İlk mi yoksa son İran-İsrail savaşı mı?

Edgar Morin'in dediği gibi her hayat belirsizlik içinde yüzmektir ama kesinlik söylemi Doğu'yu dolduruyor ve kurşunlardan daha fazla öldürüyor.

İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
TT

İlk mi yoksa son İran-İsrail savaşı mı?

İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)
İran'ın tutunduğu şey, İsrail ile farklı türde bir kapsamlı savaştır (Reuters)

Refik Huri

Yarın sadece başka bir gün değil ve İsrail'in 100 uçakla İran'a saldırısı oyunun sonu değil. İsrail “bitmiş bir operasyondan” bahsetse de ve Tahran ister yanıta yanıt verme dizisinin bir parçası olarak yanıt versin, ister çekimser kalsın, ister düşmana ciddi şekilde zarar verecek biçimde yanıt versin, oyun aynıdır. Kaldı ki Binyamin Netanyahu'nun Tahran'ı, ABD ile çatışma korkusuyla şu anda istemediği topyekûn bir savaşa sürüklemek için umduğu şey de budur. Yani İran’ın ciddi zararlar verecek bir yanıt vermesidir. İran'ın tutunduğu şey ise dolaylı olarak Yemen'den Lübnan ve Gazze'ye kadar uzanan “arenalar birliği” yoluyla İsraille farklı türde bir kapsamlı savaştır. Bu savaşın stratejik hesapları, kayıplar, yıkımlar, ekonomik ve sosyal kayıplar ile yerinden edilmeler gibi tüm diğer hesapların önüne geçiyor. Başlangıçtan itibaren bu savaş çeşitli şekillerde tanımlandı. Mesela usta İsrailli diplomat ve müzakereci Itamar Rabinoviç, Gazze savaşını “ilk İsrail-İran savaşı” olarak tanımladı.

Ancak Rabinoviç'in tanımı, İsrail stratejisi için değil İran stratejisi için geçerlidir ve pratikte her ikisi de radikaldir. Dini Lider Ali Hamaney'in görüşüne göre Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaş “bölgenin kaderini değiştirmede çok önemli.” Bunun için pek çok şeyin arasında iki şeye güveniyor; bunlardan ilki, İran'ın Sahibüzzaman’ın gelişinin taşlarını döşeyecek önemli hedeflere ulaşması için çok sayıda ve açık fırsatın bulunduğudur. İkincisi ise Filistin'i denizden nehre özgürleştirmenin nesiller boyu sürecek bir görev olduğudur. Mevcut aşama, Hamas’ın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı operasyonunun ve İsrail'in Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaşının, İsrail'i zayıflatmak, yerleşimcilerini korumaktan aciz olduğunu teyit etmek, Hamas'ı, İslami Cihad'ı ve Hizbullah'ı korumak için sunduğu fırsattır. Bunların hepsi İran’ın bölgesel projesine giden yolda duraklar olup, İran öncülüğündeki direnişin hâkim olduğu “İslami Ortadoğu” lehine, ABD'nin öncülük ettiği “Yeni Ortadoğu” projesini çökertmektir.

Netanyahu ise Gazze, Lübnan ve Batı Şeria'daki savaşı, İran'a ve onun projesine karşı bir “varoluş savaşı” olduğu temelinde yürütüyor. Gelişmiş ölüm makinesinin tüm yıkıcı gücünü ve vahşiliğini kullanıyor. İsrail'i sarsan Aksa Tufanı ve Güney Lübnan'dan başlatılan “destek” savaşında, bir varoluş savaşı yürütme, Gazze, Lübnan, Batı Şeria ve Husilere yönelik savaş yoluyla bölgeyi yeniden şekillendirme fırsatı buldu. Bunu İran projesini ve Gazze, Lübnan ve Irak'taki Devrim Muhafızları'nın silahlı kollarını vurmak için son savaşın kapısını açan nadir bir fırsat olarak gördü.

Beyrut'taki yetkililerin, Avrupalı ​​ve Amerikalı ziyaretçilerinden İsrail'in topyekûn bir savaş hazırlığı içinde olduğuna dair duydukları hiçbir şey, onları şu anda herkesin bedelini ödediği büyük bir felaketten Lübnan’ı kurtarmak için herhangi bir şey yapmaya sevk etmedi. Zira karar onların elinde değil ve aralarında akıllı olanlar, Gazze savaşı olmasa bile İsrail'in Hizbullah füzeleri kabusundan kurtulmak için er ya da geç bir savaş başlatacağını biliyorlar. Savaş ve barış kararını uzun zaman önce esir almış olan Hizbullah ise artık tam teşekküllü bir savaşa dönüşen “destek savaşını” sürdürdü, çünkü geri çekilmek onun için imkânsız ve İsrail'de şok yaratabilecek bir fırsata sahip olduğuna inanıyor. Ayrıca Hamas'ı desteklemek için savaşmak, başka bir yükümlülük üstlenmedikçe yerine getirmemesi mümkün olmayan yasal bir yükümlülüktür. Şarku'l Avsat'ın  Indepenedent Arabia'dan çevirdiği analize göre buna ilave olarak, aşırı kökten dinciler Lübnan'ı, herkesin payının olduğu “Tanrı'nın toprağı” olarak görüyorlar. Dahası Necip Mikati başkanlığındaki geçici hükümetin kültürlü bir bakanı, Lübnan'ı “Tanrı'nın vakfı” olarak tanımladı.

Direniş doğası gereği bir değişim gücü olabilir veya olmayabilir. Lübnan'daki İslami Direniş ile mevcut anlaşmazlık ise başına ne gelirse gelsin Lübnan'da, Hamas'ı desteklemek için güney cephesini açmanın doğrusunu ve yanlışını tartışmanın ötesine geçerek ayrıntılı bir soruya uzanıyor: Destek savaşı ve ardından topyekûn savaş nasıl bir değişim yarattı? Filistin'de sahada bir metre de olsa ilerleme kaydedildi mi? Gerek Lübnan'daki kriz durumu, gerekse Gazze ve Batı Şeria'nın akıbeti konusunda, sonrasına dair hiçbir şeyi netleştirmeden ateşkes çağrısına öncelik vermenin anlamı nedir?

Savaşın ortaya çıkardıkları önemsiz değil. İsrail’in projesi, Tel Aviv'deki liderlerin açıklamaları kadar bölgedeki ve dünyadaki düşünürlerin yazıları ile zaten ortadaydı ve bilindikti. Onu daha da açığa çıkaran ise gösterişli retoriğine rağmen İran projesi oldu. Bu projenin gösterişli söylemlerine rağmen, Hamas'ı desteklemesinin en önemli nedeni, Hamas'tan geriye bir şey kalmasını sağlayarak Filistin kartının Tahran'ın elinden alınmasını önlemektir. Direniş ekseni ve arenalar birliği stratejisi ise İran projesini engelleyen herkese, ABD, İsrail ve Arap ulus devletlerine karşı direnişin iki semboldür. Bu, Tahran'ın talep etmesi halinde saldırgan bir direniş, İslam Cumhuriyeti'ne yönelik her türlü hamleye karşı ise savunma amaçlı bir direniştir. Edgar Morin'in dediği gibi “Tüm yaşam belirsizlik denizinde yüzmektedir”, ancak kesinlik söylemi Doğu'yu doldurur, savaşlarda büyük rol oynar ve bir kurşunla öldürülmeyenleri öldürür.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.



Oklara Hamas’a çevrildi: Direniş Ekseni’ni Hamas’ın 7 Ekim kararı mı dağıttı?

Han Yunus’ta Aksa Tufanı Operasyonu sırasında ele geçirilen bir İsrail askeri aracının üzerine çıkan Filistinliler, 7 Ekim 2023 (DPA)
Han Yunus’ta Aksa Tufanı Operasyonu sırasında ele geçirilen bir İsrail askeri aracının üzerine çıkan Filistinliler, 7 Ekim 2023 (DPA)
TT

Oklara Hamas’a çevrildi: Direniş Ekseni’ni Hamas’ın 7 Ekim kararı mı dağıttı?

Han Yunus’ta Aksa Tufanı Operasyonu sırasında ele geçirilen bir İsrail askeri aracının üzerine çıkan Filistinliler, 7 Ekim 2023 (DPA)
Han Yunus’ta Aksa Tufanı Operasyonu sırasında ele geçirilen bir İsrail askeri aracının üzerine çıkan Filistinliler, 7 Ekim 2023 (DPA)

Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinden bir yıl sonra, ‘Direniş Ekseni’ çevrelerinde, Hamas'ın 7 Ekim 2023 tarihindeki Aksa Tufanı Operasyonu’nu, Direniş Ekseni’nin hiçbir unsuruyla koordinasyon kurmadan başlatarak eksenin gücünü ortadan kaldırmakla suçlandığı tartışmalar yeniden alevlendi.

Bu tartışma, bazen Direniş Ekseni taraflarının halk tabanlarından sıradan insanlar tarafından sosyal medyada gündeme getirildiyse de gayri resmi iç tartışmalarda ve toplantılarda da yer aldı ve resmi tartışmalarda da gündeme getirilmiş olabileceği düşünülüyor.

fgtr
İsrail saldırıları sonucu dumanlar yükselirken Gazze şehrinden kaçan Gazze sakinleri (Arşiv - AFP)

Bu tartışma, Hamas'ın yurtdışındaki Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal'in bir televizyon röportajında yaptığı açıklamaların ardından bazı çevrelerde yeniden alevlendi. Röportajda Hamas’ın Direniş Ekseni ile ilişkisi hakkındaki bir soruya yanıt veren Meşal, Hamas’ın tarihi boyunca hiçbir eksenle ittifak kurmadığını ve tüm Arap ve İslam ülkelerine açık olduğunu söyledi.

Bu açıklamaların ardından Hamas ve Meşal'i en çok eleştirenler, sosyal medya platformu X üzerinden tweetler atan Beşşar Esed rejiminin destekçileriydi. Ancak Şarku’l Avsat’ın gözlemlerine göre asıl tartışma, Meşal'in açıklamalarından önce, sınırlı bir liderlik düzeyinde siyasi diyalogun hakim olduğu gayri resmi oturumlarda, bazı grupların aktif üyeleri ve halk tabanları arasında Gazze Şeridi'nde yaşandı.

Bu toplantılardan birinde, Hamas’ın Gazze şehrindeki bölgelerden sorumlu üst düzey bir yetkilisi, Hamas'ın saldırı planında hata yaptığını, Direniş Ekseni taraflarına, özellikle de Gazze Şeridi'ndeki bazı ortak gruplara, böyle bir saldırının sonuçlarının basit olmayacağını önceden bildiklerinden, sonuçlarına hazırlıklı olabilmeleri için bilgi vermediğini belirtti.

rt5y6
İsrail'in Beyrut'un güney banliyölerinde düzenlediği saldırıda hayatını kaybeden Hizbullah’ın silahlı kanadının lideri Heysem et-Tabtabai ve diğerlerinin cenaze töreninden bir kare (Arşiv - AFP)

İki haftayı aşkın bir süre önce düzenlenen toplantıya katılan kaynaklara göre lider ve toplantıya katılanların çoğu, savaşın diğer cephelere yayılması ve Hizbullah genel sekreteri Hassan Nasrallah dahil olmak üzere üst düzey Hizbullah liderlerini hedef alan önemli suikastlar gibi eksendeki bazı partilerin beklenmedik çöküşün Suriye’de eski rejimin çöküşüne yol açtığını, Esed rejiminin düşüşü ve İran'a yönelik saldırılar gibi olayların eksene zarar verdiğini ve sadece insani kayıplara yol açmakla kalmayıp, ABD'nin desteğiyle İsrail'in Gazze ve Lübnan'ı silahsızlandırma konusundaki ısrarı çerçevesinde bölgedeki gerçekliği de değiştirdiğini düşünüyor.

Toplantı sırasında, Hizbullah’ın askeri kanadının önde gelen bir üyesi, “Hamas'ın Aksa Tufanı Operasyonu bizi de onu da yok etti. Kendisiyle birlikte her şeyi yok etti... Artık eksen kalmadı, başka hiçbir şey kalmadı” diyerek toplantıda bulunanları şaşırttı.

Diğerleri de ona katılarak koşulların daha da zorlaştığını vurguladılar. Ancak Hamas'ın tek başına suçlanamayacağını ve Direniş Ekseni çevreleri arasındaki güvenlik dengesizliklerinin, İsrail'in hedeflerine ulaşmasına katkıda bulunduğunu, etkili suikastların başarısına atıfta bulunarak belirttiler. Bazıları ise eksendeki tarafların kendilerini yeniden inşa edebilecek ve tüm zorluklarla başa çıkabilecek kapasitede olduklarına inandıklarını ifade ettiler.

fg
Şam'ın merkezindeki Emeviler Meydanı'nda Suriye’nin bağımsızlık bayrağını sallayan Suriyeli bir adamın havadan çekilen bir fotoğrafı, 11 Aralık 2024 (AFP)

Öte yandan bazıları Hamas'ın, tek başına saldırı kararı aldığı için halkından ve eksenin destekçilerinden özür dileme ve 2006 yılında Lübnan'ı savaşa sürükleme hatasını kabul eden Hassan Nasrallah'ın cesaretini göstermesi gerektiğini düşünüyordu.

Gazze Şeridi'ndeki Direniş Ekseni’ne bağlı bir İslamcı grup ve bir başka solcu grubun kaynakları, Gazze’deki savaşın başlamasından bu yana ve hatta savaşın sona ermesinden sonra bile, Filistinli grupların, özellikle maddi düzeyde, İran'ın çeşitli nedenlerle onlara verdiği desteğin azalmasıyla birlikte yeni koşullar ve gerçeklerden etkilendiğini kabul ediyor.

Bunu, birçok tarafın Gazze Şeridi’ne para transferini engellemek için attığı adımların doğrudan bir sonucu olarak görüyorlar. Hatta yurtdışındaki gruplar da İran'ın savaş nedeniyle yaşadığı durumun bir sonucu olarak bu destekten etkilenmiş durumda.

Sol kanat bir fraksiyondan bir kaynak, yurtdışındaki, özellikle Lübnan’daki direniş ekseninin takipçileriyle kişisel görüşmelerinde, herkesi bu zor duruma soktuğu için Hamas’ı suçlayanlar olduğunu söyledi.

dfr
İsrail'in Şehran'daki petrol deposuna düzenlediği saldırıda alevler ve duman yükselirken dalgalanan İran bayrakları (Arşiv - Reuters)

Filistinli İslamcı gruplardan birinin üst düzey bir kaynağı Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Şüphesiz, savaşın sonuçları durumun gerçekliğini değiştirdi ve eksenin, ortak karar alma koordinasyonu ile güçlü bir varlık olarak hayatta kalma yeteneğini ortadan kaldırdı, ancak bu koordinasyon Hamas'ın savaşı başlatma planlarında ve niyetlerinde açıkça yoktu” ifadelerini kullandı.

Kaynak, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Direniş eksenindeki herkes, yeteneklerinin ve liderlerinin çoğunu kaybetti ve bu, gruplar ile bölgedeki eksenin diğer bileşenleri arasındaki ortak koordinasyon sürecini açıkça etkiledi.”

Kaynak, bir yandan İran'ın desteğinin azalması, diğer yandan da bu gruplara mali akışın olmaması nedeniyle, gruplar arasında mali engellerin yeniden ortaya çıktığını ve bu gruplardaki aktif üyelerin maaş ve teşviklerinin ödenmesi için mali taahhütlerin eksik olduğunu inkar etmedi. Kaynak, bu durumun, eksenin tüm güçlerinin gerçekliğini ve koşullarını değiştiren son savaşın etkilerinden biri olduğunu vurguladı.

Öte yandan yazar ve siyasi analist Mustafa İbrahim, Hamas'ı ‘Direniş Ekseni’nin dağılmasının arkasında olmakla’ suçlamanın haksızlık olduğunu söyledi. Hamas’ın eksenin bir parçası olduğunu belirten İbrahim, aynı zamanda eksenin Suriye'yi kaybettiği bir dönemde İsrail'in Hizbullah’ı ve İran'ı vurmasının sebeplerinden biri olabileceğine işaret etti.

Şarku’l Avsat’a konuşan İbrahim, Gazze, Lübnan, Suriye ve İran'da yaşananlara rağmen, Direniş Ekseni’nin Aksa Tufanı Operasyonu sırasında stratejik bir zafer elde ettiğine inananlar olduğunu söyledi.

İbrahim, Hamas'ın savaşın başlangıcında eksenin taraflarıyla koordinasyon kurmamış olmasına rağmen, söz konusu tarafların Hamas'ı terk etmediğini ve Hizbullah'ın Lübnan'dan aktif olarak savaşa katıldığını, ardından İran'ın da saldırıya uğradıktan sonra savaşa dahil olduğunu, ancak bundan önce, savaşın başlamasının ardından savaşa katılan ve önceden haberi olmayan Filistinli gruplara siyasi ve mali destek sağladığını açıkladı.

Diğer yandan siyasi analist İbrahim el-Medhun, bu tür suçlamaların ve eleştirilerin mantıksız olduğunu ve gerçeklere dayanmadığını belirterek, Suriye rejimi dışında Direniş Ekseni’nin savaşa katıldığını, Suriye rejiminin ise Hamas'a karşı düşmanca tavır takındığını, hatta Suriye içinde Gazze'yi desteklemek için herhangi bir halk hareketi veya kitlesel hareketin yapılmasını engellediğini vurguladı.

Beşşar Esed rejiminin düşüşünün Gazze'de olanlarla bağlantılı değil, biriken iç krizlerin sonucu olduğunu, Lübnan'daki durumun ise İsrail'in Aksa Tufanı Operasyonu’ndan bağımsız olarak Hizbullah'a karşı büyük çaplı bir saldırı hazırlığında olduğunu gösterdiğini söyleyen Medhun, Hamas'ın yaptıklarının bu planları erken bir aşamada ortaya çıkardığını ve İsrail'in hazırlıklarına dair stratejik bir uyarı görevi gördüğünü ifade etti.

Halid Meşal'in açıklamalarının bağlamından koparıldığını düşünen Medhun’a göre Meşal, esasında Hamas'ın İsrail'e karşı duran her eksenin yanında olduğunu, Arap veya İslam ülkelerindeki iç çatışmalara karışan herhangi bir eksenin parçası olmadığı söyledi.


Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği
TT

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan-Katar Demiryolu Projesi: Daha verimli ve sürdürülebilir bir Körfez ulaşım sistemi geliştirmeye yönelik ortak vizyonların somut bir örneği

Suudi Arabistan’ın Ankara Büyükelçiliği Kültür Ateşesi Dr. Faysal b. Abdurrahman Usra

Ortak iş birliğinde yeni bir dönemin tesis edilmesi, bölgede ekonomik ve lojistik entegrasyona yeni bir yapı taşı eklenmesi ve Suudi Arabistan-Katar Koordinasyon Konseyi çalışmaları kapsamında, Körfez ülkeleri arasında modern altyapı alanındaki en büyük adımlardan biri atıldı. Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani’nin himayesinde, Suudi Arabistan ile Katar arasında yolcu taşımacılığına yönelik hızlı tren projesinin hayata geçirilmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. İki ülke ayrıca, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlayacak söz konusu tren projesinin resmen başlatıldığını duyurdu. Hayati öneme sahip proje, iki kardeş ülke arasındaki köklü ve tarihi ilişkilerin derinliğini yansıtmasının yanı sıra, kalkınma alanında iş birliği ve entegrasyonu güçlendirmeye yönelik stratejik bir adım olarak değerlendiriliyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın pekiştirilmesi ve bölgede daha geniş bir refah ve gelişim ufkuna yönelik ortak iradeyi de ortaya koyuyor. Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin ilanı, iki ülke arasındaki ilişkilerin ulaştığı düzeyi teyit eden tarihi bir dönüm noktası olarak öne çıkarken, ulaşım sektöründe ikili iş birliğinin somut bir yansıması ve bölge için ortak gelecek vizyonunun sembolü niteliği taşıyor. Modern ve sürdürülebilir bir ulaşım sisteminin geliştirilmesinde iki ülke arasındaki entegrasyonu temsil eden proje, aynı zamanda turizmin büyümesine önemli katkı sağlamayı hedefliyor. Projenin, Suudi Arabistan ve Katar’daki turistik destinasyonlara erişimi kolaylaştırarak ziyaretçi sayısını artırması ve iki başkent arasında kısa ve sık seyahatleri teşvik etmesi bekleniyor.

Suudi Arabistan Ulaştırma ve Lojistik Hizmetleri Bakanı Mühendis Salih el-Casir ile Katar Ulaştırma Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdullah Al Sani tarafından yakın zamanda imzalanan anlaşma, Suudi Arabistan-Katar Hızlı Tren Projesi’nin fiilen başlamasının işaretini veriyor. Proje, İki Kutsal Caminin Hizmetkârı ve Veliaht Prens ile Katar Emiri’nin doğrudan ilgi ve desteği altında yürütülüyor; bu durum, iki kardeş ülke arasındaki entegrasyon projeleri arasında stratejik önemini ortaya koyuyor. Bu devasa proje, aynı zamanda Suudi Arabistan’ın 2030 Vizyonu ve Katar Ulusal 2030 Vizyonu’nun somut bir uygulaması olarak değerlendiriliyor. Proje, iki ülke liderliğinin, daha bağlantılı ve refah dolu bir gelecek yaratma vizyonunu yansıtıyor ve bölgedeki altyapı entegrasyonuna yönelik daha geniş bir çerçevede konumlanıyor; özellikle ulaşım, enerji ve ticaret alanlarında iş birliğini güçlendiriyor. Proje, sürdürülebilir kalkınmanın gerçek bir örneği olarak öne çıkıyor; vatandaşlar arasındaki bağları güçlendirirken, iki ülke arasındaki seyahati daha hızlı, konforlu ve güvenli hâle getiriyor. Ayrıca modern ve sürdürülebilir altyapının geliştirilmesi yoluyla ekonomik büyümeyi destekliyor, yaşam kalitesini artırıyor ve ileri düzeyde ulaşım seçenekleri sunuyor. Hızlı tren hattı, ekonomik çeşitliliğin sağlanmasına, turizmin canlandırılmasına ve ulaşım sektörünün etkinliğinin artırılmasına katkıda bulunacak. Projenin, başta havaalanları ve büyük ekonomik şehirlerle entegrasyonu sayesinde, iki ülke arasındaki ticaret, yatırım ve iş hareketliliğinde önemli değişiklikler yaratması bekleniyor. Böylece proje, iki halk için daha bağlantılı ve refah dolu bir geleceğin inşasında merkezi bir rol oynayacak ve Körfez’deki stratejik bağlantı zincirinin en önemli halkalarından biri olarak değerlendirilecek.

Suudi Arabistan ile Katar arasında inşa edilecek hızlı tren projesi, Riyad ile Doha’yı birbirine bağlamanın ötesinde, iki halk arasındaki tarihi ve kültürel bağların derinliğini de yansıtıyor. Proje, yalnızca bir altyapı yatırımı değil; ortak dini ve kültürel değerleri paylaşan, gelenek ve alışkanlıklarıyla birbirine yakın iki halkın birleşik geleceğini simgeleyen bir sembol niteliği taşıyor. Proje, ülkedeki ulaştırma ve lojistik sektörüne de önemli katkılar sağlayacak. Sektör, Kral Selman bin Abdulaziz’in liderliğinde ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın desteğiyle kapsamlı yapısal reformlar ve 280 milyar Suudi riyalini aşan ulusal ve uluslararası yatırım sözleşmeleriyle güçlendirilmiş durumda. Suudi Arabistan, güçlü ve yatırım çekici ulaşım ile lojistik altyapısına sahip bir ülke olarak öne çıkıyor. Riyad-Doha hızlı tren hattı, toplam 785 kilometrelik uzunluğuyla yolculara hızlı ve sürdürülebilir bir seyahat imkânı sunacak. Proje, Riyad’daki Kral Selman Uluslararası Havalimanı ile Doha’daki Hamad Uluslararası Havalimanı’nı birbirine bağlayarak iş ve turizm amaçlı seyahatlerde esneklik sağlayacak. Hattın güzergâhı Riyad, Hufuf ve Dammam olmak üzere üç önemli Suudi şehrine de uzanacak ve toplamda 5 ana yolcu istasyonu yer alacak. Bu istasyonlar, konfor, hız ve akıllı teknolojileri bir araya getirerek modern bir yolculuk deneyimi sunacak. Trenin saatte 300 kilometreyi aşan hızı, iki başkent arasındaki seyahat süresini yaklaşık iki saate indirecek. Bu sayede ticaret ve turizm hareketliliği artacak, ekonomik büyüme desteklenecek ve yaşam kalitesi yükseltilecek. Proje, yıllık 10 milyondan fazla yolcuya hizmet verecek ve Suudi Arabistan ile Katar’daki önemli turistik ve kültürel noktaların keşfini kolaylaştıracak. Ayrıca proje, hafif ve orta ağırlıktaki yük taşımacılığını geliştirerek sınır ötesi lojistik çözümler sunacak, iki ülke arasındaki ticaret hacmini artıracak ve teslim sürelerini kısaltarak operasyonel maliyetleri düşürecek. Yapım ve işletme aşamalarında ise Suudi Arabistan ve Katar’da 30 binden fazla doğrudan ve dolaylı istihdam yaratması öngörülüyor. Tüm bu özellikleriyle proje, bölgesel kalkınmayı destekleyen ve Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri arasındaki entegrasyonu güçlendiren stratejik bir altyapı yatırımı olarak öne çıkıyor.

Bu stratejik projenin altyapı inşaatları, yerel müteahhitlik şirketleri tarafından gerçekleştirilecek; modern tren teknolojileri ise alanında uzman uluslararası şirketler tarafından sağlanacak. Projenin tamamlanması, altı yıllık bir zaman çizelgesine göre yürütülecek ve en yüksek uluslararası kalite ve güvenlik standartlarına uygun olarak gerçekleştirilecek. Tren hattında en son demiryolu teknolojileri ve akıllı mühendislik çözümleri kullanılacak, böylece güvenli ve sorunsuz bir işletme sağlanacak. Proje, çevresel sürdürülebilirliği destekleyerek karbon emisyonlarını azaltacak ve bölgedeki akıllı ve sürdürülebilir ulaşım çözümlerine geçişi teşvik edecek. Böylece ekonomik ve lojistik entegrasyonda yeni bir dönemin temelleri atılmış olacak. Hızlı tren, iki ülke arasındaki ticaret ve turizm hareketliliğinin haritasını yeniden çizecek. Geleneksel ulaşım yollarının ötesine geçerek bireylerin hareketini kolaylaştıracak, turizm ile büyük spor ve eğlence etkinliklerini canlandıracak ve yaşam kalitesini yükseltecek. Projede tamamen temiz enerji kullanılacak; elektrikli trenler sayesinde çevreye olumlu katkı sağlanacak ve bireysel taşımacılıktan toplu taşımaya geçiş, çevresel yükü büyük ölçüde hafifletecek. Altı yıl içinde tamamlanması planlanan proje, güvenli ve sorunsuz işletmeyi garanti eden en son demiryolu ve akıllı mühendislik teknolojilerini bir araya getirecek. Suudi Arabistan-Katar hızlı tren hattı, hız, sürdürülebilirlik ve benzersiz yolculuk deneyimini bir araya getirerek bölgede ulaşım ve seyahat geleceği için yeni bir standart oluşturacak ve yenilik ile ilerlemenin sembolü olacak.

Başarıyı veren Allah’tır…


Fidan: SDG İsrail'den cesaret alıyor, Esed rejimine karşı hiçbir zaman harekete geçmedi

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
TT

Fidan: SDG İsrail'den cesaret alıyor, Esed rejimine karşı hiçbir zaman harekete geçmedi

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan (Reuters)

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan dün yaptığı açıklamada, Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) cesaretini İsrail'den aldığını belirterek, devrik Cumhurbaşkanı Beşşar Esed rejimine karşı muhalefetle hiçbir zaman birlikte hareket etmediklerini kaydetti.

Suriye'nin güneyinde yaşananlar hakkında Fidan şu ifadeleri kullandı: “Özellikle Güney meselesi fevkalade önemli. Şu anda bizim belki en büyük risk alanımız o. Güney'deki sıkıntı tek başına çok fazla büyük risk oluşturduğu için değil. O da yönetilebilir bir konu. İsrail'in ona müdahil olmasından dolayı ortaya çıkan bir risk alanı var. Bu risk alanını çok iyi yönetmek gerekiyor. Çünkü daha büyük riskleri de beraberinde getirebilir. "

PKK'nın silahsızlanma sürecinin "Türkiye tarafından çok şeffaf ve çok iyi bir şekilde" yönetildiğini  vurgulayan Fidan “Ancak örgütün ne yapmayı planladığı konusunda henüz bir kelime bile duymadık” dedi.

Türkiye Savunma Bakanlığı sözcüsü Zeki Aktürk cuma günü yaptığı açıklamada, bazı ülkelerin SDG'yi silahsızlanmayı reddetmeye ve Suriye ordusuna entegre olmamaya teşvik ettiğini belirterek, ülkesinin Suriye'de askeri bir operasyon başlatma niyetinde olmadığını söyledi.

Ankara'da düzenlenen basın toplantısında konuşan sözcü, "SDG'nin zaman kazanma girişimleri boşuna ve Suriye ordusuna entegre olmaktan başka seçenekleri yok" diyerek, SDG’nin faaliyetlerinin Suriye'de istikrar ve güvenliğin sağlanmasına yönelik çabalara zarar verdiğinin altını çizdi.

Sözcü, Türk ordusunun Suriye'de askeri bir operasyona hazırlandığı iddialarını yalanlayarak, Türk ordusunun son hareketlerinin "rutin birlik rotasyonlarının" parçası olduğunu belirtti.

Sözcü, Türkiye'nin daha önce SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonunu istediğini ifade ettiğini ve SDG'nin hareketlerinin ve Suriye ordusunun faaliyetlerinin izlenmesi gerektiğinin altını çizdi.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, 10 Mart'ta SDG lideri Mazlum Abdi ile Suriye'nin kuzeydoğusundaki sivil ve askeri kurumları entegre etme konusunda bir anlaşma imzaladı, ancak bu anlaşma henüz uygulanmadı.