Suudi Arabistan’da 21 günlük "kısmi" sokağa çıkma yasağı ilan edildi

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz  (SPA)
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz (SPA)
TT

Suudi Arabistan’da 21 günlük "kısmi" sokağa çıkma yasağı ilan edildi

Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz  (SPA)
Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdulaziz (SPA)

Suudi Arabistan’da 23 Mart-12 Nisan arasında 21 günlük "kısmi" sokağa çıkma yasağı ilan edildi
Kralı Selman bin Abdulaziz, korona virüsün yayılmasını önlemek için Pazartesi (bugün) gününden itibaren 21 gün sürecek "kısmi" sokağa çıkma yasağını içeren Kraliyet emri çıkardı.
Suudi Basın Ajansı'na (SPA) göre, Kraliyet kararnamesi aşağıdaki konuları içeriyordu:
1: Yeni koronavirüsün yayılmasını engellemek için 23 Mart 2020 akşamından itibaren 12 Nisan’a kadar 21 gün boyunca akşam saat yediden sabah altıya kadar sokağa çıkma uygulanacaktır.
2: İçişleri Bakanlığı sokağa çıkma yasağının uygulaması için gerekli önlemleri alacak ve tüm sivil ve askeri kurumlar bu konuda İçişleri Bakanlığı ile tam işbirliği  içinde bulunacaktır.
3: Sokağa çıkma yasağı, güvenlik hizmetleri, askeri hizmetler ve medya sektöründeki çalışanlar ile sağlık ve hassas hizmet sektörlerindeki çalışanları ve İçişleri Bakanlığı tarafından ayrıntıları yayınlanacak hayati önemdeki özel sektör çalışanlarını kapsamamaktadır.
Kraliyet kararnamesi, vatandaşları önümüzdeki dönemde, özellikle sokağa çıkma yasağına uyarak evlerinde kalmaya ve yasaklama dışı zamanda ise aşırı zorunluluk halleri hariç sokağa çıkmamalarını belirterek, herkesi, ikamet ettiği yerde kalarak kendilerini ve ülkeyi salgının yayılma riskine karşı koruma görevlerini yerine getirmeye çağırdı. 



‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
TT

‘Tek bir tık bir ülkeyi yıkmaya yeter’... İsrailli bir yetkiliden ‘nadir’ uyarı

Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)
Siber korsanlığı simgeleyen bir görsel (Reuters)

İsrail Ulusal Siber Güvenlik Müdürlüğü Başkanı Yossi Karadi, nadir görülen bir uyarıda bulunarak, siber tehditlerin ülkeleri anında çökme noktasına getirebileceğini söyledi. Şarku’l Avsat’ın Yediot Ahronot’tan aktardığına göre Karadi, elektrik, su, trafik ışıkları ve hastane ağlarına yapılan siber saldırıların artık savaş aracı haline geldiğini ve bu saldırıların çoğunlukla saldırganın kimliğini gizlemek için vekil gruplar üzerinden gerçekleştirildiğini belirtti. Karadi dün Tel Aviv Üniversitesi’nde düzenlenen Siber Güvenlik Haftası konferansında yaptığı konuşmada, son altı ayda İsrail’in yürüttüğü savunma faaliyetlerinden bir kısmını paylaştı ve ‘ilk siber savaş’ olarak nitelendirdiği durumun endişe verici bir tablosunu çizdi.

Karadi, “Giderek savaşların dijital alanda başlayıp biteceği bir çağa doğru ilerliyoruz” dedi ve ‘dijital kuşatma’ terimini tanıttı. Karadi, bu senaryoda enerji santrallerinin duracağı, trafik ışıklarının çalışmayacağı, iletişim sistemlerinin çökeceği ve su kaynaklarının kirlenebileceğini vurgulayarak, “Bu hayali bir gelecek senaryosu değil, oldukça gerçekçi bir eğilim” ifadesini kullandı.

Karadi, dijital kuşatma kavramının sadece çekici bir ifade olmadığını, 15 yıl süren bir gelişimin sonucu olduğunu belirtti. Geçmişte devletler arasındaki siber savaşların çoğunlukla sessiz casusluk veya yalnızca askeri tesisleri hedef alan operasyonlar olduğunu söyleyen Karadi, son yıllarda durumun değiştiğini ve yeni düşmanın yalnızca sır çalmayı değil, sivil yaşamı kesintiye uğratmayı amaçladığını ifade etti.

Yediot Ahronot’a göre, siber savaşların başlangıç noktası olarak kabul edilen olay, 2010 yılında Stuxnet virüsünün ortaya çıkmasıydı. Yabancı raporlara göre virüs, İran’ın Natanz Nükleer Tesisi’ndeki santrifüjleri hedef almak için İsrail ve ABD tarafından kullanılmıştı ve yalnızca belirli endüstriyel kontrol birimlerini etkileyerek sivil bilgisayarlar veya alakasız altyapıya zarar vermekten kaçınıyordu.

Karadi, dönüm noktasının ise geçen on yılın ortalarında Doğu Avrupa’da yaşandığını belirtti. Rus hacker grubu Sandworm, teorik olarak mümkün görülmeyen bir adım atarak Ukrayna elektrik şebekesini hackledi ve yüz binlerce evi dondurucu soğukta karanlığa gömdü. Bu olaydan sonra siber operasyonlar, yalnızca askeri hedeflere yönelik silahlar olmaktan çıkarak, sivil nüfusu hem psikolojik hem fiziksel olarak etkileme aracına dönüştü. Ayrıca, 2017’de Kuzey Kore’ye atfedilen WannaCry fidye yazılımı saldırısının, siber silahların nasıl kontrolden çıkabileceğini gösterdiği ve dünya genelinde hastaneler ile acil servisleri rastgele etkileyerek felce uğrattığı ifade edildi.

Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)Bir Amerikan siber güvenlik şirketi, Sandworm siber hack grubunun faaliyetlerini tespit etti. (Reuters)

Tehlikeli bir artış

Karadi, İran’ın siber terör doktrinini benimsemiş olmasının tehlikeli bir örneğini paylaştı: 2020 yılında İsrail su şebekesindeki klor seviyesini değiştirmeye yönelik girişim, başarılı olsaydı kitlesel zehirlenmeye yol açabilirdi.

Karadi, o tarihten bu yana İran’ın siber saldırılarının İsrail’de sivil altyapıyı hedef aldığını, hastaneler, alarm sistemleri ve elektrik şebekesine yönelik tekrar eden girişimlerin bu kapsamda olduğunu belirtti.

Hastanelere yönelik saldırıların yeni bir boyut kazandığını vurgulayan Karadi, yakın zamanda Shamir Tıp Merkezi’ne yapılan siber saldırıyı örnek gösterdi. Saldırının arkasında, sıradan bir suç örgütü gibi görünen ‘Qilin’ adlı bir grup bulunuyordu. Karadi, bu durumun devletlerin, sorumluluğu gizlemek için vekil siber gruplar aracılığıyla saldırılar düzenlemesi trendini gösterdiğini ve bunun yalnızca İsrail’e özgü olmadığını aktardı. ABD ve Avrupa istihbarat raporları da benzer eğilimleri doğruluyor.

Çin’de de ‘Volt Typhoon’ gibi grupların, kâr amacı gütmeden ABD’nin kritik altyapısına sızmalar yaparak olası bir gelecekteki saldırıya hazırlık yaptıkları tespit edilmiş durumda.

Karadi, İran saldırılarında karma bir taktik gözlendiğini söyledi: Weizmann Enstitüsü’ne bir füze atılırken, aynı zamanda güvenlik kameralarına sızılarak çarpma anı gerçek zamanlı olarak kaydedildi ve psikolojik etkisi artırıldı. Aynı zamanda çalışanlara tehdit mesajları ve sızdırılmış kişisel bilgiler gönderildi.

Bu yöntem, Ukrayna savaşında görülen siber saldırılarla benzerlik taşıyor; Rus hackerlar, internet servis sağlayıcılarını hedef alarak bilgi akışını engelliyor ve korku yayıyordu.

Konuşmasını yapay zekâ çağının getirdiği fırsatlar ve risklerle tamamlayan Karadi, “Dijital sistemlere tamamen bağımlılık ve yapay zekâdaki hızlı gelişim, büyük fırsatlar sunuyor, ancak saldırganlara da sınırsız hareket alanı sağlıyor” uyarısında bulundu.

Yediot Ahronot gazetesi, Karadi’nin mesajını özetleyerek, “Gelecek savaşta klavye, roketten daha az öldürücü olmayacak” ifadeleriyle duyurdu.


İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
TT

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez yağmur yağdı

Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)
Bugün Tahran'daki Valiasr Meydanı'nda İran bayrağı şeklinde dev bir reklam panosunun önünden geçen bir kadın (EPA)

İran'ın başkentinde aylardır ilk kez bugün yağmur yağdı ve bu durum, yüzyılı aşkın süredir en kurak sonbaharını yaşayan ülke için rahatlama getirdi.

Şarku’l Avsat’ın AP’den aktardı habere göre kuraklık, Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın, başkent çevresindeki barajları dolduracak kadar şiddetli yağmur yağmazsa, İran'ın aralık ayı sonuna kadar hükümetini Tahran dışına taşıması gerekebileceği uyarısında bulunmasına yol açmıştı.

Meteorologlar bu sonbaharı ülke genelinde 50 yıldan fazla süredir yaşanan en kurak sonbahar olarak tanımladı; bu durum, 1979 İslam Devrimi'nden bile öncesine denk geliyor ve tarım için büyük miktarda suyu verimsiz bir şekilde tüketen sistemi daha da zorluyor. Ajans, su krizinin ülkede siyasi bir mesele haline geldiğini, özellikle de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun, iki ülke arasında geçen haziran ayında 12 gün süren bir savaş yaşanmasına rağmen, İran'a bu konuda defalarca yardım teklifinde bulunmasının ardından bu durumun daha da belirginleştiğini belirtti.

20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)20 Mayıs 2025'te Tahran dışındaki Lar Barajı'nın uydu görüntüsü (Planet Labs - AP)

Netanyahu, 2018'de yayınlanan bir tanıtım videosunda İran halkına şahsen seslenerek, "milyonlarca insanın hayatını tehdit eden ciddi su kıtlığı" sorununu ele almak üzere Farsça bir internet sitesinin açılışını duyurdu. İranlıların su ihtiyaçlarına yardımcı olmayı amaçlayan yeni bir İsrail girişimi olan "İran Halkı İçin Yaşam"ı şahsen desteklemeye hazır olduğunu belirtti. Batı Kudüs'teki ofisinde çekilen video, Netanyahu'nun bir tuz arıtma tesisinden geldiğini iddia ettiği kaptan kendine bir bardak su doldurmasıyla başlıyor. Ardından İranlıların karşı karşıya olduğu vahim su krizinden bahsediyor.

Netanyahu, 12 günlük savaşın ardından geçen ağustos ayında İranlılara mesajını yineleyerek şunları söyledi: “Liderleriniz 12 günlük savaşı bize zorla dayattılar ve ezici bir yenilgiye uğradılar. Her zaman yalan söylüyorlar.” Sözlerine şöyle devam etti: “İran'da her şey çöküyor. Bu kavurucu yazda, çocuklarınız için temiz, soğuk su bile yok. Bu, İran halkına karşı gösterilen en büyük ikiyüzlülük ve saygısızlıktır. Bu durumu hak etmiyorsunuz.”


Sudan’ın “askeri zafer mi yoksa siyasi yenilgi mi?” ikilemi

Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
TT

Sudan’ın “askeri zafer mi yoksa siyasi yenilgi mi?” ikilemi

Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)
Başkent Hartum'daki ordu karargahı önünde düzenlenen protesto gösterisi sırasında bayrak sallayan ve zafer işareti yapan Sudanlı protestocular, 17 Nisan 2019 (AFP)

Areej Al-Hajj

Ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında üç yıldır yıkıcı bir savaşın sürdüğü Sudan, ‘askeri zaferin siyasi yenilgiye dönüşmesini nasıl önleyebilir?’ şeklinde derin bir ikilemle karşı karşıya. Çatışan her iki tarafta da askeri çözüm çağrısı yapan sesler giderek yükselirken, “Hukukun üstünlüğüne dayalı sivil devletin geleceği var mı, yoksa yaklaşan iklim yeni bir otoriter sistemin ortaya çıkmasına mı kapı açacak?” sorusu acil olarak yanıt bekliyor.

Daha da tehlikelisi, 2019 yılında iktidarı kaybeden siyasal İslamcılar, savaşta ‘orduyu korumak’ ve ‘beka savaşı’ sloganları altında saflarını yeniden düzenleme fırsatı buldular. Yüzeysel olarak ‘vatansever’ görünebilen orduya verdikleri destek, onları siyasi ve güvenlik kararlarının merkezine yeniden yerleştirme riskini de beraberinde getiriyor. Devletin eklemlerine geri dönmelerini önlemek için net kontroller getirilmezse, Sudan kendini güncellenmiş sloganlar ve daha esnek araçlarla ‘Kurtuluş 2.0’ ile karşı karşıya bulabilir.

Toplumlar otokrasiden demokrasiye otomatik olarak geçiş yapmazlar. Gerçek geçiş, açıkça tanımlanmış otoriter bir sistemden belirsiz ‘başka bir şeye’ doğru olur. Yeni doğan bir demokrasi, sürekli kaos veya farklı yüzü olan yeni bir otokrasi olabilir. Hani bu geçiş süreci sancısı Sudan'a özgü değil.

Siyaset tarihçisi Samuel Finer’ın klasik kitabı “At Sırtındaki Adam: Siyasette Askerin Rolü” (The Man on Horseback: The Role of the Military in Politics'te) belirttiği gibi, orduların bağımsız siyasi faaliyetleri tekrarlayan, yaygın ve tarihi kökleri olağan bir olgudur. Finer kitabında, kaos dönemlerinde orduların zaferinin genellikle sivil alanın altta kalmasına ve devletin olağanüstü hal (OHAL) zihniyetiyle yönetilen kapalı bir güvenlik yapısına dönüşmesine yol açtığı uyarısında bulunuyor.

Sudan, siyasi ve güvenlik alanlarını kontrol eden bir ordu ile ‘kimlik’ ve ‘toplumu kaostan korumak’ sloganları altında devlet iktidarının kontrolünü yavaş yavaş geri kazanan siyasal İslamcılar arasında bir hibrit, askeri-siyasal İslamcı rejimle karşı karşıya kalabilir

Mısır, ordunun hakim olduğu ve uluslararası toplumun demokratik geçiş riskinden ziyade güvenlik istikrarını tercih ettiği durumlarda neler olabileceğini Sudan'a en yakın coğrafi ve kültürel örnek olarak gösteriyor. Mısır ordusu 3 Temmuz 2013 tarihinde ciddi bir siyasi krizi sona erdirmek için müdahale etti. Seçenekler açıktı; ya belirsiz bir demokratik sürecin getireceği potansiyel kaos ya da ordunun sağladığı istikrar. Mısır, geniş bölgesel ve uluslararası destekle istikrarı seçti.

Sudan'ın karşı karşıya olduğu senaryo da tam olarak bu. Üç yıldır süregelen yıkıcı bir savaşın ardından ‘istikrarın’ cazibesi, yorgun Sudanlılar ve bölgesel kaos konusunda endişeli uluslararası toplum için çok güçlü olacak. Ancak Sudan senaryosu Mısır senaryosundan daha tehlikeli. Mısır, Müslüman Kardeşler Teşkilatı’nı (İhvan-ı Müslimin) tamamen kenara itmişken, Sudan'da siyasal İslamcılar örgütsel olarak yenilgiye uğramış değil ve hala ordu ile toplum içinde nüfuz ağlarına sahipler.

Sudan, siyasi ve güvenlik alanlarını kontrol eden bir ordu ile ‘kimlik’ ve ‘toplumu kaostan korumak’ sloganları altında devlet iktidarının kontrolünü yavaş yavaş geri kazanan siyasal İslamcılar arasında bir hibrit askeri-siyasal İslamcı rejimle karşı karşıya kalabilir. Bu rejim ilk başta istikrarlı görünecek, ancak gerçek bir meşruiyetten yoksun olduğu ve tamamen baskıya dayandığı için Beşir rejiminden daha kırılgan olacak. Savaşla derinleşen bölgesel ve etnik bölünmeler, görünürdeki ‘istikrarın’ altında birer saatli bomba gibi kalacak ve Sudan'ı gelecekte daha şiddetli bir patlamaya karşı savunmasız hale getirecek.

Uluslararası deneyimlerden çıkarılan dersler

Ancak, Sudan'a dersler veren tek deneyim Mısır'ınki değil. Askeri zafer savaşı sona erdirebilir, ancak bir devlet kurmaz. Uluslararası deneyimler, gerçek bir demokratik askeri reformun, ordunun rolünü rejimin koruyucusu olmaktan anayasanın koruyucusu olmaya yeniden tanımlamayı, askeri liderlerin kapalı bir siyasi elit haline gelmesini önlemek için komuta ve terfi yapılarını reforme etmeyi ve ordunun kendisini siyasi çatışmanın  tarafı olarak değil, anayasal düzenin tarafsız koruyucusu olarak görmesini sağlamak için askeri doktrini değiştirmeyi gerektirdiğini gösteriyor.

Son adım ise askeri baskıya maruz kalan, sadece formalite olmayan etkili bir sivil denetim mekanizması oluşturmak. Uzun askeri geçmişlerine rağmen ülkelerin sivil yönetimi başarıyla tesis ettiklerini gösteren birçok örnek var. Bunlardan biri olarak 1975'te Francisco Franco’nun ölümünden sonra İspanya'nın yaşadığı deneyim önemli bir ders. İspanya ordusu on yıllardır diktatörlüğün belkemiği olmasına rağmen, İspanya, askeri müfredatın değiştirilmesi, komuta yapısının yeniden yapılandırılması ve ordunun seçilmiş parlamentoya tabi tutulması gibi kademeli reformlar yoluyla ordunun sivil denetime tabi profesyonel bir kurum haline getirilmesini başarmıştı.

Bu kolay olmadı. Zira İspanya 1981'de başarısız bir darbe girişimi yaşadı. Ancak reformlara yönelik siyasi taahhüt ve Avrupa'nın desteği, geçiş sürecinin başarılı olmasına katkıda bulundu.

Şili ise karma bir model sundu. 1990 yılında Cumhurbaşkanı Augusto Pinochet'nin iktidarının sona ermesinden sonra, ordunun sivil kontrol altına alınması on yıldan fazla sürdü. Reformlar arasında, orduya siyasi nüfuz sağlayan ‘senatör atamalarına’ son verilmesi, ordunun ayrıcalıklarını ortadan kaldırmak için anayasanın değiştirilmesi ve etkili parlamento denetim mekanizmalarının kurulması yer aldı.

Daha derin kriz siyasi partilerin kendi içlerinde yatıyor. Sorun sadece partilerin zayıflığı veya parçalanmışlığı değil, aynı zamanda sorunlu iç yapılarıdır.

Öte yandan Arjantin’in bu konuda verdiği ders daha katı. Arjantin’in 1983 yılında Falkland Savaşı'nda İngiltere karşısındaki yenilgisinin ardından askeri yönetimin çöküşünden sonra, sivil hükümetler muhalefete karşı yürütülen ‘kirli savaş’ sırasında işlenen suçlardan ordunun hesap vermesini sağlamaya çalıştı, ancak şiddetli bir direnişle karşılaştı.

Yirmi yıllık bir sürenin ardından af yasaları yürürlükten kaldırıldıktan sonra Arjantin ordusu sivil otoriteye tabi bir kurum olarak rolünü kabul etmeye başladı. Arjantin'in bu deneyimi, cezasızlığın gerçek reformları engellediğini bir kez daha kanıtladı.

Endonezya, Sudan'daki senaryoya daha yakın, daha karmaşık bir örnek teşkil ediyor. 1998'de Devlet Başkanı Suharto rejiminin düşüşünden sonra Endonezyalılar, ‘çift işlevli’ bir sistem aracılığıyla ekonomi ve siyasete derinlemesine yerleşmiş bir orduyu miras aldılar. Polisin ordudan ayrılması, ordunun parlamentodaki temsiliyetinin sona erdirilmesi ve subayların sivil görevlerde bulunmasının yasaklanması gibi reformların yer aldığı süreç on yıldan fazla sürdü. Ancak, bugün bile Endonezya ordusu önemli bir ekonomik etkiye sahip, bu da askeri reformun sürekli azim gerektiren uzun bir süreç olduğunu teyit ediyor.

Sivil alan krizi

Demokratik geçiş arzusu ve sivil yönetimin zaferi hakkında konuşurken, gayet mantıklı olan ‘Siyasi geçişi kim koruyacak? Zaferin yeni bir iktidar tekelini doğurmaması için kim garanti verecek?’ soruları gündeme geliyor. Çünkü Sudan'ın gerçek krizi ‘iç içe geçmiş iki düzeyde sivil alanın çöküşünde’ yatıyor.

28 Ekim 2025'te, El Fasher'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin eline geçmesinin ardından şehirden kaçan Sudanlı yerinden edilmiş kişiler, Sudan'ın batısındaki savaşın harap ettiği Darfur bölgesindeki Tavila kasabasına sığındı.28 Ekim 2025'te, El Fasher'in Hızlı Destek Kuvvetleri'nin eline geçmesinin ardından şehirden kaçan Sudanlı yerinden edilmiş kişiler, Sudan'ın batısındaki savaşın harap ettiği Darfur bölgesindeki Tavila kasabasına sığındı.

Sudan sivil toplumu, devrimlerdeki tarihi rolüne rağmen iç bölünmeler ve aşırı siyasileştirilmeden şikayetçi. Ülke ya örgütler ya partizan elitlerin kontrolü, dış finansman baskısı ya da Sudan’ı en iyi kimin temsil ettiği konusunda bir mücadele içindedir. Bu durum, onların kamuoyundaki tartışmaları yönlendirmelerini ve siyasi ve askeri performansı izlemelerini engelliyor. Ancak, daha derin kriz siyasi partilerin kendisinde yatıyor. Sorun sadece zayıflıkları veya parçalanmışlıkları değil, aynı zamanda sorunlu iç yapılarından kaynaklanıyor.

Örneğin Ümmet Partisi, kurulduğu günden bu yana Mehdi ailesinin liderliğinde oldu. Demokratik Birlik Partisi de Mirgani ailesinin liderliği devralmasıyla aynı sorunla karşı karşıya. Sudan Ulusal Kongre Partisi (NCP) gibi daha yeni partiler bile, hesap verebilirlik veya müzakere için net mekanizmalar olmaksızın, merkezi karar alma ve belirli şahsiyetlerin hakimiyeti sorunlarıyla boğuşuyor.

Sivil toplumun tamamen yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Sudan’ın mali ve siyasi açıdan bağımsız, hesap verebilir ve gerçek sosyal tabanları temsil eden kuruluşlara ihtiyacı var.

Bu da şu soruyu gündeme getiriyor; Bir siyasi ailenin yönettiği veya kişisel sadakatlere göre yönetilen parti, demokratik bir geçiş sürecini nasıl yönetebilir? Sudan’daki siyasi partiler bütçelerini yayınlamaz, finansman kaynaklarını açıklamaz ve düzenli olarak halka açık konferanslar düzenlemez. Önemli kararları kapalı kapılar arkasında alır ve tabandaki destekçileri karar alma sürecinin tamamen dışında kalır.

Bölgesel deneyimler, gerçeklikten kopuk zayıf partilerin demokrasi inşa etmediklerini, aksine otokrasiye dönüşün veya devletin çöküşünün önünü açtıklarını teyit ediyor. Sivil ufuk, ancak sivil toplumun ve siyasi partilerin kapsamlı bir yeniden inşa süreciyle açılabilir.

Sudan yaşadığı bu savaş deneyiminden ders alacak mı?

Sudan’daki savaş, ne kadar korkunç olursa olsun, gelecek için net bir plana dönüştürülmesi gereken bazı katı dersler içeriyor. İlk ders, 2019 sonrası – hem siyasi hem de sivil – elitlerin geçiş sürecini yönetmekte başarısız olduklarını kabul edilmesi. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre bu başarısızlık ahlaki bir başarısızlık değil, yozlaşmış bir yapı ve demokratik olmayan uygulamaların sonucudur. Bunu başarmak için birkaç önemli alanda çalışma yapılmalı.

Sudan’ın başkenti Omdurman'ın ikiz şehri Salha’da HDK tarafından kullanılan bir üssü ele geçirdikten sonra hareketsiz bir tankın üzerine oturan Sudanlı askerler, 26 Mayıs 2025 (AFP)Sudan’ın başkenti Omdurman'ın ikiz şehri Salha’da HDK tarafından kullanılan bir üssü ele geçirdikten sonra hareketsiz bir tankın üzerine oturan Sudanlı askerler, 26 Mayıs 2025 (AFP)

İlk olarak, yeni nesil sivil liderlerin yetiştirilmesi acil bir ihtiyaç haline geldi. Sudan'ın gençler, kadınlar, marjinal gruplar ve geleneksel elit çevrelerin dışındaki kişilerden liderlere ihtiyacı var. Bu nesil, sadece ‘güçlendirme’ sloganları değil, yönetim, kamu yönetimi ve siyasi müzakere konularında gerçek bir eğitime ihtiyaç duyuyor.

İkinci olarak, siyasi partilerin radikal iç reformlara acil ihtiyacı var. Onlara verilecek her türlü siyasi veya mali destek, şeffaf iç seçimler, liderlik yenilenmesi, bütçelerin yayınlanması ve belirsiz sloganların ötesine geçen net programların benimsenmesi gibi ölçülebilir iç reformlarla ilişkilendirilmeli.

Üçüncüsü ise sivil toplumun tamamen yeniden inşa edilmesi gerekiyor. Sudan’ın mali ve siyasi açıdan bağımsız, hesap verebilir ve gerçek sosyal tabanları temsil eden kuruluşlara ihtiyacı var. Bu da gerçek kapasite geliştirme ve iç yönetim gerektiriyor. Aynı zamanda uzun vadeli bir proje olsa da herhangi bir demokratik geçiş için bu gerekiyor.

Uluslararası deneyimler net bir yol haritası sunuyor. Endonezya, Güney Kore ve İspanya gibi ülkeler demokrasiye geçişte başarılı oldular, çünkü gerçek ve sancılı reformlara bağlı kaldılar.

Dördüncü ve belki de en önemlisi, bir sonraki aşama ateşkesin ötesinde, köklü bir kültürel ve siyasi devrim gerektiriyor. Savaş, ‘kutuplaşma ve dışlayıcı söylemlerin ulusları yok ettiğini’ gösteren acı bir ders verdi. Sudan'ın gerçek diyalog, uzlaşı ve çoğulculuğun gerçek anlamda kabulüne dayanan yeni bir siyasi kültüre ihtiyacı var. Bu dönüşüm, kolektif bilinci yeniden inşa eden ve vatandaşlık ve hesap verebilirlik değerlerini aşılayan uzun vadeli eğitim ve medya reformuna ihtiyaç duyuyor.

Sudan'ın Hartum kentinde HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalu'nun katıldığı bir etkinlikte güvenliği sağlayan HDK üyeleri, 18 Haziran 2019 (AFP)Sudan'ın Hartum kentinde HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalu'nun katıldığı bir etkinlikte güvenliği sağlayan HDK üyeleri, 18 Haziran 2019 (AFP)

Uluslararası deneyimler net bir yol haritası sunuyor. Endonezya, Güney Kore ve İspanya gibi ülkeler demokrasiye geçişte başarılı oldular, çünkü gerçek ve sancılı reformlara bağlı kaldılar. Başarı ile başarısızlık arasındaki belirleyici fark, her zaman yeni bir ülkeyi sıfırdan inşa etmeye yönelik yerel ve uluslararası düzeyde gerçek bir taahhüt oldu.

Sudan'ın, ülkenin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikenin savaşın devamı değil, eski Cumhurbaşkanı Ömer Beşir'in rejimine benzer bir rejime geri dönme olasılığı olduğunu hatırlaması önemli. ‘İstikrar’ ve ‘ulusal güvenlik’ sloganları altında devletin kontrolünü ele geçiren, halkın yorgunluğunu ve uluslararası toplumun kaos korkusunu istismar eden bir askeri-siyasal İslamcı ittifak senaryosu teorik değil, gerçekçidir. Sudan’da yeniden böyle bir rejimin iktidara gelmesi, uluslararası izolasyon, ekonomik gerileme, siyasi çöküş ve kalkınma umudunun yitirilmesi gibi tüm felaketlerin tekrarlanması anlamına gelir.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.