Sınırları ilan edilmemiş olan bir devlet: İsrail

Gözlemcilere göre ufukta en asgari şartlarda dahi ‘bağımsız bir Filistin devletinin’ kurulmasına dair gerçek bir fırsat görünmüyor

Mescid-i Aksa'ya bakan Zeytin Dağı’nda kendi dini ritüellerine göre ibadet eden İsrailliler (AFP)
Mescid-i Aksa'ya bakan Zeytin Dağı’nda kendi dini ritüellerine göre ibadet eden İsrailliler (AFP)
TT

Sınırları ilan edilmemiş olan bir devlet: İsrail

Mescid-i Aksa'ya bakan Zeytin Dağı’nda kendi dini ritüellerine göre ibadet eden İsrailliler (AFP)
Mescid-i Aksa'ya bakan Zeytin Dağı’nda kendi dini ritüellerine göre ibadet eden İsrailliler (AFP)
Raghda Atma

İsrail'in siyasi sınırları dünya genelinde halen en çok tartışılan konulardan biri. Çünkü İsrail'in kurulduğu 1948 yılından bu yana resmi sınırları tam olarak ilan edilmiş değil.

İngilizlerin 11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’e girmeleri, yalnızca Filistin'de dört asır süren Osmanlı Devleti hakimiyetinin sonu ve İngiliz mandasının başlangıcı değil, dünyanın dört bir yanından Yahudilerin, dönemin İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour'un kendilerine verdiği Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma sözünün gerçekleşeceğinden ve böylece dünya haritasının, demografik yapının, anlatıların ve tarihin değişeceğinden emin oldukları belirleyici bir andı.

Bu andan sonra Yahudiler için stratejik bölgelerde kapalı topluluklar (gettolar) şeklinde, Yahudilerin daha önce yaşamadığı bölgelere yoğunlaşarak ve mümkün olan en geniş coğrafi alanı kapsayacak şekilde yerleşim birimleri inşa edilmesiyle dünya haritası da değişmeye başladı. Yahudiler için 1939 ile 1948 yılları arasında Kudüs, Beerşeba, Kuzey Necef (Negev) ve Gazze bölgesinde, iki milyar metrekareyi aşan bir alanda 79 yerleşim birimi inşa edildi.

İsrail'in siyasi sınırları dünya genelinde halen en çok tartışılan konulardan biri. Çünkü İsrail'in kurulduğu 1948 yılından bu yana resmi sınırları tam olarak ilan edilmiş değil.

Filistin’i bölme kararı

Yahudiler 1918 yılına kadar 240 milyon metrekarelik bir toprağa sahipti. Bu rakam o dönemde Filistin topraklarının yalnızca yüzde 1,56'sını oluşturuyordu. Ancak 1947 yılında Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu tarafından kabul edilen ve İngiltere’nin Filistin Mandası’nın sona ermesini ve bölgenin iki devlet arasında bölünmesini öngören Filistin’i bölme kararıyla o dönem nüfusun sadece üçte birini oluşturan ve toprakların yalnızca yüzde yedisine sahip olan Yahudilere, tarihi Filistin topraklarının yüzde 56'sından fazlası, yani 27 bin kilometrekareden fazla pay verildi.

fvf
Balfour Deklarasyonu ile ilgili onlarca yıl önce Filistin gazetesinde yayınlanmış bir haber (Independent Arabia)

Yahudiler için belirlenen bölge, Hayfa'dan Tel Aviv'in güneyine kadar olan kıyı ovası ile Taberiye Gölü, Celile Parmağı ve Necef Çölü dahil olmak üzere Doğu Celile'yi kapsayan, 14,1 bin kilometrekarelik bir alandı ve bölgede 498 bini Yahudi, 497 bini Arap olan bir nüfusa yaşıyordu.

Filistinlilere ise Mısır'a komşu çöl bölgesinin yanı sıra Batı Şeria, Batı Celile bölgesi, Akka ve Aşdod şehrinin kuzeyinden güneyde Refah'a kadar olan güney kıyısını kapsayan Filistin topraklarının yalnızca yüzde 43'ünü oluşturan 11,1 bin kilometrekarelik bir alan verildi. Kararda, Kudüs ve Beytullahim'in BM liderliğinde uluslararası bir yapı tarafından yönetilen şehirler haline gelmesi öngörülürken, 100 bini Yahudi olmak üzere 205 bin kişinin yaşadığı iki şehir ve kırsal bölgelerinin toplam yüzölçümü ise 117 kilometrekareydi.

Sızmayı engelleme

Araplar ve Filistinliler, Filistin’i bölme kararını reddettiklerini açıklamalarından kısa bir süre sonra Yahudileri Filistin topraklarından sürmek amacıyla ‘Kurtuluş Ordusu’nu kurdular. Yahudi liderliği 14 Mayıs 1948'de İngiltere’nin Filistin Mandası'nın sona ermesinin arifesinde İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etti. Haganah, Palmah, Irgun ve Stern (Lehi) gibi Yahudi örgütleri Filistinlilere karşı katliamlar gerçekleştirdi, yerlerinden etti ve topraklarına, evlerine ve mallarına el koydu. Mısır, Suriye, Irak ve Ürdün olmak üzere dört Arap ülkesinin ordularından oluşan ittifak, İsrail'e karşı ‘Filistin'in Kurtuluş Savaşı’ olarak bilinen savaşa girdi. Savaş, İsrail'in Necef, Celile ve Filistin topraklarının kuzeyinin tamamını ilhak etmesiyle sona ererken İsrail, Mısır’ın kontrolüne geçen Gazze dışında Filistin kıyılarının tamamını kontrol ettiği geniş alanlar elde etti.

Konut Hakları ve Tahliye Merkezi (Centre on Housing Rights and Evictions/CHORE) ve Filistin İkamet ve Mülteci Hakları Kaynak Merkezi (Resource Center for Palestinian Residency/BADIL) ortaklığında hazırlanan bir rapora göre İsrail, 1949 yılında Filistin topraklarının yaklaşık 20 bin kilometrekaresini kontrol ediyordu ve bu toprakların yüzde 90'ı bireysel ya da toplu olarak Filistinlilerindi.

Yine aynı rapora göre İsrail, 1954 yılında çıkardığı ‘sızmayı engelleme’ yasasıyla, ülke içinde yerinden edilen Filistinlilerin, söz konusu yasada belirtildiği üzere ‘izin almadan hareket ettiklerinin tespit edilmesi’ halinde ceza olarak çıkarıldıkları şehirlere, köylere ve mülklerine geri dönmelerini de engelledi.

İsrail'in Filistin’i bölme planını göz ardı ederek 1948 yılında Kudüs’ü işgal etmesi ve şehrin yüzde 84'ünü kontrol etmesiyle Batı Kudüs'te yaşayan yaklaşık 20 bin Müslüman ve Hıristiyan, sınır dışı edilip evlerinden sürüldüler ve bir daha geri dönemediler. Kudüs'ün 1948 sınırlarının geri kalan yüzde 4,5'i ‘tarafsız bölge’, yani tampon bölge ilan edildi.

En büyük değişiklik

İsrail’in kurulmasından yaklaşık yirmi yıl sonra 5 Haziran 1967 tarihinde İsrail ile Mısır, Suriye ve Ürdün arasında yalnızca altı gün süren savaşın galibi de İsrail oldu. Bu savaş sayesinde İsrail, Doğu Kudüs ile Batı Şeria'nın yanı sıra Suriye'nin Golan Tepeleri'nin büyük bir kısmını, Gazze Şeridi'ni ve Mısır’ın Sina Yarımadası’nı ele geçirdi. Böylece İsrail, 1948 yılındaki savaşta aldığı toprakların üç katından fazlasına denk gelen 69 bin 347 kilometrekarelik Arap topraklarını ele geçirerek askeri, siyasi ve ekonomik açıdan önemli sonuçlar elde etti. Ürdün cephesinde Doğu Kudüs dahil Batı Şeria'nın tamamını kontrol altına alan İsrail, 5 bin 878 kilometrekarelik bir alana nüfuzunu dayatırken Ürdün ile olan 650 kilometre uzunluğundaki sınırını 480 kilometreye indirdi.

İsrail, Suriye cephesinde toplam bin 860 kilometrekarelik alana sahip Golan Tepeleri'nin bin 158 kilometrekaresini ele geçirdi. Bunun üzerine Golan Tepeleri’nden yaklaşık 100 bin evlerini terk edip Suriye'ye kaçmak zorunda kaldı. Mısır cephesinde ise Sina Yarımadası'nı ele geçirmesi ve 61 bin 948 kilometrekarelik alanı kontrol etmesi, özellikle Golan Tepeleri, Ürdün Nehri ve Süveyş Kanalı'nın doğal coğrafi engeller oluşturmasından dolayı stratejik konumunu ve askeri manevra kabiliyetini geliştirmesine olanak sağladı.

u7mk
İsrail’in kontrol ettiği toprakların yıllar içindeki genişlemesini gösteren haritalar (Sosyal medya siteleri)

İsrail’in 1979 yılında Mısır’la yaptığı barış anlaşması çerçevesinde Sina Yarımadası'ndan çekilmesine ve 1994 yılında Ürdün'le Vadi Arabe Barış Anlaşması imzalamasına ve her iki ülkeyle sınırları çizilse de 1967 yılında Doğu Kudüs'ün kontrol altına alınması ve Batı Kudüs'ün ilhak edilmesi, Filistin-İsrail çatışmasının başlamasından bu yana görülen en büyük olay olmakla birlikte İsrailliler için eşi ve benzeri görülmemiş bir tarihi ve dini olaydı.

Filistin Dışişleri Bakanlığı’nın internet sitesine göre 1967’deki Altı Gün Savaşı’ndan sonra İsrail, Doğu Kudüs topraklarının yaklaşık yüzde 34'üne ‘kamusal alan olarak kullanmak üzere’ el koydu. İsrail, Doğu Kudüs'teki toprakların yüzde 53'ü ya Yahudi yerleşim birimlerine tahsis ederken ya da ‘yeşil alan’ olarak belirlerken Kudüs Belediyesi’nin yetki alanı içindeki arazilerin yüzde 1,3'ünü ilhak etti.

Filistinliler, Kudüs'ün doğusundaki topraklarının yüzde 13'ünde yaşayamaz ve inşaat yapamaz hale gelirken İsrail hükümetinin yetkileri 1980 yılında yayınlanan Temel Kanun’la Doğu Kudüs'ü de kapsayacak şekilde genişletildi. Bu ilhak girişimi, toprakların zorla ele geçirilmesine ilişkin uluslararası kararı ihlal ederken BM Güvenlik Konseyi (BMGK) tarafından bunun ‘yasal olarak geçerli olmadığı’ ilan edildi.

Coğrafi gerçekler

İsrail, 2005 yılında Gazze Şeridi’nden tek taraflı çekilmesine rağmen Gazze’ye havadan, denizden ve karadan uyguladığı ablukayı sürdürürken Suriye’nin Golan Tepeleri’ni ve uluslararası hukuka göre Doğu Kudüs de dahil Batı Şeria'yı halen kontrol ediyor. Araştırmalar, İsrail'in Batı Şeria'da 1967 yılından bu yana sürdürdüğü yerleşim faaliyetleri çerçevesinde, Batı Şeria'nın yaklaşık beş bin 760 kilometrekarelik alanının yüzde 40'ından fazlasına el koyarak yerleşim birimleri ve bunları birbirine bağlamak üzere 980 kilometre uzunluğunda çevre yolları inşa edildiğini gösteriyor.

Şu an İsrail’in Batı Şeria'daki yerleşim birimlerinin ve askeri üslerinin sayısı yaklaşık 471'e ulaşmış durumda. Bunlardan 151’i yerleşim birimi, 26’sı bu yerleşim birimlerine bağlı ileri karakol ve mahalle, 150’si pastoral ve tarımsal ileri karakol ve 140’ı sanayi, turizm, hizmet alanları ve kışlalar olarak sınıflandırılan altyapı tesisi.

İsrail, ayrıca Batı Şeria’nın yüzde 12'sinden fazlasını diğer bölgelerden izole eden ilhak ve genişleme duvarı da inşa ederken askeri kışlalar ve askeri eğitim alanları yapmak amacıyla Batı Şeria bölgesinin yüzde 18'ine el koydu. 1967 yılından bu yana yaklaşık 353 milyon metrekarelik Filistin topraklarına el koyan İsrailli yetkililer, bu toprakları ‘doğa rezervleri’ olarak sınıflandırdı.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1993 yılında İsrail'le barış sürecine dahil olmasına ve Oslo Barış Anlaşmaları çerçevesinde Filistin topraklarının bazı kısımlarını yönetecek Filistin Yönetimi’nin kurulmasına rağmen İsrail, birkaç gün önce Colonization & Wall Resistance Commission (CWRC) tarafından da onayladığı üzere buradaki kontrolünün kapsamını genişletmeye devam ediyor. Batı Şeria'daki yaklaşık 27 milyon metrekarelik araziye el koyan İsrail’in masasında buraya 52 yerleşim birimi kurulmasını öngören bir plan yatıyor. Gazze'deki savaşın başladığı 7 Ekim 2023 gününden bu yana 25 Filistinli topluluğu bölgeyi terk etmeye zorladı. Filistin Yönetimi'nin resmi verilerine göre İsrail'in fiili önlemler uyguladığı Filistin topraklarının toplam alanı 2 bin 380 kilometrekareyi bulurken Batı Şeria topraklarının toplam alanının yüzde 42'sini ve İsrail’in askeri yönetimine tabi C olarak sınıflandırılan toplam alanların yüzde 69'unu oluşturuyor.

Filistin meseleleri uzmanları ve gözlemciler, Filistinliler ile İsrailliler arasında siyasi bir çözüme dair umut ışığı olmaması ve İsrail’in hiçbir kısıtlama ya da sınırlama olmaksızın daha fazla araziye el koymaya devam etmesinin yanı sıra özellikle İsrail, Batı Şeria'nın büyük bir kısmının kontrolünü ele geçirdiği, C olarak sınıflandırılan askeri kontrolünü dayattığı bölgelerde yerleşim birimleri sayısını artırdığı ve Filistin Yönetimi’nin güvenliği tek başına sağlayamadığı şehir merkezlerini kısmen kontrol ettiği için ufukta en asgari şartlarda dahi ‘bağımsız bir Filistin devletinin’ kurulmasına dair gerçek bir fırsat görünmediğini düşünüyorlar.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrilmiştir.



İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
TT

İran’ın ikinci Rehberi, birinci Pehlevi deneyiminden ders çıkardı mı?

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)
İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney, Tahran’da düzenlenen İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında yaptığı konuşmanın ardından medya mensuplarına hitap etmek üzere kürsüye çıkıyor, 28 Haziran 2024 (AFP)

Sami Mubayyed

Başkent Tahran bugün İsrail ordusu tarafından acımasızca bombalanıyor. Bu şehir ilk kez bu tür şiddetli saldırılara maruz kalmıyor. Modern tarihinde daha önce de bombalanmıştı, ancak koşullar ve nedenler farklıydı. İran'daki tüm yaşlılar, 1941 yılının o kavurucu yazını hatırlar. O zamanlar çocuk olanlar, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası ile ilişkilerini kesmeyi reddeden Şah Rıza'yı caydırmak için İngiltere ve Sovyetler Birliği'nin askeri müdahalesine tanık olmuşlardı.

Şah Rıza, bu müdahaleden iki yıl önce İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde İran'ın tarafsızlığını ilan etti ve Birinci Dünya Savaşı'nda olduğu gibi uluslararası çatışmaların ülkesine sıçramasını istemedi. Ülkesi, çatışan tüm Avrupa ülkeleriyle, özellikle de fabrikaların ve demiryollarının yönetiminde uzmanlarına büyük ölçüde güvendiği Almanya ile sağlam ticari ilişkilere sahipti.

İngiltere, Adolf Hitler’in yönettiği Nazi Almanyası ile olan ilişkilerinden dolayı İran’a öfkelendi ve Şah’tan ülkedeki bin Alman uzmanı sınır dışı etmesini istedi, ancak o bunu yapmadı. İngiltere ilk uyarısını 19 Temmuz'da, ikincisini ise 17 Ağustos'ta yaptı. Fakat İran bu uyarıları da görmezden geldi. Bunun üzerine 25 Ağustos'ta İngiliz kuvvetleri Irak'tan İran'a girdi ve İran'ın başkentini bombaladı, Sovyet ordusu ise Tebriz ve İran’ın diğer şehirlerini bombaladı.

İran ordusu hızla çöktü ve Şah Rıza, tahtını 16 Eylül 1941'de Batı'nın talepleri karşısında daha uysal olacağına söz veren oğlu Muhammed Rıza Pehlevi'ye devretmek zorunda kaldı. Rıza Pehlevi, 1979'da İslam Devrimi onu devirene kadar sözünü tam olarak yerine getirdi. Babası Şah Rıza önce Mauritius adasına, ardından Güney Afrika'ya sürgün edildi ve 26 Temmuz 1946'da vefat etti. Oğlu ise 27 Temmuz 1980'de sürgün olduğu Mısır'da vefat etti ve Kahire'de toprağa verildi.

İran ile İsrail arasında 13 Haziran'da başlayan son çatışmayla Rıza Pehlevi'nin torunu, Taht-ı Tavus'un meşru varisi ve Ali Hamaney'in rejiminin düşmesi halinde İran'ın başına geçmesi beklenen şahı Rıza Pehlevi'nin adı yeniden gündeme geldi.

Şah Rıza mavi kan değildi. Ne Avrupa ne de dünyadaki hanedanlarla boy ölçüşebilirdi. Bu yüzden kendisi ve ardından gelen çocukları için özel bir hanedan kurdu ve ona ‘Pehlevi’ adını verdi. Bu, onun ailesinin adı değil, eski bir Farsça kelimeydi.

Birinci Şah Rıza

Rıza Han, 1789-1925 yılları arasında İran'ı yöneten Kaçar Hanedanlığı döneminde küçük bir subaydı. Sertliği ve soğukkanlılığıyla tanınırdı, ancak eğitimli değildi, daha çok bir dağ adamı gibiydi. Babasının (o da bir subaydı) aşırı yoksulluğundan kurtulup, İran'ı birçok alanda dünyaya açan büyük bir hanedanlık kurdu, ancak bu hanedanlık, Humeyni’nin İslam devrimi ile yıkıldı.

ı8ı
ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile İran Şahı Muhammed Rıza Pehlevi'nin İsviçre'de çekilmiş bir fotoğrafı, 18 Şubat 1975

İngiltere, 1919 anlaşmasıyla İran'da geniş siyasi haklar elde etti. Aynı zamanda 20 Şubat 1921'de Rıza Han'ın Şah Ahmed'e karşı yaptığı askeri darbenin arkasındaki ana itici güç olduğu düşünülüyor. Hukukçu Seyyid Ziyaeddin Tabatabai ile iş birliği yaparak onu başbakan olarak atadı, kendisi ise savunma bakanı olarak atanmadan önce genelkurmay başkanlığı görevini üstlendi. Ülkeyi perde arkasından yöneten Rıza Han, iki yıl sonra Şah'ı Avrupa'ya sürgüne gönderdi ve İran için istediği siyasi sistemi düşünmeye başladı. Rıza Han, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk'e hayrandı ve İran'ı bir cumhuriyete dönüştürmeyi ve onun ilk cumhurbaşkanı olmayı ciddi olarak düşünüyordu. Ancak dini kurumlar İslam dininin cumhuriyetleri tanımadığını ve uzun tarihinde sadece monarşi veya halifeliği tanıdığını söyleyerek bu eğilime karşı çıktı. İran parlamentosu 1925 yılının ekim ayında Kaçar Hanedanlığını düşürdü ve aynı yılın sonunda Şah Rıza ülkenin yöneticisi olarak ilan edildi ve 25 Nisan 1926'da taç giydi.

Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı.

Reformcu Şah

Yeni Şah, İran'ı gelişmiş bir ülkeye dönüştürmek istiyordu. Bu amaçla yargı, eğitim ve askeri kurumlarda iddialı bir reform programı başlattı. Alman disiplinine ve Alman sanayisine hayran olan Şah, Alman üniversitelerinde eğitim görmüş danışmanlarla çevresini donattı. Emniyet Teşkilatı’nı Savunma Bakanlığı'ndan alıp Savaş Bakanlığı'na bağladı. Hava Kuvvetlerini kurdu, donanmayı örnek bir şekilde geliştirdi ve subaylarını Fransız, İngiliz ve Alman askeri enstitülerinde uzmanlık eğitimleri almaları için bu ülkelere gönderdi. 1941 yılına gelindiğinde, Savunma Bakanlığı'nın genel bütçeden aldığı pay yüzde 30'a ulaşmış, zorunlu askerlik süresi iki yıla çıkarılmış ve ordu 1925'te 40 bin kişilik bir güce sahipken, 1940'ta 120 bini aşan bir güç olmuştu. Suçluları cezalandırmak, muhalifleri tutuklamak ve vergileri tahsil etmek için orduyu kullandı. Demir yumruk yönetimiyle tanınan Şah, kendisine destekleyenler de dahil olmak üzere tüm siyasi partileri yasakladı ve özel gazeteleri kapattı.

Şah döneminde eğitim yaygınlaştı ve devlet okulları uzak bölgelere yayıldı, Fransa'dan eğitim müfredatı getirildi ve bu müfredata Fars milliyetçiliği fikirleri aşılandı. Şah rejimi 1941 yılında devrilmeden önce, devlete ait 2 bin 300 ilkokulda okuyan erkek öğrenci sayısı 280 bine ulaşmıştı, 28 bin öğrenci de ortaokullarda eğitimlerine devam ediyordu. Politeknik Enstitüsü'nü kuran Şah, 1936 yılında Tahran Üniversitesi’nin kapılarını erkek ve kız öğrencilere açtı ve üniversite tıp, mühendislik, hukuk ve tarım bilimleri alanlarında uluslararası geçerliliği olan bilimsel diplomalar vermeye başladı.

Şah, bakanların ve subayların eşlerine başörtüsü yasağı getirdi. Bazen polisler, Şah'ın kararını reddeden kadınların başörtülerini zorla çıkarmak için müdahale ediyordu.

Kadınların özgürlüğü

Şah Rıza, İranlı kadınların eğitimli ve toplumda aktif olmasını istiyordu. Eğitimlerinin yanı sıra, kadınların devlet memuru olmasına, kafelere, restoranlara, otellere ve sinemalara girmesine izin verdi. En ünlü ve en cesur kararı, 1936 yılında Kum ve Meşhed'deki dini otoritelere karşı gelerek çadoru (İran'da kadınlar tarafından giyilen bir çarşaf) yasaklamasıydı. Bir molla (din adamı) camide oturma eylemi yaptı. Bunun üzerine Şah, caminin basılması talimatı verdi. Şah Rıza takvimler 8 Ocak 1936'yı gösterdiğinde başı açık haldeki eşi ve kızlarıyla birlikte Tahran'da öğretmen okulunun açılışına katıldı.

Ayrıca İranlılara tek tip ve batılı kıyafetler giymelerini zorunlu kılan Şah, Avrupa'da giyilen kıyafetleri giyerlerse zamanla Avrupalılar gibi bir düşünce tarzına ve kişiliğe bürüneceklerini ve elbette giyim tarzı açısından da Avrupalılara benzeyeceklerini söyledi. 1927'de erkeklere ‘Pehlevi şapkası’ takmaları zorunluluğu getirildi. İki yıl sonra da mollalar ve medrese öğrencileri dışındaki herkese batı tarzı resmi şapkayı takmalarını zorunlu kıldı. Şah, 1935 yılında ülkesinin adını Pers yerine ‘İran’ olarak değiştirdi. Çünkü yeni ismin ilerleme ve refahı çağrıştırdığını, eski ismin ise tarihe ve geçmişe bağlılığı çağrıştırdığını, geleceğe atıfta bulunmadığını düşünüyordu.

sdfgrt
Tahran'daki parlamento binası önünde düzenlenen bir protesto gösterisine katılan İranlı kadınlar, 11 Nisan 1999 (AFP)

Şah’ın tüm bu reformları onu muhaliflerinin doğrudan hedefi haline getirdi. Bir yandan anayasacılar ve laikler, diğer yanda dindarlar ve radikaller olmak üzere muhaliflerinin sayısı çoktu. Bunların arasında elbette İslam devrimini yöneten (ve birinci Rehber olan) Ruhullah Humeyni de vardı. Humeyni, Şah ve oğlundan intikam almak için 1979'da Fransa'daki sürgünden döndü. Arkadaşı Ali Hamaney'e Şah Rıza’dan ya da 1941’deki İngiltere-Sovyetler Birliği işgalinden bahsedip bahsetmediğini bilmiyoruz, çünkü İran’ın mevcut Dini Lideri (Rehber) Hamaney o zamanlar henüz iki yaşındaydı. Fakat babası Cevad Hamaney, bu olayları çok iyi biliyordu, çünkü onları yakından yaşamıştı ve 1986'da vefat etmeden önce oğluna da anlatmış olduğundan eminim. Şimdi sorulması gereken soru şu: Ali Hamaney, 1941 deneyiminden ders çıkardı mı?

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.