​Pompeo’dan İran'ın tehditlerine karşı Varşova Konferansı’ndan çağrı

Varşova'da gerçekleştirilen Ortadoğu konferansından bir kare (AP)
Varşova'da gerçekleştirilen Ortadoğu konferansından bir kare (AP)
TT

​Pompeo’dan İran'ın tehditlerine karşı Varşova Konferansı’ndan çağrı

Varşova'da gerçekleştirilen Ortadoğu konferansından bir kare (AP)
Varşova'da gerçekleştirilen Ortadoğu konferansından bir kare (AP)

Ortadoğu'da Barış ve Güvenliğin Geleceğini Destekleme Konferansı dün sona erdi.
ABD ve Polonya, konferans sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesinde, Ortadoğu’da istikrarın sağlanması için böyle bir konferansın gerçekleştirilmesinin gerekliliğine dikkat çekerken, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, İran'ın tehditleri konusunda küresel bir anlaşmaya varılması için işbirliği yapılması çağrısında bulundu ve bu tehditlerin Ortadoğu ile sınırlı kalmayacağını, bilakis Avrupa’ya ve Batı’ya da yöneleceğini söyledi. Polonya Dışişleri Bakanı Jacek Czaputowicz ise yaptığı konuşmada, İran'ın Suriye'ye müdahalelerinin bölgeyi olumsuz etkilediğini söyledi.
“İran, Hizbullah ve terörizm Ortadoğu için büyük bir tehdit oluşturuyor”
Varşova Konferansı’nın krizlerin üstesinden gelinmesi için gerçekleştirildiğini dile getiren Pompeo, “İran, Hizbullah ve terörizmin yayılması Ortadoğu için büyük bir tehdit oluşturuyor. Ortadoğu'daki barış çalışmalarına devam edeceğiz. Daha fazla yaptırım ve daha fazla baskı istiyoruz. Böylece İran'daki diktatörlerin devamlılığının önüne geçebiliriz” açıklamasında bulundu. Ayrıca bölgedeki İran saldırganlığının gerçek bir tehlike olduğuna dikkat çeken Pompeo, “Konferansta İran’ı savunan hiçbir ülke yok. İran’ın bölgeyi istikrarsızlaştıran rolü konusunda hepimiz hemfikiriz” dedi. Pompeo, İran rolüne atıfta bulunmadan bölgedeki sorunlardan bahsetmenin zor olduğuna dikkat çekerek, İran’ın tehditleri konusunda küresel bir anlaşmaya varmak için işbirliğine ihtiyaç duyulduğunu ve Washington’un İran'a daha fazla yaptırım uygulama konusunda haklı olduğunu söyledi.
Öte yandan Polonya Dışişleri Bakanı Jacek Czaputowicz, Ortadoğu'daki sorunların karmaşık olduğuna ve Avrupa Birliği’nin (AB) tek başına bunların üstesinden gelmek için yeterli güce sahip olmadığına dikkat çekerek, “İran'ın olumsuz bir etkisi var. Tartışmalarımızda bunu göz ardı etmedik” dedi.
Konferansa yaklaşık 60 ülke katıldı, fakat katılımın Avrupa ayağı düşüktü. ABD yetkilileri, İran'ın eylemlerini tehdit olarak gören Arap devletleri ve İsrail gibi farklı tarafların bölgede bulunmasının önemini vurguladılar.
Pence’den Avrupa ülkelerine suçlama
Konferansın oturum aralarında açıklamalarda bulunan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, İran dosyasıyla ilgili olarak Amerikan ve Avrupa tarafları arasındaki farklara ışık tuttu. ABD yetkilisi, Avrupalıları, ‘İran rejimine yönelik yaptırımları, mali işlemler için bir mekanizma kurarak atlatmaya çalışmakla’ suçladı. Bu davranışların hoş olmadığına dikkat çeken Pence, bu davranışların taraflar arasındaki ilişkilerde birtakım sonuçları olabileceğini söyledi.
ABD Başkan Yardımcısı Pence, konuşmasının devamında, Trump'ın iki yıl önce başkanlık koltuğuna oturmasında sonra ilk dış ziyaretini Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiğine ve Arap-İslam-Amerikan Zirvesi’ne katıldığına atıfta bulunarak, barışın sağlanması için konferansa katılan bütün ülkeler ile çalışmaya hazır olduklarını belirtti.
Katılımcıların bölge için daha iyi bir gelecek inşa edilmesi hakkında konuştuğunu kaydeden Pence, “Şu anda toplantılar yapılıyor. Çünkü radikal İslami terörizm gibi ortak bir sorunla karşı karşıyayız. Terörizm yalnızca Amerika'ya değil bölgedeki tüm ülkelere yönelik bir tehdit oluşturuyor. Başkan Trump yönetimi, bu radikal tehdide karşı koyma konusunda adımlar attı ve DEAŞ örgütü ile kendini gösteren bu tehdidin ortadan kaldırılması hususunda esas katkılarda bulundu. ABD, kendi vatandaşlarının güvenliğini önceliyor. Fakat Amerika’nın öncelenmesi, yalnız Amerika demek değildir. Washington, aşırılıkçılığa karşı uluslararası bir koalisyon oluşturmak için çalışıyor.”
Başbakan Netanyahu'nun geçen yılın sonunda Umman'ı ziyareti ve Papa Franciscus'un bu yıl BAE'ye yaptığı ziyaret gibi bölgedeki ‘değişim rüzgarlarına’ değinen Pence, “Bu tarihi konferans yeni bir dönemin başladığının kanıtıdır” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü:
“DEAŞ hilafeti kısa bir süre sonra sona erecek ve Trump’ın açıklamasına göre yakın zamanda bölgedeki ABD birlikleri geri çekilecek. Bu, taktiklerdeki bir değişikliktir, görevde değil. Toprakları DEAŞ’ın elinden geri almamız yeterli değil. Ortaklarımızla çalışmaya hazırız. DEAŞ katıntıları her nerede olursa olsun takip edeceğiz.”
ABD'nin Suriye'deki yeni bir kimyasal saldırıya yanıt verme konusundaki kararlılığını dile getiren Pence, ülkesinin İngiltere ve Fransa ile birlikte, Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin gerçekleştirdiği kimyasal bir saldırıya yanıt verdiğini hatırlatarak, rejim tarafından gerçekleştirilecek benzer bir saldırıya aynı şekilde yanıt vermeye hazır olduklarını söyledi.
“Tahran rejimi terörizmi desteklemeye devam ediyor”
Sonra, İran rejiminin bölgenin geleceği ve Ortadoğu’daki barış ve istikrar için en büyük tehdit olduğunu dile getirerek İran hakkında konuşmaya başlayan Pence, “Tahran rejimi terörizmi desteklemeye devam ediyor, Suriye ve Yemen'e müdahale ediyor, Hizbullah'ı destekliyor ve Amerikalı rehineleri elinde tutuyor” dedi. İran’ı Ortadoğu’daki etkisini genişletmek için Irak ve Suriye’de birer koridor açmakla itham eden Pence, savaşçıları ile Esed rejiminin düşmesini engellemeye çalıştığını ve Lübnan Hizbullahı’na roketler gönderdiğini söyledi.
Pence, 1979 yılında Şah’ın devrilmesinin ardından geçen 40 yıl boyunca başarısızlık ve terörün İran’da hüküm sürdüğünü dile getirerek, yapılan nükleer anlaşmanın İran’ı caydırmadığını, bilakis bölgedeki müdahalelerini daha da arttırdığını söyledi. Başkan Trump’ın nükleer anlaşmadan çekildiğini, İran rejimine yaptırımlar uyguladığını ve İran'ın eylemlerine itiraz eden diğer ülkelerin de bu yaptırımları desteklediğini dile getiren Pence, “Maalesef, en yakın Avrupalı arkadaşlarımızdan bazıları bu yaptırımları ihlal etti ve onları atlatmaya çalıştı. Fransa, İngiltere ve Almanya kurdukları finansal işlemler mekanizması ile bu yaptırımların üstesinden gelmeye çalıştılar. Bu hamle, ABD ile Avrupa’nın aralarının açılmasına sebep olacaktır” dedi.
“Avrupalıların bizlerin ve İran halkının yanında olma zamanı geldi”
İran'ın teknik olarak uygulayıp uygulamamasının değil, nükleer anlaşmanın kendisinin bir sorun olduğunu dile getiren Pence, “Avrupalıların bizlerin ve İran halkının yanında olma zamanı geldi. Artık anlaşmadan çekilmeliler. Bu fırsatı görmezden gelemeyiz” dedi.
Ortadoğu’daki barış süreci hakkında konuşan Pence, “Başkan Trump, üç İbrahimî din olan Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'ın tabilerinin barış içinde birlikte yaşamalarını istiyor” ifadesini kullandı.
Öte yandan Varşova Konferansı’na katılan Suudi Arabistan’ın Washington Büyükelçisi Prens Halid bin Selman, önceki gün Twitter hesabı üzerinden yapmış olduğu paylaşımlarda, “Molla rejimi 40 yıl önce iktidarı ele geçirdi. İran halkının yaşam standartları bu süre içerisinde ciddi bir düşüne tanık oldu. Bu rejim, bölgedeki terörizm, radikalizm, mezhepçilik ve istikrarsızlığı desteklemek için halkının parasını israf etmeye devam ediyor. Dost İran halkı, bölgede bölücülük ve terör fitnelerini yaymak için servetini ve parasını israf etmek yerine halkına özen gösteren bir yönetimi hak ediyor. İran rejimi halen Arapları dize getirmeye çalışmak gibi asla gerçekleşmeyecek bir yanılsama içinde. Ayrımcı söylemleri kendisini açığa çıkarıyor, Bu rejimin boş hayalleri 40 yıl sonra artık kimseyi kandıramıyor” açıklamasında bulundu.
İran rejiminin yayılımcı hayallerine hâlâ bağlı olduğuna dikkat çeken Prens Halid bin Selman, “İran rejiminin lideri, devrimlerinin 40’ıncı yıl dönümü konuşmasında Basra Körfezi'ndeki Arap topraklarının kendi topraklarının bir parçası olduğunu iddia ederek, bu bölgeyi güney İran olarak adlandırdı. Böylece yayılımcı niyetlerini ortaya koydu” ifadelerini kulandı.
Konferansın açılışı
Polonya Dışişleri Bakanı Jacek Czaputowicz, sabah saatlerinde kullandığı şu ifadeler ile konferansın açılışını yaptı;

“Bölgedeki barış ve güvenlik sorununa yeni bir ivme kazandırmanın zamanı geldi. Mülteci krizleri, ekonomik krizler ve bazı durumlarda devlet kurulması gibi krizlerin bölgede olumsuz etkiler oldu. Ortadoğu’nun istikrarını güvence altına almak, devam eden krizlere son vermek, kültürlerarası birliği teşvik etmek ve kapsayıcı toplumlar inşa etmek gibi durumlar, büyük zorluklar ile karşı karşıya. Uluslararası toplumun istikrarı ve sürdürülebilir barışı korumak için bu çabaları aktif olarak desteklemesi önemlidir.”
Czaputowicz açılış konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Ortadoğu'daki çatışmaların birçok kaynağı var. Bunlardan bazıları, bazı liderlerin her ne pahasına olursa olsun gücü ellerinde tutmak istemesi, dini köktencilik ve hoşgörüsüzlüktür. Ayrıca güç dengesizlikleri, coğrafi ayrılıklar veya dış kuvvetlerin müdahalesi de çatışmaya sebep olan unsurlar arasında yer alabilir. ABD ve AB’nin İran’ın bölgede oynayacağı rol konusunda paylaştıkları bir inançları var. Ancak İran'ın nükleer programının olası sonuçları ve bu ülkenin bölgede oynadığı istikrarsızlaştırıcı rolü konusunda endişeliyiz. İran'ın tahammül edilemez davranışlarını şiddetle kınıyoruz. Aramızda araçlar bakımından farklılıklar olabilir. AB, İran'ın nükleer programının barışçıl doğasını korumanın, bir ortak eylem planını gerektirdiğine inanıyor. ABD bu anlaşmadan çekildi ve İran’a yaptırımlar uyguladı. Bugün Ortadoğu’nun karşılaştığı zorlukları hatırlatan bölge temsilcilerini dinleme fırsatına sahibiz.”
Konferans dahilinde gerçekleştirilecek görüşmelerde herhangi bir ülkenin veya konunun görüşmelerin seyrine hakim olmayacağını dile getiren ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ise şunları söyledi:
“Konferans, Yemen Dışişleri Bakanı Halid el-Yemani’nin başkanlığını yapacağı Yemen hakkında bir tartışma ile başlayacak. Daha sonra Suriye'deki idarenin sonraki adımlarını ve değişmeyen stratejik hedeflerimize ulaşmak için çabalarımızı sürdürme taahhüdümü gözden geçireceğiz. Sonrasında Başkanı Trump'ın danışmanı Jared Kushner, ABD yönetiminin İsrail ile Filistinliler arasında kapsamlı ve sürdürülebilir bir barışı sağlama çabalarını tartışacak. Tüm bu konular hakkında soru sorma ve yorum yapma fırsatı da olacak. Sonrasında ise ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, Polonya Başbakanı ve 7 Dışişleri Bakanı ilgili konular hakkındaki değerlendirmelerini bizimle paylaşacak. Daha sonra bir grup devletle, mültecilerin ve insani zorlukların ele alındığı bir öğle yemeği tertip edilecek. Bunun ardından füze geliştirme ve bunları yayma, siber tehditlerle mücadele, terörizm ve yasadışı fon sağlamak ile mücadele konulu bir dizi çalışma oturumu düzenlenecek.”
Pompeo sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bugün çok önemli görüşmelerde bulunacağız, ancak konferans sona ermeyecek. Çalışmamız gerekiyor. Suriye ve Yemen, silahların yayılması, barış süreci, terörizm, İran, siber güvenlik ve insani krizler gibi meseleler tek başına üstesinden gelinecek sorunlar değil. Güvenliği sağlamak için birlikte çalışmalıyız. Hiçbir ülke bunun dışında kalamaz. ABD, Ortadoğu’daki güvenlik sorunlarına yönelik çabalara liderlik etmeye devam edecek. Bölge için iyi bir güç olmaya devam edeceğiz. Bugün gerçekleştirilen konferans bunun kanıtıdır.”
Pompeo, sabah saatlerinde, konferansı ‘istisnai’ olarak nitelendiren Netanyahu ile ortak bir basın toplantısı düzenledi.
İsrail Başbakanı Netanyahu konferans ile ilgili "tarihsel bir dönüm noktası" değerlendirmesinde bulunduktan sonra şunları söyledi:
“Burada 60 ülkeden dışişleri bakanı ve hükümet temsilcisi, İsrail başbakanı ve önde gelen Arap ülkelerinin dışişleri bakanları karşılıklı oturup bugüne kadar görülmemiş bir güç ve açıklıkla İran rejiminin yarattığı ortak tehditle nasıl baş edilmesi gerektiğini konuştu. İlk kez birlikte geleceğimizi tehdit eden şeyin ne olduğunu ve onu güvence altına almak için neler yapmamız gerektiğini tartışma fırsatı bulduk. Bu diyaloğu gelecekte yalnızca güvenlik konusunda değil, Ortadoğu halklarının yaşamını etkileyecek her alanda sürdürmeliyiz”
“İran’la yüzleşmeden Ortadoğu’da barış ve istikrar sağlayamayız” diyen Pompeo ise İran’ın eylemleri de dahil olmak üzere istikrarsızlaştırıcı eylemleri ele almaya yönelik ortak çabalara duyulan ihtiyaçtan söz ederek sözlerini şöyle sürdürdü:
“Basitçe ifade etmek gerekirse, İran ile yüzleşmeden bunları gerçekleştirmek söz konusu olamaz. Lübnan’da Yemen’de Suriye’de Irak’ta yıkıcı etkilerde bulunuyorlar. Buralarda Hamas, Hizbullah ve Husiler gibi gerçek tehditler var. İran’a karşı harekete geçmeden Ortadoğu’da barış sağlayamayız.”



Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
TT

Trump yönetimi, Bolsonaro davasını yöneten yargıca yaptırımı kaldırdı

Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)
Moraes, X'e yönelik kapatma davası nedeniyle Elon Musk'la da atışmıştı (Reuters)

ABD, Brezilya Yüksek Mahkemesi Yargıcı Alexandre de Moraes'e uyguladığı yaptırımı kaldırdı.

ABD Hazine Bakanlığı'ndan cuma günü yapılan açıklamada, Moraes'e 30 Temmuz'da getirilen yaptırımların kaldırıldığı duyuruldu.

Donald Trump yönetimi, Moraes'in eşi Viviane Barci de Moraes ve onun hukuk eğitim şirketi Instituto Lex'i de yaptırım listesinden çıkardı.

Açıklamada, "Moraes'e yaptırımın sürdürülmesi, ABD'nin dış politika çıkarlarıyla bağdaşmamaktadır" dendi.

Moraes, 2022 seçimlerinin ardından darbe planladığı gerekçesiyle eski Devlet Başkanı Jair Bolsonaro hakkında başlatılan hukuki süreci yürütüyordu.

Davada 70 yaşındaki Bolsonaro'ya 27 yıl 3 ay hapis cezası verilmişti. Radikal sağcı siyasetçinin avukatları, sağlık sorunları nedeniyle eski liderin ev hapsinde kalmasını talep etmişti. Ancak Yüksek Mahkeme yargıcı, geçen ay yaptığı açıklamada davanın tüm hukuki süreçlerinin tamamlandığını ve temyiz yolunun bulunmadığını bildirmişti. Hapis cezasının kesinleştiğine ve infazının başlatılmasına hükmetmişti.

Brezilya'da 2022'de düzenlenen devlet başkanı seçimini ikinci turda solcu Lula da Silva kazanmış, 1 Ocak 2023'te parlamentoda yemin ederek göreve başlamıştı.

Ancak radikal sağcı Bolsonaro destekçileri, önce ülkede günlerce süren otoyol kapatma eylemleri yapmış, 8 Ocak 2023'te de Ulusal Kongre binasını basmıştı.

Olaylar, 6 Ocak 2021'de Trump destekçilerinin ABD Kongresi'ni basmasına benzetilmişti.

Trump ise Bolsonaro hakkındaki davayı "cadı avı" diye nitelemiş, yargıç Moraes'e yaptırım kararı almıştı. Washington ayrıca Lula yönetimine yüzde 50 gümrük vergisi de getirmişti.

Brezilya'da Bolsonaro'nun hapis cezasının düşürülmesi için Temsilciler Meclisi'ne sunulan teklif çarşamba günü onaylanmıştı. Tasarının yasalaşması için Senato'dan geçmesi ve Lula tarafından da onaylanması gerekiyor.

Teklif kapsamında Ulusal Kongre baskınında yer aldıkları gerekçesiyle hapse atılanların da serbest bırakılması veya cezalarının azaltılması isteniyor.

Tartışmalı teklif için Temsilciler Meclisi'nde düzenlenen oturumda siyasetçiler arasında arbede yaşanmıştı. Solcu parlamenter Glauber Braga, meclis başkanının koltuğuna oturup kalkmamış, "darbe girişimi hamlesine karşı protesto düzenlediğini" söylemişti.

Polisin müdahale ettiği olayda bazı parlamenterler ve gazeteciler de dışarı çıkarılmıştı.

Independent Türkçe, New York Times, Washington Post


Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
TT

Erdoğan: İsrail, Gazze'de hayatın normale dönmesine izin vermeli

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti'nin düzenlediği bir etkinlikte konuşurken, 9 Aralık 2025 (Cumhurbaşkanlığı)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün yaptığı açıklamada, İsrail’in verdiği sözleri yerine getirmesi ve Gazze’de ateşkese tam anlamıyla uyması gerektiğini söyledi.

Erdoğan, İsrail’in Gazze Şeridi’nde hayatın yeniden normale dönmesine izin vermesi gerektiğini vurguladı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ise İsrail’in Filistin’in birçok kentinde etnik temizlik uyguladığını ifade etti.

İstanbul’da konuşan Fidan, Türkiye’nin Gazze Şeridi’nde ateşkes anlaşmasının ihlallerini durdurmak için çalıştığını belirterek, ülkesinin bu anlaşmaya varılmasında arabulucularla birlikte etkin bir rol oynadığını kaydetti.

İsrail ile Hamas arasında, ABD Başkanı Donald Trump’ın barış planı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh’te yapılan görüşmelerde mutabakata varılmış, anlaşma geçtiğimiz ekim ayında yürürlüğe girmişti.

Gazze’de iki yıldır süren çatışmayı sona erdirmeyi amaçlayan Trump planının bir sonraki aşamasını hayata geçirmek için görüşmeler sürüyor.

Plan, Gazze Şeridi'nde uluslararası bir barış konseyi tarafından denetlenen ve çok uluslu bir güvenlik gücü tarafından desteklenen geçici bir Filistin teknokrat yönetimi kurulmasını öngörüyor. Ancak bu gücün oluşturulması ve yetki alanı konusunda yürütülen müzakerelerin zorlu geçtiği belirtiliyor.


Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
TT

Avrupa askeri ulusal hizmeti yeniden başlatıyor: Barış geliri dönemi sona erdi

Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)
Almanya'nın batısındaki Ahlen'de bulunan Alman Silahlı Kuvvetleri'nin (Bundeswehr) Westphalen-Kassern Kışlası'nda, Bundeswehr acemi erleri için temel eğitim bilgilendirme gününde, erler tank imha eğitimine katılıyor 13 Kasım 2025 (AFP)

Christopher Phillips

Fransa, artan Rus askeri tehdidi karşısında zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmak için ciddi adımlar attıktan sadece birkaç gün sonra Almanya da aynı yolu izledi. Kasım ayı sonlarında, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, genç erkek ve kadınlara on aylık askeri eğitim karşılığında maaş teklif eden, gönüllülük esaslı bir program başlatma niyetinde olduğunu açıkladı. Birkaç gün sonra aralık ayı başlarında, Bundestag (Alman Parlamentosu), 18 yaşındaki tüm gençlere silahlı kuvvetlere katılmaya hazır olup olmadıklarını soran bir anket göndermeyi içeren benzer programı oyladı. Bu, her iki hükümetin de zorunlu askerlik hizmetini çok uzun zaman önce kaldırmış olduğu göz önüne alındığında, radikal bir değişim. Zorunlu askerlik yapan son Fransız erleri 2001 yılında terhis edilirken, Angela Merkel Almanya'da askerlik hizmetini 2011 yılında sona erdirdi. Her iki ülke de Soğuk Savaş sonrası “barış geliri” programından faydalandı; bu dönem savaş tehdidinin azalmasıyla Batı ordularının küçülmesine sahne oldu. Barış geliri, bir ülkenin askeri harcamalarının azalmasından elde ettiği ekonomik fayda olarak tanımlanır; bu da fonların sosyal programlara, altyapıya ve eğitime yönlendirilmesine veya vergilerin düşürülmesine olanak tanıyarak, çatışmaya odaklanmak yerine büyüme ve kalkınmayı teşvik eder. Ancak Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Avrupa başkentlerinde on yıllarca süren göreceli gevşeme dengelerini alt üst etti. Anormal olmaktan çok uzakta Paris ve Berlin’in planları, kıta genelinde savunma stratejilerinin temel bir bileşeni olarak “ulusal hizmete” dönüşe doğru yönelimi yansıtıyor.

1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu

Yükselme ve gerileme arasında Avrupa'da ulusal hizmet

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerine zorunlu veya gönüllü olarak katılma anlamına gelen ulusal hizmet, Avrupa'da binlerce yıl öncesine dayanan bir kavram. Örneğin, Roma lejyonları zorunlu askerlik yapan erlerden oluşurken, orta çağ orduları büyük ölçüde feodal beyler tarafından savaşmaya zorlanan köylülerden oluşuyordu. Avrupa'nın 19. ve 20. yüzyıllarda imparatorluk hanedanlarının egemen olduğu bir kıtadan ulus devletler topluluğuna dönüşümü, zorunlu askerliğin doğasını değiştirdi, ancak savaşın temel bir yönü olmayı sürdürdü. Toprak sahiplerinin kiracılarını savaşmaya zorlaması yerine, ulusal hükümetler vatandaşların ülkeleri için savaşma görevi anlayışını yerleştirdi. 1789'daki Fransız Devrimi'nin liderleri, “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” sloganlarıyla, “kardeşliğin” tüm Fransız halkını Fransa için savaşmaya mecbur kıldığına inanıyorlardı; böylece “vatandaş askerlere” yönelik zorunlu askerlik uygulaması resmileştirildi. Bu, sonraki on yıllarda diğer birçok Avrupa ülkesi tarafından da izlenen bir model oldu.

 Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)Alman ordusu (Bundeswehr) askerleri, Berlin'deki Reichstag binasının önünde düzenlenen bir askere alma töreninde saf halinde duruyorlar, 20 Temmuz 2011 (Reuters)

Bu, iki dünya savaşındaki büyük oyuncuların çoğunun erlerden oluşan büyük ordular ile savaştığını gösteriyor. İngiltere, 1914'te tamamen gönüllü birliklere güvenerek bir istisna oluştursa da ağır kayıplar, 1916'da askerlik hizmetini zorunlu hale getirmesine neden oldu. İkinci Dünya Savaşı'nın başlangıcında da zorunlu askerliği yeniden uygulamaya koydu. Fransa, Almanya ve İtalya gibi diğer büyük oyuncular ise savaş boyunca zorunlu askerlik uygulamasını sürdürdüler. Sovyetler Birliği 1945'ten sonra Doğu Avrupa'ya yayılmış devasa ordularını korurken, ABD ve Kanada ile NATO'yu kuran Batı Avrupa ülkeleri zorunlu askerlik sistemini sürdürdü. 1950'lerde RAND Corporation, Batı Avrupa'da yaklaşık 900 bin NATO askerinin konuşlandırıldığı, bunların yarısının ABD’den, geri kalanının ise çoğunlukla diğer Avrupa ülkelerinden olduğu tahmininde bulunmuştu.

Trump'ın askerlerini geri çekmesi durumunda, Batı Avrupa'da konuşlandırılmış yaklaşık 84 bin Amerikan askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek

Gelgelelim değişen koşullar ulusal hizmete yönelik tutumları da yavaş yavaş değiştirdi. İngiltere, zorunlu askerliği kaldıran ilk NATO üyesi oldu ve 1960 yılında, İngiltere içinde zorunlu askerliğe halk desteğinin düşük olması ve nükleer çağda savaşın değişen doğası nedeniyle daha küçük, profesyonel gönüllülerden oluşan bir ordunun daha tercih edilebilir olduğu sonucuna vardı. Diğer Avrupa ülkeleri, belki de Sovyet güçlerine karşı Manş Denizi gibi doğal bir savunmadan yoksun oldukları için benzer adımları atma konusunda Soğuk Savaş'ın sonuna kadar beklediler. Belçika 1992'de zorunlu askerliği askıya aldı ve 1995'te tamamen gönüllülerden oluşan bir orduya geçiş yaptı. Fransa ve Hollanda aynı yıl 1997'de zorunlu askerliği askıya aldı. İspanya 2001'de, İtalya 2005'te ve Almanya 2011'de onları takip etti. Avusturya ve Yunanistan gibi bazı Batı Avrupa ülkeleri ile Danimarka, Norveç, İsveç ve Finlandiya ise bu uygulamayı sürdürdü. Rusya'nın 2022'de Ukrayna'yı işgal ettiği zamana kadar çoğu Avrupa ülkesi daha küçük, daha profesyonel orduları tercih etti.

Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)Fransız ordusunun yeni erleri, Marsilya yakınlarındaki Carpienne askeri üssünde bir yeterlilik eğitimi sırasında AMX tankları ile eğitim yapıyor, 15 Ekim 2001 (Reuters)

Ufukta yeni bir tehlike beliriyor

Ukrayna savaşı, Avrupa liderleri arasında askeri hazırlık konusunda alarm zillerini çalmış olsa da Donald Trump'ın 2024 sonlarında yeniden seçilmesi, durumun aciliyetini ve ciddiyetini daha da artırdı. Trump, seçim kampanyası sırasında ABD birliklerini Avrupa'dan tamamen çekmekle defalarca tehdit etti ve Beyaz Saray'a döndüğünden beri NATO müttefiklerinin korkularını gidermekten çok uzak kaldı. Trump güçlerini geri çekerse, Batı Avrupa'da konuşlanmış yaklaşık 84 bin ABD askerinin yerine yenilerinin konuşlandırılması gerekecek. Vladimir Putin Ukrayna'da zafer ilan eder ve emellerini diğer Avrupa ülkelerini de kapsayacak şekilde genişletirse, bu sayı da yetersiz kalabilir.

Rusya'nın şu anda 1,5 milyon aktif personele ilave olarak 2 milyon yedek personele sahip olduğu tahmin ediliyor. NATO güçlerinin toplam sayısı ise yaklaşık 3,4 milyon, yani sayı olarak Rus ordusundan daha fazla. Ancak ABD ordusu 1,3 milyon askeriyle ve Türk ordusu da (Ankara'nın Rusya ile iyi ilişkileri ve Ukrayna savaşındaki tarafsız duruşu göz önüne alındığında) 355 bin askeriyle Avrupa'yı kurtarmak için müdahale etmezse, kalan kuvvetlerin sayısı 1,75 milyonu geçmeyecektir. Bunun anlamı kalan 30 NATO üyesinin tam kadro silahlı kuvvetleriyle katılması gerektiğidir ki, bunu başarmak zor olabilir.

Batı Avrupa liderleri, zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırmanın, toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar

Bu hesaplara dayanarak, Fransa ve Almanya gibi büyük güçler daha fazla personele ihtiyaç duydukları sonucuna vardılar. Alman ordusu (Bundeswehr) şu anda 182 bin personelden oluşuyor; bu sayı, nüfusu Almanya'nın yarısı ve ekonomisi Almanya'nınkinin beşte birinden daha küçük olan komşusu Polonya'dan yaklaşık 20 bin daha az. Berlin, silahlı kuvvetlerini yılda 20 bin personel artırarak 2035 yılına kadar 250 ila 260 bin arasına çıkarmayı hedefliyor. Ayrıca 200 bin personelden oluşan ek bir yedek kuvvet oluşturmayı da amaçlıyor. Bu, iki adımda gerçekleştirilecek; birincisi, büyük ölçekli bir askere alma kampanyası yürütülecek (Almanya şu anda Alman ordusu için yoğun pazarlama çalışmaları yürütüyor). İkincisi, yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yürürlüğe konulacak. Alman parlamentosu tarafından onaylanan mevcut teklif, erkekler için zorunlu, kadınlar için ise isteğe bağlı kaydolma şartıyla gönüllülük esasına dayanıyor. Yasa tasarısı ayrıca, hükümetin Alman ordusu için belirlediği hedeflere ulaşılmaması durumunda, parlamentonun bazı 18 yaşındaki gençler için zorunlu askerlik uygulamasını görüşmesine olanak tanıyan hükümler de içeriyor.

Benzer şekilde, Fransa'nın şu anda 47 bin yedek personele ek olarak yaklaşık 200 bin aktif görevli personeli bulunuyor. Ancak Macron, öncelikle yeni bir “ulusal hizmet” uygulaması yoluyla bu sayıya önümüzdeki on yılda 50 bin personel daha eklemeyi hedefliyor. Bu hizmet şimdilik isteğe bağlı olacak ve 18 yaşındakiler bu hizmete karşılık aylık en az 800 avro maaş alacaklar. Bu arada, Belçika da Eylül 2026'dan itibaren gönüllülük esasına dayalı olarak ulusal hizmeti yeniden yürürlüğe koymayı tercih etti; Hollanda'daki milletvekilleri de aynı şeyi yapmayı düşünüyor.

Asker sayısını artırmak birincil amaç olsa da Batı Avrupa liderleri ulusal hizmeti yeniden canlandırmanın toplumlarını Rus tehdidinin ciddiyetine ikna etmeye katkıda bulunmasını da umuyorlar. Örneğin, BBC'ye göre, yeni atanan Fransa Genelkurmay Başkanı Orgeneral Fabien Mandon, Fransa'nın fedakarlık ruhundan yoksun olduğunu ve halkın savaşta çocuklarını kaybetmeye hazır olması gerektiğini belirtti. Ayrıca, Fransız askeri planlamasının üç veya dört yıl içinde Rusya ile bir savaş varsayımına dayandığını da söyledi.

Gelecekteki meydan okumalar

Bu açıklamalar, ulusal hizmeti yeniden canlandırmak isteyen liderlerin karşılaştığı en büyük engellerden birine işaret ediyor, yani kamuoyuna. Macron ve diğer Avrupalı ​​liderlerin de bu tür önlemlerin, 1960'taki İngilizler örneğinde olduğu gibi, hiçbir şekilde halk tarafından desteklenmeyeceğinin farkında oldukları açıkça görülüyor. Bu nedenle tüm yeni planlar zorunluluk değil, gönüllülük esasına dayanıyor. Fransa'da, öneriler genel olarak iyi karşılandı; Elabe gazetesinin bildirdiğine göre, ankete katılanların yüzde 73'ü önerileri destekledi. Hatta bu önerilerden en çok etkilenecek olan 25-34 yaş arası gençler bile, önerileri yüzde 60 oranında destekliyor. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Almanya'da durum farklı. Bundestag'ın yeni yasayı onaylamasının ertesi günü, öğrenciler 90'dan fazla şehirde greve gitti ve birçok kişi gençlerin muhalefet düzeyinin yüksek olduğuna inanıyor. Almanya'nın askeri faaliyetlerle ilişkisinin Nazizm mirası nedeniyle daha karmaşık olduğu ve özellikle sol kesimdeki birçok kişinin Rusya ile mücadele etmeyi amaçlayan yeni yeniden silahlanma çabalarına şüpheyle yaklaştığı unutulmamalı.

Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğine inanıyor

Başka meydan okumalar da var. Fransa ve Almanya'nın attığı adımlara rağmen, diğer iki büyük Batı Avrupa gücü olan Birleşik Krallık ve İspanya henüz benzer adımlar atmadı. Birleşik Krallık da şüphesiz ordusunu genişletmeyi umuyor, ancak önceki Muhafazakar hükümetin yeni bir ulusal hizmet oluşturma önerisine rağmen, mevcut İşçi Partisi hükümeti bu yönde ilerlememeyi tercih etti. İspanya'nın da şu anda zorunlu askerlik hizmetini yeniden canlandırma planı yok. Hem İngiltere'nin hem de İspanya'nın bu adımı atmakta isteksiz olması, Avrupa silahlı kuvvetlerinin büyümesini sınırlayabilir ve aynı zamanda Fransa ve Almanya'daki zorunlu askerlik hizmeti karşıtlarına kullanabilecekleri alternatif modeller sunabilir.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron (ortada), Fransız Alpleri'ndeki Varces askeri üssünde yeni zorunlu askerlik hizmetini açıklayan konuşmasını yapmadan önce birlikleri denetliyor, 27 Kasım 2025 (AFP)

Maliyet de göz ardı edilemeyecek meydan okumalardan biri olarak öne çıkıyor. Macron'un planının, Fransız ekonomisinin önemli meydan okumalar ile karşı karşıya olduğu bir dönemde, yaklaşık 2 milyar avroya mal olacağı tahmin ediliyor. Fransız gönüllülerin, Alman (2.600 avro) veya Belçikalı (2.000 avro) meslektaşlarına kıyasla çok daha düşük bir aylık maaş olan 800 avro alacaklarını da belirtmek gerekiyor. Bu eşitsizlik ve maaşın asgari ücretten de önemli ölçüde daha az olması birçok gönüllüyü bundan caydırabilir.

Doğal olarak, Macron, Alman Şansölyesi Friedrich Merz gibi, başka seçeneği olmadığını düşünüyor olabilir. Yaklaşan bir tehdit olarak algıladığı durum karşısında Fransa'nın yeniden silahlanması, asker sayısını artırması ve halkını gelecekteki olası bir çatışmaya karşı seferber olmaya ikna etmesi gerekiyor. 2022 sonrası yeni savunma ortamında, Paris ve Berlin, diğer Batı Avrupa ülkeleri gibi, “barış geliri” döneminin geri dönmemecesine sona erdiğini düşünüyor. Nitekim savunma bütçeleri gittikçe artıyor ve askerlik hizmeti güçlü bir geri dönüş yaptı.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.