ŞARKUL AVSAT

Home > YAZARLAR > Müftü Deryan ve Hristiyan cumhurbaşkanı seçimleri

رابط المصدر: https://turkish.aawsat.com/node/3909431

Müftü Deryan ve Hristiyan cumhurbaşkanı seçimleri

Pazartesi, 3 Ekim, 2022 - 12:45
Sam Mensa
Sam Mensa [1]
[2] [3] [4] [5] [6]
A
A

Lübnan gibi bir ülkede, Müftü Şeyh Abdullatif Deryan'ın konuşmasının içeriğinin geliştirilmesinin ihmal edilmesi ve hatta ivmesinin yavaşlatılması şaşırtıcı değil. Müftü'nün müdahalesi, Sünni milletvekillerinin Beyrut'ta Dar el-Fetva'daki toplantısından sonra yapılan açıklamanın belirsizliğini ve genelliğini telafi etti. Bu aşamadaki önemine rağmen açıklama, tüm katılımcıların ve hatta Lübnanlı tarafların çoğunun görüş ve yönelimleriyle uzlaşıyordu. İmza atanların farklı eğilimlerine rağmen kendisini kabul etmelerine imkan tanıyan yönler taşıyan cümleler ve geniş başlıklar içeriyordu. Toplantı belki mevcut milletvekillerinin yanı sıra eski milletvekilleri, bakanlar ve başbakanlar dahil olmak üzere tüm Sünni lider ve aktörleri bir araya getirseydi, Sünni gerçeğini ve beklentilerini daha iyi temsil edebilirdi. Sünniler temsil açısından parçalanmış oldukları için etkili bir Sünni liderin yokluğundan yararlanmayı amaçlayan son parlamento seçimlerinden kaynaklanan kayıp dengeyi yeniden sağlayabilirdi.

Açıklamanın aksine Müftü'nün konuşması doğrudan, net, kararlı ve politikti. 2005 yılından bu yana Sünnilerin endişelerini dürüst ve cesur bir diplomasi ile ifade ediyordu. Bir yandan Taif Anlaşmasına ve anayasaya bağlı kalarak, diğer yandan Arap dünyasındaki tek Hristiyan cumhurbaşkanı olduğunu belirtip cumhurbaşkanının Hristiyan olmasının önemini vurgulayarak, Lübnan meselesini ana hatlarıyla açıklıyordu.

Müftü Deryan'ın konuşması, Başbakan Refik Hariri'nin öldürülmesi, Müslüman ve Hristiyan yüz binlerce Lübnanlının ‘Önce Lübnan’ sloganıyla sokaklara dökülmesiyle patlak veren ‘14 Mart devrimi’ sırasında yaşadığım anlamlı bir olayı anımsattı. Duyduklarından ve gördüklerinden endişeli bir Hristiyan meslektaşım “Müslümanlar sloganlarımızı çaldı, bundan sonra ne yapacağız!” demişti. Bu, ‘14 Mart’ sahnesini takip eden olaylar dizisini ve Lübnanlıların çoğu üzerinde bıraktıkları etkileri özetleyen bir cümle. Bu cümleyi andım çünkü şunu söylemek istiyorum; Müslümanlar Lübnan'a dönünce Hristiyanlar ondan ayrılıp İran eğilimli oldular. Müslümanlar, 70 yıldan fazla bir süre Hristiyanların talep ettiği sloganları benimsediklerinde, Hristiyanlar onları terk ettiler. Onların baş temsilcisi olduğunu iddia eden Avn hareketi, Hizbullah ile 2006 yılında el-Şeyyah bölgesindeki bir kilise olan Mar Mihail’de imzalanmış olduğu için Mar Mihail Mutabakatı olarak bilinen bir mutabakat muhtırası imzaladı. Bu mutabakat, Hizbullah'ın silahının tanınmasına, İran'ın Lübnan üzerindeki hegemonyasına Hizbullah'ın ısrarıyla bir Hristiyan örtü sağlanmasına, Lübnan’ın sözde direniş eksenine yönelmesine, Arap ve bilhassa Körfez ilişkilerinden vazgeçmesine ve son olarak, Beşşar Esad ile yakınlaşmasına ve uzlaşmasına neden oldu. Esed rejiminin çeyrek asırdan fazla bir süre Lübnan'da işlediği tüm vahşetleri unutmasına hatta bağışlamasına ve azınlıklar ittifakına katılmasına yol açtı. Bütün bunlar, Avn hareketinin iddiasına göre 1989'daki Taif Anlaşması ile Hristiyanlardan alınan hakların iade edilmesi vaadi karşılığında yapıldı.

Temsilciler Meclisi’nde 29 Eylül'de cumhurbaşkanını seçmek için yapılan ilk oturumla ülkenin anayasanın cumhurbaşkanlığı seçimleri için belirlediği sürece girdiği bir dönemde, bizi bu girizgahı yapmaya iten, ilk olarak Müftü Deryan'ın Sünnilerin Hristiyan cumhurbaşkanına ve Taif Anlaşmasına bağlılığına ilişkin sözlerinin önemidir. 29 Eylül günü bundan sonra olacaklar için yani ’boşluk’ için bir ‘prova’ gibiydi.

Bu bağlamda, Müftü Deryan'ın Hristiyan cumhurbaşkanı ile ilgili çağrısının gerekliliğini ve önemini küçümsemeden, Hristiyanlara, Hristiyan bir cumhurbaşkanının varlığının Lübnan'ın ve onların başına gelen felaketleri ve musibetleri engellemediği özellikle hatırlatılmalı. Seçilmiş cumhurbaşkanı Elias Hravi’ye suikast düzenlenmesi ve yerine Suriye’nin Taif anlaşması tasavvuruna uyan Rene Muavvad’ın getirilmesiyle Taif Anlaşması'nın uğradığı suikasttan bu yana ülkenin yaşadığı felaketlerin önüne geçmediği hatırlatılmalı. Yönetim süresi sona ererken pusulayı düzeltmeye çalışan cumhurbaşkanı Mişel Süleyman dışında, Hravi'den Cumhurbaşkanı Mişel Avn'a kadar başa geçen tüm Maruni Hristiyan cumhurbaşkanları, nefret edilesi Suriye işgaline korkmadan boyun eğdiler. Suriye işgalini, zaman zaman işgal kertesine ulaşan İran vesayeti izledi. Lübnan tarihindeki önemli olaylar şeridi incelendiğinde resim tamamlanıyor ve her dönemin Hristiyan cumhurbaşkanlarının kusurlarından, hata ve bazen hatalarından azade olmadığı ortaya çıkıyor.

Bişara el-Huri görev süresini uzattı ve yolsuzluğa olanak tanıdı. Kamil Şamun, görev süresini uzatmaya çalışarak 1958 devrimine yol açtı. Fuad Şahap, ordunun siyasete müdahale etmesinin önünü açtı ve böylece kendisinden sonra ordunun siyasete müdahalelerinin yolunu döşedi. Askerler de müdahalelerini sürdürmek için Şarl Helu’yu başa getirdiler. Maruni Hristiyan ordu komutanı görev süresinin sonunda Filistin Kurtuluş Örgütü ile güneydeki silahlı Filistin varlığını yasallaştıran Kahire Anlaşmasını imzaladı. Cumhurbaşkanı Frenciye'ye gelince, şansına başkanlığı döneminde iç savaş patlak verdi. Lübnanlıların şansına 1970 yılında cumhurbaşkanlığına seçilmesi bölge tarihinin en hassas aşamasına denk geldi. Bu dönemde 1967 yenilgisi, Filistin silahlı eyleminin başlangıcı ve Suriye'de iktidara farklı bir figürün gelmesi gerekirken Hafız Esed'in gelişi gibi hadiseler yaşanmıştı. Bundan sonra yıkıcı bir iç savaşın ortasında Suriye’nin kararıyla seçilen cumhurbaşkanı Elias Sarkis geldi. İsrail ve Suriye işgalleri döneminde görev yapan cumhurbaşkanı Emin Cemayel, suikast sonrasında kardeşi cumhurbaşkanı Beşir Cemayel'in Hristiyanların çoğunun zihnine ve duygularına hakim olan hayaletinin gölgesinde, ülkeyi gerektiği gibi yönetemedi.

Elbette bu anlatımdan amacımız bu aşamada Hristiyan olmayan bir cumhurbaşkanının seçilmesi çağrısı yapmak değil. Aksine cumhurbaşkanı kim olursa olsun, Hristiyan olsun ya da olmasın, hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemektir. Meşru devlet içinde bir devletin varlığından kaynaklanan anormal ve istisnai durum devam ettiği, Lübnan'ın egemenliğini, anayasanın uygulanmasını, Arap ve uluslararası meşruiyete saygıyı engellediği sürece değişim umudu olmadığını belirtmektir. Vatandaşlığın yokluğu, ister Hristiyan ister Müslüman dini grupların liderlerinin koruduğu haklarıyla ilgili konuşmaların ortasında, Lübnan sınırlarının ötesindeki çeşitli ülkelere mezhepsel bağlılıklar devam ettiği sürece değişim umudu yoktur. Lübnanlıların, özellikle de Hristiyanların son parlamento seçimlerinin sonuçları üzerine bahse girdikleri gibi, sırf Hristiyan olduğu için müstakbel cumhurbaşkanına bahis oynamamaları daha iyi olur.

Macaristan Devlet Başkanı Viktor Orban ya da kendisini ‘Hristiyan bir İtalyan’ olarak tanıtan bir sonraki İtalya Başbakanı Giorgia Meloni gibi liderlerin dillendirdikleri sağcı şovenist görüşlerle özdeşleşmiş bir şahsiyetin Baabda Sarayı'na yerleşmemesi herkes için daha uygun olur. Meloni ayrıca “Hristiyanların korunması” dediği şeye özel bir önem veriyor. Hristiyan- Hristiyan değil ayrımı yapmadan mülteci ve göçmenlere destek çağrısında bulunan Papa Francis'e birkaç metre uzaklıkta, Hristiyanların korunması iyiliğini kendisi gibi radikal Suriye rejimi, Rusya, İran ve Hizbullah’a atfetmekte tereddüt etmiyor.



اضغط هنا للطباعة.