Gazze'de zorunlu anlaşma

İkinci ve üçüncü aşamanın detayları ile ilgili görüşmeler, birinci aşamanın 16'ncı gününde başlayacak. Bu da şu an açıklanan anlaşmanın, ihtilafı çözmeye yönelik geçici bir adım olduğu anlamına geliyor.

Diğer aşamalardaki müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağını varsaymak yanlıştır (AFP)
Diğer aşamalardaki müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağını varsaymak yanlıştır (AFP)
TT

Gazze'de zorunlu anlaşma

Diğer aşamalardaki müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağını varsaymak yanlıştır (AFP)
Diğer aşamalardaki müzakerelerin başarıyla sonuçlanacağını varsaymak yanlıştır (AFP)

Nebil Fehmi

Katar Başbakanı 15 Ocak Çarşamba günü, İsrail ile Hamas'ın, Gazze'de ateşkes sağlanması ve her iki taraftan rehine ve tutukluların serbest bırakılmasını öngören bir anlaşma taslağını kabul ettiğini ve anlaşmanın Pazar günü (dün) yürürlüğe gireceğini duyurmuştu. Açıklamanın yapıldığı ilk dakikalardan itibaren taraflar birbirlerini anlaşmanın hayata geçmesini geciktirmekle suçluyorlar.

Gazze halkının kahramanca fedakarlıkları, İsrail cezaevlerinde uzun süredir tutuklu bulunan Filistinli tutukluların çektiği acılar, Gazze’de insanların kitlesel olarak yerinden edilmesi ve hatta kaçırılan İsrailli sivillerin ve diğerlerinin aileleri göz önüne alındığında, anlaşmayı insani açıdan memnuniyetle karşılıyorum. Ben her zaman işgalci ile işgal devleti arasındaki ayrıma bağlı kaldım. Anlaşmanın tam olarak uygulanması halinde, Gazze'deki mevcut savaş sona erecek ve Filistinlilerin elindeki 100 İsrailli rehine karşılığında 1.000 Filistinli tutuklu serbest bırakılacak.

Anlaşmanın, tutuklu ve rehine takası, yerinden edilmiş kişilerin geri dönüşü, insani yardımların artırılması ve İsrail güçlerinin belirli bölgelere çekilmesi olmak üzere üç aşamada hayata geçirilmesi bekleniyor. Birinci aşamanın 16'ncı gününde, ikinci ve üçüncü aşamaların detaylarıyla ilgili görüşmelere başlanacağı biliniyor. Bu da şu an açıklanan anlaşmanın, ihtilafı çözmeye yönelik geçici bir adım olduğu, ancak kritik duruma tam, detaylı ve kapsamlı bir çözüm düzeyine ulaşmadığı anlamına geliyor.

Anlaşmanın kendisi değerlendirildiğinde, uygulanması halinde, Ekim 2023 ve sonrasında Gazze’deki olaylarla bağlantılı çatışmaların durmasıyla sonuçlanacağı unutulmamalı. Bu yararlı bir adım, ancak Filistin-İsrail çatışmasını sona erdirmez. Bu nedenle daha fazla çatışmaya, şiddete ve karşı şiddete tanık olacağız. Çünkü Batı Şeria ve Gazze'de hâlâ işgal altında olan Filistin halkı, ulusal kimliğine sıkıca sarılıyor.  İsrail ise onun kendi kaderini tayin etmesini engelliyor, işgal ve şiddet kullanımında ısrar ediyor.

Aşırı ve anlamsız bir iyimserliğin yanı sıra, ateşkesin ve acıların son bulmasının yeterli olmasa bile gerekli adımlar olduğunu göz ardı eden aşırı ve haksız kötümserlikten de kaçınmalıyız. Her ne kadar unsurları geçen mayıs ayından bu yana masada olsa da tarafların şu anda bir anlaşmaya varma motivasyonlarını gözden geçirerek, potansiyel olumlu yönlerle riskler hakkında sağlam bir değerlendirme yapılabilir. Bu değerlendirme Güvenlik Konseyi'nin 2245 sayılı kararını içeren Amerikan fikirleri bağlamında olmalı. Bilhassa anlaşmanın açıklanmasının ardından ve yürürlüğe girmesinden önce Gazze'de 20'den fazla insanın hayatını kaybetmesi göz önüne alındığında, tarafların imzalanan anlaşmaya olan bağlılıklarının ciddiyeti de tespit edilmeli. Buna ek olarak serbest bırakılacak Filistinli gruplar da dahil olmak üzere, henüz açıklığa kavuşmamış ve belirsiz noktalar bulunuyor; İsrail güçleri tampon bölgede mi kalacak yoksa tamamen mi çekilecek? Dahası anlaşmanın ikinci ve üçüncü aşama unsurlarının ertelenmesi iyi niyetin bulunmadığı varsayımını akla getiriyor. Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan aktardığı analize göre burada şu soruyu sormak gerekiyor: Anlaşmanın onaylanması manevra amaçlı taktik bir hamle midir, yoksa taraflar arasında güvenli ve istikrarlı koşullara ulaşma yönünde ısrarcı ve gayretli bir eğilimin göstergesi midir?

Özellikle Güvenlik Konseyi kararında çok önemli bir unsurun atlandığı göz önüne alındığında, kazanımları en üst düzeye çıkarmak ve olumsuz etki ve tehlikeleri sınırlamak için gelecekte nelerin olabileceğini öngörmek de önemlidir. İsrail ile Hamas'ın anlaşmaya yanaşmadığını, iç içe geçen koşulların, içeriden ve dışarıdan gelen ağır baskıların onları uzlaşmacı bir çözüme doğru yönelttiğini söylemek abartı olmaz. İç baskılarla kastedilen, her iki tarafta da devam eden kayıpların, kaçırılan İsraillilerin ailelerinin, Gazze halkı ve Filistinli tutukluların iki taraf üzerindeki baskılarının zirveye ulaşmasıdır. Dış baskıysa Biden’dan önce Trump’ın, krizin ABD başkanlığını devralmasından önce yatıştırılması yönündeki baskılarının arttığı bir dönemde Mısır ve Katar’ın arabuluculuk rolünü yoğunlaştırmasıdır. Dolayısıyla anlaşma, dürüstlük ve adaletle uygulanmasının sağlanması için dikkatle takip edilmesi gereken bir “zorunlu anlaşmadır”.

Anlaşmanın hayata geçirilmesi kolay olmayacak ve diğer aşamalarda müzakerelerin mutlaka başarıyla sonuçlanacağını varsaymak da hatalı olacaktır. Başarılı olmaları özellikle Filistinlileri ilgilendiriyor, çünkü İsrail ilan ettiği hedeflere ulaşamadı. Hamas'ı zayıflattı ancak ortadan kaldırmadı ve İsrail Maliye Bakanı, savaşın ilk aşamadan sonra yeniden başlayacağına dair Başbakan'dan yazılı garanti almayı şart koştu. İsrail, Hamas liderlerini sonsuza dek ve her yerde hedef alacağını defalarca duyurdu. Gazze içinde güvenlik konularında hâlâ üstünlük ve son söz sahibi olma konusunda ısrar ediyor. Bu durum, Gazze'den tamamen çekilmesi ve Şeride yönelik genişletilmiş güvenlik önlemleri konusunda bazı soruları gündeme getiriyor. İsrail, Filistinlilerin ulusal kimliklerini yaşamalarını engellemeye devam ettiği sürece direniş bitmeyecektir. Bilakis, durum ve şartların gereklerine göre öne çıkacak ve şiddetine şiddetle karşılık verecektir.

İmzalanan anlaşmadaki yeni gelişmeler arasında, anlaşma maddelerini uygulamaya koymak üzere merkezi Mısır'da olacak, Katar ve ABD'nin de yer alacağı bir takip komitesinin oluşturulması yer alıyor. Bu, oluşturulması ve kurulması gereken bir komite ve kararların alınma yöntemi, herhangi bir ihlalin sonuçlarının nasıl ele alınacağı üzerinde dikkatli ve kesin bir şekilde anlaşmaya varılmalı. Böylece komite olaylara karışmadan gerekli takip ve izleme yeteneklerine sahip olacaktır. Ek olarak İsrail'e karşı geleneksel Amerikan taraflılığı ve İsrail'den hesap sorulmasını reddetmesi göz önüne alındığında, tüm taraflar güvenilirliklerini de korumalılar. Aynı şekilde bu komitenin, önümüzdeki dönemde Gazze Şeridi'nin idari yapısıyla karıştırılmaması gerekir. Söz konusu idari yapı özünde Filistinli olmalı, Filistinlilere haklarını sağlamalı, Şeridin İsrail ile ilişkisinde son söz sahibi olmamalı, İsrail'in Gazze'de kalma hakkını örtülü olarak kabul etmemeli, dahası Batı Şeria ile siyasi iletişimini ve bütünleşmesini sürdürmeli.

İsrail'in tutumunun ve mevcut hükümetinin olumsuzluğu beni şaşırtmadı, aksine ABD'nin ve iki devletli çözüme açık bir atıf içeren (2245) sayılı Güvenlik Konseyi kararının sponsoru olmasına rağmen, Biden yönetiminin yayınlanan açıklamalarında Filistin-İsrail ihtilafının çözümüne ve Filistin devletine dair hiçbir atıf yapılmaması beni rahatsız etti. Trump'ın temsilcisi de İsrail ile Suudi Arabistan arasında barışa ulaşmak için İbrahim Anlaşmaları’nın devam ettirilmesine önem verildiğini vurguladı. Riyad'tan yapılan resmî açıklamada ise anlaşmanın memnuniyetle karşılandığı ve Arap-İsrail ihtilafına kapsamlı bir çözüm bulunması yönündeki arzu teyit edildi. İkili barış anlaşmalarının bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasına bağlı olduğu bir kez daha vurgulandı.

Mısır, işgal altındaki Filistin halkına destek amacıyla yakın zamanda bir konferans düzenleyecek ve bu konferansın odak noktası da Gazze olacak. Bu olumlu ve gerekli bir adım çünkü uluslararası toplumun tamamının bu çabaya katılması gerekiyor. Yaz başında Filistin devletinin kurulması konusunda bir konferans düzenlenmesine yönelik ortak bir Suudi Arabistan çabasının olduğunu da biliyorum. Bu da takdire şayan bir adım, zira kendi kaderini tayin etme ve egemen bir devlet aracılığıyla ulusal kimliğini ifade etme olanağı sağlanması gibi, Filistin halkının dünyadaki çeşitli halklarla aynı haklara sahip olduğunu vurgulayan Arap sesi yükselmeli. Zira ikinci Trump yönetimi, mevcut durumu korumak ve gereksiz çatışmalardan kaçınmak için anlaşmalara varırken, yalnızca mevcut gerçekliği ve anlık yaklaşımları önemseyecek ve bunlara odaklanacaktır. Tarihsel veya hukuki kaygılarla ilgilenmeyecektir.



Mısır'dan Gazze Şeridi'ne 200 yardım tırı girdi

(foto altı) Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta Filistinlilere yardım taşıyan tırlar, 14 Ekim 2025 (Reuters)
(foto altı) Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta Filistinlilere yardım taşıyan tırlar, 14 Ekim 2025 (Reuters)
TT

Mısır'dan Gazze Şeridi'ne 200 yardım tırı girdi

(foto altı) Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta Filistinlilere yardım taşıyan tırlar, 14 Ekim 2025 (Reuters)
(foto altı) Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta Filistinlilere yardım taşıyan tırlar, 14 Ekim 2025 (Reuters)

Mısır medyası bugün, ‘200 yardım tırının Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan Gazze Şeridi'ne girdiğini’ bildirdi.

Kahire el-İhbariyye televizyonu, ‘insani yardım konvoyundaki yüzlerce tırın, kuşatma altındaki bölgeye yardımların girişi için belirlenen Kerem Şalom ve el-Avce sınır kapılarından Gazze Şeridi'ne girmeyi beklediğini ve İsrail işgal makamları tarafından inceleme ve denetime tabi tutulduğunu, bu makamların tırların girişine izin verebileceğini veya engelleyebileceğini’ belirtti.

Kanal, bugün yakıt ve gaz yüklü tırlar da dahil olmak üzere daha fazla tırın Gazze Şeridi'ne girmesini bekliyor.

Refah Sınır Kapısı’nın ne zaman açılacağı konusunda belirsizlik

İsrail medyası bugün, Mısır'dan Gazze Şeridi'ne yardım ulaştırılması için Refah Sınır Kapısı’nın açılma tarihi konusunda farklı haberler yayınladı. İsrail Yayın Kurumu, İsrail'in Refah Sınır Kapısı’nın bugün yeniden açılmasına izin vereceğini duyurdu. Kurum, internet sitesinde şu açıklamayı yaptı: “Birleşmiş Milletler (BM), akredite uluslararası kuruluşlar, özel sektör ve bağışçı ülkeler tarafından insani yardım taşıyan 600 tır bugün Gazze Şeridi'ne gönderilecek.”

Öte yandan İsrail gazetesi Yedioth Ahronoth'a bağlı Ynet internet sitesi, bir güvenlik yetkilisinin, Refah Sınır Kapısı’nın bugün ve büyük olasılıkla yarın da açılmayacağını, açılış tarihinin ‘bilinmediğini’ söylediğini aktardı. Adı belirtilmeyen yetkili, sınır kapısının bugün açılmasının lojistik olarak imkânsız olduğunu, ‘önceden sahaya gidip doğrulama yapılması ve bir ekip gönderilmesi gerektiği için bunun zaman alacağını’ belirtti.

Gazze Çocukları (Reuters)Gazze Çocukları (Arşiv-Reuters)

Güvenlik yetkilisi, anlaşma uyarınca insani yardım malzemesi yüklü 600 tırın Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan girdiğini söyledi. Bu arada Ynet internet sitesi, güvenlik kaynaklarına dayanarak, Hamas'ın dün teslim ettiği dört cesetten birinin İsrailli rehinelere ait olmadığını bildirdi.

BM ve yardım kuruluşları, Hamas'ın 7 Ekim 2023'te İsrail yerleşimlerine saldırmasının ardından iki yıl süren savaş sonrası Gazze Şeridi'nin ciddi bir insani krizle karşı karşıya olduğu bir dönemde sınır kapısının yeniden açılması çağrısında bulundu. Ağustos sonunda BM Gazze'de kıtlık ilan etti.

BM, ‘siyasi liderlik’ tarafından alınan Refah Sınır Kapısı’nın yeniden açılması kararının, Hamas'ın dün geç saatlerde, cuma günü yürürlüğe giren Gazze Şeridi'ndeki ateşkes anlaşması kapsamında dört rehinenin cenazesini teslim etmesinin ardından geldiğini açıkladı.

ABD Başkanı Donald Trump'ın arabuluculuğunda imzalanan anlaşmaya göre, Hamas ateşkesin yürürlüğe girmesinden itibaren 72 saat içinde hayatta olan ve ölü tüm rehineleri teslim edecekti. Yaşayan 20 rehinenin tamamı zamanında serbest bırakılırken, dün akşam itibarıyla İsrail, öldürülen 28 rehinenin cesetlerinden sadece sekizini teslim aldı.

Gazzeli çocuklar yem yiyor ve tuzlu su içiyor (AFP)Gazzeli çocuklar yem yiyor ve tuzlu su içiyor (Arşiv-AFP)

İsrail'in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir dün, Hamas'ın Gazze Şeridi'nden askerlerin cenazelerini iade etmemesi halinde Gazze'ye yardım malzemesi girişinin kesileceği tehdidinde bulundu. İsrail Yayın Kurumu, yardımların geçmesi için Refah Sınır Kapısı’nın yeniden açılması kararının, İsrail'in Hamas'ın bugün diğer dört rehinenin cesetlerini iade etme niyetini bildirmesinin ardından alındığını bildirdi. Ancak Hamas bu kararı henüz doğrulamadı.


Sudan bir “milis cumhuriyetine” mi dönüşüyor?

Burhan ve Hamideti’nin Beşir rejimini devirmek için iş birliği yaptıkları ve mevcut savaşta birbirleriyle savaşmaya başlamadan önceki dönemden bir kare (Arşiv- AFP)
Burhan ve Hamideti’nin Beşir rejimini devirmek için iş birliği yaptıkları ve mevcut savaşta birbirleriyle savaşmaya başlamadan önceki dönemden bir kare (Arşiv- AFP)
TT

Sudan bir “milis cumhuriyetine” mi dönüşüyor?

Burhan ve Hamideti’nin Beşir rejimini devirmek için iş birliği yaptıkları ve mevcut savaşta birbirleriyle savaşmaya başlamadan önceki dönemden bir kare (Arşiv- AFP)
Burhan ve Hamideti’nin Beşir rejimini devirmek için iş birliği yaptıkları ve mevcut savaşta birbirleriyle savaşmaya başlamadan önceki dönemden bir kare (Arşiv- AFP)

Sudan, 1956 yılının başlarında bağımsızlığını kazandığından beri iç savaşlar aralıksız olarak devam etti. Bir bölgede çatışmalar diner dinmez, başka bir bölgede yeniden alevlendi. Onlarca yıl süren çatışmalar, milislerin ortaya çıkmasına ve silahların benzeri görülmemiş bir şekilde yaygınlaşmasına neden oldu. Bazı tahminlere göre Sudan’da her biri çeşitli silahlara sahip olan ve nüfuzunu artırmaya çalışan 110'dan fazla silahlı örgüt faaliyet gösteriyor.

2023 yılının nisan ayı ortalarında patlak veren mevcut savaşta da bu milisler ya Sudan ordusunu ya da Hızlı Destek Kuvvetleri’ni (HDK) desteklemek üzere ikiye ayrıldılar. Bazıları ise savaşın yol açtığı durumu liderlerinin veya bölgelerinin hedeflerine ulaşması için kullanıyor.

Bu durumun en tehlikeli yanı, söz konusu silahlı örgütlerin coğrafi, ideolojik ve kabileler olarak bölünmüş olmaları ve uzun yıllar sürebilecek bir askeri gerçeklik oluşturmaya çalışarak, mevcut savaş sona erdikten sonra gelecekte patlak verebilecek yeni savaşların temellerini atmaya çalışıyor olmaları.

Milis bataklığı

Yazar Emir Babekir, ‘Sudan'da Barış... Milisler ve Paramiliter Güçlerin Bataklığı’ adlı kitabında, ordu ile HDK arasında çatışmalar başladığında ülkede 92 silahlı örgütün olduğunu, bunların 87'sinin Darfur bölgesinde ve başlıcalarının ise diğer bazı bölgelerde de faaliyet gösterdiğini belirtiyor.

Mevcut savaşın başlamasından birkaç ay sonra Sudan’ın doğusunda ortaya çıkan silahlı örgütlerin yanı sıra Sudan’ın orta kesimlerinde, Kordofan bölgesinde ve Mavi Nil'de de faaliyet gösteren silahlı örgütler bulunuyor.

Babekir’e göre milis sayısındaki bu büyük patlamanın, çatışmaların karmaşıklığını artırarak mevcut savaşı uzatması bekleniyor.

Öte yandan siyasi analist Mehaden ez-Zaim, sosyal medya platformu Facebook’tan yaptığı bir paylaşımda, mevcut çatışmanın iki tarafında coğrafi ve ideolojik bloklar halinde bölünmüş yaklaşık 90 silahlı örgüt olduğunu, bazılarının ise ülkedeki en güçlü milis grubu olmalarına zemin hazırlayan bloklar oluşturarak kendilerine yer edinmeye çalıştığını belirtti.

Milis türleri

Sudan’daki milisler bloklara ve ittifaklara ayrılmış durumda. Bazıları orduyla, bazıları ise HDK ile ittifak halinde. Ancak, önceki rejimden bu yana bölgesel ve taleplerle ilgili nedenlerle orduya karşı kendi savaşlarını veren, fakat mevcut savaşa katılmayan ve tarafsızlık iddiasında bulunan üçüncü ve daha küçük silahlı örgütler de var.

Milisler ideolojik, bölgesel ve etnik gruplara ayrılıyor. Ayrıca, eskiden organize suç örgütlerinde olan, daha sonra savaşı kendi çıkarları için kullanarak nüfuzlarını genişleten ve savaşan taraflara yaklaşarak yağma, kimlik temelli cinayetler ve tecavüz gibi daha fazla ihlal ve suç işleyen silahlı örgütler de bulunuyor.

Bunun yanında onlarca yıldır Sudan ordusuna karşı savaşan silahlı örgütlerden bazıları mevcut savaşın patlak vermesiyle ordunun müttefiki haline geldi.

Coğrafi dağılım

Sudan'ın batısındaki Darfur bölgesinde faaliyet gösteren silahlı örgütler en büyük milis gruplar olarak biliniyor. Çoğu, ‘Müşterek Güç’ çatısı altında orduyla ittifak kurmayı tercih eden bu örgütlerin başında şu anda Darfur Valisi olan eski isyancı Minni Arko Minavi liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi geliyor. Onu, şu anda Maliye Bakanı olan Cibril İbrahim liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi, ardından Sudan Kurtuluş Hareketi, Salah Rasas liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi – Geçiş Konseyi, Beşir Harun liderliğindeki Sudan Kurtuluş Ordusu, Abdullah Yahya liderliğindeki Sudan Kurtuluş Güçleri ve Mustafa Tambur liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi takip ediyor.

Darfur merkezli silahlı örgütlerin ortaya çıkışı, 2003 yılında, devrik Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir liderliğindeki siyasal İslamcıların Sudan’da iktidarda olduğu dönemde, sosyal ve ekonomik ‘ötekileştirme’ şikayetleri ve bölgeselcilik bahanesiyle ordu ile Sudan Kurtuluş Hareketi arasında patlak veren ve ‘Darfur Savaşı’ olarak bilinen çatışmalara kadar uzanıyor. Ancak bu örgütler daha sonra bölünerek birkaç harekete ayrıldı.

1990'ların sonunda, iktidardaki İslami Hareket’in bölünmesiyle, muhalif İslamcı isim Halil İbrahim'in liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi ortaya çıktı. Halil İbrahim suikasta kurban gittikten sonra yerine kardeşi Cibril İbrahim geçti. Hareket daha sonra birkaç kez daha bölündü.

Sudan Kurtuluş Hareketi'ndeki ilk bölünme, hareketin o dönemki lideri olan Zaghawa kabilesinden Minni Arko Minavi tarafından, hareketin lideri olan Fur kabilesinden Abdulvahid Muhammed en-Nur'a karşı gerçekleştirildi. Her iki lider de eski adı kendi hareketlerinde korudu ve sonuç olarak ‘Sudan Kurtuluş Hareketi’ adında iki örgüt ortaya çıktı.

Mevcut savaşın patlak vermesinden sonra, Minavi ve İbrahim'in liderliğindeki iki hareket, eski rejimin Darfur savaşındaki kilit isimlerinden biri olan Muhammed Hamdan Dagalu’nun (Hamideti) liderliğindeki HDK'ya karşı, ‘Müşterek Güç' adı altında orduya bağlılıklarını ilan ettiler. Bu arada, Abdulvahid en-Nur liderliğindeki örgüt savaşta tarafsız bir tutum sergiledi, Cebel Marra'daki kontrol alanlarını elinde tuttu ve hükümete karşı olduğunu açıkça duyurdu.

Sudan'daki yerel etki haritalarını gösteren grafik (Şarku’l Avsat)Sudan'daki yerel etki haritalarını gösteren grafik (Şarku’l Avsat)

Milisler içindeki bölünmeler

Buheyt Abdulkerim Debcu liderliğindeki Halk Öz Savunma Gücü, Mansur Erbab liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi ve ‘Arta... Arta’, ‘Dagou Jowa’, ‘Raya’ ile Musa Hilal liderliğindeki ‘Devrimci Uyanış Konseyi’ gibi yerel isimlere sahip diğer hareketler, aktif olarak çatışmalara katılmadan ordunun yanında yer alıyor.

Bu milislerin gücü, ülke dışından ve mevcut savaşın patlak vermesinden sonra ordudan elde ettikleri sofistike silahlarda yatıyor. Bu silahlar, altın madenciliği bölgelerini kontrol altına alarak finansal ayrıcalıklar elde etmelerini ve böylece finansman sağlamalarını mümkün kılıyor.

Analistlere göre silahlı örgütlerin zayıflıkları, aralarındaki kabile farklılıklarından ve Zaghawa kabilesinin bu hareketler üzerindeki kontrolünden kaynaklanıyor. Bu durumdan özellikle Darfur bölgesindeki geleneksel nüfuz alanlarının yaklaşık yüzde 90'ını HDK milislerine kaptıran başlıca iki örgüt olan Adalet ve Eşitlik Hareketi ile Sudan Kurtuluş Hareketi etkilendi.

İslami Hareket’e bağlı milisler

Yerel basında yer alan haberlere göre eski rejim ve İslami Hareket ile bağlantılı 25'ten fazla milis grubu bulunuyor. Bunların başında Gençlik Kolordusu, Yıldırım Tugayları, Ensarullah, Furkan Tugayı, Yanan Yıldızlar, Sicil, Hakikat Askerleri, Halid bin Velid Tugayı, el-Cezire Kalkanı, Kordofan Kolordusu ve İslami Hareket’in ana kolları arasında sayılan Bera bin Malik Tugayları geliyor.

1989 yılında siyasal İslamcılar tarafından gerçekleştirilen darbenin ilk aylarında kurulan HDK, yasal olarak ‘paramiliter bir güç’ olarak kabul ediliyor. Ancak HDK, siyasal İslamcı ideolojiyi benimsemiş ve ‘cihat’ gerekçesiyle Güney Sudan'da savaşmıştı.

Halk Savunma Güçleri, mevcut savaşın patlak vermesinden sonra yeniden ortaya çıktı. Eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir rejiminin ardından gelen sivil hükümet, 30 yıl boyunca ülkeyi yönettikten sonra 2019 yılında halk ayaklanmasıyla devrilen ‘eski İslamcı rejimin askeri cephesi’ olarak gördüğü Halk Savunma Güçleri’ni feshetmişti.

Ayrıca, İslami Hareketin İkinci Komutanı ve eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'in yardımcısı Ali Osman Muhammed Taha tarafından ilk kez ortaya çıkarılan gizli güçler olan ‘gölge taburlar’ da ülkede faaliyet gösteriyor. Taha, sonunda rejimi deviren halk hareketine yönelik tehdidinde “Hayatlarını feda etmek anlamına gelse bile rejimi savunan gölge taburlar var” demişti.

Güvenlik ve istihbarat teşkilatlarına bağlı ideolojik bir grup olan Operasyonlar İdaresi Güçleri, Beşir rejiminin düşüşünün ardından dağıldıktan sonra orduyla birlikte savaşmak için geri döndü. Son olarak, ‘güvenlik hücresi’ olarak bilinen, orduyla birlikte savaşmak için seferber edilen büyük gruplar da var.

Bu milislerin gücü, devletin sağladığı finansman, istihbarat desteği ve ordudan ve çeşitli güvenlik kurumlarından aldıkları silahlar, Kornet füzeleri ve gelişmiş insansız hava araçları (İHA) gibi donanımlara dayanıyor.

Buna karşın zayıf olmasının sebebi, eski rejimin bir aracı olması ve bu yüzden halkın eski rejimin geri dönüşünü reddetmesi nedeniyle nispeten tecrit edilmesi.

Kabile üyesi ve bölgesel milisler

Önceki rejim, ordu ile HDK arasındaki gizli çatışma sırasında, iki taraf arasında çıkabilecek olası bir çatışmaya karşı panzehir görevi görmek üzere, subay Ebu Akile Kikel liderliğinde ‘Butana Kalkanı’ adlı bir milis gücü kurmuştu. Ancak savaş patlak verdikten sonra, milis gücü HDK'nın yanında yer aldı ve onunla birlikte birçok bölgede savaştı. Bunların başında ülkenin orta kesimlerinde başkent Hartum'a komşu El-Cezire eyaletinin kontrolü için verilen savaş geliyor.

Ancak Kikel’e bağlı milisler, geçtiğimiz yıl ekim ayında HDK'ya karşı isyan bayrağı açıp orduya bağlılıklarını ilan ederek herkesi şaşırttı. Bunun karşılığında Kikel’e Sudan ordusu tarafından tuğgeneral rütbesi verildi. El-Cezire eyaletinin doğusunda kapsamlı askere alma operasyonları yürüttü. Ardından Sudan Kalkanı Güçleri adını aldı ve ordunun ülkenin orta kesimlerini ve başkent Hartum'u geri almasında önemli bir rol oynadı.

Siyasi analist Muhanned ez-Zaim'in Facebook sayfasından yaptığı değerlendirmeye göre Sudan Kalkanı Güçleri’nin yanı sıra Sudan'ın orta kesimleri ve kuzeyinde Seyfunnasr, Aşem, Abdullah Cama, Zubeyr bin el-Avvam, Esved es-Said ve Nubye Kalkanı gibi diğer küçük milis grupları da ortaya çıktı.

Doğu’daki milisler

Gadarif bölgesinde orduya destek veren bir silahlı grubun üyeleri (Arşiv- AFP)Gadarif bölgesinde orduya destek veren bir silahlı grubun üyeleri (Arşiv- AFP)

Ülkenin sorunlu olan doğu bölgesinde, kabile ve etnik grupların birbiriyle iç içe geçmiş olması nedeniyle, bazı komşu ülkeler tarafından eğitilmiş ve silahlandırılmış 10 kabile ve bölgesel milis grubu faaliyet gösteriyor. Bu milislerin tümü orduya bağlılıklarını ilan ettilerse de Mebruk Mubarek Salim liderliğindeki Arap olan Reşayide kabilesine bağlı bir milis grubu, HDK'ya bağlılığını açıkladı.

Sudan'ın doğusundaki milisler arasında, Ulusal Kongre Partisi'nin (devrik lider Beşir'in partisi) önde gelen üyelerinden Muhammed Suleyman Betai’nin liderliğindeki Ulusal Adalet ve Kalkınma Hareketi de bulunuyor. Bu hareketin tabanı, Nezir Muhammed el-Emin Turki liderliğindeki gruba karşı çıkan Hadendoa kabilesinin bir kolundan geliyor.

Bunun yanında İbrahim Dunya liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi-Doğu, savaşın başlamasından birkaç gün sonra Eritre'nin himayesinde, Beni Amir ve Habab kabilelerinden yaklaşık 2 bin savaşçı ile ortaya çıktı. Ayrıca Ammar kabilesine bağlı Şiba Darar liderliğindeki Doğu Sudan Partileri ve Güçleri milisleri de faaliyet gösteriyor.

Doğu Sudan Kalkanı milisleri, Reşadiye kabilesinin liderinin oğlu ve İslami Hareket’in üyesi olan Mubarek Hamid Beraki tarafından, 1950’lilerde kurulan köklü bir parti olan, devrik lider Beşir’in yardımcısı Musa Muhammed Ahmed liderliğindeki Beca Kongresi Güçleri ve Hadendoa kabilesinin lideri Muhammed el-Emin Turki liderliğindeki Beca Nazirleri ve Bağımsız Şefler Yüksek Konseyi ile birlikte kuruldu.

Sudan'ın doğusundaki bu milislerin gücü, toplulukları içinde sahip oldukları geniş kabile ve etnik destek ile bazı komşu ülkelerden aldıkları askeri destek, eğitim ve silahlara dayanıyor. Ancak kabileler arasındaki ciddi anlaşmazlıkların yanında koordinasyon ve ortak planlama eksikliği nedeniyle giderek zayıflıyorlar. Bölgedeki bileşenler arasındaki iç çatışmalar, her an patlak verebilecek potansiyel bir tehlike oluşturuyor.

HDK

Sudan'daki çatışma bölgelerinden birindeki HDK devriyesi (Arşiv- Reuters)Sudan'daki çatışma bölgelerinden birindeki HDK devriyesi (Arşiv- Reuters)

HDK, Sudan'da yaygın olan inanca göre eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir tarafından 2013 yılında, ‘orduda önemli nüfuza sahip bazı müttefiklerinin olası ihanetine’ karşı alınmış bir önlem olarak resmen kuruldu.

Bu inanç, Beşir'in kendisi HDK komutanı olan ve ‘Hamideti’ lakabıyla bilinen Muhammed Hamdan Dagalu'ya şaka yollu ‘Hamideti’ (koruyucum) diye hitap etmesiyle daha da güçlendi. Beşir, HDK’yı Darfur bölgesinde rejimine karşı isyan eden silahlı hareketleri bastırmak için de kullandı.

HDK üyelerinin çoğu, Darfur bölgesindeki çeşitli Arap kökenli ve hayvancılıkla uğraşan kabilelerden geliyor.

Bu grupların bazıları, bölgede ‘Cancavid’ olarak biliniyordu. Cancavid kelimesi ‘at sırtındaki cinler’ anlamına gelen cümlenin kısaltmasıdır. Kabile lideri Musa Hilal'in önderliğinde devlete karşı ayaklanan Afrika kabileleriyle savaşmak için ortaya çıkan Cancavid milisleri, diğer kabilelere saldırılarını at sırtında gerçekleştiriyorlardı.

Cancavid milisleri, Darfurlulara karşı yaygın ihlallerde bulunmakla suçlanıyor. Bu yüzden Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve etnik temizlik suçlamalarıyla Beşir ve mevcut Ulusal Kongre Partisi başkanı Ahmed Harun dahil olmak üzere üç yardımcısı hakkında tutuklama kararı çıkardı.

HDK, eski Cancavid örgütüyle olan ilişkisini her zaman inkar etmeye çalışıyor ve kendisinin ‘eski rejimin parlamentosu tarafından kabul edilen yasa ile kurulmuş düzenli bir güç’ olduğunu iddia ediyor. Başlangıçta güvenlik ve istihbarat teşkilatlarına bağlı olan HDK, daha sonra ordunun başkomutanı sıfatıyla doğrudan eski Devlet Başkanı Ömer el-Beşir'e bağlandı.

Sudan halk 2018 yılının aralık ayında ayaklandı. Beşir, devrimi bastırması için HDK’yı Hartum'a çağırdı. Ancak HDK halen bilinmezliğini koruyan bir nedenden ötürü bu görevi yerine getirmeyi reddetti ve bunun yerine Beşir'e karşı harekete geçti. HDK’nın bu tutumu, Beşir rejiminin devrilmesinde önemli bir rol oynadı. Sonuç olarak HDK Komutanı Hamideti, Beşir'in yerine gelen geçiş dönemi askeri konseyinde başkan yardımcısı seçildi.

HDK, yaklaşık 30 bin savaşçıdan oluşan küçük bir gruptu, ancak ordu komutanı Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki Geçici Askeri Konsey'in iktidarı döneminde avantaj elde ederek yaklaşık 100 bin savaşçıdan oluşan büyük bir güç haline geldi, tanklar ve uçaklar dışında çeşitli türde silahlarla donatıldı.

HDK’nın ittifakları

HDK Komutanı Hamideti, paralel hükümetinin üyelerinin yemin törenine tanıklık ediyor (Sudan Kurucu İttifakı)HDK Komutanı Hamideti, paralel hükümetinin üyelerinin yemin törenine tanıklık ediyor (Sudan Kurucu İttifakı)

Sudan’da süregelen savaş 2023 yılının nisan ayı ortalarında patlak verdikten sonra, bazı silahlı gruplar ana hareketlerinden ayrılıp HDK'nın yanında yer aldılar. Bunların başında Tahir Hacer liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi, Suleyman Sandal liderliğindeki Adalet ve Eşitlik Hareketi ve el-Hadi Idris liderliğindeki Sudan Kurtuluş Hareketi-Geçiş Konseyi geliyor. Bu gruplara ilave olarak, bir dizi başka aşiret milisleri ve Tamazuc Hareketi'nden ayrılan bir grup da bulunuyor.

Mavi Nil bölgesinde, Malik Agar liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi ordunun yanında yer almayı tercih etti. Agar, Hamideti'nin yerine Egemenlik Konseyi başkan yardımcısı oldu.

HDK, geçtiğimiz şubat ayında çeşitli silahlı hareketler ve siyasi güçlerle ittifak kurarak Sudan Kurucu İttifakı koalisyonunu oluşturdu. Koalisyonda yer alan oluşumların başında 2011 yılından bu yana hükümetle savaşan Abdulaziz el-Hilu liderliğindeki Sudan Halk Kurtuluş Hareketi geliyor.

Oluşumun rahmindeki milisler

Daha önce milislerin bilinmediği ülkenin kuzeyinde, ‘El-Cakumi’ lakaplı Kuzey Hareketi lideri Muhammed Sayed Ahmed, geçtiğimiz temmuz ayında hareketinin Kuzey ve Nil Nehri eyaletlerinden 50 bin savaşçıya ileri düzey askeri eğitim verdiğini duyurdu.

Başka milis grupları da ortaya çıktı. Şarku’l Avsat’ın et-Tağyir adlı internet sitesinden aktardığına göre bunların başında,  önceki rejim altında faaliyet göstermeye başlayan ve savaştan sonra ordunun desteğini alan ‘Evlad-ı Kameri’ adlı milis grubu geliyor.

Ülkenin batısında, kuzey ve batı Kordofan'daki gruplar, ‘Onur İttifakı Güçleri- Kordofan Kalkanı’ adlı yeni bir milis gücünün kurulduğunu duyurdu. Bu milis gücü, ‘Kordofan İttifakı’, ‘Dağların Aslanları’ ve diğer küçük milis güçleriyle birlikte HDK'ya karşı orduyla birlikte savaştıklarını ilan etti.

Ülkenin orta kesimlerinde ise özellikle el-Cezire eyaletinde yeni milisler ortaya çıktı. Bunlardan biri olan ‘Merkez Halk Kuvvetleri’ adlı milis grubu, Sudan Kalkanı Güçleri’nin yanında savaşa girdiğini açıkladı.

Tehlike çanları

​​​​​​​Ordu ile HDK arasındaki çatışmalar ülkenin altyapısına büyük zarar verdi (AFP)Ordu ile HDK arasındaki çatışmalar ülkenin altyapısına büyük zarar verdi (AFP)

Bu karmaşık durumla ilgili bir değerlendirmede bulunan siyasi analist Osman Fadlallah Şarku’l Avsat yaptığı açıklamada, milislerin ülkede barış ve istikrarın sağlanması şansını zorlaştırmada şüphesiz belirleyici bir rol oynadığını söyledi.

Fadlallah, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Çünkü milisler, devletin zayıflığı ve meşru güç kullanımı olmamasından ötürü güvenlik boşluğunu doldurmak için yayıldıkları ve ülkedeki sosyal ve siyasi bölünmeleri derinleştiren bölgesel, kabile ve kişisel gündemleri olduğu için herhangi bir siyasi anlaşma veya ulusal girişime aykırı bir gerçekliği sahada dayattılar.”

Milis şiddetinin etkilerinin devlet kurumlarına olan güveni zedelediğini ve vatandaşların, iktidarı elinde tutanların kanun değil silahları kullananlar olduğuna inanmasına yol açtığını belirten Fadlallah, diyalog ve siyasi katılım yerine şiddeti güçlenme ve korunma aracı olarak kullanmaya karşı uyardı.

Siyasi analist Salah el-Emin ise ‘hepsi de acı’ olarak nitelendirdiği birkaç senaryo sıraladı. Sudan'ın bölünmesi senaryosuna ilişkin endişelerini dile getiren Emin, “Libya'ya benzer şekilde, bir devlette iki hükümetin olduğu bir senaryo söz konusu. Her devletin, daha az etkiye sahip savaş ağaları şeklinde küçük bir hükümeti var” ifadelerini kullandı.

Emin, şunları söyledi:

“Başka bir senaryo da Sudan'ın bazı bölgelerinin, özellikle etnik ve kültürel açıdan örtüşen alanlarda, komşu ülkelere katılması.”

Diğer taraftan milislerin ülkede yayılmasına ilişkin verileri analiz eden uzman İsam Abbas şunları söyledi:

“Savaşın patlak vermesinden bu yana durum daha da kötüleşti. Çünkü milisler sadece güvenlik araçları olmaktan çıkıp, kabile ya da bölgesel bağlantıları yahut dar çıkarlar temelinde bağımsız oluşumlara dönüştü.”

Milislerin güç kazanmasını ‘resmi askeri kurumların ve devlet otoritesinin zayıflığına, bu durumun milislerin kurulmasını teşvik etmesine, ayrıca düzenlenmemiş askere alımların benimsenmesine’ bağlayan Abbas, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, net bir ulusal proje olmadan bu durumun devam etmesinin gelecekte kanunsuzluğun artmasına ve güvenlik ve siyasi çöküşe yol açacağını söyledi.

Birçok insanın aklında yanıt bekleyen en önemli soru şu: Sudanlılar güvenlik ve askeri kurumlarını yeniden tesis edebilecekler mi, yoksa milisler çoğalarak kendi aralarında savaşacak ve ülkeyi sonsuz bir savaş döngüsüne mi sokacaklar?


Suudi Arabistan, tarihinde yedinci kez Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı

Suudi Arabistan milli takımı oyuncuları Dünya Kupası'na katılmayı kutluyor. (Reuters)
Suudi Arabistan milli takımı oyuncuları Dünya Kupası'na katılmayı kutluyor. (Reuters)
TT

Suudi Arabistan, tarihinde yedinci kez Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı

Suudi Arabistan milli takımı oyuncuları Dünya Kupası'na katılmayı kutluyor. (Reuters)
Suudi Arabistan milli takımı oyuncuları Dünya Kupası'na katılmayı kutluyor. (Reuters)

Suudi Arabistan milli takımı, dün akşam Cidde'de dolu tribünler önünde Irak ile oynadığı maçta golsüz berabere kalarak grup aşamasını zirvede tamamladı ve tarihinde yedinci kez Dünya Kupası’na gitmeye hak kazandı.

Suudi Arabistan milli takımı daha önce 1994, 1998, 2002, 2006, 2018 ve 2022 yıllarında Dünya Kupası'na katılmıştı. Şüphesiz en dikkat çekici performansı 1994 yılında ABD'de son 16 turuna yükselmesiyle oldu.

B Grubu’nda mücadele eden Suudi Arabistan puanını dörde çıkararak liderliği ele geçirirken, Irak üç puanla ikinci sırada yer aldı ve A Grubu'nda ikinci sırada yer alan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile karşılaşarak Dünya Kupası'na katılmak için son bir şans elde etti. Bu maçın galibi, yeni sistem kapsamında genişletilmiş kıtalararası play-off'lara katılmaya hak kazanacak. Bu play-off'lara Kuzey, Orta Amerika ve Karayipler Futbol Konfederasyonu'ndan (CONCACAF) iki takım, Afrika'dan bir takım, Güney Amerika'dan bir takım ve Okyanusya'dan bir takım olmak üzere toplam altı takım katılacak.

Diğer yandan Katar, Doha'daki Casim bin Hamad Stadyumu'nda BAE'yi 2-1 yenerek tarihinde ikinci kez ve eleme turlarından ilk kez finallere katılmaya hak kazandı.

Katar’ın gollerini Bualem Huhi (49. dakika) ve Pedro Miguel (74. dakika) kaydetti. Katar, Tarık Muhammed'in 89. dakikada kırmızı kart görmesi nedeniyle maçı on kişiyle tamamlarken, BAE ise oyuna sonradan giren Sultan Adil (90+8) ile farkı azalttı.

Katar, dört puanla A Grubu'nu birinci sırada tamamladı. 3 puanla ikinci sıraya düşen BAE ise 13 ve 18 Kasım'da iki maçlı sistemle B Grubu'nun ikinci sıradaki takımıyla (Irak) kıtalararası play-off'lara katılma hakkı kazanarak, ikinci kez Dünya Kupası'na katılma şansını sürdürdü.

Umman, A Grubu'nda bir puanla üçüncü sırada kaldı.