Hartum hayalet şehre dönüştü

Port Sudan, acil durum başkenti seçildi.

Hartum'un kuzeyindeki merkez pazarda tahrip edilen arabalar ve binalar. (Reuters)
Hartum'un kuzeyindeki merkez pazarda tahrip edilen arabalar ve binalar. (Reuters)
TT

Hartum hayalet şehre dönüştü

Hartum'un kuzeyindeki merkez pazarda tahrip edilen arabalar ve binalar. (Reuters)
Hartum'un kuzeyindeki merkez pazarda tahrip edilen arabalar ve binalar. (Reuters)

Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki savaş, başkent Hartum'u adeta terk edilmiş, ‘hayalet’ bir şehre dönüştürdü. Şehir sakinlerinin bir kısmı yurt içinde başka şehirlere göç ettirilirken bir kısmı da komşu ülkelere sığındı. Resmi olmayan istatistikler, geceleri sekiz milyon, gündüzleri ise 10 milyonun üzerinde olduğu tahmin edilen toplam nüfusta, şehirden kaçan insan sayısının dört milyondan fazla olduğunu gösteriyor.

Savaş nedeniyle Hartum ‘terk edilmiş bir şehir’ haline geldi. Şehri terk eden sadece vatandaşlar değildi, bizzat ‘hükümet’ tarafından ‘acil durum başkenti’ olarak ülkenin doğusundaki Port Sudan şehri seçildi ve oraya taşınıldı. Bu gelişme, HDK’nin devlet daireleri, köprüler, şehir merkezi ve hatta sıradan vatandaşların evleri de dahil olmak üzere birçok yerin kontrolünü ele geçirmesi ve yaklaşık beş aydır devam eden çatışma ve savaş sonucunda uğradıkları yıkımın ardından gerçekleşti.

Nisan 2023'te patlak veren çatışmaların ilk haftalarından bu yana Sudan hükümeti, alternatif başkent olarak Port Sudan şehrine taşındı. Diplomatik misyonların çoğu ve Birleşmiş Milletler (BM) de dahil olmak üzere insani yardım kuruluşlarının genel merkezleri de buraya nakledildi.

Resmi raporlara göre ‘atanmış’ hükümet çalışmalarını Port Sudan’dan yürütüyor. Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan, kendisine ve genel komuta içindeki liderliğine uygulanan kuşatmadan kaçtıktan sonra bu bölgeye taşındı. Daha önce yardımcısı Malik Agar ve Maliye Bakanı Cibril İbrahim Port Sudan’a geldi.

Alternatif başkent Port Sudan, Kızıldeniz'in batı kıyısında, Hartum'a yaklaşık bin km uzaklıkta yer alıyor. Burası Sudan'ın mal ve diğer ithalatının yapıldığı ana liman olarak biliniyor. Yerel petrol ve Güney Sudan eyaletinin petrolü de dahil olmak üzere ürünler, şehirdeki Bashayer petrol limanı aracılığıyla ihraç ediliyor.

Çatışmanın başladığı dönemde Port Sudan, ordu ile HDK arasında sınırlı çatışmalara tanık oldu ve bu sırada ordu şehirdeki durumu kontrol altına aldı. Orada bulunan HDK, askeri üssünü devretti ve o zamandan bu yana kentte kayda değer bir istikrar sağlandı. Bu sayede Port Sudan, Hartum'un yıkılmasından sonra ülkenin fiili başkenti haline geldi.

Nüfuz dağılımı

Başkent Hartum ise, çatışmalar ve her tarafını kapsayan hava ve topçu bombardımanı nedeniyle benzeri görülmemiş bir yıkıma maruz kaldı. HDK, Ordu Genel Komutanlığı, Güvenlik ve İstihbarat Servisleri Başkanlığı, Cumhuriyet Sarayı, Dışişleri Bakanlığı, Hartum Uluslararası Havalimanı, İçişleri Bakanlığı, Hartum merkez ve mahallelerinin çoğundaki polis karakolları, Sudan Merkez Bankası, merkezi askeri bölge ve stratejik askeri bölgenin kontrolünü ele geçirdi. Hartum şehir merkezi HDK için adeta askeri kışlaya dönüştürüldü. Ordu ise Genel Komutanlık Karargâhı’nın kuzey kısmındaki varlığıyla ve Hartum'un güneyindeki eş-Şecera bölgesindeki Zırhlı Birlikler kampıyla yetindi.

yje
Hava saldırıları Hartum'un merkezindeki evleri ve binaları yok etti. (Sosyal medya)

HDK sadece Hartum'un merkezini ve hükümet tesislerini kontrol etmekle kalmadı, aynı zamanda Hartum'un güneybatıda şehir merkezine 40 kilometre uzaklıktaki Cebel Evliya'ya ve el-Cezire eyaleti sınırlarına kadar uzanan mahallelerinin çoğunu da tamamen kontrol altına aldı. Aynı zamanda, Batı yakasında Mavi Nil'in bitişiğinde bulunan ve Mavi Nil Köprüsü aracılığıyla Genel Komutanlık Karagâhı’na bağlanan Sinyal Kolordu Komutanlığı'nın bulunduğu küçük bir daire dışında, Kuzey Hartum şehrinin neredeyse tamamını kontrol ediyordu. Aynı zamanda Paraşütçüler Birliği Karargâhı ve Operasyon Kuvvetleri Karargâhı gibi askeri karargahları da elinde tutuyordu.

csdfe
Hartum'dan yerinden edilenler yakındaki Vad Medeni şehrine sığındı. (AFP)

Omdurman'da HDK eski şehri ve buranın batı ve güney bölgelerini kontrol ederken ordu, şehrin kuzeyindeki Karari askeri bölgesine ek olarak Beyaz Nil'deki Mühendisler Birliği ve ona bitişik sağlık birliklerinin komutasını kontrol ediyor. Vadi Seyidna Askeri Havaalanı da bu kapsamda yer alıyor.

Bir diğer kontrol alanı da köprüler. Üç şehri dokuz köprüyle birbirine bağlayan Hartum'da HDK, doğu Nil bölgesini Hartum'a bağlayan Soba ve Manshiya köprülerini, Bahri'nin doğu ve orta bölgelerini Hartum'a bağlayan Ordu Köprüsü’nü, Cumhurbaşkanlığı Sarayı yakınındaki el-Mak Nimr en-Nar Köprüsü’nü, Kuzey Hartum ile Omdurman'ı birbirine bağlayan Şambat Köprüsü’nü ve Kuzey Omdurman ile Kuzey Hartum'u birbirine bağlayan Halfaya Köprüsü’nü tamamen kontrolü altında tutuyor.

Ordu, Mavi Nil Köprüsü'nü kontrol ederken ve Omdurman tarafındaki Futeyhat Köprüsü gibi HDK ile bir dizi köprünün kontrolünü paylaşıyor. Hartum tarafından gelen HDK ise Hartum ile Omdurman'ı birbirine bağlayan Beyaz Nil Köprüsü'nün batı kısmını kontrol ediyor. İki güç Halfaya Köprüsü'nün kontrolünü paylaşıyor. Kuzey Hartum tarafında HDK, Omdurman tarafında ise ordu var.

xcsdf
Hartum'un güneyindeki el-Ezheri mahallesinde top mermisinin isabet ettiği bir ev. (AFP)

Hartum'un büyük bir kısmı, silahlar, ağır, orta ve hafif makineli tüfekler ve tankların yanı sıra, savaş uçakları tarafından yapılan şiddetli çatışmalara ve topçu bombardımanına da tanık oldu. Bu durum şehrin altyapısının çoğunun tahrip olmasına yol açtı. İlk çatışmalara sahne olan Hartum Uluslararası Havalimanı neredeyse tamamen yok edilirken, savaş uçakları ve ordu topçuları Hartum genelinde Cumhuriyet Sarayı binasını ve HDK güçlerinin konuşlandığı alanları bombaladı. HDK ise genellikle uçaksavar silahlarıyla, ağır toplarla ve omuzdan atılan Katyuşa füzeleriyle karşılık verdi.

‘Büyük mezarlık’

Şiddetli çatışmalar kent nüfusunun neredeyse yarısının yerinden edilmesine yol açarken tıbbi raporlar, çoğu Hartum'dan olmak üzere yaklaşık beş bin kişinin öldürüldüğünü ve çok sayıda kişinin de yaralandığını ortaya koyuyor.

Tesislerin tahrip edilmesinin yanı sıra sağlık ve eğitim sektörleri de sekteye uğradı. Raporlarda Hartum'da sağlık hizmetlerinin yüzde 90 oranında durduğu, eğitim hizmetlerinin ise tamamen durduğu belirtiliyor. Diğer yandan şehir, bilinen mezarlıklara gömmek mümkün olmadığı için binlerce asker ve sivilin meydanlara, evlerin ve yolların içine gömüldüğü ‘büyük bir mezarlığa’ dönüştü. Erişim zorluğu nedeniyle cenaze hizmetleri durduruldu.

fergth
Doğu Nil Hastanesi de yıkım ve bombalamalardan kurtulamadı. (Reuters)

Eski Cumhurbaşkanlığı Sarayı, Ordu Genel Komutanlığı ve Hartum Uluslararası Havaalanı gibi hayati ve tarihi tesisler neredeyse tamamen yok edildi. Ve bu tesisler, bunları geri almak isteyen ordu güçleri tarafından hâlâ bombalanıyor. Mühendis Muhammed Tahir, Şarku'l Avsat'a, Hartum'daki hasarın çok büyük olduğunu ve Sudan'ın içinden geçtiği tarihi şartlarda onu yeniden inşa etmenin zor olduğu gibi doğal haline dönmesinin de zor olduğunu aktardı. Bombalama ve yaygın yağma neticesinde vatandaşların evlerinin yıkılması sonucu oluşan ağır kayıplar hesaba katılmadan hazırlanan raporlara göre söz konusu kayıpların maddi değerinin 5 milyar dolardan fazla olduğu tahmin ediliyor. Savaş uzadıkça kayıpların maliyetinin artması bekleniyor.

Görgü tanıkları, Hartum'daki sanayi sektörünün büyük vandalizme ve yaygın yağmalamaya maruz kaldığını söylüyor. Yatırımcılar işlerini Hartum'dan el-Cezire eyaletinin başkenti Vad Medeni şehrine, acil durum başkenti Port Sudan’a ve bölgedeki diğer bazı şehir ve eyaletlere taşırken, bunu eski haline getirmek yıllar alabilir. Zira yakın zamanda Hartum'a dönmeleri beklenmiyor.

Hartum'un şu anki yıkımı popüler bir anlatı değil, aksine Sudanlıların ve dünyanın yaşadığı bir gerçek. Bu durum, iki generalin iktidar için yarıştığını, bu yüzden savaştıklarını ve on yıllar boyunca gençliğini bir daha geri kazanamayacak olan en güzel ve antik şehir Hartum’u silahları altında ezdiklerini ortaya koyuyor.



İran, ABD ve Gazze Savaşı

İsrail'in Gazze şehrinin eteklerine düzenlediği hava saldırısının ardında bıraktığı enkaz (AFP)
İsrail'in Gazze şehrinin eteklerine düzenlediği hava saldırısının ardında bıraktığı enkaz (AFP)
TT

İran, ABD ve Gazze Savaşı

İsrail'in Gazze şehrinin eteklerine düzenlediği hava saldırısının ardında bıraktığı enkaz (AFP)
İsrail'in Gazze şehrinin eteklerine düzenlediği hava saldırısının ardında bıraktığı enkaz (AFP)

Refik Huri

İran İslami Şura Meclisi’nin yeni cumhurbaşkanının yeni kabinesinin tüm üyelerini onaylamakta acele etmesi alışıldık bir durum değil. Hiçbir şey aşırı muhafazakar kökten dinciler tarafından kontrol edilen bir parlamentoda reformcu veya ılımlı bir cumhurbaşkanı tarafından oluşturulan bir hükümetin onaylanmasından daha zor olamaz. Ancak reformcu Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan'ın hükümeti bu “mucizeyi” yaşadı ve bu bir tesadüf değildi. Zira İran’da her şey Dini Lider Ali Hamaney'in evinden gelen bir karar veya işaret ile gerçekleşir. Dini Lider istemese, önde gelen ılımlı ve reformcu isimlerin, hatta Laricani gibi güçlü bir muhafazakar figürün adaylığını reddeden Anayasa Koruma Konseyi'nin eleğinden Pezeşkiyan’ın da geçemeyeceğini herkes biliyor. Pezeşkiyan’ın aday olmasına izin verilmesinin ve daha sonra Hamaney'e yakın olan muhafazakar Said Celili ile yarışta başarılı olmasının sırrının, İran'ın son derece gergin bir ortamda kendisine bir “alan” açmaya gereksinim duyması olduğu da biliniyor.

Dini Lider, ekonomik durumun “temel zayıf nokta” olduğunu kabul etti ve ABD'nin Tahran'a yönelik yaptırımları kaldırılmadan ekonomik bir atılım gerçekleştirilemez. ABD’nin Donald Trump'ın başkanlığı sırasında çekildiği nükleer anlaşmaya geri dönülmeden de yaptırımlar kaldırılamaz. Ne var ki Trump'ın 5 Kasım seçimlerinde Beyaz Saray'a dönmesi durumunda anlaşmaya geri dönülemez. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu Direktörü Rafael Grossi’nin dediği gibi, anlaşmadaki bazı noktalar “güncellenip” anlaşmanın dışında yeni gelişen noktalara değinilmeden, Başkan Joe Biden yönetimde iken de anlaşmaya geri dönülemez. Peki ne olacak?

Pezeşkiyan'ın her zamanki gibi sadece savunma, dışişleri, istihbarat ve adalet bakanlıkları adayları hakkında değil, hükümetinin tüm üyeleri hakkında istişarede bulunduğu Hamaney, hükümeti kabulü sırasında anlamlı sinyaller verdi. “Gerektiğinde, faydalı olduğunda, ona güvenmeden düşmanla görüşmenin önünde hiçbir kısıtlama, engel yoktur” dedi. Nükleer dosyanın da görüşme masasında olduğunu ima etti. Kabul sırasında  hazır bulunanlar arasında mevcut Cumhurbaşkanı’nın yardımcısı ve eski cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminde dışişleri bakanı olan ve yıllar önce nükleer anlaşma müzakerelerine liderlik eden Muhammed Cevad Zarif de vardı. Zarif, başta Pezeşkiyan'ın seçmenlerini temsil etmeyen bir hükümetin kurulmasını protesto etmek için istifa etmiş ama daha sonra istifasını geri çekmişti. Yine kendisi, arşivlenmek için kaydedilen bir röportajında Devrim Muhafızları'nın, saha diplomasinin hizmetinde olması gerekirken diplomasinin sahanın hizmetinde olmasını isteyen uygulamalarını da protesto etmişti.

Müzakereler sırasında Zarif'in yardımcısı olan yeni Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, hükümetin politikasını “her iki tarafın kendi çıkarları konusunda anlaşması” çerçevesinde ABD ile “çatışmayı yönetme” olarak tanımlamakta gecikmedi. Diğer bir deyişle İran müzakereye hazır ama soru şu; ABD hazır mı?

Başkan Joe Biden'ın görev süresi boyunca Washington hazırdı ancak Tahran pratikte hazır değildi. Bugün, ABD başkanlık seçimlerine haftalar kala zaman dar ve Biden, oylar üzerindeki etkisini kimsenin bilmediği bir anlaşmaya varamaz. Trump’ın Beyaz Saray'a dönmesi halinde çekildiği anlaşmaya dönmesi olası değil. Biden'ın yardımcısı Kamala Harris'in de acelesi yok çünkü seçimlerdeki olası başarısından sonraki aylar boyunca bir yönetim kurması ve politikalarını düzenlemesi gerekiyor. Ayrıca Tahran, geçmişte müzakerelerin nükleer meseleyle sınırlandırılmasında ısrar ederken, şimdi Gazze savaşı sonrası aşama ile ilgili bahisleri sebebiyle eski nükleer anlaşmadan daha geniş bir anlaşmaya varmayı hedefliyor.

Direniş eksenine liderlik eden ve Gazze savaşında Hamas hareketine “destek” savaşını arenalar birliği üzerinden yöneten İran, Gazze savaşı sonrasında ve Gazze savaşı nedeniyle bölgede yaşanan jeopolitik ve stratejik değişikliklerden bahsediyor. Vekaleten de olsa savaştaki rolünün, kendisine Batı Asya’nın geleceği, Tahran'ın bölgesel rolü ve uluslararası meşruiyetinin tanınması konusunda ABD ile “eşit şartlarda” müzakere yapma fırsatı sağladığına inanıyor.

Ancak Ortadoğu'yu yeniden şekillendirmek Gazze savaşından çok daha geniş kapsamlı bir savaşı gerektirdiğinden bu garanti değil. Dahası İran'ın son savaştaki rolü, önemine rağmen ona ABD'nin kabulüyle yegane bölgesel rol sahibi olma fırsatı vermiyor. Hem de Rusya'nın İran'ın, Türkiye'nin ve İsrail'in rolünün arttırılmasına karşı olmadığını, dahası bir Arap rolünün olmadığını, Çin'in rolünün de Bir Kuşak ve Bir Yol projesiyle sınırlı olduğunu varsaysak bile.

Abbas Arakçi'nin dediği gibi “direniş ekseninin İran'ın gücünün en önemli bileşeni olduğu” doğru. Ancak bu gücün Yemen, Irak, Suriye ve Lübnan'da ülkelerinin Arap meşruiyeti pahasına kurulmuş silahlı ideolojik örgütlere dayandığı, bunların da İsrail ile karşılıklı bombardımanda bulundukları, Filistin sorunu kartının yalnızca Tahran'ın elinde olduğunu telkin ettikleri de bir gerçek. Ancak bu, İran rejimini savunma ve İran’ın bölgesel projesi için çalışma yolundaki bir hedeften başka bir şey değil.

İran'ın uzun vadede akıllıca çalıştığını herkes biliyor, zira o Gazze savaşı sırasında bölgeye yapılan Amerikan askeri yığınağının ve direniş ekseninin rolünün ardından vurguladığı gibi, “Büyük Şeytan” olarak adlandırdığı ABD ile askeri bir çatışma istemiyor. Filistin’i kurtarma sloganını yükseltmenin faydaları bir yana, Filistin'i denizden nehre özgürleştirmenin, ABD ve Avrupa ile çatışma, Rusya ve Çin ile anlaşmazlık anlamına geldiğini de biliyor. Ancak İsrail ile yaşanan çatışmada İran faktörünün olumlu olduğu kadar olumsuz bir tarafı da var. O da bu faktörün, hükümet ve Knesset'teki aşırılık yanlıları tarafından, herhangi bir Filistin devletinin İran'ın üssü olacağı bahanesiyle “iki devletli çözümü” reddetmek için ek bir bahane olarak kullanılması.

Buradaki ironi, İran'ın bölgede önemli bir rol üstlenme hırsına, rejimi devirme girişimlerine yönelik endişelerinin eşlik etmesidir. Rejim karşıtlarının aradığı şeyse onun zayıf noktasıdır; bu nokta merkezde mi, çevrede mi, Tahran’da mı yoksa “cumhuriyetin gücünün en önemli bileşeni” milis kollarında mı? Bu, tehlikeli olduğu kadar uzun bir oyun.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.