Büyük fırtına nerede ve nasıl sonlanacak?

ABD, Ortadoğu’yu yeniden keşfediyor.

Savaştan en fazla etkilenen kesimler arasında çocuklar bulunuyor. (Görsel:Sara Gironi Carnevale)
Savaştan en fazla etkilenen kesimler arasında çocuklar bulunuyor. (Görsel:Sara Gironi Carnevale)
TT

Büyük fırtına nerede ve nasıl sonlanacak?

Savaştan en fazla etkilenen kesimler arasında çocuklar bulunuyor. (Görsel:Sara Gironi Carnevale)
Savaştan en fazla etkilenen kesimler arasında çocuklar bulunuyor. (Görsel:Sara Gironi Carnevale)

Brian Katulis

İsrail ile Hamas arasında süren Gazze Şeridi’nde acımasız savaş, büyük Ortadoğu’yu yeni bir tehlike ve belirsizlik aşamasına itti. Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısında, İkinci İntifada’nın (2000-2005) İsrail tarafında ilk dört yılındakinden daha fazla İsrailli öldürüldü. Son haftalarda İsrail’in Gazze’ye düzenlediği hava saldırılarında öldürülen Filistinlilerin sayısı, İsrail’in 2005’te Gazze’den çekilmesinden bu yana iki taraf arasında yaşanan tüm çatışmalarda yaşamını yitirenleri de aştı.

Ortadoğu’daki ABD askeri varlığına yönelik artan saldırı ve tehditlerin yanı sıra Güney Lübnan ve Suriye’de Hizbullah ve İran’la bağlantılı diğer grupların İsrail’e karşı artan saldırılarına gelince hepsi, daha da yayılacak bir yangının habercisi.

Kimse bu işin sonunun nasıl olacağını bilmiyor. Ancak bir süredir bu bölgeyle ilgili tüm görüşmelere yön veren yeni Ortadoğu hayali, ister Suudi- İsrail normalleşme anlaşması isterse Hindistan’daki G20 zirvesinde açıklanan Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa arasındaki ekonomik koridor isterse de Körfez’de ve bölgenin diğer bölgelerinde gerilimi azaltma çabaları olsun, 7 Ekim’den sonra sadece bir hayal olarak kalacak gibi görünüyor. Her şey artık rüzgâra kapılmış durumda.

Biden yönetimi, görevdeki ilk iki buçuk yılı boyunca, Başkan Joe Biden’ın 2021’de göreve gelmesiyle Kovid 19 pandemisi, işsizliğin yayılması ve bir grup diğer ülke içi öncelikler başta olmak üzere ABD’nin karşı karşıya kaldığı acil iç zorlukların etkisi altında, Ortadoğu’da ABD politikası oluşturma önceliğini azalttı.

Ortadoğu geriledi

Biden yönetimi, görevdeki ilk iki buçuk yılı boyunca, Başkan Joe Biden’ın 2021’de göreve gelmesiyle Kovid 19 pandemisi, işsizliğin yayılması ve (Çin ile ilgili konuların ele alınması, iklim değişikliği ve Ukrayna'daki Rusya ihtilafının sona ermesi gibi) bir grup diğer ülke içi öncelikler başta olmak üzere ABD’nin karşı karşıya kaldığı acil iç zorlukların etkisi altında, Orta Doğu’da ABD politikası oluşturma önceliğini azalttı. Bunun sonucunda Ortadoğu, yönetimin gündeminde alt sıralarda yer aldı.

Başkan Biden’ın Temmuz 2022’de İsrail ve Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretin dış nedenleri vardı. Öyle ki Ukrayna’da devam eden savaş, enerji fiyatlarında önemli bir artışa yol açtı. Bu durum, Biden’ın kısmen enflasyon ve diğer sorunlara ilişkin endişelerden kaynaklanan düşük halk desteğiyle mücadele ettiği bir döneme denk geldi. Bu durum ise yönetimi Ortadoğu ülkeleriyle ilgilenmeye yöneltti.

dfvgrt
İsrail’in hava saldırısı sonucu Gazze Şeridi’nin kuzey kesimindeki Beyt Hanun kasabası semaları dumanla kaplandı, 4 Kasım 2023. (EPA)

Biden yönetimi, Ortadoğu’daki çatışmanın patlak vermesinden önce bölgedeki diplomatik girişimlerini yoğunlaştırıyor, çabalarını 2020 İbrahim Anlaşmaları’nın güçlendirilmesi, normalleşme ve bölgesel entegrasyon alanlarının genişletilmesi üzerinde yoğunlaştırıyordu. Olumlu Yönler Kitabı’nın iddialı vizyonu, yeni barış anlaşmaları oluşturmayı, karayolu ve demiryolu ağları, yeşil enerji projeleri gibi girişimler yoluyla bölgesel bağlantıyı kolaylaştırmayı ve ekonomik ortaklıkları güçlendirmeyi amaçlıyordu. Bununla birlikte bu genişletilmiş vizyonun geçici olarak bir kenara bırakılması gerekiyordu. Ortadoğu’da devam eden ve hem ABD’nin hem de uluslararası toplumun acil müdahalesini gerektiren kriz acil ve kritik bir endişe kaynağıydı.

Söz konusu dönemde ana fikir, Ortadoğu’daki gergin ve rahatsız edici durumdan, bölgeyi birleştirecek ve birbirine daha da bağlı hale getirecek barış ve normalleşme anlaşmaları sağlayarak, yollar inşa ederek, yeşil enerji altyapısını geliştirerek ve ticareti artırarak yeni bir fırsat yaratmaktı. Mevcut durum sonucunda tüm bunlar duraksarken, ABD ve dünya ülkeleri kendilerini daha büyük ölçeğe yayılma tehlikesi taşıyan yakıcı bir ateşle karşı karşıya buldu.

Biden yönetimi, Hamas’ın başlattığı savaşa yanıt olarak 7 Ekim’deki Hamas saldırısının hemen ardından harekete geçti. Hızla taktiksel, tepkisel bir kriz yönetimi tarzına yöneldi. Bu durum, pek çok açıdan ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının konfor bölgesini temsil ediyor.

Beş öncelik

Mevcut Ortadoğu krizine yönelik ABD politikasının beş yeni önceliği var. Öyle ki Biden yönetimi, Hamas’ın başlattığı savaşa yanıt olarak 7 Ekim’deki Hamas saldırısının hemen ardından harekete geçti. Hızla taktiksel, tepkisel bir kriz yönetimi tarzına yöneldi. Bu durum, pek çok açıdan hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi ardışık yönetimler arasında ABD’nin Ortadoğu’daki politikasının konfor bölgesini temsil ediyor. Öyle görünüyor ki Ortadoğu söz konusu olduğunda bu acil durum yönetimi, daha stratejik ve proaktif bir rol oynamaktan ziyade ABD’nin konfor bölgesinde yer alıyor.

Başkan Biden, saldırıyı takip eden günlerde bölgeye daha fazla askeri teçhizat, tesis, personel ve üst düzey diplomatı Antony Blinken’i gönderdi. Ayrıca İsrail’e ek askeri yardım sağlamak için ek fon talep etti.

Biden, İsrail’in kendini savunma hakkına desteğini göstermek için bizzat İsrail’deki savaş bölgesine giderken, Ürdün Kralı 2. Abdullah, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ile yapılması planlanan toplantı, Gazze’deki bir hastaneye düzenlenen saldırıyla ilgili çıkan tartışmanın ardından iptal edildi.

Bu yeni Ortadoğu savaşının ilk iki haftasında Biden yönetimi beş politika hedefi belirledi:

*İsrail’in kendini savunma hakkını destekleme ve Hamas ile diğer grupların oluşturduğu tehditleri ortadan kaldırma hedefine ulaşma.

-Gazze’de mahsur kalan rehinelerin ve ABD vatandaşlarının güvenli bir şekilde geri dönüşünün sağlanması.

-Daha geniş bir bölgesel savaşın önlenmesi.

-Sivilleri korumak ve Gazze’de kötüleşen insani krize müdahale etmek.

-Arap ülkeleri ve etkilerin yönetilmesi ve geleceğe yönelik planlama ile ilgilenen diğer taraflarla güçlü çalışma ilişkilerinin sürdürülmesi.

Bu beş cephenin her birinde ilerleme kaydetmeye çalışan Biden yönetimi, halihazırda bu beş hedefin her birine doğru ilerleme sağlamak için kullandığı taktikler arasında gerginliklere tanık oluyor. Bu kriz anında yön bulmanın temel görevlerinden biri, sonuçlara ulaşmaya çalışırken var olan veya ortaya çıkabilecek gerilimleri uzaklaştırmaktır.

Örneğin İsrail’in Gazze’ye yönelik askerî harekâtına ABD’nin verdiği destek, sivilleri koruma, insani yardım sağlama ve Arap ortaklarla iyi ilişkiler sürdürme hedeflerini halihazırda daha da zorlaştırıyor. ABD’nin en yakın Arap ortaklarının çoğu ateşkes veya gerilimin durdurulması çağrısında bulunan bir tavır aldı. Onlara göre Biden yönetimi ve İsrail, Hamas’ın oluşturduğu tehditleri ortadan kaldırma hedefiyle çatışıyor. İsrail’in meşru müdafaa hakkını ve Hamas tehditlerini azaltma ve ortadan kaldırmaya yönelik askeri operasyonlarını desteklemek amacıyla Biden yönetimi, Ukrayna’ya desteği de içeren 105 milyar dolarlık daha geniş bir paket kapsamında İsrail’e 14 milyar dolarlık ek yardım talep etti. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre bu paket, Ukrayna’ya destek ve (hava ve füze savunmasını desteklemek ve İsrail’e destek için çekilen Amerikan silah stokunu yenilemek üzere 10 milyar dolar değerindeki) İsrail’e destek de dahil olmak üzere diğer ulusal güvenlik önceliklerini içeriyor.

Çatışmanın ikinci ve üçüncü haftalarında ise rekabet eden hedeflerin yarattığı bir gerilim daha yaşandı. Amaç iki yüzden fazla rehinenin serbest bırakılmasını sağlamaktı. Bu durum, Hamas ve İslami Cihad gibi grupların Filistin’de oluşturduğu doğrudan tehdidi ortadan kaldırmayı amaçlayan askeri harekatla doğrudan çatışıyor.

Rekabet eden hedefler

Çatışmanın ikinci ve üçüncü haftalarında ise rekabet eden hedeflerin yarattığı bir gerilim daha yaşandı. Amaç iki yüzden fazla rehinenin serbest bırakılmasını sağlamaktı. Bu durum, İsrail’e defalarca füze fırlatan Hamas ve İslami Cihad gibi grupların Filistin’de oluşturduğu doğrudan tehdidi ortadan kaldırmayı amaçlayan askeri harekatla doğrudan çatışıyor. Diğer taraftan İsrail, Katar ve diğer bölgesel arabulucuların liderliğindeki rehine müzakerelerine daha fazla zaman tanımak için beklenen kara saldırısını ertelemiş olabilir.

En önemli gerilimin, meşru müdafaa hakkı çerçevesinde İsrail’in askeri eylemlerini desteklemek ve daha geniş bir bölgesel savaşın çıkmasını önlemek olması muhtemel. Çatışmanın ilk günlerinde İran ve onun silahlı milis ağı, bölge genelinde İsrail ve ABD’ye karşı saldırılar düzenledi. İran ekseni şimdiye kadar ABD’nin Arap ortaklarını bu saldırılardan çoğunlukla muaf tutarken, ABD ve İsrail bu tür saldırılara aynı şekilde karşılık verdi. Ancak bölgenin karşı karşıya olduğu en büyük tehlikelerden biri, en tehlikeli bölgeler olan İsrail ve Gazze’de alevlenen yangınların diğer bölgelere de sıçrayabilecek olmasıdır.

cvfdbg
İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik bombardımanı ağır yıkıma yol açtı, 2 Kasım 2023 (AFP)

Körfez Arap ülkeleri ile İran arasında devam eden görüşmeler, bölgesel gerginliğin daha geniş çapta artmasının önündeki en büyük engellerden biri olabilir. Ancak şu an bu çatışmanın kontrol altına alınıp alınamayacağı belirsizliğini koruyor. Şu anda bölgedeki olaylar, ABD’nin iç dünyasını değil, Amerikan politikasını şekillendiriyor.

ABD bölünmesi

Birkaç yıldır ABD siyasetine hâkim olan mezhepçi zihniyetin bir arada kalması nedeniyle ABD, bugünlerde çoğu konuda partizan ve siyasi açıdan halen keskin bir şekilde bölünmüş durumda. Bu Ortadoğu savaşının henüz başındayız. Ancak Amerikalıların büyük bir çoğunluğu İsrail’in Hamas’a karşı eylemlerini ve aynı zamanda ABD’nin şu ana kadarki eylemlerini de destekliyor.

Yakın zamanda yapılan bir kamuoyu araştırmasında Amerikalıların yüzde 76’sı İsrail’i desteklemenin ABD’nin ulusal çıkarına olduğunu belirtti. Seçmenlerin Biden yönetiminin şu ana kadarki eylemlerini nasıl değerlendirdiği büyük ölçüde parti üyeliğiyle bağlantılı. Demokratlar, Biden’ın performansına ilişkin Cumhuriyetçilerden daha güçlü değerlendirmelerde bulunuyor.

Bütün bunlarda şaşılacak bir şey yok. ABD politikasının gidişatının olaylar tarafından belirlenmesi pek olası değil. Ancak Ortadoğu’da bugün böylesine değişken ve belirsiz bir ortamda, bu siyasi hedefler ve yerel siyasi dinamikler her an altüst olabilir.

2014’teki DEAŞ’ı yenilgiye uğratma savaşının ya da Saddam Hüseyin’in Irak’ını Kuveyt’ten çıkarmaya yönelik 1991 savaşının aksine ABD, kendisi için belirlediği ana hedeflere doğru ilerlemek amacıyla birleşik bir bölgesel koalisyon oluşturmak ve sürdürmek üzere mücadele edecek.

Nasıl biter?

ABD’nin yakın zamanda Ortadoğu’yu ve jeostratejik önemini yeniden keşfetmesi, son yıllarda karşılaştığı en karmaşık sınavlardan birini oluşturuyor. 2014’teki DEAŞ’ı yenilgiye uğratma savaşının ya da Saddam Hüseyin’in Irak’ını Kuveyt’ten çıkarmaya yönelik 1991 savaşının aksine ABD, kendisi için belirlediği ana hedeflere doğru ilerlemek amacıyla birleşik bir bölgesel koalisyon oluşturmak ve sürdürmek üzere mücadele edecek. Bu çatışmalar çoğunlukla bölgedeki büyük ölçüde değişen dinamiklerden kaynaklanıyor. Öyle ki giderek daha fazla ülke kendi çıkarlarını ilerletmek için iddialı bir şekilde hareket ediyor ve dış politika gündemlerini dış güçlerle daha az, yakın çevreleriyle daha fazla ilişkili olarak belirliyor. ABD’nin Ortadoğu’daki ortaklarına da aynı şeyi yaptırmak için sihirli bir değnek sallayabileceği günler geride kaldı.

fdbgthr
İsrail ordusu, 28 Ekim 2023’te Gazze Şeridi’ne top mermileri ile saldırdı. (AFP)

Bu savaşın İsrail- Filistin çatışması etrafında dönüyor olması da karmaşıklığı artırıyor. Bu, bölge genelinde liderler ve insanlar için de derin duygusal yankı uyandıran bir çatışmadır. Son yıllarda bazı Amerikalı liderler ve bölgedeki mevkidaşları, İsrail-Filistin cephesinde devam eden krizden gözlerini kaçırabilecekmiş gibi davrandılar. Son yıllarda bazı ABD’li liderler ve bölgedeki mevkidaşları, İsrail- Filistin cephesinde devam eden krizden gözlerini kaçırabilecekmiş gibi davrandılar. Bazıları bu dinamikleri halının altına süpürebileceklerini düşündü. Bu son savaş, milyonlarca Filistinlinin içinde bulunduğu kötü duruma çözüm bulunmadan daha güvenli, daha bütünleşmiş ve daha müreffeh bir bölgeye yönelik büyük vizyonlara asla ulaşılamayacağının bir hatırlatıcısıdır. Ayrıca savaş, özellikle de ilk baştaki acımasız saldırılar ve sivillerin kaçırılması, aynı zamanda hava bombardımanında öldürülen çocukların görüntüleri hem Filistinlilerin hem de İsraillilerin insanlığını yeniden düşünme ihtiyacının canlı bir hatırlatıcısıdır.

Burada daha kapsamlı sorular ortaya çıkıyor: Daha geniş bölgesel güvenliği baltalayan bir rol oynamaya devam eden İran ile ne olacak?

Ancak savaşın çıkmasıyla birlikte toplumdaki siyasi dinamikleri değiştirirken savaşların öngörülemez bir nitelik taşıdığı da dikkate alınmalı. ABD, 2003 yılında Irak’ı işgal ettiğinde, bunu askeri operasyonlar yoluyla Irak’taki güç düzeninin dinamiklerini anlayamayacak şekilde yapmıştı. ABD, milyonlarca Arap olmayan Kürt’ün yaşadığı, Şii çoğunluklu bir ülkede sözde Sünni Müslüman olan bir diktatörü ortadan kaldırarak, farkında olmadan pek çok şey yapıyordu. Bunlar arasında ülkenin siyasetini basit Şii ve Sünni kategorilerine ve Arap-Kürt ayrımına meydan okuyan karmaşık şekillerde etkilemek de vardı.

Aynı şekilde İsrail’in Gazze’deki askeri operasyonlarının Filistin toplumu üzerinde siyasi etkilerinin yanı sıra yıkıcı maddi ve toplumsal maliyetleri de çıkacak. Bu askeri eylemlerin halihazırda bölge genelinde yansımaları var ve eğer savaş daha da genişlerse, İsrail siyasi sistemi de dahil olmak üzere daha geniş siyasi yansımaları olacak.

Bu çatışmanın nasıl sona ereceği sorusunu sorarken, politika planlayıcıları ve teknokratlar, genellikle savaştan kaynaklanan güç ve politika değişimlerini tam olarak hesaba katmayan yanıtlar veya çözümler ararlar.

Odak noktası, kanun ve düzeni sağlamak için oluşturulması gereken güvenlik güçlerinin büyüklüğünden, yeni bir yönetim yapısının nasıl kurulabileceğinden veya yeni bir ekonomik modelden bahsetmekle sınırlı.

Ancak savaş daha temel bir şeyi de beraberinde getiriyor ve sonun niteliği, onun nasıl gelişeceğine bağlı olacak.

Büyük bir fırtına yaklaşıyor ve güçleniyor gibi görünüyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
TT

Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025

Emced Ferid et-Tayyib

Sudan'daki yıkıcı savaşın patlak vermesinin ikinci yıldönümünde, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın ev sahipliğinde Londra'da düzenlenen Sudan konulu konferans, Sudan kriziyle nasıl başa çıkılacağı konusunda uluslararası aktörler arasındaki derin görüş ayrılıklarını ortaya koydu. Sudan hükümeti ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) katılmadığı konferansta, uluslararası katılımcılar tarafından üzerinde mutabık kalınan bir sonuç bildirgesinin yayınlanamaması bu görüş ayrılıklarının en bariz göstergesiydi.

Sudan’daki savaş üçüncü yılına girerken insani, siyasi ve güvenlik riskleri artmaya devam ediyor. Uluslararası toplum ise Sudan kriziyle etkin ve gerçekçi bir şekilde başa çıkmak için ortak bir stratejiye ulaşıyor.

Sudan'a yönelik uluslararası yaklaşımlardaki temel sorun, Sudan ordusu ile HDK arasında sahte bir ‘eşdeğerlik’ benimsenmesinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım sadece analitik açıdan hatalı değil, ahlaki açıdan da kabul edilemez. HDK, Sudan devletinin bir kurumu olan Sudan ordusuyla eşit düzeyde meşru bir siyasi veya askeri aktör olarak ele alınamaz. Bunun yanında uluslararası aktörler, Ekim 2021 darbesinden bu yana hükümetin gayrimeşru olduğunu savunarak, Sudan ordusunu Sudan hükümetinden ayrı ve bağımsız bir varlık olarak ele almakta ısrar ediyor. Ancak Sudan ordusu, Sudan devletinin önemli bir parçası ve ona hükümetten ayrı muamele etmek, siyasi alanı daha da askerileştirme riski taşıdığı da bir gerçek. Bu durum, tamamen askeri bir hükümete doğru kayma riskini artırmakta, demokratikleşme beklentilerini engellemekte ve otoriter yolları güçlendirmektedir.

Londra konferansındaki çıkmaza HDK'nın Kuzey Darfur'un yönetim şehri ve Sudan ordusunun Darfur bölgesindeki son kalesi olan el-Faşir'e sadece on beş kilometre uzaklıktaki Zemzem Mülteci Kampı’na yaptığı son saldırı eşlik etti. Tanıklara göre 11 Nisan 2025 tarihinde HDK üyeleri kampı ele geçirerek etnik temelli katliamlar ve insani yardım çalışanlarına yönelik saha infazları gerçekleştirdi. Bu infazlar arasında, kampta faaliyet gösteren son tıbbi klinik olan Uluslararası Mülteci Örgütü (IRO) kliniğinden dokuz sağlık personeli de bulunuyordu. Tüm bu zulümler, HDK tarafından el-Faşir şehri ve çevresindeki Zemzem ve Ebu Şuk gibi mülteci kamplarına bir yıldan uzun süredir uygulanan ve insani durumu daha da kötüleştiren kuşatmanın ardından meydana geldi.

Geçtiğimiz yılın ağustos ayında Zemzem Mülteci Kampı’ndaki gıda güvensizliği boyutunun, Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması’nın (IPC) 5. aşaması olan ‘felaket/kıtlık’ seviyesinde olduğu ilan edildi.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) mülteci kampında her iki saatte bir en az bir çocuğun açlık veya hastalık nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi.

Londra'daki konferansa katılan birçok ülkenin temsilcileri için HDK ile normalleşmeyi öneren ya da onu uluslararası arenada tanınan Sudan hükümeti ile eşit konuma getiren her metin danışıklı dövüş kokuyor. Bu durum, Lancaster Sarayı'nda gerçekleşen konferansa katılımın, diplomatik inceliklerin ötesinde daha derin ikilemleri ve anlaşmazlıkları gizlediğini yansıtıyordu. Bazı bölge devletlerinin HDK'ya -süregelen silah sevkiyatları ve altyapıya saldırmak için kullanılan insansız hava araçları (İHA) da dahil olmak üzere- askeri ve lojistik destek sağlamaya devam etmesi çok çeşitli uluslararası diplomatik ve siyasi çevreler tarafından kabul edilemez hale geldi. Başta Temsilci Sarah Jacobs ve Senatör Chris Van Hollen olmak üzere ABD Kongresi'nin bazı üyeleri bu desteğin altını özellikle çizdi. Bu desteğin Sudan'da devam eden savaşın ana nedeni olduğu vurgulandı.

Sudan ordusunun sicili suistimallerden arınmış değil, ancak bağımsız sayısal izleme raporları HDK milisleri ile aralarındaki büyük farkı ortaya koyuyor.

Ancak bölge ülkeleri için en tehlikeli gelişme, HDK'nın 2025 şubatında Nairobi'de diğer güçlerle birlikte Darfur merkezli Sudan hükümetine paralel bir hükümet kurmak için anlaşmasıdır.  Bu gelişme, milislerin el-Faşir’i ele geçirme çabalarının artmasını açıklarken, Sudan'ın bölünme ihtimalini arttırma tehdidi yaratıyor. Bu da diğer uluslararası aktörlerden çok yakın komşularını etkileyen jeopolitik bir risk ve savaşın uzamasına katkıda bulunan yeni bir gerçeklik yaratacak.

Konferans sırasında binlerce Sudanlı, uluslararası etkileşimin kendisini reddetmek için değil, daha ziyade Sudan'da devam eden çatışmayı körüklemekle suçlanan bazı ülkelerin katılımına itiraz etmek için konferansın gerçekleştiği binanın önünde protesto gösterileri düzenledi. Ancak bu protestolar, bazı Batılı diplomatların halkın öfkesinin gerçek bir ifadesinden ziyade Sudan hükümetinin resmî açıklamalarında yer alan görüşlerinin bir uzantısı olarak değerlendirerek, bu protestoları küçümsemeleri nedeniyle dikkate değer bir ilgisizlikle karşılandı. Oysa bunlar halkın öfkesinin gerçek bir ifadesi bile değildi. Bu durum, Sudan’daki gerçekliği kasıtlı olarak inkâr etmeye devam eden ve Sudanlıların iradesini ve ülkelerinin kaderini belirleme ve egemenliğini koruma konusundaki doğal haklarını görmezden gelen Batı'nın yanlış hesaplarını açıkça ortaya koyuyor.

cdfgrthy
HDK'nın 15 Nisan'da Kuzey Darfur'daki Zemzem Mülteci Kampı’na saldırmasının ardından etraftaki Sudanlı kadın ve çocuklar (Reuters)

Bu dinamik, Batılı aktörlerin ve uluslararası kuruluşların Sudan ihtilafını ele alma yaklaşımlarını sürekli olarak zayıflatan derin ve sistematik bir analitik başarısızlığı ortaya koyuyor. Bu aktörlerin değerlendirmeleri, çatışmayı ulusal bir trajediden ziyade kaybedilen siyasi gücü yeniden kazanmanın bir aracı olarak gören ve Batılı diplomatik çevrelerle yakın bağları olan dar bir Sudanlı elit çevresinin siyasi isteklerine bağlı kalıyor. Bu özlemler, Sudan'daki çatışmanın, Sudan ordusu ve HDK arasında sahte ve yapay bir denklik tezini desteklemeye çalışan bir uluslararası analiz merceği yarattı.

Bu yaklaşımın temel metodolojik kusuru inatçı katılığından kaynaklanıyor. Sürekli ortaya çıkan gerçeklere kayıtsız kalıyor ve kendisiyle çelişen kanıtlar artmasına rağmen değişmiyor. Uluslararası aktörler, ortaya çıkan gerçeklere uyum sağlamak yerine, gerçekler gözden düşse bile, dogmatizmin sınırlarında dolaşan ideolojik bir hararetle ilk değerlendirmelerine bağlı kaldılar. Bu bilişsel önyargı, sadece Sudan hükümeti arasında değil, Sudan halkı arasında da dış müdahalelere karşı bir şüphecilik iklimine yol açtı. Daha da önemlisi, yabancı aktörlerin çatışmanın gerçeklerine hitap eden müdahaleler tasarlama kabiliyetlerini zayıflatıyor. Bu çabaların analitik temeli en başından kusurlu ve milyonlarca Sudanlının yaşadığı gerçeklikten tamamen farklı olan çarpıtılmış bir gerçeklik algısına dayanıyor. Verimsiz ve etkisiz bir uluslararası angajman döngüsünü sürdürüyor.

Sudan ordusu ihlallere bulaşmamış değil. Ancak bağımsız nicel izleme raporları, Sudan ordusunun HDK ile arasındaki büyük farkı ortaya koyuyor. Silahlı Çatışma Konumu ve Olay Verileri Projesi'nin (ACLED) 2024 yılında HDK'ya atfedilen yaklaşık bin 300 olaya karşılık, Sudan ordusunun sivil kayıpların yaşandığı yaklaşık 200 olaydan sorumlu olduğunu bildirdi.

HDK gerçek bir terör kampanyası yürütürken, destekçileri olası bir baskıya karşı koruyucu gibi davranıyor.

Uluslararası toplumun Sudan'a yönelik mevcut tutumu, Batılı güçlerin Bosna hükümeti ile Sırp milisler arasında sistematik etnik temizlik ve soykırım uygulandığına dair açık kanıtlara rağmen sahte bir eşdeğerlik politikası benimsediği, Bosna Hersek savaşının ilk günlerindeki tutumuyla çarpıcı bir benzerlik taşıyor.

Uluslararası aktörler tüm taraflara eşit derecede suçlu muamelesi yaparak zulmü durdurmak için kararlı ve gerçekçi müdahaleyi engelledi, Sudan'dakine benzer bir denklik yanılsaması yaratarak savaş suçlularını meşrulaştırdı ve başta Srebrenitsa Soykırımı olmak üzere zulümlerin kontrolsüz bir şekilde devam etmesine izin verdi. Bu ahlaki kararsızlık sadece failleri cesaretlendirmekle kalmadı, nihayetinde müdahaleyi daha maliyetli ve karmaşık hale getirdi. Yıllar süren önlenebilir acılar, NATO’nun hava saldırıları ve Dayton Anlaşmaları’nın imzalanmasıyla sona erdi. Bu olay, açık bir saldırganlık karşısında diplomatik tarafsızlığın, dünyanın bir daha asla müsamaha göstermemeye yemin ettiği suçları nasıl mümkün kılabileceğine dair çarpıcı bir ders niteliğindeydi. Yine de 2023 yılında HDK tarafından Masalitlere karşı etnik temizlik gerçekleştirmesi, kısa bir süre önce Zemzem Mülteci Kampı’na saldırması ve bunlar arasında sayısız sistematik zulümde bulunmasından sonra bile, dünya halen kayıtsız kalmaya devam ediyor.

Bu dengesizlik, bilginin ve alternatif anlatıların silah haline getirilmesi ve bir savaş aracı olarak kullanılmasıyla körüklendi. Bunun belki de en belirgin tezahürü, bu savaşı Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve radikal İslamcılara karşı bir savaş olarak göstermeye çalışan medya kampanyasıdır. Kıtlık ve soykırım Darfur bölgesini kasıp kavururken, Müslüman Kardeşler'in HDK saflarındaki ve üst düzey lideri arasındaki köklü varlığı görmezden geliniyor. Radikal İslamcılık hayaleti, uluslararası toplumun dikkatini işlenen zulümlerden uzaklaştırmak ve HDK'ya verilmeye devam eden dış desteği meşrulaştırmak amacıyla stratejik bir sis perdesi olarak kullanılıyor. Bu anlatı, Batı'yı radikal siyasal İslamcılığın ve terörizm hayaletinin Sudan'da yeniden ortaya çıkması konusunda korkutmayı amaçlarken, HDK'nın toplu katliam, etnik şiddet, cinsel kölelik ve sivil altyapının tahribatı gibi sistematik terör eylemleri gerçekleştirdiği gerçeğini görmezden geliyor. İronik olan ise HDK gerçek anlamda terör estirirken, destekçilerinin potansiyel bir terör kampanyasına karşı koruyucuymuş gibi davranması. Gerçeğin bu şekilde kasıtlı olarak çarpıtılması sadece uluslararası toplumu yanıltmakla kalmıyor, aynı zamanda soykırımın 'terörle mücadele' gibi yanıltıcı bir söylemin arkasına gizlenmesine de olanak sağlıyor.

dfgtrhy
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan Port Sudan'daki savaş kurbanlarının ailelerine destek için bir girişim başlattı, 26 Nisan 2025 (AFP)

Bu anlatının, özellikle de milislerin destekçileriyle ilişkili Sudanlı politikacılar arasında yaygın bir şekilde desteklenmesi sadece mantığa aykırı olmakla kalmıyor, aynı zamanda medya etkisinin ve stratejik mesajlaşmanın meşruiyet üretmek için ne ölçüde silah haline getirildiğini de ortaya koyuyor. Medya üzerindeki hegemonya ile dikkatlice gizlenen bu çelişkiler, Batı'nın Sudan krizine ilişkin algılarını derinden çarpıtırken, politik tepkilerinin tutarlılığını ve güvenilirliğini zayıflattı. Böyle bir atmosferde dış aktörlerin sahadaki gerçekleri doğrulamak için çabalarını iki katına çıkarmaları gerekiyor.

Dahası, Batılı politika çevreleri, eski Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki Tekaddum İttifakı’nı kurup finanse ederek, Sudan'da müdahaleleri için tercih edilen bir ortak olarak kontrollü bir siyasi koalisyon oluşturmaya ve finanse etmeye çalıştı. Bu yaklaşım, saflarında HDK sempatizanları olduğuna dair açıkça yapılan uyarılara rağmen devam etti.

Sonuç ise tahmin edilebilir ve yıkıcıydı. Önemli miktarda mali ve uluslararası destek ve siyasi meşruiyet elde eden Tekaddum İttifakı bölündü ve yerini ‘Kuruluş’ adında yeni bir siyasi oluşuma bıraktı. Bu oluşum, mevcut çatışmadaki en ciddi zulümlerden sorumlu olan aynı milislerle paralel bir hükümet kurmak amacıyla HDK ile açık bir siyasi ve askeri ittifak ilan etti. Batı'nın sivil tarafı güçlendirme bayrağı altında bu sonucu desteklemesi, sahadaki açık sinyalleri görmezden gelmeyi seçen uluslararası aktörlerin bilgeliği ve stratejisi hakkında acil yanıt bekleyen soru işaretlerini ortaya koydu. Daha da önemlisi, bu durum nasıl düzeltilebilir?

Dünya şimdi Sudan’la ilgili bir gerçeklik anıyla karşı karşıya. Sudan ordusu ve HDK arasındaki yapay, sahte ‘denkliğe’, hesap verebilirliği baltalayan ve soykırım ve savaş suçları işleyen suçluları ne barışı garanti eden ne de istikrarı yeniden tesis eden siyasi vaatlerle ödüllendiren bir yaklaşıma tutunmaya devam mı edecek? Yoksa stratejisini, dış mihraklar veya vekillerle yapılan müzakerelerle değil, egemen ve sürdürülebilir bir barış isteyen sıradan Sudanlıların istekleriyle uyumlu olacak şekilde yeniden mi düzenleyecek?

Londra konferansının başarısızlığı, kısmi tedbirlerin sınırlarını gözler önüne serdi. Dünya, HDK gibi aktörlere ve onların dışarıdan destekçilerine hesap sormayarak suç işlemeye devam etmelerine izin veren kısa vadeli çözümler peşinde koşmaya devam etmekle, Sudan halkının refahına öncelik veren ilkeli, gerçeklere dayalı bir politikaya bağlı kalmak arasında seçim yapmalı. BM sürdürülebilir kalkınmayı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çabalar olarak tanımlıyor. Sudan'da sürdürülebilir barışın sağlanması da ‘barışı gelecekte riske atmadan şimdi sağlamak’ şeklindeki benzer bir düşünce yapısını gerektiriyor. Sudan'da sürdürülebilir barış, basmakalıp açıklamalarla ya da kapalı kapılar ardında yapılan güç simsarlıklarıyla sağlanamaz. Bunun için kimin savaş suçu işlediğine dair sarsılmaz bir dürüstlük, milisler tarafından gerçekleştirilen zulümlerin kategorik olarak reddedilmesi ve en çok acı çekenlerin sesleriyle gerçek bir dayanışma içinde olunması gerekir.