığı’nda karaya oturmuş savaş gemisi BRP Sierra Madre’ye rutin ikmal yapan sahil güvenlik gemilerine, Çin tarafından tazyikli su sıkıldığını ve üç askerin yaralandığını bildirdi.

Çin Sahil Güvenliği ise olayı, ‘Çin sularına zorla girmeye çalışan yabancı bir geminin meşru bir şekilde durdurulması ve uzaklaştırılması’ olarak tanımladı.

Filipinler Dışişleri Bakanlığı’nın olayın ardından Çin’in Manila Büyükelçiliği yetkililerini çağırmasının ardından, iki ülkenin dışişleri bakan yardımcıları Pazartesi günü bir telefon görüşmesi yaptı.


Ukrayna'daki bombardımanlarda 4 kişi öldü: Moskova ‘modifiye edilmiş bomba’ kullanmış olabilir

Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
TT

Ukrayna'daki bombardımanlarda 4 kişi öldü: Moskova ‘modifiye edilmiş bomba’ kullanmış olabilir

Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)
Rusya'nın Harkov'da bir konut binasına düzenlediği saldırının ardından ortaya çıkan görüntü (AFP)

Rusya'nın dün (çarşamba) aralarında Harkov'un da bulunduğu Ukrayna'nın çeşitli bölgelerine yönelik bombardımanında en az dört kişinin ölmesi ve 28 kişinin yaralanması Kiev'in Batılı müttefiklerinden daha fazla Patriot hava savunma sistemi talep etmesine yol açtı.

Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Batılı müttefiklerine Patriot hava savunma sistemlerinin yanı sıra F-16 savaş uçaklarının da ülkesine ‘teslimatını hızlandırmaları’ yönünde bir kez daha çağrıda bulundu.

Zelenskiy, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada “Ukrayna'nın hava savunmasını güçlendirmek ve F-16'ların Ukrayna'ya teslimatını hızlandırmak hayati bir görevdir. Dünya çapında çok sayıda bulunan Patriot füzelerinin neden Harkov ve Rus teröristlerin saldırısına uğrayan diğer şehir ve kasabaların semalarını kaplamadığını açıklayacak hiçbir mantıklı gerekçe yok” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Rus haber ajanslarından aktardığı haberlere göre Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in dün (çarşamba) askeri pilotlara Batılı ülkelerin Ukrayna'ya F-16 savaş uçakları sağlaması halinde bu uçakların savaş alanındaki durumu değiştirmeyecek.

Ajanslar ayrıca, Putin'in uçakların nükleer silah taşıyabileceğini ve Moskova'nın askeri planlamalarında bunu göz önünde bulundurması gerektiğini söylediğini aktardı.

Putin'in Moskova'nın kuzeyindeki bir toplantıda pilotlara yaptığı açıklamalar, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dimitro Kuleba'nın dün erken saatlerde jetlerin önümüzdeki aylarda Ukrayna'ya ulaşması gerektiği yönündeki açıklamalarının ardından geldi.

Harkov’a saldırılar

Yerel yetkililere göre, savaş öncesi nüfusu yaklaşık 1,5 milyon olan Harkov'da Rusların sivil bölgelere düzenlediği saldırılarda en az bir kişi öldü, dördü çocuk olmak üzere 19 kişi de yaralandı.

Harkov Bölge Valisi Oleg Sinegubov, “Bugün düşman Harkov'u ilk kez ağır kalibreli güdümlü bir füzeyle vurdu” dedi.

Harkov Rusya'nın kuzey sınırında yer alıyor ve Rus güçlerinin düzenli ateşi altında.

Yerel savcılık, Borova köyünde 12 yaşındaki bir çocuğun çarşamba akşamı bir Rus saldırısında öldürüldüğünü, ancak ne tür bir silah kullanıldığının henüz belli olmadığını bildirdi.

Sinegubov daha önce de gece boyunca düzenlenen saldırılarda ve bölgeye yapılan bir insansız hava aracı (İHA) saldırısında dört kişinin yaralandığını söylemişti.

Dün (çarşamba) Rusya'nın Ukrayna'nın diğer bölgelerine yönelik saldırılarında iki kişi daha hayatını kaybetti.

Herson Bölge Valisi, 61 yaşındaki bir kadının Dnipro Nehri kıyısındaki Mykhailivka köyüne yapılan bir İHA saldırısında evinde öldürüldüğünü söyledi.

Dnipropetrovsk Bölge Valisi Serhiy Lysak, güneydoğudaki Nikopol kasabasında bir kişinin daha topçu ateşiyle öldürüldüğünü söyledi.

Ayrıca belediye başkanı Aleksander Sienkevich'e göre, Ukrayna'nın güneyindeki Mıkolayiv şehrinde balistik füze saldırısında sekiz sivil yaralandı.

Ukrayna Batılı müttefiklerinden daha fazla ve daha hızlı yardım istiyor. Ancak Washington'da olduğu gibi Brüksel'de de siyasi bölünmeler son aylarda Kiev'e silah ve yardım ulaştırılmasını engelledi.

Zelenskiy dün, ülkesinin Rus ilerleyişini durdurmak için haftalar önce aceleyle inşa etmeye başladığı yeni savunma hatlarını incelemek üzere Ukrayna'nın kuzeydoğusundaki Sumi bölgesini ziyaret etti.

Ziyaretin ardından Telegram hesabında “Sumi bölgesinde tahkimat inşa etme süreci devam ediyor. Siperleri, sığınakları, atış pozisyonlarını, komuta ve kontrolü denetledim” diye yazan Zelenskiy, Ukrayna'nın savunmasını güçlendirdiğini vurguladı.

Ruslar özellikle geçen haftadan bu yana misilleme olduğunu söyleyerek Ukrayna'ya yönelik bombardımanlarını yoğunlaştırdı.

Ukrayna Hava Kuvvetleri, Rus güçlerinin gece boyunca Ukrayna'ya 13 İran yapımı İHA gönderdiğini, bunlardan 10'unun Harkov bölgesi, komşu Sumi bölgesi ve başkent Kiev yakınlarında düşürüldüğünü bildirdi.

Rusya, hava savunma sistemlerinin son zamanlarda ölümcül Ukrayna saldırılarının sayısında artış görülen sınır kasabası Belgorod yakınlarında 18 füze düşürdüğünü duyurdu.

Belgorod Valisi Vyacheslav Gladkov saldırıda bir kişinin yaralandığını doğruladı.

Modifiye edilmiş bomba

Ukraynalı yetkililer, Rusya’nın dün Ukrayna’nın kuzeydoğusundaki Harkov kentine düzenlediği ve en az bir kişinin ölümüne neden olan hava saldırılarında yeni bir tür güdümlü bomba kullanmış olabileceğini söyledi.

Yetkililer, Rusya'nın 2022'de Ukrayna'ya yönelik topyekûn askeri saldırısından bu yana gerçekleşen son saldırılarda Harkov'da aralarında üç aylık bir bebeğin de bulunduğu dördü çocuk olmak üzere 19 kişinin yaralandığını kaydetti.

Saldırıların bazıları Harkov da dahil olmak üzere bazı bölgelerde elektrik kesintilerine neden oldu.

Zelenskiy saldırıyı ‘Rus terörü’ olarak nitelendirerek kınadı. Harkov Polis Şefi Vladimir Timoşko, Moskova'nın ‘UMBPD-30’ olarak tanımladığı yeni bir tür güdümlü bomba kullanmış olabileceğini söyledi.

Timoşko saldırının gerçekleştiği yerde yaptığı açıklamada “Bu, Rusların son zamanlarda kullandıkları güdümlü hava füzesi ile füze arasında bir şey. Tabiri caizse uçan bir bomba” dedi.

Sinegubov da Moskova'nın yeni bir tür bomba kullanmış olabileceğini öne sürerek, “Görünüşe göre Ruslar modifiye edilmiş bombalarını ev sakinleri üzerinde test etmeye karar vermişler” dedi.

FOTO:  Ukraynalı subaylar, Rusya'nın Harkov'a düzenlediği saldırılarda patlayan mühimmat parçalarını inceliyor. (AFP)

Rusya söz konusu açıklamalar hakkında hemen yorum yapmadı. Savaş binlerce insanı öldürmüş, milyonlarcasını yerinden etmiş ve kasaba ve şehirleri tahrip etmiş olmasına rağmen Moskova sivilleri hedef aldığını reddediyor.

Sinegubov, Telegram üzerinden yaptığı açıklamada iki konut ve bir sağlık kurumunun kısmen yıkıldığını, aralarında bir eğitim tesisinin de bulunduğu 14 binanın da hasar gördüğünü söyledi.

Blinken önümüzdeki hafta Fransa'yı ziyaret edecek

ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından dün (çarşamba) yapılan açıklamada, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in önümüzdeki hafta Fransa'yı ziyaret edeceğini ve burada Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelerek Ukrayna'ya destek ve özellikle Gazze'deki savaşın yatıştırılması konularını görüşeceğini duyurdu.

Blinken'in ziyareti Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik saldırılarını yoğunlaştırdığı ve Kiev'in Batılı müttefiklerinden Patriot hava savunma sistemleri talep ettiği bir döneme denk geliyor.

Washington'da, Ukrayna'ya yapılacak on milyarlarca dolarlık askeri yardım, Cumhuriyetçilerin Kongre'deki muhalefeti nedeniyle askıda kaldı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller gazetecilere yaptığı açıklamada “Blinken Paris'te Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile bir araya gelerek Ukrayna'ya verilen desteği ve Gazze'deki çatışmayı yatıştırma çabalarını ele alacak” dedi.

Bu, akıcı Fransızca konuşan Blinken’in yaklaşık iki yıl sonra gerçekleştireceği ilk ziyaret olacak.

Macron, Aralık 2022'de ABD'ye resmi bir ziyarette bulunmuştu.

Blinken, Paris'in ardından 4 Nisan'da NATO’nun 75’inci yıldönümü münasebetiyle NATO’daki mevkidaşlarının katılacağı bir toplantıya iştirak etmek üzere Brüksel'e gidecek.

Blinken ayrıca Brüksel'de AB liderleri ve ülkesinin Rusya ile olan tarihi ittifakından ayrılmak isteyen Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile bir toplantı gerçekleştirecek.


Bernie Sanders: İsrail köktendinci bir ülke haline geliyor

Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
TT

Bernie Sanders: İsrail köktendinci bir ülke haline geliyor

Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)
Bernie Sanders daha önce İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarını eleştirmişti (Reuters)

Bağımsız Vermont Senatörü Bernie Sanders, İsrail'in Başbakan Binyamin Netanyahu yönetiminde "köktendinci bir ülke haline geldiğini" söyledi.

Yayın organı Crooked Media'ya konuşan Sanders, "Çok fazla kişi bugünkü İsrail'in 20-30 yıl önceki İsrail olmadığını anlamıyor" dedi.

Burası sağcı bir ülke, giderek de köktendinci bir ülke haline geliyor. Yönetimde olan adamlardan bazıları Tanrı'nın kendilerine tüm bölgeyi kontrol etme hakkına sahip olduklarını söylediğine inanıyor.

Sanders, 7 Ekim'de Hamas militanlarının İsrail'e saldırarak yaklaşık 1200 kişiyi öldürmesi ve 200 kişiyi de rehin almasıyla başlayan İsrail-Hamas savaşını uzun zamandır eleştiriyor. Hamas tarafından yönetilen Sağlık Bakanlığı'na göre o tarihten bu yana çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 32 binden fazla Filistinli İsrail saldırılarında hayatını kaybetti. Birleşmiş Milletler, Gazze nüfusunun yarısının açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuyor.

Sanders sözlerini şöyle sürdürdü:

Sonuç olarak bana göre Hamas bir vahşet işledi, İsrail'in kendini savunma hakkı kesinlikle vardı ancak Filistin halkının tamamına karşı savaş açma hakkı yoktu ve hâlâ da yok. Kayıpların ve ölümlerin üçte ikisi kadın ve çocuklardan oluşuyor. Bu kabul edilemez.

Sanders daha önce The Independent'a verdiği röportajda, ABD'nin İsrail'e devam eden yardımlarına atıfta bulunarak "Netanyahu'nun savaş makinesinin finansmanını kesmek istediğini" söylemişti. Senato Demokrat kurulundaki dört üyeyle (Oregon Senatörü Jeff Merkley, Maryland Senatörü Chris Van Hollen ve Vermonter Senatörü Peter Welch) birlikte Sanders da geçen ay Ukrayna, İsrail ve Tayvan'a yardım sağlayacak ulusal güvenlik paketine karşı olumsuz oy kullanmıştı. Ancak Sanders henüz Gazze'de kalıcı bir ateşkes çağrısında bulunmadı.

Bu arada ABD'de Sanders'ın pozisyonuna destek artıyor. Gallup'un çarşamba günü yayımladığı ankete göre, Amerikalıların yüzde 55'i İsrail'in kuşatma altındaki bölgede devam eden saldırılarını onaylamazken, yüzde 36'sı onaylıyor; böylece ilk kez bir anket Amerikalıların çoğunluğunun savaşı desteklemediğini ortaya koyuyor. Bu, kasımda aynı anketin Amerikalıların çoğunun savaşı desteklediğini ortaya koymasından bu yana önemli bir değişim.

Biden yönetimi Filistinlilere yardım konusundaki tutumunu da değiştirmeye başladı.

Pazartesi günü ABD, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde veto oyu kullanmayarak, konseyin savaşta derhal ateşkes talep eden kararı kabul etmesine izin verdi. Savaşın başlamasından bu yana ABD bunu ilk kez yaptı. Daha önce Biden yönetimi, İsrail'in Gazze'de devam eden saldırılarını destekleyen bir ateşkes kararını engellemek için ABD vetosunu üç kez kullanmıştı.

Netanyahu kararı "rehinelerin serbest bırakılması şartına bağlı değil" diyerek eleştirdi.

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin de salı günü İsrailli mevkidaşıyla yapacağı görüşme öncesinde Gazze'de ölen sivil sayısının "çok yüksek" olduğunu söyledi. Austin ayrıca İsrail'e kıtlığı önlemek için Gazze'ye girmesine izin verdiği yardım miktarını artırması yönünde acil bir çağrıda bulundu.

 Independent Türkçe


Facebook, "Hayalet Avcıları Projesi"yle gizlice Snapchat'i izlemiş

Reuters
Reuters
TT

Facebook, "Hayalet Avcıları Projesi"yle gizlice Snapchat'i izlemiş

Reuters
Reuters

Kamuoyuyla paylaşılan mahkeme dosyalarına göre Facebook, Snapchat kullanıcı verilerine yönelik gizli bir casusluk kampanyası yürütmüş.

Şirket içinde "Hayalet Avcıları Projesi" diye bilinen operasyon, CEO Mark Zuckerberg tarafından 2016'da, rakibinin gizlilik önlemlerinden rahatsızlık duymasının ardından başlatılmış.

Zuckerberg, 9 Haziran 2016'da şirket yöneticilerine gönderdiği bir e-postada "Ne zaman biri Snapchat hakkında bir soru sorsa, trafikleri şifreli olduğu için genellikle cevap onlar hakkında hiçbir analitiğe sahip olmadığımızdır" diye yazmış.

"Ne kadar hızlı büyüdükleri göz önüne alındığında, onlar hakkında güvenilir analitikler elde etmenin yeni bir yolunu bulmak önemli görünüyor. Belki de oturumlar düzenlememiz ya da özel yazılımlar geliştirmemiz gerekiyor. Bunu nasıl yapacağınızı bulmalısınız."

Mahkeme belgeleri, halihazırda Facebook'un operasyon direktörü olarak görev yapan Javier Olivan'ın e-postaya şöyle cevap verdiğini gösteriyor: 

Bunun cevaplamamız gereken en önemli pazar analizi sorularından biri olduğuna tamamen katılıyorum.

Sözkonusu izleme aracı, Facebook'un 2013'te İsrailli bir firmadan satın aldığı ancak artık kullanılmayan Onavo Sanal Özel Ağı'nı (VPN) içeriyordu.

Mahkeme belgelerine göre Onavo'ya sahip olmak, uygulamalar ve sunucuları arasındaki ağ trafiğini "yakalayıp şifresini çözerek" Facebook'un rakip sosyal medya uygulamalarını izlemesine imkan veriyordu.

Zuckerberg'ün 2016 tarihli e-postasını takiben, Onavo mühendisleri "ortadaki adam" (iki bağlantı noktası arasındaki bağlantıyı izinsiz izleme -çn.) izlemesini gerçekleştirmek için "aksi takdirde şifrelenmiş olacak trafiği okumalarına" imkan tanıyan kitler geliştirdi.

"Ayrıntılı uygulama içi faaliyeti ölçme" olanağı veren casusluk tekniği daha sonra Amazon ve YouTube'da kullanıldı.

Kamuoyuyla yeni paylaşılan mahkeme belgeleri, Kaliforniya'da tüketicilerin Facebook'un ana şirketi Meta'ya açtığı toplu davadan geliyor.

Davacı avukatlara göre, "bu programın amaçlanan ve fiili sonucu, Facebook'un o zamanlar yeni yeni gelişmekte olan sosyal reklamcılıktaki rakibi Snapchat de dahil rekabete zarar vermekti.

The Independent yorum için Meta ve Snapchat'in ana şirketi Snap'e ulaştı ancak yanıt alamadı.

 Independent Türkçe