Gazze, Avrupa Birliği’nin rolündeki yalpalamayı gözler önüne serdi

Avrupa, üç kampa bölündü: İsrail’i destekleyenler, denge gözetenler ve kararsızlar.

AB’nin, Refah kapısı üzerinden Gazze Şeridi’ne gidecek insani yardımlarının yanından geçen bir görevli (Reuters)
AB’nin, Refah kapısı üzerinden Gazze Şeridi’ne gidecek insani yardımlarının yanından geçen bir görevli (Reuters)
TT

Gazze, Avrupa Birliği’nin rolündeki yalpalamayı gözler önüne serdi

AB’nin, Refah kapısı üzerinden Gazze Şeridi’ne gidecek insani yardımlarının yanından geçen bir görevli (Reuters)
AB’nin, Refah kapısı üzerinden Gazze Şeridi’ne gidecek insani yardımlarının yanından geçen bir görevli (Reuters)

Hattar Ebu Diyab

7 Ekim saldırısı ve ardından yaşanan gelişmeler, Ortadoğu’yu ve dünyayı sarsarken, Avrupa Birliği’nin (AB) jeopolitik etkisinin aşındığını gösteren işaretler de gözler önüne serildi. Avrupa önce, İsrail’e verilen ve ‘Beşinci Gazze Savaşı’nın ilk aşamasını karakterize eden Batı desteğine katıldı. Çok geçmeden Avrupa ülkelerinin çoğunluğunun tutumu, İsrail’e tartışmasız bir şekilde destek olmak ile ona çekingen bir şekilde karşı çıkmak arasında değişkenlik gösterdi. Ardından sivillerin hedef alınması sebebiyle İsrail kınandı, ancak daha sonra ülkelerin bazısı, İsrail’e destek tavrına geri döndü.  

Bu bocalama, Ukrayna savaşında olanın aksine birleşik bir Avrupa kararı ortaya koymanın ne kadar zor olduğunu teyit etti. İnsanlar, çifte standartların, ‘değerler sistemiyle’ bir kopuşu temsil ettiğini ve ‘stratejik kaos’ dönemi krizlerinde özel ve dengeli bir role darbe indirmeye meylettiğini açıkça gördü.

Bu bağlamda Avrupa, ‘İsrail’e indirilen darbeye’ bir tepki olarak neredeyse oy birliğiyle dikkate değer bir dayanışma ortaya koydu. Ancak Gazze’deki yıkıcı savaş karşısında Avrupalı tutum ayrışmaya başladı.  Nitekim Avrupa ülkelerinin tutumlarında farklılıklar görüldü ve nihayet üç kampa bölündü: İsrail’i destekleyenler, denge gözetenler ve kararsızlar.

Böylece İsrail-Filistin çatışması karşısında ve Ortadoğu ve Akdeniz ile ortak jeostratejik çıkarlara rağmen AB, üyelerinin İsrail’le dayanışma seviyesi veya Filistinli sivillerin nasıl korunacağı ve savaşın ertesi günü için istenen çözüme dair yaklaşımlar konusundaki anlaşmazlıklarının üstesinden gelemedi. 27 ülkenin görüş birliğine vardığı tek nokta, altı ay sonra iki devletli çözümü tartışmak üzere bir ‘uluslararası barış konferansı’ düzenlenmesi çağrısı oldu.

AB, üyelerinin İsrail’le dayanışma düzeyi veya Filistinli sivillerin nasıl korunacağı konusunda yaşadığı anlaşmazlıkların üstesinden gelemedi

30 yıl önce Oslo Anlaşması’na varıldığından bu yana süreci himaye eden tek tarafın ABD olduğunu, AB’ninse finansör ve bağışçı rolünü oynamakla yetindiğini hatırlatmakta fayda var. Gerçekten de AB, barış sürecinin pratik sonunun itirazsız izleyicisiydi.

Önceki başarısızlıktan ders çıkarılmadı ve bu kez onun yerini bölünme aldı. Almanya ve Avusturya koşulsuzca ve güçlü bir şekilde İsrail’in yanında durdu. Buna karşılık İspanya ve İrlanda, savaşın durmasını talep eden ve Filistin devletinin tanınmasını destekleyen tutumlarıyla öne çıktı. Fransa’nın tutumu ise önceki öncü rolünden uzak kaldı ve doğaçlamanın ve tutarsızlıkların esiri oldu.

Londra başta olmak üzere pek çok Avrupa şehri, birçok Avrupa ülkesinin kamuoyunda bir dönüşüme işaret eden Filistin yanlısı gösterilere sahne oldu. Bunun yanı sıra İsrail’i sıkıntıya sokan yeni Avrupalı tutumlar da ortaya çıktı. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez (AB’nin mevcut dönem başkanı) ve Belçikalı mevkidaşı Alexander De Croo (AB’nin gelecek dönem başkanı), Refah Sınır Kapısı’nın Mısır tarafını ziyaret etti. Bu iki lider, Gazze’de tam ateşkes çağrısı yaptı ve Hamas hareketinin ‘insanlığa karşı suç işlemekten’ sorumlu tutulmasına itiraz etti. Bu tutumlar, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu kızdırarak, Madrid ile Tel Aviv arasında daha önce görülmemiş bir diplomatik krize sebep oldu.

sed
18 Ekim’de Gazze’de ateşkes talebiyle Londra’daki Birleşik Krallık Başbakanlığı konutu önünde protesto gösterisi yapan göstericiler (AFP)

Avrupa’nın İsrail taraftarlığı yönündeki fikir birliğinin dağılmasının, AB’nin eski konumuna geri döneceği anlamına gelmediğini belirtmek gerek. Zira bir sonraki duyuruya kadar uluslararası sistemin yeniden yapılandırılmasında kaybeden taraf olarak kalacak. Uluslararası sistemin kurallarının, uluslararası insani hukukun ve Gazze’deki savaş kurallarının çökmesi karşısında AB, çaresiz ve herhangi bir girişimde bulunamaz gibi görünüyor.

İki savaş arasında AB

Ortadoğu’da çatışmaların patlak vermesiyle birlikte Avrupa aynı anda iki savaşla yüzleşmek zorunda kaldı: Ukrayna ve Gazze. Her iki durumda da bu, AB üyeleri arasında yaklaşım ve tutum ayrışmasına yol açabilecek muhtemel bir etki barındırmaktadır.

Ukrayna vakasındaki bazı ihtilaflara rağmen AB, Rusya’dan gelecek tehlikelere karşı ilk savunma hattı olarak gördüğü tarafla dayanışma göstermeyi sürdürecek. Şubat 2022’den beri devam eden bu savaş karşısında Avrupa, birlik olduğunu gösterdi ve vakit kaybetmeden Ukrayna’yı askerî ve ekonomik olarak destekleme konusundaki sorumluluklarını yerine getirme aşamasına geçti.

Hiç kuşkusuz Doğu Avrupa’daki ve Doğu Akdeniz’deki iki çatışma, sebepleri ve etkin tarafları itibarıyla çok farklı. Ama aynı zamanda birbirleriyle bağlantılı da.

Avrupa’nın tepkisinin boyutu ve ahlaki ölçüt

Gazze trajedisi, AB’nin güvenilirliği ve ‘yumuşak güce’ ve uluslararası hukukla insani hukuka saygıda kararlı duruşa dayanan nüfuzu için bir sınav mahiyetinde. Zira bu hukukun en büyük koruyucularından ve değerlerinin en büyük savunucularından biri olduğunu iddia ediyor!

Etkin bölgesel ve uluslararası odaklar gibi AB de Filistin meselesini ihmal etti ve es geçme ve İsrail’e ‘müsamaha gösterme’ adımlarıyla bu meseleyi gölgede bıraktı

AB’nin başkenti Brüksel’deki çevreler, Ukrayna haricinde AB’nin kendi komşularını doğrudan etkileyen ‘kriz dizisine’ karşılık verme yeteneğinin oldukça sınırlı olduğu ve AB’nin küresel bir jeopolitik oyuncu haline gelmesinin şu an pek mümkün gözükmediği konusunda hemfikir.

Ortadoğu’daki gerilimi durdurmaya katkı sağlayacağı yerde daha da kötüsü oldu ve İsrail-Filistin çatışmasının yeniden başlaması, ‘Avrupa’nın dünyadaki rolünün dağılmasında ek bir dönüm noktası’ teşkil etti. 

Bazıları, Çin ile Hindistan’ın yükselişine, Rusya’nın saldırgan geri dönüşüne ve Türkiye, Brezilya ve diğer Küresel Güney ülkelerinin emellerine paralel olarak ‘jeopolitik Avrupa’yı belirginleştirmek için ‘Ukrayna dönemine’ bel bağlamıştı. Ancak son aylardaki genel gelişmeler gösterdi ki güvenlik yardımını, kalkınma yardımını ve demokratik iyileştirmeleri bir araya getiren ‘bütünleşik yaklaşım’; Sahel bölgesinden Mağrib (Arap Batısı) bölgesine kadarki alanda yaşanan sert gerçekler (askerî varlık ve yasa dışı göç) nedeniyle başarısız oldu. AB’nin (Ermenistan-Azerbaycan ve Sırbistan-Kosova arasındaki) çatışmalarda gösterdiği arabuluculuk çabaları ise çoğunlukla başarılı olamadı. Tüm bunlar, nüfuzu yoğunlaştırmada ‘yumuşak güç’ yöntemlerinin sınırlılığını kanıtlıyor.

dsvfgrth
AB Dışişleri Yüksek Temsilcisi Josep Borrell (soldan ikinci) Gazze yakınlarında bir İsrailli askerle konuşuyor (AFP)

Gazze’de yeniden başlayan şiddet ve çatışmanın yayılma riski, Avrupa’nın jeopolitik arzularının kenarda bırakıldığının somut bir örneği. Avrupa Komisyonu’nun performansı ile Filistinlilerin haklarını tanıma kararının alındığı 1980 yılındaki Avrupa Topluluğu’nun birliği arasında bir karşılaştırma yapınca fark ne kadar da büyük görünüyor. Etkin bölgesel ve uluslararası odaklar gibi AB de Filistin meselesini ihmal etti ve es geçme ve İsrail’e ‘müsamaha gösterme’ adımlarıyla bu meseleyi gölgede bıraktı.

Avrupa, Yahudi meselesiyle bağlantılı ‘tarihî düğümü’ çözemiyor ve İsrail’e verilen desteği İkinci Dünya Savaşı tarihiyle ilişkilendiremiyor. Onun sorunu bu. Ama tüm bunlar, Gazze’den Batı Şeria’ya kadar Filistinlilerin haykırışlarına aldırmayarak İsrail’e mutlak destek veren Almanya’nın tutumunu siyasi ve ahlaki açıdan haklı çıkarmaz. Pek çok Avrupa ülkesi, İsrail devletinin kurulmasına destek olma ve bu desteğin daha sonra sebep oldukları konusundaki sorumluluğunu da unutuyor.

Pratikte Avrupa’nın ayrışması, AB’nin kafa karışıklığını artırdı ve Komisyon Başkanı ile Dışişleri Bakanı arasında durumu değerlendirme bakımından bir rekabet ortaya çıktı. İlginç olan, AB’nin kendi güç unsurlarını iyi kullanamamasıdır. Öyle ya AB, İsrail’in ana ticaret ortağı ve Filistin Yönetimi’nin ana bağışçısı. Günümüz dünyasında her zamankinden daha etkili araçları da elinde bulunduruyor.

Demokratik ilkeler taşıyan çok taraflı AB’nin, bazıları tarafından Avrupalı vatandaşlar ve dünyadaki pek çok kişi için bir örnek olarak görülmesi ironik. Bu düşünceyi ironik kılan birçok sebep var, ama bunlardan en önemlisi, (bizzat Josep Borrell’in ifadesiyle) AB’nin ahlaki başarısızlığıdır. Zira Ukrayna’da ve Ortadoğu’da aynı standartları benimsemedi.

AB, açık bir yol haritası sunmaksızın ve dengeli bir yaklaşım ortaya koymaksızın tekrar ‘iki devletli çözümden’ bahsetmeye başladı. Filistin meselesi, en azından AB için ortak bir dış politika belirlenmesi konusunda bir ölçüt olacak. Aksi takdirde jeopolitik rolün aşınması, daha fazla saf dışı kalmanın ve ‘tarih sahnesinden ayrılışın’ bir işareti olarak kabul edilecek.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Netanyahu, Refah'taki patlamada bir subayın yaralanmasının ardından Hamas'ı tehdit etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
TT

Netanyahu, Refah'taki patlamada bir subayın yaralanmasının ardından Hamas'ı tehdit etti

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu (Reuters)

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bugün yaptığı açıklamada, Refah'ta bir İsrail ordu subayının patlayıcı cihazla yaralanmasının ardından Hamas'ın Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşmasını ihlal ettiğini söyledi.

Netanyahu, Hamas'ın "iktidardan uzaklaştırılması, silahsızlandırılması ve aşırıcılığın ortadan kaldırılması"nı içeren ateşkes anlaşmasına uyması gerektiğini belirterek, hareketin silahsızlanmayı açıkça ve sürekli olarak reddetmesinin "açık ve devam eden bir ihlal" olduğunu vurguladı.

Netanyahu açıklamasında, "İsrail, askerin yaralanmasına neden olan hareketin ihlallerine karşılık verilecektir" uyarısında bulundu.

Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşması geçen ekim ayında yürürlüğe girmişti ve ABD Başkanı Donald Trump yönetimi, Hamas'ın silahsızlandırılmasını da içermesi beklenen anlaşmanın ikinci aşamasına geçmeyi hedefliyor.

Anlaşmanın ikinci aşaması, İsrail'in Gazze'nin bazı bölgelerinden daha fazla çekilmesini, uluslararası bir istikrar gücünün konuşlandırılmasını ve Trump liderliğindeki "barış konseyini" içeren yeni bir yönetim yapısının uygulanmasını içeriyor.Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre planlanan uluslararası gücün, şu anda İsrail askeri kontrolü altında bulunan Gazze Şeridi'nin bir bölümüne konuşlandırılması bekleniyor.


İngiltere’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı işlediği suçlar

İngiltere’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı işlediği suçlar
TT

İngiltere’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı işlediği suçlar

İngiltere’nin Ermenilere ve Süryanilere karşı işlediği suçlar

Bessam Şükri

Ekim ayının başlarında Riyad Kitap Fuarı'na katılımım sırasında, Dr. Müeyyed el-Vandavi'nin “İran ve Türkiye'den getirilen Ermeni ve Asuri mülteciler için kurulan Bakuba Kampı” adlı kitabıyla karşılaştım. Kitap, Dr. Müeyyed'in tercüme ettiği, sınıflandırdığı ve kronolojik olarak sunduğu İngiliz belgelerinden oluşuyor. Okuduğum gerçekler şok ediciydi. Hem Türkiye’deki Ermenilerin ve Süryanilerin (Asuriler) anavatanlarından zorla göç ettirilmeleri hem de Birinci Dünya Savaşı'nın bitiminden yıllar sonra ortaya çıkan bir yalan olduğunu anladığım Ermeni Soykırımı hakkındaki düşüncelerimi değiştirdi.

Bu kitabı (belgeleri) okumadan önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun Ermeni ve Süryani vatandaşlarına saldırdığına ve onları tehcir ettiğine inanıyordum. Ancak, İngiliz belgeleri bana birkaç gerçeği gösterdi:

Birinci gerçek: İngiltere, Rusya ve Fransa, Birinci Dünya Savaşı'nda Ermenileri ve Süryanileri kendi ülkeleri Osmanlı İmparatorluğu ile Alman İmparatorluğu'na karşı savaşmak üzere paralı asker olarak kendi ordularına dahil ettiler veya onlardan çeteler kurdular. Onları, Osmanlı ordusunu kuşatmak ve ikmal yollarını kesmek için kullandılar. Osmanlı İmparatorluğu'nda yaygın olan dini hoşgörüden yararlanarak, bu kurbanlarını dini olarak kışkırttılar. Buna karşılık İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşı kazanması durumunda bu kurbanlara, Türkiye'nin güneyinin tamamını anavatan olarak verme sözü vermişti. İngiltere ve müttefikleri savaşı gerçekten de kazandı ve Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya kaybetti. Ancak İngiltere, Türkiye'nin güneyini ayırıp Ermeniler ve Asuriler için bir vatan kuramadı. Neden? Çünkü Osmanlı İmparatorluğu ve Alman İmparatorluğu'ndan ele geçirdiği topraklar çok büyüktü; Kuzey Afrika'dan Ortadoğu ve Arap Körfez bölgesine kadar uzanıyor ve Afrika'daki birçok Alman kolonisini de içeriyordu. İngiltere bu kadar geniş toprakları kontrol edemezdi, bu yüzden güney Türkiye'yi Ermeniler ve Asuriler için bir anavatan olarak ayırma ihtiyacı duymadı. Dahası, Türk halkının padişah yönetiminden cumhuriyet yönetimine geçiş sırasında ülkesini savunmak konusunda gösterdiği cesur direniş, İngiliz güçlerinin Türkiye'ye girmesini engelledi.

İkinci gerçek: İngiliz belgeleri, kurbanları ile ilişkisinde benimsediği sömürgeci yaklaşımı ve Ermeniler ile Süryanileri nasıl kurtulması gereken ağır bir yük olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Günümüz İngiliz vatandaşları, bu kurbanların İngiliz subaylarından gördükleri insanlık dışı muameleyi ve onlara karşı kullandıkları ırkçı ve küçümseyici dili okurlarsa, İngiltere'nin sömürge tarihinin, tarihsel hatalarının ve suçlarının büyüklüğünü anlayacaklardır.

Üçüncü gerçek: İngiltere, İngiliz kayıtlarında belgelendiği üzere, kuzey Irak'taki Kürtlere karşı açıkça etnik temizlik yaptı, onları topraklarından kovdu ve başlangıçta yerleşimci olarak İran'ın kuzeybatısındaki Urmiye ile Türkiye'nin güneyindeki Hakkari'den getirdikleri Süryanileri topraklarına yerleştirdi.

Dördüncü gerçek: İngiltere, kurbanları arasında bile ayrım yapıyordu ve Ermenileri, farklı bir kiliseye mensup oldukları için Süryanilere tercih ediyordu. Süryaniler, savaş esirlerinin kaldığı kamplara benzeyen kamplarda toplanırken, Ermenilerin Basra'dan gemiyle Irak dışına gitmelerine izin verildi. Dahası, isteyen Ermenilere Irak, Suriye, Lübnan ve Filistin gibi başka yerlerde yaşama izni de verildi.

Beşinci gerçek: İngiltere, Süryanileri Kuzey Irak’a ve Musul'un güneyindeki Ninova Ovası'na yerleştirdikten sonra, şantaj ve çok sayıda Iraklı şahsiyete yönelik suikastlar yoluyla Irak monarşisine Süryanileri Irak vatandaşı olarak kabul etmesi için baskı yaptı. Bu suikastlar arasında en öne çıkanlardan biri, intihar ettiği söylenen dönemin Irak Başbakanı Abdulmuhsin es-Sadun'u aslında İngiltere’nin öldürdüğü suçlamasıydı. Zira intihar değil, suikasta uğradığına dair şüpheler vardı. İngiltere ayrıca, Süryanilere Irak vatandaşlığı vermeyi reddettiği için Kral Birinci Faysal'ı susturmak amacıyla kendisine suikast düzenlemekle de suçlandı. Bu yöntemler, Kral Gazi suikastından sonra bile devam etti ve bu suikastta da parmaklar İngiltere'yi işaret ediyordu. İngiltere, Süryanilere nihayet 1940'ların ortalarında Prens Abdulilah'ın naipliği sırasında Irak vatandaşlığı verilene kadar Irak'a baskı yapmaya devam etti.

Altıncı gerçek: Yıllar boyunca medyada bir görünüp bir kaybolan ve modern Türkiye'yi sözde Ermeni soykırımından sorumlu tutan (ve elbette Süryanilerden hiç bahsetmeyen) yalanlar, İngiltere'nin modern Türkiye'ye karşı bazı Avrupa ülkelerinin katılımıyla zaman zaman siyasi ve ekonomik çıkarları için kullandığı şantaj yöntemlerinden başka bir şey değildir. Türkiye Osmanlı ve İngiliz arşivlerini açacak olursa, İngiltere'nin savaş sırasında Osmanlı vatandaşlarını kendi ülkelerine karşı kendi saflarında savaşmaları için seferber etme suçuna dair şaşırtıcı gerçekleri ortaya çıkaracaktır. Dahası İngiltere onları daha sonra yüzüstü bıraktı, verdiği sözleri yerine getirmedi, onları Osmanlı devletinin kurbanları olarak gördü ve bu yalandan da kâr sağladı.

Yedinci gerçek: Osmanlı İmparatorluğu sona erdi, savaşı bitirmek için anlaşmalar imzalandı ve Osmanlı İmparatorluğu topraklarından vazgeçti. Modern Türkiye, Osmanlı İmparatorluğu'nun halefi değildir çünkü siyasi sistemi farklıdır ve modern Türkiye'yi bir yalan olan Ermeni Soykırımı ile suçlamak kabul edilemez.

Sekizinci gerçek: İngiltere, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı paralı asker olarak seferber ettiği Ermenileri ve Süryanileri, kuzey İran ve güney Türkiye'de binlerce Kürt, Arap ve Fars'ı öldürmeye kışkırttı. Bu paralı askerler birçok şehri yerle bir etti ve korkunç katliamlar gerçekleştirdi; bunlar tarihi olarak kaydedilmedi çünkü tarih kazananlar tarafından yazılır. Ancak iletişim devrimi ve internet teknolojisi ile birlikte İngiliz belgelerinin yayınlanması, sömürge tarihinin ve insanlığa karşı işlenen suçların bu karanlık sayfalarını gün yüzüne çıkardı. Aynı zamanda, ateşkes ve Osmanlı Devleti’nin anlaşmayı imzalamasından sonra, İngiltere, Türklere, Kürtlere ve Araplara karşı katliamlar gerçekleştiren Yunanlıları getirdi ve ardından onların yeniden Yunanistan'a çekilmesini kolaylaştırdı.

Dokuzuncu gerçek: Ermeni mülteciler Irak'taki toplam mülteci sayısının yüzde 25'ini, Süryani mülteciler ise yüzde 75'ini oluşturuyordu. İngiltere ve dünya, Süryaniler sorununu yıllarca görmezden geldi çünkü onları Irak ve Suriye'ye yerleştiren İngiltere’ydi. Aynı İngiltere, Türkiye üzerinde siyasi veya ekonomik baskı uygulamak istediği her zaman Ermeni Soykırımı yalanını kullanmaya devam ediyor.

Onuncu gerçek: İngiltere, karanlık bir geçmişe sahip aynı sömürgeci güç olmayı sürdürüyor ve Irak'a karşı komplolar kurmaya devam ediyor. Bunca yıldan sonra, 1916'da bir İngiliz haritacı tarafından Musul'un güneyindeki bölgeye verilen “Ninova Ovası” adını yeniden kullanmaya başladı. Amacı da Irak'ı bölmek ve Musul'un güneyinden Türkiye sınırına kadar olan bölgeyi ondan kopararak, Türkiye'nin güney sınırında gerilim kaynağı olacak yapay bir devlet kurmaktır.

Günümüz İngiliz neslinin kendi tarihini bilme hakkı vardır ve dünyanın dört bir yanındaki kolonileriyle ilgili İngiliz belgelerini okumalıdır. Onurlu bir yaşam sürmek isteyen herkes, atalarının hatalarını kabul etmeli ve kurbanlardan en azından manevi olarak af dilemelidir.


Hamas, Ankara'ya Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçmek için gereken şartları yerine getirdiğini bildirdi

Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah'ta, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici bir kampta bir kadın çadırının yanında oturuyor (AP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah'ta, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici bir kampta bir kadın çadırının yanında oturuyor (AP)
TT

Hamas, Ankara'ya Gazze anlaşmasının ikinci aşamasına geçmek için gereken şartları yerine getirdiğini bildirdi

Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah'ta, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici bir kampta bir kadın çadırının yanında oturuyor (AP)
Gazze Şeridi'nin merkezindeki Deyr el-Belah'ta, yerinden edilmiş Filistinliler için kurulan geçici bir kampta bir kadın çadırının yanında oturuyor (AP)

Türk Dışişleri Bakanlığı'ndan bir kaynak Reuters'e verdiği demeçte, Bakan Hakan Fidan'ın bugün Ankara'da Hamas'ın siyasi büro yetkilileriyle bir araya gelerek Gazze Şeridi'nde ateşkesi görüştüğünü ve anlaşmanın ikinci aşamasına geçilmesini ele aldığını söyledi.

Kaynak, Hamas yetkililerinin Fidan'a anlaşmanın şartlarını yerine getirdiklerini bildirdiğini, ancak İsrail'in anlaşmanın bir sonraki aşamasına geçişi engellemek için Gazze'yi hedef almaya devam ettiğini ifade etti.

Kaynak, Hamas yetkililerinin Gazze Şeridi'ne giren insani yardımın yetersiz olduğunu ve ilaç, barınma ekipmanı ve yakıt gibi hayati öneme sahip mallara acil ihtiyaç duyulduğunu söylediklerini de belirtti.