Washington Ortadoğu’daki rolünün gerilemesini durdurabilir mi?

ABD politikası, İsrail nüfuzunun esaretinden uzaklaşmadığı sürece kafa karışıklığı ve bu karışıklığın bölgeye yansıması devam edecek   

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (AFP)
TT

Washington Ortadoğu’daki rolünün gerilemesini durdurabilir mi?

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (AFP)
ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken (AFP)

Muhammed Bedreddin Zayid

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, bölgesel beşinci turuyla bölgeye geri döndü. Böylece ülkesinin halen, bölgenin en zorlu çatışması olan Filistin-İsrail çatışmasının gidişatını etkileme konusunda diğer uluslararası taraflardan daha fazla araca ve fırsata sahip ana uluslararası aktör olduğunun altını çiziyor. Bu tur bize, ABD’nin tutumunu yansıttığı önceki dört turu da hatırlatıyor. ABD daha önce meseleye ilişkin tutumunu İsrail’e körü körüne desteği teyit etmek amacıyla yapılan ilk ziyaret, İsrail’in savaşının hedeflerine ulaşamayacağının anlaşılmasından kaynaklanan muğlak tutumlar ve Filistin devletinin kurulması ve iki devletli çözüm sloganının yeniden dillendirilmesi üzerinden sergilemişti.  

Medyada yer alan haberlere göre Blinken, şu üç ana hedefle geliyor: Rehine anlaşmasında ilerleme, ‘ertesi gün’ konusunda koordinasyon kurma ve bölgede gerilimin tırmanmasını önlemeye çalışma. Bu hedeflere daha sonra döneceğiz.

Aslında işaretler şunu gösteriyor: ABD’nin Ortadoğu’daki gerilemesinin tarihsel bir bağlamı var. Görünüşe bakılırsa bu gerilemeyi Washington dışında kimse durduramaz, ama Washington da aksine bu gerilemeyi hızlandırma yönünde ilerliyor.

ABD’nin bölgesel nüfuzu, Ağustos 1990’da Irak’ın Kuveyt’i işgalinin ardından doruk noktasına ulaştı. Yaklaşık altı ay sonra Kuveyt’i kurtarmak için bir savaşa girdiğinde Arap ve Batılı ülkelerin çoğu onunla müttefikti. Neredeyse tüm dünya onu destekliyor, Arap olanlardan ve olmayanlardan oluşan bir azınlık ise karşı çıkıyordu. Ardından bölgedeki nüfuzu her yönden pekişti ve bunu 2003 yılında Irak’a yönelik ahmakça bir işgalle, sonra da ‘Arap Baharı’ denen süreçte müttefik olan veya olmayan ülkelere yönelik müdahalelerle tamamladı.  

Tüm bu müdahaleler, aksi sonuçlar meydana getirdi. Mesela doğrudan müdahalenin en büyük örneği olan Irak’ta benzeri görülmemiş bir İran etkinliği doğurdu. Bugün ABD güçlerinin geri çekilmesinden bahsetmek, İran’la müttefik milislerin egemen olduğu mezhepçi bir Irak’ın son aşamasının kabul edilmesinden başka bir anlama gelmiyor. Aynı şey İran’ın nüfuzunun benzeri görülmemiş ve açıklamaya ihtiyaç hissettirmeyecek şekilde arttığı Suriye, Lübnan ve Yemen için de geçerli.

ABD politikasının kusuru

Diplomatik gözlemcileri ve siyaset bilimleri araştırmacılarını düşündüren mesele şu: Dış politikasını hayata geçirirken stratejik planlama ve rasyonel düşünme ilkelerini en çok uygulayan, dünyanın en büyük ülkesinin politikaları nasıl oluyor da istenen sonucun tam tersini veriyor?

ABD dış politikasının üretimi sürecindeki karmaşık donanımları, katılımcı kurumların çokluğunu, çalışma sistemlerinin ilerleme ve kurumsallaşma boyutunu ve en fazla yeteneğin ve zekânın nasıl seferber edildiğini herkes biliyor. Bu yüzden pek çok gözlemci, bunun bir tür komplo ve kasıtlı bir şey olduğunu varsayma eğilimi gösteriyor ve bu doğrultuda eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice gibi önemli isimlerin yaratıcı kaosa dair anlatılarını ve kavramlarını gündeme getiriyor.

Yine herkes, ABD’nin çatışmaları krizler yoluyla idare etme eğilimini de biliyor ve 1970’li yıllarda Kissinger’ın, Mısır-İsrail barışının ve ardından Mısır’ınkilerden daha uzun süren Arap adımlarının girişi olan Ekim Savaşı sonrasında yaptığı karmaşık düzenlemeleri hatırlıyor.

Bu düşünce biçimi cazip gelse de aslında ne ABD politikalarının sonuçlarını ne de Washington’ın bölgesel nüfuzundaki mevcut gerilemeyi açıklamada yeterli. Çünkü yine bilindiği üzere ABD politikasını yalnızca ulusal çıkara ilişkin değerlendirmeler değil, daha ziyade İsrail’in nüfuzuna ve etkisine ilişkin değerlendirmeler yönetiyor. Bu da bu politikayı aynı zamanda hem bir şeye hem de onun tam tersine ulaşmak üzere kafası karışık ve karmaşık yollara sevk ediyor.

İsrail’in İran tehdidine öncelik verdiğini söylemek, onun kendisi için çoğu zaman gerçek bir tehdit oluşturmayan Saddam Hüseyin rejimi tehdidinden onu İran’a teslim ederek kurtulmak istediği sözünü mantığa aykırı hale getiriyor. Yani ABD politikasının hedeflerinin tam tersinin gerçekleştiğini açıklarken komplo teorilerinin isabetliliğine tam olarak güvenmenin zor olduğu ortada.  

Üç hedef

Medya kaynaklarının, Blinken’ın üç hedefine dair söylediklerine dönecek olursak, rehinelere ilişkin ilk hedef haricinde diğer iki hedefin ABD politikasındaki kronik dengesizliği yansıttığını görürüz.

Mesela Blinken, ‘ertesi günden’ bahsediyor, ama Başkanı Biden’ın nihai bir uzlaşma ve iki devletli çözüm hakkında söylediklerini bile yeterince açık bir şekilde tekrarlamıyor. Halbuki bizzat kendisi (Blinken) de zaman zaman çekinerek buna işaret ediyor.

Aynı şey üçüncü hedef için de geçerli. Nitekim bir yandan ülkesinin Ortadoğu’daki savaşın kapsamını genişletmek istemediğini söylüyor, diğer yandan askerî operasyonlarını yoğunlaştırmak zorunda hissediyor.

ABD’nin rahatsız edici ve ciddiyetsiz davranışı, İsrail’in baskılarıyla ve Netanyahu ile aşırı İsrail sağının bu uzlaşmayı açıkça reddetmesiyle ilişkiliyse, tam bir savaş durumuna dönüşmesini istemediği askerî operasyonları gerçekleştirmesi de ABD politikasının ikilemlerinin ve devam eden askerî aksaklıklarının bir göstergesidir.  

Bilindiği gibi ABD, Ortadoğu’dan çıkmaya ya da çekilmeye karar vermişti. Bu, Irak’ta yapılan hatanın ve müdahalenin derinliğini fark eden Obama yönetiminin tutumuydu. Popülist Cumhuriyetçi Trump da benzer bir yaklaşım benimsedi.

Esas olarak Ortadoğu cephelerinde yapılan devasa askerî harcamaya ilişkin itirazdan ve Amerikan ekonomisini güçlendirmeye ve stratejik bir düşman olarak Çin’e odaklanmaya dönük derin bir arzudan kaynaklanan diğer sebeplerden dolayı Biden de Obama’nın yaklaşımını sürdürdü.

Her durumda savaş ilanına karşılık verilmemesi konusundaki parlamenter uzlaşı ABD’nin iki meclisinde de açıkça görülüyor. Afganistan’dan, hatta Irak’tan başlayarak hiçbirinin başarılı olduğuna dair bir kanıt bulunmayan askerî müdahalelerin ve Lübnan ile Somali’deki küçük düşürücü ufak müdahalelerin tekrarlanması problemi de buradan kaynaklanıyor. Bu müdahaleleri ve insani kayıpları artık kabul etmeyen kamuoyu da bu durumu zorlaştırıyor.

ABD kamuoyu

Sorun şu ki tüm bunlarda bu başarısızlığın sebebi konusunda Amerikan kamuoyuna gerçek bir müracaatta ya da soruşturmada bulunulmadı. Belki bazı entelektüel çevrelerde ve araştırma merkezlerinde bu yapıldı, ancak sadece yalanları ve gerçeğe aykırı hayali önermeleri duyan kamuoyundan uzak bir şekilde.

Asıl sebeplerin başında Washington’ın bölge ülkelerinin nesnel ve toplumsal koşullarını anlayamaması ve Washington’ın hem Almanya’da hem de Japonya’da başardıklarını tekrarlamanın İslam ve Arap dünyasında da tamamen uygulanabilir olduğu varsayımının yanlış olması geliyor. Afganistan’da bunu kısmen anladıktan sonra bile kaçamadığı bir dizi büyük hataya sürüklenmişti.

Tüm bunlardan daha da önemlisi şu ki başta Irak olmak üzere bu meselelerin yönetiminde İsrail’in etkisinin rolü, mezhepsel boyutların desteklenmesiyle ilgiliydi. Bu, İsrail’in bölgede mezhepçiliği körüklemeye yönelik tarihî vizyonu çerçevesinde gerçekleşti. Bu vizyon da İsrail’in bir Arap çevresinin ortasında bir başına kalmayacağı mezhepçi mozaikle karakterize edilmiş bir bölge tasavvur eden İsrail projesini teşvik etmenin ve desteklemenin bir parçasıydı. Bu noktada İsrail ile ABD, mezhepçiliği destekleme yönündeki bu kararlı eğilim ile her iki taraf için de son derece önemli olduğu varsayılan başka bir eğilim, yani İran’ı dizginleme arasında, kendi politikalarının boyutlarıyla çelişen bir ikilem içine düştüler.

Bu mevcut tabloya yol açan çelişkili düşünceler arasında ABD politikasının başarısızlığı bununla açıklanabilir. ABD politikası İsrail nüfuzunun esaretinden uzaklaşmadıkça ve eyleminin gerekçelerindeki çelişki ortadan kalkmadıkça Washington’ın politikasındaki kafa karışıklığı devam edecek ve bölgedeki konumunun sürekli gerilemesini durduramayacak.

 * Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan tercüme edilmiştir.



Netflix'in "Snyder evreni" sona mı eriyor?

Zack Snyder'ın iki kısımdan oluşan bilimkurgu serisi Rebel Moon'un başrolünde, Climax'le tanınan Cezayir asıllı Fransız aktris Sofia Boutella yer almıştı (Netflix)
Zack Snyder'ın iki kısımdan oluşan bilimkurgu serisi Rebel Moon'un başrolünde, Climax'le tanınan Cezayir asıllı Fransız aktris Sofia Boutella yer almıştı (Netflix)
TT

Netflix'in "Snyder evreni" sona mı eriyor?

Zack Snyder'ın iki kısımdan oluşan bilimkurgu serisi Rebel Moon'un başrolünde, Climax'le tanınan Cezayir asıllı Fransız aktris Sofia Boutella yer almıştı (Netflix)
Zack Snyder'ın iki kısımdan oluşan bilimkurgu serisi Rebel Moon'un başrolünde, Climax'le tanınan Cezayir asıllı Fransız aktris Sofia Boutella yer almıştı (Netflix)

Netflix'in "Snyder Evreni" sona mı eriyor? Yeni bir haber, platformdaki Zack Snyder projelerinin peş peşe rafa kaldırıldığını öne sürüyor.

Forbes'un aktardığına göre süreç Ağustos 2024'te, Snyder imzalı Ölüler Ordusu'nun (Army of the Dead) devam filminin ve animasyon türündeki yan projenin sessiz sedasız iptal edilmesiyle başladı. 

Yeni haberde iki projenin daha iptal listesine eklendiği iddia ediliyor: Yönetmenin yetişkinlere yönelik İskandinav mitolojisi dizisi Twilight of the Gods ve geçen yıl duyurduğu isimsiz aksiyon filmi.

Snyder'ın bilimkurgu macerası Rebel Moon – Part One: A Child of Fire, Aralık 2023'te yayımlanmış, ardından Nisan 2024'te ikinci film The Scargiver gelmişti. 

Olumsuz eleştirilere rağmen her iki yapım da izlenme listelerinde zirveye çıkmış, Netflix ayrıca iki filmin yönetmen versiyonlarını da yayımlamıştı.

Tanrılara kin güden bir savaşçıyı konu alan Twilight of the Gods ise Eylül 2024'te platforma gelmişti. Yetişkinlere yönelik bu animasyon dizisinde Snyder, İskandinav mitolojisine cüretkar ve kanlı bir bakış getiriyordu. Olumlu yorumlara karşın dizinin ikinci sezonu için onay çıkmadığı belirtiliyor.

Öte yandan Snyder, Netflix dışında da çalışmalarına devam ediyor. Yönetmenin "tutku projesi" diye tanımladığı The Last Photograph adlı filmi halihazırda yapım aşamasında. 

Ayrıca Snyder'ın 2006 tarihli epik aksiyon filmi 300 Spartalı'ya (300) dayanan bir dizi de geliştirme aşamasında. Ancak bu projenin Netflix'te yayımlanması beklenmiyor.

Independent Türkçe, Forbes, GamesRadar


Sydney Sweeney'nin yeni filmine ilk yorumlar: Nefes kesici

Zengin çift Nina ve Andrew'un yanında hizmetçilik yapmaya başlayan Millie rolünde, Euphoria'daki performansıyla iki kez Emmy'ye aday gösterilen 28 yaşındaki Sydney Sweeney var (Starz Entertainment)
Zengin çift Nina ve Andrew'un yanında hizmetçilik yapmaya başlayan Millie rolünde, Euphoria'daki performansıyla iki kez Emmy'ye aday gösterilen 28 yaşındaki Sydney Sweeney var (Starz Entertainment)
TT

Sydney Sweeney'nin yeni filmine ilk yorumlar: Nefes kesici

Zengin çift Nina ve Andrew'un yanında hizmetçilik yapmaya başlayan Millie rolünde, Euphoria'daki performansıyla iki kez Emmy'ye aday gösterilen 28 yaşındaki Sydney Sweeney var (Starz Entertainment)
Zengin çift Nina ve Andrew'un yanında hizmetçilik yapmaya başlayan Millie rolünde, Euphoria'daki performansıyla iki kez Emmy'ye aday gösterilen 28 yaşındaki Sydney Sweeney var (Starz Entertainment)

Hizmetçi (The Housemaid) için ilk tepkiler sosyal medyadaki yerini aldı; peki kitap uyarlaması bu gerilim filmi, Sydney Sweeney'nin son dönemdeki "başarısızlık serisini" sona erdirebilecek mi?

Euphoria'yla şöhrete uzanan yıldızın bu yıl izleyiciyle buluşan Eden, Christy ve Echo Valley gibi filmleri beklenen ilgiyi görmemişti.

Freida McFadden'in 2022 tarihli çok satan romanından uyarlanan Hizmetçi'de Sweeney, kusursuz görünen zengin bir ailenin yanında çalışmaya başlayan ve o mükemmel görüntünün ardındaki karanlık sırları keşfeden genç bir hizmetçiyi canlandırıyor.

ABD'de 19 Aralık'ta vizyona girmesi planlanan filme dair ilk yorumlar büyük oranda olumlu. Eleştirmenler filmi "çılgın ve karanlık", "şoke edici sürprizlerle, durmaksızın yükselen gerilimle dolu" bir gerilim diye değerlendiriyor. 

Sydney Sweeney ve Amanda Seyfried'in performansları ise övgülerin ortak noktası.

"Nutkunuz tutulacak"

ComingSoon'dan Jonathan Sim, "Hizmetçi'yi izleyince nutkunuz tutulacak" diye başladığı yorumunu şöyle sürdürdü: 

Şaşırtıcı, karanlık, çarpık bir gerilim. Sydney Sweeney, Amanda Seyfried ve Brandon Sklenar MUHTEŞEM. Karanlık ve nefes kesici bir hikayeye dönüşen bir film. Aklınızı başınızdan alacak.

Mama's Geeky'den Tessa Smith ise filmle ilgili değerlendirmesinde şu ifadelere yer verdi:

Hizmetçi delilik seviyesinde çılgın bir yolculuk! Kitaba son derece sadık bir uyarlama ama aynı zamanda romanı bilenler için eklenmiş ufak sürprizlerle dolu. Çığlık attım, tezahürat yaptım, şoke oldum! Amanda, Sydney ve Brandon birlikte inanılmazlar!

"Manipülasyon ve güç üzerine kurulu"

Popternative'den Christopher Gallardo, filmi "acımasız ve en iyi anlamıyla şaşırtıcı" diye niteledi: 

Sweeney ve Seyfried manipülasyon ve güç üzerine kurulu bu gerilimde olağanüstü bir iş çıkarıyor.

ScreenRant'den Tatiana Hullender, "Hizmetçi karanlık ama eğlenceli bir çılgınlık" diyerek ekledi: 

Amanda Seyfried kesinlikle dikkate alınması gereken bir güç ve her sahneyi mükemmel bir şekilde canlandırıyor. Filmin müzikleri ise büyük sürpriz.

Küçük Bir Rica (A Simple Favor) ve Ajan (Spy) gibi filmlerle tanınan Paul Feig'in yönettiği Hizmetçi, geçmişini ardında bırakıp yeni bir hayat kurmaya çalışan Millie'nin hikayesini anlatıyor. Millie, kısa süre sonra çiftin tehlikeli sırlar sakladığını öğreniyor. 

Oyuncu kadrosunda Sweeney ve Seyfried'in yanı sıra Brandon Sklenar ve üç Emmy adayı Elizabeth Perkins gibi isimler yer alıyor.

Hizmetçi, Türkiye'de 9 Ocak 2026'da vizyona girecek.

Independent Türkçe, ScreenRant, Comicbookmovie.com


Tarantino, Açlık Oyunları'na demediğini bırakmadı

Açlık Oyunları'nda kız kardeşi için hayatta kalma mücadelesi veren 16 yaşındaki Katniss Everdeen rolünde Jennifer Lawrence yer almıştı (Starz Entertainment)
Açlık Oyunları'nda kız kardeşi için hayatta kalma mücadelesi veren 16 yaşındaki Katniss Everdeen rolünde Jennifer Lawrence yer almıştı (Starz Entertainment)
TT

Tarantino, Açlık Oyunları'na demediğini bırakmadı

Açlık Oyunları'nda kız kardeşi için hayatta kalma mücadelesi veren 16 yaşındaki Katniss Everdeen rolünde Jennifer Lawrence yer almıştı (Starz Entertainment)
Açlık Oyunları'nda kız kardeşi için hayatta kalma mücadelesi veren 16 yaşındaki Katniss Everdeen rolünde Jennifer Lawrence yer almıştı (Starz Entertainment)

Quentin Tarantino, milyar dolar hasılatı aşan Açlık Oyunları (Hunger Games) serisi hakkında son derece sert açıklamalarda bulundu.

İki Oscar ödüllü yönetmen, Bret Easton Ellis Podcast'ine verdiği röportajda Açlık Oyunları'nın 2000 yapımı Japon filmi Ölüm Oyunu'nu (Battle Royale / Batoru Rowaiaru) "açıkça kopyalamakla" suçladı. 

Koushun Takami'nin 1999 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan Ölüm Oyunu, Tarantino'nun favori filmleri arasında sık sık gösterdiği yapımlardan biri.

Tarantino, "Japon yazarın Açlık Oyunları'nın yazarı Suzanne Collins'e neden dava açmadığını anlamıyorum" diyerek sözlerine başladı ve şöyle devam etti: 

Kitabı tamamen kopyalamışlar. Kitap eleştirmenleri Ölüm Oyunu'nu bilmediği için bu benzerliği fark etmedi. Hepsi Collins'in eserini 'şimdiye kadar okudukları en orijinal şey' diye övdü. Oysa filmi izleyen sinema eleştirmenleri hemen, 'Bu bildiğin Ölüm Oyunu'nun +13 versiyonu!' dedi.

İki eser arasındaki benzerlikler, 2012'deki ilk filmden beri gündemden düşmüyor.

Ölüm Oyunu, Japonya'da distopik bir gelecekte geçen ve totaliter bir hükümet tarafından birbirlerini öldürmeye zorlanan ortaokul öğrencilerini konu alan bir hayatta kalma hikayesiydi. 

Açlık Oyunları ise Panem adlı kurgusal ülkede her bölgeden seçilen iki gencin televizyon karşısında ölümüne mücadele ettiği distopik bir yarışmayı anlatıyor.

Açlık Oyunları kitaplarının yazarı Suzanne Collins ise daha önce iddiaları reddetmişti. 2011'de New York Times'a konuşan yazar, "Bu kitabı ya da yazarı hiç duymamıştım. Kitabım teslim edildikten sonra bana bahsedildi ve editörüme okuyup okumamam gerektiğini sordum. O da 'Hayır, o dünyanın kafanı karıştırmasını istemiyorum. Yaptığın şeye devam et' dedi" ifadelerini kullanmıştı.

Ölüm Oyunu 2000'de gösterime girdikten sonra 2003'te Battle Royale II: Requiem (Batoru rowaiaru II: Rekuiemu) geldi. 

Açlık Oyunları tarafında ise 2012'de başlayan seri 5 filmle devam etti. Serinin 6. filmi The Hunger Games: Sunrise on the Reaping ise 20 Kasım 2026'da vizyona girecek.

Independent Türkçe, Entertainment Weekly, Hollywood Reporter, Bret Easton Ellis Podcast, New York Times