İranlı milisler SDG'yi ABD ile savaşına sürükleyecek mi?

Analistler: DEAŞ ve Türkiye dışında üçüncü bir cephe açılmayacak.

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komando birlikleri, DEAŞ'a karşı mücadelede özel görevleri olan elit güçlerdir. (SDG medyası)
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komando birlikleri, DEAŞ'a karşı mücadelede özel görevleri olan elit güçlerdir. (SDG medyası)
TT

İranlı milisler SDG'yi ABD ile savaşına sürükleyecek mi?

Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komando birlikleri, DEAŞ'a karşı mücadelede özel görevleri olan elit güçlerdir. (SDG medyası)
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komando birlikleri, DEAŞ'a karşı mücadelede özel görevleri olan elit güçlerdir. (SDG medyası)

Abdulhalim Süleyman

Geçtiğimiz Pazartesi günü şafak vakti Suriye'nin kuzeydoğu bölgesi, bölgede yaşanan şiddetli ABD-İran çatışmasında yeni bir gerilimin eşiğindeydi. Bu durum geçtiğimiz Ekim ayından beri devam ediyor. Deyrizor'un doğu kırsalındaki el-Ömer petrol sahasında bulunan bir eğitim akademisinin İran destekli gruplar tarafından insansız hava aracı (İHA) ile hedef alınması sonucunda altı özel Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komando birliği milisi öldürüldü. Irak İslami Direnişi daha sonra yaptığı bir açıklamayla saldırıyı üstlendi.

En şiddetli tepki

SDG lideri Mazlum Abdi’nin yaptığı açıklamaya göre SDG'ye ait bir mühimmat deposunun hedef alındığı bu saldırı, türünün ikinci örneği olarak karşımıza çıkıyor. Abdi, topraklarının ABD ve İran destekli milisler arasında bir savaş alanına dönüşmesini istemediklerini söyledi. Ancak Pazartesi günü yaşananlar SDG'ye yönelik doğrudan bir saldırıydı ve türünün ilk örneğiydi. ABD'nin İran milislerinin mevzilerini hedef alan saldırısı çerçevesinde bu son saldırı olmayabilir. Ayrıca yapılan bu saldırı Fırat'ın doğusunda konuşlanmış uluslararası koalisyon mevzilerinin bombalanmasına da verilen bir yanıttı.

SDG, üyelerinin öldürülmesine karşılık verme hakkını saklı tuttuğunu açıkladı. Öldürülen askerler akademide terörle mücadele eğitimi alıyorlardı. Bu akademi, Mart 2019'da DEAŞ'a karşı zafer elde etmek için kurulmuş bir yapıydı.

Geçtiğimiz Ekim ayından bu yana hem Suriye hem de Irak'taki ABD üslerini hedef alan saldırıların sayısı 170'i aştı. Bunlardan en dikkat çekeni 28 Ocak'ta Ürdün'ün kuzeydoğusundaki Kule 22 üssünde üç Amerikan askerinin öldürülmesi ve en az 30 askerin de yaralandığı saldırıydı. Söz konusu üslere yönelik en büyük saldırı olarak kabul edilen bu saldırıya 2 Şubat'ta hem Suriye hem de Irak'ta İran destekli militanlara ait 85 mevzinin bombalanması suretiyle ABD ordusundan yanıt geldi. Bu yanıt, Gazze savaşının patlak vermesinden bu yana üslerini hedef alan tüm saldırılara karşı ABD'nin verdiği en sert yanıt olarak gerçekleşti.

Genişleme hamlesi

İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının bir sonucu olarak bölgedeki çatışma çemberini genişletmek istemedikleri yönünde resmî açıklamalar yapan ABD’li yetkililer, İran yanlısı tarafların Suriye ve Irak'taki Amerikan üslerini hedef aldıklarını bildirdi. ABD’li yetkililer, Kızıldeniz'de Husilerin gemilere saldırılmaması yönünde uyarılar yaparken, Hizbullah ile İsrail arasında Güney Lübnan'da çatışmalar şiddetleniyor. Tahran yönetimi ABD’lileri hedef alan saldırıların arkasında İran’ın olduğunu reddeden açıklamalarda bulundu. Her ne kadar açıklamalar atmosferi sakinleştirmeye amacı taşısa da çatışma döngüsü yayılmacı bir hâl alıyor. Bu döngüde özellikle SDG gibi yerel taraflar kullanılmaya çalışılıyor.

Tüm bunlar bölgede devam eden şiddetin kapsamını genişletmek için bir teşvik gibi görünüyor. Bu konuda yerel North Press Ajansı’nın Genel Yayın Yönetmeni Hoşenk Hasan şu ifadeleri kullandı:

SDG'nin askeri akademisinin hedef alınması, Suriye ve Irak'taki milis mevzilerini hedef alan Amerikan saldırılarına yanıt olarak artan mevcut gerilim bağlamında gerçekleşti. Saflarındaki kayıplara rağmen SDG bu çatışmaya girme konusunda temkinli davranacaktır. Çünkü SDG, bir yandan DEAŞ'la savaşmakla meşgulken diğer yandan da sürekli olarak Türkiye'nin saldırılarına maruz kalıyor. Dolayısıyla bu güçlerin İran destekli milislerle yeni bir savaşa ihtiyacı yok. Zaten bu milisler güney sınırındaki Deyrizor kırsalında SDG’nin kontrolünden uzakta geniş bir alana yayılmış durumdalar.

Olası geniş cephe

Ancak görünen o ki SDG bu tehlikelerin farkında ve SDG'nin ABD ile mücadeleye girebilmesi için yerine getirilmesi gereken geniş şartlar var. Bölgesel meseleler konusunda uzman gazeteci Zana Ömer şu ifadeleri kullandı:

SDG ile İranlı milisler arasında farklı bir çatışma yaşanıyor. Ancak SDG, iki ana meseleyle meşgul olduğu için bu çatışmanın temposunu artırmıyor. Bu iki meseleden biri hazırlık ve karşılık vermesini gerektiren Türkiye'nin saldırılarına maruz kalması, diğeriyse DEAŞ’la mücadele. Şayet üçüncü bir cephe açarsa odak noktası bu iki koldan uzaklaşacak ve güçleri farklı yerlere konuşlanacak.

Ömer, eğer ABD Türkiye'nin SDG’ye yönelik saldırılarını durduracağına dair garanti vermezse ve belki bunun da ötesinde Kürtler ile Türkiye arasındaki barış sürecinde arabuluculuk rolü oynayarak sorunları çözmezse, SDG'nin İranlı milislerle ve bir dereceye kadar da rejim güçleriyle çatışma senaryosuna girmesini ihtimal dışı görüyor. Bu aynı zamanda siyasi çözüm için terör örgütü PKK’nın da müzakere masasında bulunmasını gerektiriyor. Zira bu olmazsa SDG'nin konumu milis saldırılarına sınırlı tepki düzeyinde kalacak.

*Independent Arabia’da yer alan bu makalenin çevirisi Şarku’l Avsat’a aittir.



Papağanların insanlarla iletişimi: Yüzde 92'ye ulaşıldı

Ellie tabletteki simgelere basarak "iletişim kuruyor" (Jennifer Cunha)
Ellie tabletteki simgelere basarak "iletişim kuruyor" (Jennifer Cunha)
TT

Papağanların insanlarla iletişimi: Yüzde 92'ye ulaşıldı

Ellie tabletteki simgelere basarak "iletişim kuruyor" (Jennifer Cunha)
Ellie tabletteki simgelere basarak "iletişim kuruyor" (Jennifer Cunha)

Tablet kullanarak "konuşan" bir papağanın butonlara rasgele basmadığı ortaya çıktı. Papağanların kendilerini ifade etme isteği ve insanlarla iletişimden nasıl faydalandığına odaklanan yeni çalışma önemli bir adıma işaret ediyor. 

Bilim dünyasının hayvanlarla konuşma ve kendi aralarındaki iletişimi anlama çabaları teknolojinin gelişmesiyle yeni bir boyut kazanırken köpek ve maymun gibi canlılara buton veya dokunmatik ekranlara basması öğretiliyor. 

@sebwr.haker1 فۆلۆلەبیرمەکە #fyp #foryou #hawler #slemani #duhok #karkuk #kalar #ranya #ئەکتیڤبن🥀🖤ـہہـ٨ــہ ♬ الصوت الأصلي - 3bwr Haker

Indiana Üniversitesi Bilişim, Bilgisayar ve Mühendislik Fakültesi'nde misafir öğretim üyesi olan Jennifer Cunha da Ellie isimli papağanına bir konuşma panosunu kullanmayı öğretti. 11 yaşındaki hayvan 2019'dan beri kullandığı bu tablet benzeri cihazda 200'den fazla resimli simgeye basarak "iletişim kuruyor". 

Ellie "çekirdek", "mutlu", "Sıcak bastı" gibi seçenekler içeren tabletteki bir butona bastığında bilgisayar sistemi bu ifadeyi yüksek sesle okuyor. 

Goffin Kakadu cinsindeki hayvan, Cunha'nın birkaç yıl önce hayatını kaybeden diğer papağanı Lily'yi özlediğini söylediğinde geçen yıl viral olmuştu. 

Cunha o zaman yaptığı açıklamada "Ellie'nin kelimeleri ve iletişim kurmayı öğrenmeden önce çığlık atma ve ısırma gibi pek çok davranış sorunu vardı" demişti. 

Ona iletişim, ses bilgisi ve tablet oyunları öğretmeye başlayarak dünyasına daha fazla seçenek katmaya ve onu daha mutlu etmeye çalıştık.

Yeni çalışmada diğer bilim insanlarıyla işbirliği yapan Cunha, konuşma panosunun Ellie'ye bir şey katma potansiyeli taşıyıp taşımadığını bulmaya çalıştı. 

Başlangıç noktalarını "İfade ettiği şeylerin bir niyeti olup olmadığını veya iletişim için bir alan açıp açmadığını görmek için bu ifadeleri nasıl analiz edebiliriz?" diye açıklayan Cunha şöyle ekliyor. 

İkincisi, seçimleri bize onun değerleri ve anlamlı bulduğu şeyler hakkında bir fikir verebilir mi?

ACM Conference on Human Factors in Computing Systems adlı konferansta yarın sunulacak çalışmayı yürüten araştırmacılar, Ellie'nin panoyu kullandığı 40'tan fazla videoyu inceledi. 7 aylık bir süre zarfında kaydedilen bu videolar daha sonra simgeleri rasgele seçen bir simülasyonla karşılaştırıldı.

Simgelerin parlaklığı ve konumu gibi etkenleri de hesaba katan ekip, Ellie'nin butonlara rasgele basmadığını gözlemledi. 

Daha sonra araştırmacılar Ellie'nin butonlara bastıktan sonraki davranışını inceledi. Örneğin "elma"ya tıkladıktan sonra getirilen elmayı yiyor muydu?

Hayvanın mutluluğunu veya sıcaklamasını test etmenin bir yolu olmadığından ekibin ellerindeki verinin bir kısmını elemesi gerekti. Ellie'nin 500 seçiminin incelenmesiyle, bastığı simgeyle bundan sonra sergilediği davranışların yüzde 92'sinin uyumlu olduğu görüldü. 

cf bd
Araştırmacılar Ellie'nin kitapla ilgilenerek kendisine bir şeyler kattığını düşünüyor (Jennifer Cunha)

Öte yandan bazı bilim insanları bulgulara temkinli yaklaşılması gerektiğini düşünüyor. Örneğin Ellie'nin butonlara rasgele basmaması, eğitim sırasında öğrendiği bir davranış olabilir. Boston Üniversitesi'nden Dr. Irene Pepperberg ise, seçtiği simgedekinden farklı bir şey getirildiğinde papağanın nasıl davrandığının incelenmesi gerektiğini söylüyor. 

Papağanın yaptığı seçimleri de inceleyen ekip bastığı simgelerin yaklaşık yüzde 73'ünün kendisine sosyal veya bilişsel katkı sağlayan şeyler olduğunu gördü. Bunlar arasında oyun oynamak veya başka bir kuşla görüşmek yer alıyor. 

Yeni araştırmanın tek bir kuş üzerine yapılması gibi önemli bir kısıtlaması var. Ayrıca Cunha'nın farkında olmadan Ellie'yi yönlendirmesi de muhtemel.

Yine de araştırmaya dahil olmayan bilim insanları bunun önemli bir çalışma olduğu görüşünde. Johns Hopkins Üniversitesi'nden Dr. Amalia Bastos "Bu çalışma kritik bir ilk adım" diyerek şöyle ekliyor: 

Hayvanların dili insanlar gibi anlamasını ya da kullanmasını beklemiyoruz.

Dr. Bastos'a göre bilim insanları, iletişim araçlarını "tutsak hayvanların refahını ve bakıcılarıyla ilişkilerini iyileştirmek" için kullanmayı amaçlıyor. 

Independent Türkçe, New York Times, Newsweek, ACM Conference on Human Factors in Computing Systems


Suudi Arabistan'ın ilk kadın MMA yıldızı, CNN'e konuştu

Genç kadın, uluslararası Muay Thai müsabakalarında da madalyalar kazandı (PFL)
Genç kadın, uluslararası Muay Thai müsabakalarında da madalyalar kazandı (PFL)
TT

Suudi Arabistan'ın ilk kadın MMA yıldızı, CNN'e konuştu

Genç kadın, uluslararası Muay Thai müsabakalarında da madalyalar kazandı (PFL)
Genç kadın, uluslararası Muay Thai müsabakalarında da madalyalar kazandı (PFL)

Suudi Arabistan'ın Riyad kentinde dövüşen az sayıdaki kadın arasında, elit seviyeye çıkma hayaline yaklaşan tek kişi, Hattan el Seyf. 

Kendisi, erkeklerle antrenman yapmaya alışmış bir dövüşçü ve daha güçlü rakiplerinin darbelerini nasıl karşılayacağını biliyor. Bu durumu, başarısının sırlarından biri olarak görüyor.

CNN'in konuştuğu 22 yaşındaki kadın şu ifadeleri kullanıyor:

Gece gündüz durmadan bu işe girişen tek kız bendim. Her zaman erkeklerle antrenman yapıyorum. Bu kolay bir şey değil. Kafese girdiğimde bir kızdan darbe alıyorsam 'Bütün yapabildiğin bu mu?' diyecek gibi oluyorum.

Mısırlı Nada Fehim'le cuma günü atomsıklet müsabakasına karşılaşmadan önce MMA tarihine geçmişti bile: Ocakta Profesyonel Dövüşçüler Ligi'yle (PFL) kontrat imzalayan ilk Suudi Arabistanlı kadın oldu. 

Bu dövüşte de ikinci rauntta nakavtla kazanmayı başardı. 

Ulusal kadın futbol liginin 2020'de kurulduğu ve milli takımın iki yıl önce sahaya çıktığı Müslüman bir ülke olan Suudi Arabistan'da böyle bir figürün yıldızlaşması dünyanın da ilgisini çekti. 

Hattan el Seyf, kadın MMA dövüşçüleri için öncü konumunda olduğunu biliyor:

İşin doğrusu çok büyük bir sorumluluk ve ben bunu hayatım boyunca taşıyacağım. Biraz ağır bir şey tabii ama bunu yapan kişi ben olduğum için gururlu ve heyecanlıyım.

10 yaşında hem annesini hem de babasını kaybeden el Seyf, yıllarca depresyonla boğuştuktan sonra spora yönelmiş.

"Ebeveynlerimi kaybettiğim için normal ya da kolay bir çocukluğum olmadı. Allah'tan sonra dövüş sanatları bana çok yardımcı oldu, çok çok fazla. Hayatımı yüzde 100 değiştirerek daha iyi hale getirdi. Bu yüzden dövüş sanatlarının bağımlısı oldum. Ruhumun varlığını hissediyorum" diyor. 

Suudi MMA dövüşçüsü Abdullah el Kahtani'yle temasa geçerek spora başladığını anlatan el Seyf, Suudi Arabistan'ın Muay Thai takımı hocası Feras Sada'nın kendisine çok yardımcı olduğunu söylüyor: 

Yıllar geçtikçe baba kavramını yitirmiştim. O bana Allah'ın hediyesi gibi oldu. Benim için hem spor salonunda hem de dışarıda her şeyi yaptı. Her zaman 'Hattan yalnızca bir öğrenci değil, aynı zamanda evlatlarımdan biri gibi' der.

Cuma günü Riyad'da düzenlenen dövüş gününde el Kahtani başı çekiyordu. O da Ürdünlü rakibini yenerek yurttaşlarını sevindirdi. 

Claressa Shields ve Kelsey De Santis'in ülkedeki ilk profesyonel kadın MMA maçını yapmasının üzerinden henüz üç ay geçmeden Ortadoğu ve Kuzey Afrikalı dövüşçüler Suudi Arabistan'da kozlarını paylaşmış oldu.

Independent Türkçe, CNN, PFL


Vatikan'da işçiler bir ilke imza attı: Çalışma koşullarını değiştirin

Vatikan'da kanunlar gereği işçilerin sendikalaşmasına izin verilmiyor (Reuters)
Vatikan'da kanunlar gereği işçilerin sendikalaşmasına izin verilmiyor (Reuters)
TT

Vatikan'da işçiler bir ilke imza attı: Çalışma koşullarını değiştirin

Vatikan'da kanunlar gereği işçilerin sendikalaşmasına izin verilmiyor (Reuters)
Vatikan'da kanunlar gereği işçilerin sendikalaşmasına izin verilmiyor (Reuters)

Vatikan Müzeleri'nde işçiler, çalışma koşullarının iyileştirilmesi için Papa Francis yönetimine dilekçe gönderdi.  

49 çalışanın imzasını taşıyan dilekçede, Vatikan yönetiminden "her işçinin onurunu ve sağlığını zedeleyen çalışma koşullarının" değiştirilmesi istendi.

İşçilerin avukatı Laura Sgro, çalışma saatlerinin kısaltılması, ücretlerin artırılması, sağlık ve güvenlik desteğinin iyileştirilmesi gibi taleplerde bulunulduğunu belirtti. 

Sgro, Birleşik Krallık'ın (BK) tanınmış gazetelerinden Guardian'a şunları söyledi: 

İşçiler, bu durumu bireysel dilekçeler yazarak pek çok kez çözmeye çalıştı. Fakat talepler yanıtsız kaldı. Dolayısıyla böyle bir radikal adım atıldı. Uzun yıllar süren tartışmalardan sonra, bu ilk toplu eylem. Şu anda 49 kişi var ama önümüzdeki birkaç gün içinde bu sayının artacağını düşünüyorum.

BK merkezli haber ajansı Reuters'ın aktardığına göre dilekçe, Vatikan yasaları uyarınca yönetim ve çalışanlar arasında yapılacak uzlaşma sürecinin ilk resmi adımı niteliğinde. 

Avukat, süreçten sonuç alınamazsa Vatikan Mahkemesi'nde Papa Francis yönetimine karşı dava açacaklarını söyledi. 

Sgro, "Bu eylemle yapıcı bir süreç başlatmak istiyoruz. Bunun Vatikan'daki çalışma kurallarının genel anlamda tekrar gözden geçirilmesi için bir vesile olmasını umuyoruz" dedi.

Reuters'ın haberinde Vatikan'daki işçilerin bu hamleyle "eşi benzeri görülmemiş bir yasal süreç başlattığı" yazıldı.  

Avukat Sgro, Vatikan'daki iş kanununda zorunlu izin durumlarıyla ilgili net hükümler yer almadığını belirtti. 

Ayrıca Sgro, Vatikan yönetiminin pandemideki karantina uygulamaları nedeniyle aktif olarak çalışmayan işçilerden, bu dönemde kendilerine verilen maaşları geri yatırmalarını istediğini öne sürdü.

Yaklaşık 700 kişinin çalıştığı Vatikan Müzeleri'nin iddialarla ilgili yorum yapmayı reddettiğini aktarıldı. 

Dünyanın en çok ziyaret edilen müzelerinden biri olan Vatikan Müzeleri geçen yıl yaklaşık 7 milyon kişiyi ağırlamıştı.

Independent Türkçe, Guardian, Reuters


Ukrayna, Rusya'da "Vietnam Savaşı taktiklerini" kullanıyor

Ukraynalı yetkililer, Hollanda ve Danimarka'nın göndereceği F-16'ların bu ay ulaşmasını beklediğini söylemişti (Reuters)
Ukraynalı yetkililer, Hollanda ve Danimarka'nın göndereceği F-16'ların bu ay ulaşmasını beklediğini söylemişti (Reuters)
TT

Ukrayna, Rusya'da "Vietnam Savaşı taktiklerini" kullanıyor

Ukraynalı yetkililer, Hollanda ve Danimarka'nın göndereceği F-16'ların bu ay ulaşmasını beklediğini söylemişti (Reuters)
Ukraynalı yetkililer, Hollanda ve Danimarka'nın göndereceği F-16'ların bu ay ulaşmasını beklediğini söylemişti (Reuters)

Ukrayna'nın Rusya cephesinde ABD'nin Vietnam Savaşı'nda kullandığı taktikleri uyguladığı savunuldu. 

ABD merkezli haber sitesi Business Insider, Ukraynalı pilotların Rus hava savunma sistemlerine karşı ABD ordusunun Vietnam Savaşı'nda kullandığı "yaban gelinciği" (Wild Weasel) taktiğini uyguladığını yazdı. 

Hollanda'daki Lahey Stratejik Araştırmalar Merkezi'nden analist Frederik Mertens, Ukraynalı savaş pilotlarının bu stratejiyle Rus hava savunma sistemlerinin yerinin tespit edilmesini sağladığını söyledi. 

ABD Hava Kuvvetleri'nin 1955-1975'teki Vietnam Savaşı'nda uyguladığı stratejide pilotlar kendilerini yem olarak kullanıyor. 

"Yaban Gelinciği Projesi" adlı bu taktikte pilotlar, düşman radarına girecek irtifalardan uçuş yapıyor. Bu şekilde radar dalgalarının kaynağının tespit edilmesi mümkün hale geliyor. Daha sonra radarların bağlı bulunduğu hava savunma sistemlerinin yeri tespit ediliyor ve bu noktalara saldırılar düzenleniyor.

"Ukraynalılar, Batılıların savaş stratejilerini uyguluyor" Mertens, Ukraynalı pilotların kullandığı uçakların AGM-88 HARM (Yüksek Hızlı Anti Radyasyon Füzesi) taşıdığına dikkat çekti. 

Karargah, radar dalgaları sayesinde hava savunma sistemlerinin yerini tespit ettiğinde savaş jetler, düşman saldırı düzenlemeden bu füzeleri ateşleyerek hedefleri vurmaya çalışıyor. 

Bu görevi yapmak için yem olarak kullanılan pilotlara "yaban gelincik" adı verildiğini belirten Mertens, stratejinin "çok tehlikeli olduğunu" söyledi.

Ukrayna Hava Kuvvetleri'nin öncelikli hedefinin Rus hava savunma sistemlerini imha etmek olduğunu belirten stratejist, pilotların bu taktiğin de ötesine geçerek gerektiğinde "ellerindeki tüm silah, birlik ve mühimmatlarla hedeflere saldırı düzenlediğini" bildirdi. 

Diğer yandan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 24 Şubat 2022'de verdiği emirle başlayan savaşta Moskova, özellikle son dönemde Ukrayna'nın Harkiv bölgesindeki operasyonları yoğunlaştırdı.

Rusya, "Kinjal" hipersonik füze sistemleri ve drone'larla Ukrayna'ya saldırı düzenlerken, askeri bölgelerin yanı sıra enerji tesislerini ve demiryolu altyapısını hedef alıyor. Kremlin'in açıkladığı verilere göre Rus ordusu, son bir haftada Harkiv bölgesinde 11, Donetsk bölgesinde üç olmak üzere toplam 14 yerleşim birimini kontrol altına aldı.

Kiev yönetimiyse yoğun saldırılar nedeniyle en az 4 bin sivilin Harkiv'den tahliye edildiğini bildirmişti.

Amerikan gazetesi Wall Street Journal'ın (WSJ) aktardığına göre Ukrayna'nın hava savunma sistemleri saldırıları durdurmakta yetersiz kalıyor. Son 6 ayda Ukrayna, Rus füzelerinin yaklaşık yüzde 46'sını etkisiz hale getirdi. Söz konusu oran bundan bir önceki 6 aylık dönemde yüzde 73'tü.

Independent Türkçe, RT, Business Insider, Wall Street Journal 


İsrail'deki TV kanalları Gazze Savaşı'nı nasıl anlatıyor?

Ülkenin önde gelen haber kanallarının akşam 8 bültenlerindeki yayın akışlarında da Gazze halkı görünmüyor (Kolaj: WSJ)
Ülkenin önde gelen haber kanallarının akşam 8 bültenlerindeki yayın akışlarında da Gazze halkı görünmüyor (Kolaj: WSJ)
TT

İsrail'deki TV kanalları Gazze Savaşı'nı nasıl anlatıyor?

Ülkenin önde gelen haber kanallarının akşam 8 bültenlerindeki yayın akışlarında da Gazze halkı görünmüyor (Kolaj: WSJ)
Ülkenin önde gelen haber kanallarının akşam 8 bültenlerindeki yayın akışlarında da Gazze halkı görünmüyor (Kolaj: WSJ)

7 Ekim'de Hamas öncülüğündeki Filistin güçlerinin düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu'nun ardından başlayan Gazze savaşıyla ilgili haberler, İsrail'deki tüm kanalları kaplıyor. Ancak TV'lerdeki görüntülerde önemli bir unsur eksik: Gazze'de yaşayanlar.

ABD'nin Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, İsrail'deki TV kanallarının bu tercihini ve sonuçlarını haberleştirdi. Bu durumun, dünyanın gördüğüyle İsrail halkının bildikleri arasında bir uçurum oluşturduğuna işaret edildi. 

Medya yöneticileri, gazeteciler, akademisyenler ve sıradan İsrailliler, TV kanallarında ölü Filistinlilerin görüntülerinin neredeyse hiç olmadığını belirtiyor. İbranice yayınları takip eden İsrailliler, Gazze'nin yakın çekim görüntülerine akıllı telefonlarında da nadiren denk gelindiğini vurguluyor. 

İsrail Demokrasi Enstitüsü'nün nisanda yaptığı ankete katılan İsrailli Yahudilerin üçte ikisine yakını, Gazze'deki hasara dair görüntüler hakkındaki soruya ya "Çok az gördüm" ya da "Hiç görmedim" yanıtını verdi. 

İsrailli araştırmacı gazetecilik kolektifi Yedinci Göz'ün (Seventh Eye) yayın yönetmeni Shuki Tausig, konuyla ilgili şu ifadeleri kullanıyor:

İsrail televizyonlarında savaşa dair tüm unsurlar var ama Gazze halkı hariç. Şu anda İsrail medyası karmaşık gerçeklikle başa çıkamıyor. İzleyicilerinin ölen düşmanın görüntülerini görmek istemediğini biliyorlar ve bu yüzden göstermiyorlar.

Tausig, İsraillilerin ABD ve Avrupa'dan ayrıştığını zira halkın dörtte üçünün sosyal medya yerine televizyonları birincil haber kaynağı olarak gördüğünü söylüyor.

WSJ, pek çok kanalın yorum taleplerine yorum vermediğini bildirirken Kanal 12'nin ilettiği örneklerin de ölü sivillerin görüntülerini içermediğini vurguladı. 

Londra'da yaşayan İsrailli akademisyen Ayala Panievsky, Birleşik Krallık'ta izlediği haberlerle İsrail'dekilerin farkına işaret ediyor:

Böylesine büyük bir perspektif farklılığını ilk kez görüyorum.

WSJ, İsrail'in kamu yayıncısı Kan 11'de 7 Ekim'de Nova Müzik Festivali'ne katılanlarından 32 yaşındaki Ram'in hikayesi anlatılıp onun adına bestelenen şarkı çalınırken ABD'nin CNN kanalında İsrail'in hava saldırılarında öldürdüğü çocukların işlendiğini bildiriyor. 

7 Ekim saldırılarını daha az gösterip Filistinli sivillerin ölümünü daha kanlı görüntülerle gözler önüne seren Arap kanalları, İsrail TV'leriyle kıyaslandığında perspektif farkı daha da büyüyor. 

Filistin Siyaset ve Anket Araştırmaları Merkezi Direktörü Halil Şikaki, mart ayında yaptıkları bir ankete göre Filistinlilerin yüzde 80'inin 7 Ekim'de Hamas'ın herhangi bir vahşet eylemi içinde yer almadığını düşündüğünü aktarıyor. 

Batı Şeria merkezli kuruluşun direktörü,Hamas'ın bu konudaki sorumluluğuna inanma ihtimalinin, internetteki videoları görenlerde diğerlerine göre 10 kat daha fazla olduğunu söylüyor:

Bu bilgi kaynaklarının önemini gösteriyor. İzlemezseniz inanmazsınız.

İsrail'in yeni bir kanun çıkararak Katar merkezli El Cezire'nin ofislerini 5 Mayıs'ta kapatması da bu çerçevede yorumlanıyor. 

Bar-Ilan Üniversitesi'nde ekonomi dersleri veren Daniel Levy, YouTube ve Smart TV aracılığıyla hâlâ El Cezire izleyebildiklerini ve bu sayede İsrail medyasında yer almayan hikayeleri de gördüklerini belirtiyor. 

İsrail nüfusunun yüzde 20'si Araplardan müteşekkil olsa da TV kanallarında pek gözükmüyorlar. İbranice yayın yapan kanallarda gözüken az sayıdaki Arap gazeteciden biri olan Muhammed Magadli, "Halk, Gazze'de ne olduğunu gerçekten bilmiyor" diyor. 

İsrail'in 11 Eylül'ü gibi görülen 7 Ekim saldırılarının ardından en çok işlenen konulardan biri rehineler. 

Tel Aviv Havalimanı'ndaki resimler, yollardaki billboardlar, ağaçlara ve otomobillere bağlanan sarı bantlar, lokantalarda rehineler anısına boş bırakılan masalar, duvarlara yazılan "Onları şimdi eve getirin" grafitileri gibi pek çok tezahür var. 

Neredeyse her gece ana haber bültenlerinde işleniyorlar. Dünyanın geri kalanının bu konunun önemini anlamadığını savunuyorlar. 

Tel Aviv'de yaşayan emekli doktor Dorit Eldar, "Bizim İsrail'de bir mutabakatımız vardır: Arkada kimseyi bırakmazsın" diyerek rehinelerin önemini vurguluyor. 

Siyaset bilimci Dahlia Scheindlin, rehineler gelmeden kalıcı ateşkes ve Gazze'nin yeniden inşası gibi konuların İsrail'de düşünülmesinin güç olduğunu savunuyor:

Bir bakıma diğer her şey, rehinelerin rehinesi.

İsrail Demokrasi Enstitüsü'nden kıdemli araştırmacı Tamar Hermann da rehine konusu çözülmeden sivil ölümlerinin kale alınamayacağını öne sürerken martta yapılan bir anket de onu doğruluyor: İsrailli Yahudilerin yüzde 80'i savaşın devamıyla ilgili alınacak kararlarda Gazzeli sivillerin ölümünün ya hiç önemsenmemesi ya da az kale alınması gerektiğini düşünüyor. 

Kudüs'te yaşayan ABD-İsrail yurttaşı Aryeh Vanderhoof, Gazze'de ölen sivillerin görüntülerini görse de Gazze Sağlık Bakanlığı'nın verdiği ölü rakamlarına inanmadığını söylüyor. Batı'yı ikiyüzlülükle suçlayarak "Dünyanın geri kalanı bizim neyin peşinde olduğumuzu anlamıyor. Hayatı sizi öldürmekten ibaret olan biriyle barış yapamazsınız" diyor. 

İsrail medyasının sağa kaydığı da sık yapılan bir yorum. Binyamin Netanyahu iktidarının kurduğu baskı ve söylem üstünlüğü, aykırı seslerin kovulmasına neden oluyor. 

Siyaset bilimci Dahlia Scheindlin, İsrail'deki Yahudilerin yüzde 60'ının sağcı, 25'inin merkezci, 11 ila 14'ününse solcu olarak kendilerini tanımladığını bildiriyor. 

İsrail, Hamas öncülüğündeki Filistin güçlerinin 7 Ekim'de düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu'nda çoğu sivil 1170 kişinin öldüğünü bildiriyor. 

Tel Aviv'in tahminlerine göre Gazze'de rehin tutulan 128 kişiden 36'sı hayatını kaybetti. 

İsrail'in saldırılarındaysa 35 bini aşkın kişi öldü, 80 bine yakın da yaralı var. Gazze Sağlık Bakanlığı bunların çoğunun kadın ve çocuk olduğunu aktarıyor.

Mısır, Katar ve ABD'nin sürdürdüğü arabuluculuk çabaları henüz sonuç vermedi. 

Independent Türkçe, Wall Street Journal, Reuters

 


İngiltere'de üç kişi Hong Kong casusu olma iddiasıyla hakim karşısında

Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
TT

İngiltere'de üç kişi Hong Kong casusu olma iddiasıyla hakim karşısında

Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)
Metropoliten Polis Teşkilatı, soruşturma kapsamında bir dizi gözaltı yapıldığını açıkladı (Unsplash)

Üç kişiye Ulusal Güvenlik Yasası uyarınca Hong Kong istihbarat servisine yardım etme ve dış müdahalede bulunma suçları isnat edildi.

38 yaşındaki Chi Leung (Peter) Wai, 37 yaşındaki Matthew Trickett ve 63 yaşındaki Chung Biu Yuen bugün Westminster Sulh Ceza Mahkemesi'ne çıkarılacak.

Metropoliten Polisi, Hong Kong soruşturmasının Rusya'yı da kapsayan ayrı bir davayla ilgili olmadığını açıkladı.

Metropoliten Polisi Terörle Mücadele Birimi Şefi Amir Dominic Murphy şunları söyledi: 

Bu soruşturma kapsamında İngiltere genelinde bir dizi gözaltı ve arama yapıldı. Soruşturma Londra'dan yönetilse de Terörle Mücadele Polisi ağı bu faaliyetin engellenmesinde hayati bir rol oynadı ve soruşturmanın başından bu yana Kraliyet Savcılık Servisi'yle yakın çalıştık. Bu suçlar endişe verici olsa da kamuoyunu kendilerine yönelik daha büyük bir tehdit olduğuna inanmadığımızın güvencesini vermek isterim. Bu soruşturma halen sürüyor ancak dava açıldığına göre, halkı bu davayla ilgili daha fazla spekülasyon yapmamaya ya da yorumda bulunmamaya çağırıyorum.

Metropoliten Polisi Terörle Mücadele Birimi görevlilerinin yürüttüğü soruşturma kapsamında toplam 11 kişi gözaltına alındı.

Yetkililer, 8 erkek ve bir kadının 1 Mayıs'ta Yorkshire bölgesinde, bir erkeğin Londra'da ve bir başka erkeğin de ertesi gün yine Yorkshire bölgesinde gözaltına alındığını söyledi.

Bu kişiler Londra'nın merkezindeki bir polis karakolunda ve West Midlands'teki bir polis karakolunda tutuldu. 11 kişinin tamamı Ulusal Güvenlik Yasasının 27. bölümü uyarınca gözaltına alındı.

Kendilerine suç isnat edilmeyen 7 erkek ve bir kadın 10 Mayıs'ta ya da öncesinde serbest bırakıldı.

Independent Türkçe


Kovid-19 aşılı kalp hastalarının aşısızlardan uzun yaşadığı gösterildi

Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
TT

Kovid-19 aşılı kalp hastalarının aşısızlardan uzun yaşadığı gösterildi

Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))
Dünya çapında yaklaşık 64 milyon kişi kalp yetmezliğinden muzdarip (Reuters))

Kovid-19 aşısı yaptıran kalp yetmezliği hastalarının yaptırmayanlardan daha uzun yaşadığı tespit edildi. 

Daha önceki çalışmalarda Kovid-19'un kalp yetmezliği hastalarında daha kötü etkiler yaratmasının yanı sıra aşının kalp damar hastası kişilere uygulanmasının güvenli olduğu bulunmuştu. 

Yakın zamanda yapılan başka bir araştırmada da Kovid-19 aşılarının, kalp yetmezliği riskini yüzde 55 ve enfeksiyonun ardından kan pıhtılaşması riskini yüzde 78 azalttığı saptanmıştı.

Avrupa Kardiyoloji Derneği'nin 11-14 Mayıs'ta Portekiz'de düzenlenen 2024 Kalp Yetmezliği toplantısında sunulan yeni araştırmadaysa aşının bu hastalıktan muzdarip kişilerin yaşam süresi üzerindeki etkisi incelendi. 

Güney Kore'den 18 yaş ve üstü 651 bin 127 kişinin verisini inceleyen araştırmacılar katılımcıların aşı durumu ve bunun çıktıları hakkında bilgi edinmek için Kore Ulusal Sağlık Sigortası Hizmeti'nin veri tabanından yararlandı. Araştırmaya dahil edilen kişilerin ortalama yaşı 69,5'ti.  

İki veya daha fazla doz Kovid-19 aşısı yaptıranlar aşılanmış; hiç aşı olmayan veya bir doz yaptıranlarsa aşılanmamış diye tanımlandı. Katılımcıların yüzde 83'ü ilk kategorideydi. 

Araştırmacılar daha isabetli bir sonuç elde etmek adına yaş, cinsiyet, sosyoekonomik durum ve diğer hastalıklar gibi faktörlere göre katılımcıları eşleştirdi. 

6 aylık bir takip süresinin sonunda aşılanmış kalp yetmezliği hastalarının herhangi bir sebepten ölme ihtimalinin yüzde 82 daha düşük olduğu kaydedildi. Ayrıca aşılanmamış hastalara göre kalp yetmezliğinden hastaneye kaldırılma riskleri de yüzde 47 daha düşük çıktı. 

Araştırmanın yazarlarından Dr. Kyeong-Hyeon Chun "Kalp yetmezliği hastaları, sağlıklarını korumak için Kovid-19'a karşı aşı yaptırmalı" diye çağrıda bulunarak şöyle ekliyor: 

Bu, kalp yetmezliği hastalarından oluşan geniş bir popülasyonda Kovid-19 aşısının etkinliğine ilişkin ilk analizi sunan ve aşılamanın açık bir faydasını gösteren ilk çalışma. 

Öte yandan Dr. Chun bulguların bütün kalp yetmezliği hastaları için geçerli olmayabileceğinin altını çizerek şöyle ekliyor:

Durumu stabil olmayan hastalarda aşılamanın riskleri göz önüne alınmalı.

Ayrıca Güney Kore'de yürütülen bu çalışmanın sonuçları, dünyanın başka yerlerindeki kalp hastalarına uyarlanamayabilir. Araştırmanın takip süresi de aşının uzun vadeli etkilerine ışık tutmada yetersiz kalıyor. 

Bu sepeblerden dolayı Kovid-19 aşısı olmayı düşünen kalp yetmezliği hastalarının doktorlarına danışmasında fayda var.

Independent Türkçe, Earth, Avrupa Kardiyoloji Derneği, ABC News


Doğum oranları dünyayı alarma geçirdi: Demografik kış geliyor

Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
TT

Doğum oranları dünyayı alarma geçirdi: Demografik kış geliyor

Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)
Pek çok ebeveyn, çocuklarına zaman ve para ayırmakta zorlandığını söylüyor (Unsplash)

Geçen hafta Güney Kore Devlet Başkanı Yoon Suk Yeol, ülkedeki düşük doğum oranlarına ilişkin sorunların çözümü kapsamında bir bakanlık kurmayı planladıklarını söyleyerek dünyada gündem oldu. Güney Kore, 2023'te 0,72'yle en düşük doğum oranına sahip ülkeler arasında ilk sıraya yerleşse de bu sorun küresel. 

ABD'nin Wall Street Journal (WSJ) gazetesi, üreme hızının düşmesinin niye endişe yarattığını bugünkü haberinde işledi. Mevcut doğum oranlarının dünya nüfusunu korumaya yetmeyebileceği vurgulandı. 

Zengin ülkelerin yanı sıra gelişmekte olanlarda da oran düşüyor. Hindistan, nüfus bakımından Çin'i geçse de halihazırdaki doğum oranının ikame seviyesinin altında kaldığı yani ülkenin mevcut nüfusunun korunamayacağı bildiriliyor. 

Pensilvanya Üniversitesi'nden demografi uzmanı Jesús Fernández-Villaverde, "Demografik kış geliyor" diyor. 

Pek çok nüfus bilimci, 40 yıl içinde dünya nüfusunun düşmeye başlayacağını tahmin ediyor. Bu durum tarihte çok az yaşandı. 

2017'de küresel doğum oranı 2,5'ti. Birleşmiş Milletler (BM) 2,4'e düşüşü 2020'lerin sonlarında beklerken 2021'de 2,3 görüldü. Küresel ikame oranı 2,2 olarak kabul ediliyor. 

BM'nin yeni rakamları açıklamaması üzerine harekete geçen Fernández-Villaverde geçen sene oranın 2,1-2,2 civarında olduğunu tahmin ediyor. Bu da küresel ikame oranının tarihte ilk kez yakalanamadığını ortaya koyuyor. 

Washington Üniversitesi Sağlık Ölçüm ve Değerlendirme Enstitüsü, dünya nüfusunun 2061'de 9,5 milyarla zirveyi gördükten sonra düşeceğini öngörüyor. 

İkinci demografik dönüşüm başladı mı?

18. yüzyılda endüstrileşmeye başlayan ülkelerde de doğum oranlarının azaldığına işaret eden tarihçiler, o zamandan sonra bir kere daha demografik dönüşümün başlamış olabileceğini söylüyor.

İlk demografik dönüşümde kadınların işgücüne katılımı, çocuk ölüm oranlarının azalması ve ortalama hayat süresinin artmasıyla birlikte çok sayıda çocuk doğurma isteğinin azaldığını vurguluyorlar. 

Halihazırda yaşandığı savunulan ikinci demografik dönüşümdeyse evlilik ve ebeveynliğe verilen önemin azaldığı, çocuk sahibi olmamanın normalleştirildiği bildiriliyor.

Maryland Üniversitesi'nden Melissa Kearney şöyle anlatıyor: 

İnsanların kariyer inşası, boş zaman faaliyetleri, ev dışındaki ilişkilere zaman ayırma gibi tercihleri varsa çocuk yetiştirmekten uzaklaşmaları daha muhtemel oluyor.

Çocuklara zaman ve para ayırmanın güçlüğü, ekonomik krizlerle birleşince üreme kararı daha da zorlaşıyor. 

Küresel Yaşlanma Enstitüsü Başkanı Richard Jackson, düşük doğum oranı döngüsüne girildiğinde toplumun normlarının da değiştiğini vurguluyor:

Çevrenizdekilerin daha az çocuk yaptığını gördüğünüzde tüm toplumsal iklim değişiyor.

Liderlerin çabaları yetersiz mi?

Siyasetçiler de işgücü arzındaki azalmanın ekonomik büyümeyi de yavaşlatacağını ve daha düşük emekli maaşlarının daha da az çocuğa yol açacağını düşünerek endişeleniyor. "ABD, Çin ve Rusya gibi ülkelerin nüfusları düşerse süpergüç olarak kalabilecekler mi?" sorusu da tartışılıyor. 

Eski ABD Başkanı Donald Trump, Macaristan Başbakanı Viktor Orban, iş insanı Elon Musk, Japonya Başbakanı Fumiyo Kişida, İtalya Başbakanı Giorgia Meloni gibi pek çok nüfuzlu kişi, doğum oranlarının düşüklüğüne dikkat çekiyor. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da meseleye uzun süredir dikkat çekerek "en az üç çocuk" yapma çağrısında bulunuyor. Konuyla ilgili adımların ne kadar etkili olduğuysa tartışmalı. 

Doğum oranlarını artırmak için en uzun süredir çabalayan ülkelerden Japonya, 1990'ların başında 1,5 rakamını gördü. 

Ebeveyn izni gibi üremeye dair teşvikler pek de işe yaramış sayılmaz. Rakamlar 2005'te 1,26; 2015'te 1,45; 2022'deyse 1,26 oldu. Gelişmiş ülkelerde ikame oranı 2,1 olsa da bu rakama hiç yaklaşılamadı. 

Bu sene Japonya'da hane gelirinden bağımsız olarak çocuk yardımı, üç çocuğu olanlara ücretsiz lise eğitimi ve ücretli ebeveyn iznini kapsayan bir program daha başlatıldı. Ancak muhalefet sorunun para değil zaman olduğunu söylüyor. Haftada 4 gün çalışmanın bu işi çözebileceğini söyleyenler var. 

Demografi-göç ilişkisi

Gelişmiş ülkelerde düşen nüfusun göçle idare edilmesi fikri pek çok açıdan sorunlu. 

Birincisi göç veren ülkeler, kalifiye elemanlarını kaybediyor. Ancak son göçmen dalgalarında niteliksiz işçiler gelişmiş ülkelere gitti. 

Bu da ikinci sorunu büyütüyor: Gelişmiş ülkelerdeki siyasi ortam göçmen karşıtlığına doğru gidiyor. 

Nüfusun azaldığı yerlerin hayalet kasabalara dönmesi de bir başka mesele. 

Papa: İnsan hayatı bir sorun değil, hediyedir

Vatikan Devlet Başkanı Papa Francis de geçen hafta İtalya'da düzenlenen ve doğum oranlarındaki düşüşün ele alındığı bir konferansta bu konuya değinmişti. Katoliklerin ruhani lideri, Avrupa'da düşen doğum oranlarına uzun vadeli çözümlerle yaklaşılması gerektiğini, Yaşlı Kıta'nın doğumlardaki düşüş nedeniyle giderek "daha yaşlı bir kıtaya" dönüştüğünü söylemişti.

Doğum kontrol uygulamalarını eleştiren Papa, şu ifadeleri kullanmıştı: 

Bir demografi uzmanının bana söylediği gibi şu anda en fazla gelir getiren yatırımlar, silah fabrikaları ve doğum kontrol ilaçları. Biri hayatı yok ediyor, diğeri engelliyor. Sorun karmaşık ancak bu, konuyu ele almamak için bir mazeret olamaz ve olmamalıdır. İnsan hayatı bir sorun değil, hediyedir. Dünyadaki kirliliğin ve açlığın temelinde doğan çocuklar değil, sadece kendini düşünenlerin tercihleri ve materyalizm ile tüketim çılgınlığı vardır.

Papa ayrıca, annelerin çalışma hayatı veya çocuklarına bakma arasında seçim yapmak zorunda kalmamaları için çaba gösterilmesi gerektiğini belirtmişti. Francis, bunun için genç çiftlere iş güvencesi sağlanması ve onların ev alma gibi zorluklardan kurtarılması gerektiğini kaydetmişti.

Independent Türkçe


Hangi endişeler Mısır-İran ilişkilerinin “tamamen normalleşmesini” engelliyor?

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
TT

Hangi endişeler Mısır-İran ilişkilerinin “tamamen normalleşmesini” engelliyor?

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi (AFP)

İbrahim Mustafa

Mısır ve İran, yaklaşık 45 yıldır kopuk olan iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri normale dönebilecek ‘ortak bir nokta’ bulmak amacıyla çabalarına hız kazandırdı. İki ülkenin yetkilileri arasındaki temaslar son 18 ayda sıklaşırken iki ülkenin dışişleri bakanlıkları ilişkileri normalleştirmek için bir ‘yol haritası’ üzerinde çalışıyorlar.

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) tarafından 4-5 Mayıs tarihlerinde Gambiya’da düzenlenen 15. İslam Zirvesi sırasında Mısır ve İran dışişleri bakanları arasında yapılan görüşme, iki ülke arasındaki yakınlaşmanın son sinyali olarak değerlendirildi. Mısır Dışişleri Bakanlığı tarafından 4 Mayıs'ta yapılan açıklamada tarafların Mısır ve İran cumhurbaşkanlarının daha önce verdikleri direktifler doğrultusunda ilişkilerin normalleştirilmesi amacıyla çözüm bekleyen tüm önemli konuları ve meseleleri ele almak üzere istişarelere devam etmede mutabık kaldıkları belirtildi. Öte yandan İran Dışişleri Bakanı Emir Hüseyin Abdullahiyan, Mısırlı mevkidaşıyla yaptığı görüşmeden günler sonra Kahire ve Tahran'ın ‘iki ülke arasındaki diplomatik ilişkileri normal seyrine döndürme yolunda olduğunu’ söyleyerek daha net bir açıklamada bulundu.

Geçtiğimiz yıl Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi arasında yapılan görüşmeyle en üst düzeye taşınan iki ülke arasındaki yetkililer arasında kamuoyu önünde gerçekleşen görüşmeler henüz 1990'lı yılların başlarından bu yana maslahatgüzar düzeyinde seyreden ilişkilerin düzeyini yükseltecek resmi bir açıklamaya dönüşmedi. İki ülke arasındaki ilişkiler, Mısır'ın 1979 yılında İsrail ile imzaladığı barış anlaşmasının ardından kopmuştu.

Örtüşen çıkarlar

Kısa bir süre önce BRICS’e katılan iki ülkenin birçok dosyada birbiriyle örtüşe çıkarları bulunuyor. Mısır Planlama ve Ekonomik Kalkınma Bakanı Dr. Hala es-Said’e göre Mısır’ın döviz gelirleri, Husilerin Kızıldeniz'deki silahlı eylemlerinden etkilendi. Çünkü Husilerin bölgedeki eylemleri Süveyş Kanalı’nın gelirlerinde yüzde 50’lik bir düşüşe neden oldu. Süveyş Kanalı’nın gelirleri geçtiğimiz nisan ayında 575 milyon dolar oldu. Geçtiğimiz yılın aynı döneminde bu rakam 904 milyon dolardı.

Husiler geçtiğimiz kasım ayında, ‘Gazze halkına destek’ iddiasıyla İsrail limanlarına giden ticari gemilere saldırılar düzenlemişti. Husilerin saldırıları, büyük nakliye şirketlerinin Kızıldeniz’i ve Süveyş Kanalı'nı kullanmaktan kaçınmasına ve bunun yerine Ümit Burnu rotasını tercih etmesine yol açtı.

Küresel ticaretin yüzde 12'si ve konteyner taşımacılığının yüzde 30'u Süveyş Kanalı üzerinden yapılıyor. Süvey Kanalı’nın 2022-2023 mali yılındaki geliri 9,4 milyar dolardı.

Bölgesel zorluklar

Eski Mısır Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Büyükelçi Cemal Beyumi, Ortadoğu'da devam eden kaosun yanı sıra Libya, Sudan, Suriye, Filistin ve diğer krizlerin gölgesinde İslam ülkeleri arasında mevcut zorluklarla koordineli bir şekilde başa çıkma çabası çerçevesinde Kahire ve Tahran'ı birbirine yaklaştırdığını düşünüyor.

The Independent Arabia’ya açıklamalarda bulunan Beyumi, Mısır’ın merhum Cumhurbaşkanı Enver Sedat döneminde, İsrail ile barış anlaşmasının ardından ‘kibirli tutumu’ nedeniyle ilişkileri koparanın önce İran olduğuna dikkat çekti. Aralarındaki ilişkileri normale döndürmenin ve Ortadoğu'nun iç işlerine dışarıdan müdahaleyi önlemek için aralarında koordinasyon sağlamanın her iki ülkenin de çıkarına olduğunu vurgulayan Mısırlı eski yetkili, şu an iki ülke arasındaki ilişkilerin maslahatgüzar düzeyinde olmasına rağmen, her iki ülkenin yetkilileri tarafından yapılan açıklamaların ‘olumlu olduğunu ve her birinin diğerini kardeş ülke olarak tanımladığını’ söyledi.

Kahire ve Tahran arasında tam normalleşme ve büyükelçi atama için halihazırda diplomatik iletişim düzeyinde zemin oluştuğundan sadece takvim konusunda bir anlaşmaya ihtiyaç duyulduğunu belirten Kahire ve Tahran'daki diplomatik misyonların başındaki kişilerin unvanları ‘maslahatgüzar’ olmasına rağmen, her zaman yüksek nitelikli ve deneyimli diplomatların seçildiğine dikkati çekti.

Yakınlaşmanın ayak sesleri

Mısır-İran yakınlaşmasının ayak sesleri, Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri'nin 2022 yılının kasım ayında Şarm eş-Şeyh’te düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 27. Taraflar Konferansı (COP27) oturum aralarında İran Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve Çevre Koruma Kurumu Başkanı Ali Selaceke ile bir araya gelmesiyle duyulmaya başladı.

Bu görüşmeden bir ay sonra Cumhurbaşkanı Sisi, Ürdün'de düzenlenen 2. Bağdat İşbirliği ve Ortaklık Konferansı Genel Oturumu sırasında İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile ‘ayaküstü’ bir araya geldi. Bu görüşmenin peşinden Abdullahiyan, Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani tarafından Mısır-İran diyaloğunun başlatılması önerisinde bulunduğunu açıkladı.

Mısır ile ilişkilerin ciddi ve karşılıklı gelişime ve açıklığa tanıklık edeceğini umduğunu ifade eden Abdullahiyan, Kahire ile ilişkilerin İran'ın dış politikasının öncelikleri arasında yer aldığını vurguladı. Abdullahiyan ayrıca ikili ilişkilerin düzeyini yükseltmek için çaba sarf eden ve iki ülkeyi teşvik eden adı açıklanmayan ülkeler olduğunu da belirtti. Basında yer alan ve bu ülkelerin Umman ve Irak olduğu belirtilen haberlere göre her iki ülke de Mısır ve İran arasındaki soğukluğun giderilmesinde rol oynuyor.

Ancak İran'ın iyimserliğine Mısır'dan sert bir yanıt geldi. Mısır Dışişleri Bakanı Samih Şukri Mısır-İran ilişkileriyle ilgili olarak basında yer alan haberleri yalanlarken ‘bu haberlerin gerçekle hiçbir ilgisi olmadığını’ söyledi.

İki ülkenin dışişleri bakanı geçtiğimiz eylül ayında New York'ta BM Genel Kurulu çerçevesinde bir araya geldi. Bundan birkaç gün sonra da iki ülkenin maliye bakanları Asya Altyapı Yatırım Bankası (AIIB) toplantısı çerçevesinde Şarm eş-Şeyh'te bir araya geldi.

İran Meclis Başkanı Muhammed Bakır Kalibaf, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin ev sahipliğinde 22-24 Ağustos 2023’te düzenlenen 15. BRICS Zirvesi oturum aralarında Mısır Meclis Başkanı Hanefi Cibali ile bir araya geldi. İki ülke arasındaki yakınlaşma, 2023 yılının kasım ayında Riyad'da düzenlenen ortak Arap-İslam zirvesi öncesinde Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ve İran Cumhurbaşkanı Reisi'nin bir araya gelmesiyle sonuçlandı.

Öncelik ekonomi

İran işleri uzmanı Ahmed Faruk, İran ve Mısır arasında halihazırda ‘çıkarların gözetilmesi düzeyinde’ ilişkiler olduğunu belirtti. Temsil düzeyinin büyükelçilik seviyesine çıkarılması için müzakerelerin sürdüğünü söyleyen Faruk, “Temsil düzeyinin büyükelçilik seviyesine çıkarılması, ilişkilerin tam olarak normalleşmesinin ve ilişkilerin normalleşmesinin birincil amacı olan ekonomik ve ticari alanlarda iş birliğinin, ardından Mısır'ın Ortadoğu bölgesindeki güvenlik ve askeri ağırlığı nedeniyle güvenlik ve askeri alanda iş birliğinin önünü açacak” dedi. İran işleri uzmanı, iki ülkenin Bağlantısızlar Hareketi ve BRICS başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası örgütlerde siyasi koordinasyonun da artacağına dikkati çekti.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia’dan aktardığı değerlendirmede İran'ın her zaman Mısır'ın medeniyet, kültür ve Ortadoğu’daki ağırlığı bakımından kendisine denk olduğunu söylediğini belirten Faruk, bu durumun Mısır’ın şüpheyle yaklaşması ve ulusal güvenliğini tehdit edebilecek İran’ın kültürel ve ideolojik yönelimleri sebebiyle ilişkilerin tam anlamıyla normalleşmesinin önündeki engellerden biri olduğunu vurguladı.

İran Dışişleri Bakanı Kemal Harazzi, kısa bir süre önce yaptığı açıklamada, eski Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek döneminde, dönemin Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Mahir ile İki ülke arasındaki güvenlik sorunları ve siyasi anlaşmazlıklar çözüldükten sonra ilişkilerin seviyesinin yükseltilmesi için hazırlık amacıyla bir ortak bildiriye vardıklarını, ancak Kahire'deki güvenlik servislerinin bunun duyurulmasını engellediğini açıklamıştı. Harrazi, dolayısıyla iki ülke ilişkilerinin normalleşmesini engelleyen siyasi meseleler ve güvenlik sorunları olduğunu belirtmişti.

Güvenlik alanındaki gelişmeler

İlişkilerin tamamen normalleşmesinin ortak çıkar alanlarında ve Filistin meselesi ve Gazze’deki savaş gibi her iki tarafı da ilgilendiren konularda daha fazla koordinasyon yapılması anlamına geldiğini söyledi. Faruk’a göre bunun yanında Mısır, İran'ın söz sahibi olduğu Irak, Suriye ve Lübnan gibi ülkelerde değişen oranlarda varlık göstermeyi ve her şeyden önce Husilerin Kızıldeniz'deki silahlı eylemlerinden kaynaklanan ve Süveyş Kanalı'nda seyrüseferi etkileyen zorlukları ele almayı istiyor. Bölgedeki son gelişmelerin iki ülkenin ilişkilerin seviyesini yükseltme isteğini arttırdığını belirten İran işleri uzmanı, “Ancak güvenlik ve kültür alanlarıyla ilgili endişelerin giderilmesi ve iki tarafın bu alanlarda koordinasyon mekanizmalarına ne ölçüde ulaşabildiği de tam normalleşmede rol oynuyor” diye konuştu.

Öte yandan İsrail basınında yer alan haberlere göre Kahire ve Tahran arasında son dönemde gelişen yakınlaşma İsrail'i endişelendirdi. İsrail merkezli Yediot Ahronot gazetesi, geçtiğimiz ocak ayında, “Mısır ve İran Gazze'deki savaş kisvesi altında yakınlaşıyor” başlıklı bir haber yayınladı. Haberde Tel Aviv ‘ilerleyen Mısır-İran yakınlaşması’ konusunda uyarıldı.

İranlı siyaset bilimci İmad Abşinas, The Independent Arabia’ya daha önce yaptığı bir açıklamada, Kahire ve Tahran’ın ilişkilerin tamamen normalleştiğini resmen ilan etme aşamasına gelememesini, Kahire’nin ABD ve İsrail'den bu adımı atmaması için ciddi siyasi baskı görmesinden kaynaklandığını belirtmişti. Abşinas, bu baskıların ‘bir süredir devam ettiğini ve Gazze’deki savaşın patlak vermesinden sonra bölgedeki mevcut durumun bir sonucu olmadığını’ da sözlerine eklemişti.

Tartışma noktaları

İran, Mısır’ın 1979 yılında İsrail ile barış anlaşması imzalaması ve aynı yılın başlarında gerçekleşen devrimle iktidardan düşürülen Şah Muhammed Rıza Pehlevi'yi kabul etmesinin ardından Mısır ile diplomatik ilişkilerini kesmişti.

Mısırlı ve İranlı yetkililer arasında 1990'ların başında uluslararası forumlarda bazı görüşmeler gerçekleşti. Bu görüşmelerin sonucunda iki ülkenin diplomatik temsilcilikleri büyükelçilik seviyesine yükseltildi ve Mısır, İran'ın Mısır bankalarında dondurulan fonlarını serbest bıraktı.

Onlarca yıldan sonra Tahran'ı ziyaret eden ilk Mısır Cumhurbaşkanı olan eski Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler önemli ölçüde iyileşti. Ancak Mursi bu ziyareti, Tahran’da yapılan Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi'ne katılmak için gerçekleştirmişti. Aynı şekilde 2013 yılının nisan ayında dönemin İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad İİT Zirvesi için Kahire'yi ziyaret etti. Ahmedinejad, burada resmi törenle karşılandı.

Ancak bu ziyaretler diplomatik ilişkilerin yeniden başlatılması yönünde resmi bir karara dönüşmedi. Mısır’da 30 Haziran 2013’te başlayan darbe sürecinin ardından Mursi'nin iktidardan düşürülmesinden sonra Cumhurbaşkanı Sisi'nin 2014 yılında göreve başlama yemin törenine katılması için İran Cumhurbaşkanı'na yapılan resmi davet dışında herhangi bir gelişme olmadı ve ilişkiler yeniden çıkmaza girdi. Tahran, Sisi’nin yemin töreninde dönemin Dışişleri Bakan Yardımcısı olan mevcut İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan tarafından temsil edildi.


Hindistan'da seçimler dördüncü aşamaya girerken dini söylemler yoğunlaşıyor

Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
TT

Hindistan'da seçimler dördüncü aşamaya girerken dini söylemler yoğunlaşıyor

Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)
Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin maketini tutan bir adam (EPA)

Hindistan'da seçmenler bugün (Pazartesi) yedi hafta sürecek genel seçimlerin dördüncü aşamasında oylarını kullanırken, ekonomik eşitsizlikler ve dini bölünmeler üzerine seçim söylemleri yoğunlaştı.

Dünyanın en kalabalık ülkesinde yaklaşık bir milyar kişinin oy kullanma hakkına sahip olduğu yedi aşamalı seçimde oy verme işlemi 19 Nisan'da başladı. Oyların sayımı ise 4 Haziran'da yapılacak.

Başbakan Narendra Modi, Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi'ni (BJP) (Hindistan Halk Partisi) ana rakibi Hindistan Ulusal Kongresi (kısaca Kongre Partisi) de dahil olmak üzere yirmiden fazla muhalefet partisinden oluşan bir koalisyonla karşı karşıya getiren oylamada, Hindistan'da nadir görülen bir durum olan üst üste üçüncü dönemi kazanmaya çalışıyor.

xcs
Keşmir'in güneyindeki bir oy verme merkezinin dışında kimlik doğrulaması için bekleyen seçmenler (Reuters)

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre Modi'nin güçlü yardımcısı ve ülkenin İçişleri Bakanı Amit Şah oy verme işlemi başlarken yaptığı açıklamada, “Herkesi kararlı bir hükümet lehine oy vermeye çağırıyorum” şeklinde konuştu.

On eyalet ve bölgede 96 sandalye için yapılacak seçimler bugün yapılıyor. Seçimlerde yaklaşık 177 milyon kişi oy kullanma hakkına sahip. Sandalyelerin büyük bir kısmı BJP'nin ülkenin diğer bölgelerinde olduğu kadar güçlü olmadığı güney ve doğu eyaletleri Telangana, Andhra Pradesh ve Odisha'da bulunuyor.

İlk üç aşamadaki düşük rakamlar, güçlü bir merkezi sorunun olmadığı seçimde, seçmenlerin ilgisizliğine dair endişeleri artırdığı için katılım yakından takip ediliyor.

Sıcak havanın oy verme üzerindeki etkisi de takip ediliyor. Zira ülkenin pek çok yerinde 40 derece ve üzerinde yüksek sıcaklıklar yaşanıyor.

sxdcfvgrtb
Telangana'da oyunu kullandıktan sonra parmağına mürekkep sürülen Hintli bir seçmen (Reuters)

Katılımın düşük olması, BJP ve müttefiklerinin kamuoyu yoklamalarında öngörülen ezici zaferi elde edip edemeyecekleri konusunda şüphelere yol açtı.

Analistler, düşük katılımın Modi'yi ilk aşamadan sonra kampanyasının seyrini değiştirmeye ittiğini ve odağını, ‘Kongre Partisi’ni yoksul kabile grupları ve Hindu kastları pahasına Müslüman azınlıklara yönelik refah yardımlarını genişletmeyi planlamakla suçlamaya’ kaydırdığını söylüyor.

Kongre Partisi ise böyle bir vaatte bulunduğunu reddetti ve Modi'nin katılım oranından rahatsız olduğunu söyledi. BJP ise bunu yalanladı.

dcfve
Srinagar'da bir oy verme merkezinde görevli güvenlik personeli (AFP)

Hindistan'ın 1,4 milyarlık nüfusunun yaklaşık yüzde 80'i Hindu olmakla birlikte, yaklaşık 200 milyon Müslümanın yaşadığı ülke, dünyanın üçüncü büyük Müslüman nüfusuna da sahip.

Anketler seçmenlerin en çok işsizlik ve artan fiyatlar konusunda endişe duyduğunu gösteriyor.

Rahul Gandhi liderliğindeki Kongre Partisi, Modi'nin 10 yıllık görev süresi boyunca servet eşitsizliğinin daha da kötüleştiğini savunarak, Hindistan'ın yoksul ve dezavantajlı kesimlerine yönelik temsil ve refah programlarını iyileştirmeyi amaçlıyor. Hükümet ise bu suçlamayı reddediyor.