Sudan’da ordu Hartum'da ilerlerken, HDK hayati öneme sahip tesisleri hedef alıyor

Terörizm, siyasi hedeflere ulaşmak için bireyler yahut gruplar tarafından kullanılan yasa dışı bir araçtır

Sudan'ın ikinci büyük kenti Omdurman'ın kuzeyindeki ülkenin en büyük petrol rafinerisi olan Cili'de Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında yükselen dumanlar, 15 Ocak 2025 (AFP)
Sudan'ın ikinci büyük kenti Omdurman'ın kuzeyindeki ülkenin en büyük petrol rafinerisi olan Cili'de Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında yükselen dumanlar, 15 Ocak 2025 (AFP)
TT

Sudan’da ordu Hartum'da ilerlerken, HDK hayati öneme sahip tesisleri hedef alıyor

Sudan'ın ikinci büyük kenti Omdurman'ın kuzeyindeki ülkenin en büyük petrol rafinerisi olan Cili'de Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında yükselen dumanlar, 15 Ocak 2025 (AFP)
Sudan'ın ikinci büyük kenti Omdurman'ın kuzeyindeki ülkenin en büyük petrol rafinerisi olan Cili'de Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında yükselen dumanlar, 15 Ocak 2025 (AFP)

Emced Ferid et-Tayyib

Sudan'ın başkentindeki Hartum’un Bahri ilçesinin semaları 23 Ocak 2025 Perşembe günü yoğun siyah bulutlarla kaplandı. Bu bulutların kaynağının kentin kuzeyinde bulunan Cili Petrol Rafinerisi olduğu ortaya çıktı. Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Sudan ordusuyla arasındaki savaşın başlarında rafineriyi ele geçirmiş ve buraya barikat kurmuştu.

Sudan ordusu başkent Hartum’u geri almak ve HDK’dan kurtarmak için istikrarlı bir şekilde ilerlerken rafineride konuşlanan HDK üyelerinin bir kısmı, petrol tesisindeki bazı yakıt tanklarını ateşe vererek etraflarındaki kuşatmayı kırmaya ve rafinerinin çökmesini önlemeye yönelik çabalardan yararlanıp kaçmaya çalıştı.

HDK üyeleri tarafından çıkarılan yangın sadece ham petrol tanklarından birine ulaşırken Sudan ordusu, kaçan HDK üyelerinin bir kısmını yakalamayı başardı. Diğerleri ise savaşın patlak vermesinden ve bölgeyi işgal etmelerinden bu yana rehin olarak tuttukları rafinerideki mühendislerin ve işçilerin yanına sığınmak üzere rafineriye geri döndüler.

Günlük yaklaşık 150 bin varil çeşitli petrol türevlerinin üretildiği rafinerinin yıkılması, çok sayıda can kaybının ve geniş çaplı ve uzun süreli bir çevresel felaketin yanı sıra Sudan'ın altyapısının en önemli sütunlarından birinin ve ülkedeki petrol ve türevlerinin rafine edilmesine yönelik ana ulusal tesisin yok edilmesinin yaratacağı muazzam ekonomik kayba neden olabilirdi.

Günlük yaklaşık 150 bin varil çeşitli petrol türevlerinin üretildiği rafinerinin yıkılması, çok sayıda can kaybına ve geniş çaplı ve uzun süreli bir çevresel felakete neden olabilirdi.

Cili Petrol Rafinerisi’ni yok etme girişimi, HDK'nın Sudan'daki hayati öneme sahip sivil altyapıyı kasıtlı olarak hedef alan terörist yaklaşımına yeni bir boyut kazandırdı. HDK üyeleri, rafineride yaşananlardan önce Sudan'daki savaşı uzatmak için milisleri destekleyen yabancı taraflarca sağlanan gelişmiş insansız hava araçlarını (İHA) kullanarak elektrik ve su sistemleri ile diğer hayati tesislere sistematik saldırılar düzenledi.

HDK’nın sadece ocak ayında gerçekleştirdiği saldırılar ise şunlar:

13 Ocak 2025 - Sudan'ın en büyük hidroelektrik santrali olan Merove Barajı saldırısı: HDK, Sudan'ın elektriğinin yaklaşık yüzde 40'ını üreten ve başkent Hartum'un yaklaşık 350 kilometre kuzeyinde bulunan Merove Barajı ve elektrik santraline İHA’larla saldırdı.

18 Ocak 2025 - eş-Şevak’taki elektrik ve su dönüşüm santrallerine saldırılar: HKD eş zamanlı bir İHA saldırısıyla el-Gadarif eyaletindeki eş-Şevak Elektrik Santrali’ni hedef alarak el-Gadarif, Kassala ve Sennar eyaletlerini tamamen karanlığa gömdü. Gadarif’teki su dönüşüm tesisine de gerçekleştirilen İHA saldırısıyla halkın temiz içme suyuna erişimi ciddi şekilde kısıtlandı.

19 Ocak 2025 – Dongola’daki elektrik santraline saldırı: HDK, İHA’larla ülkenin kuzeyindeki Dongola eyaletinde bulunan elektrik santralini hedef alarak halihazırda sıkıntılı olan bölgedeki elektrik arzını daha da aksattı. Bunun dışında Sudan ordusu, 21 Ocak 2025 tarihinde Beyaz Nil eyaletinde Umm Diveykarat bölgesindeki elektrik santrallerine yönelik İHA saldırılarını başarıyla engellediğini duyurdu.

defvgb
Sudan Genelkurmay Başkanı Abdulfettah el-Burhan Port Sudan'da, 14 Ocak 2025 (AFP)

HDK üyelerinin Sudan’ın kritik öneme sahip altyapısına yönelik bu eş zamanlı saldırıları, sivilleri hedef alan olağan yöntemlerinden sapma olmadığını gösterse de HDK, el-Cezire eyaletinde uğradığı askeri kayıplarla eş zamanlı olarak bu saldırıları sıklaştırdı. Öte yandan Sudan ordusunun başkent Vad Medeni’yi geri alma ve özgürleştirme başarısı ve HDK'nın ele geçirme girişimleri karşısında Kuzey Darfur'un yönetim el Faşir'i elinde tutma kararlılığını sürdürmesi öne çıkıyor. Bu arada HDK’ya yakın siyasi müttefikler, HDK’nın kontrolü altındaki bölgelerde paralel bir hükümet kurma fikri konusunda bölünmüş durumdalar. Bu da HDK üyelerinin sivil altyapıya yönelik bu saldırıları sistematik olarak siyasi baskı aracı olarak kullandığını gösterirken tüm saldırılar doğrudan terörizm ve terör eylemleri sınıflandırmasına ve tanımına giriyor.

“DK üyelerinin Sudan’ın kritik öneme sahip altyapısına yönelik bu eş zamanlı saldırıları, sivilleri hedef alan olağan yöntemlerinden sapma olmadığını gösteriyor.

Terörizmin kavramsal tanımı farklı kültürel, siyasi ve sosyal perspektiflere göre değişebilir. Ancak, ‘terörizm, siyasi hedeflere ulaşmak için gruplar ya da bireyler tarafından kullanılan, muhalifleri ve toplulukları sindiren ve şiddet kullanımı ya da tehdit yoluyla hükümetlere baskı yapan yasa dışı bir araçtır’ olduğu şeklinde kesin bir tanımı söz konusu.

1- Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri: Cenevre Sözleşmeleri, özellikle de 1’inci Ek Protokolü’nün 54’üncü maddesi, halkın yaşamını sürdürmesi için vazgeçilmez olan mallara yönelik saldırıları yasaklar. Maddede “Bir savaş yöntemi olarak sivilleri aç bırakmak yasaktır. Halkın yaşamını sürdürmesi için vazgeçilmez olan mallara saldırmak, bunları yok etmek, ortadan kaldırmak ya da kullanılamaz hale getirmek yasaktır” ifadeleri yer alıyor.

Elektrik ve su altyapısı halkın yaşamını sürdürmesi için elzemdir. HDK'nın saldırıları bu hükmün açıkça ihlalidir. Sivil altyapının hedef alınması, sivilleri temel ihtiyaçlardan mahrum bırakmayı amaçlayan kasıtlı bir eylem teşkil eder ve bu da uluslararası hukuka göre bir savaş suçudur.

2- Terörist Bombalamalarının Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme (15 Aralık 1997, New York): Bu Sözleşme, halkın kullanımına yönelik altyapının kasıtlı olarak tahrip edilmesini suç sayar. Madde 2, ölüme veya bedensel olarak ciddi yaralanmaya neden olmak ve bir halkı terörize etmek veya hükümeti harekete geçmeye zorlamak amacıyla altyapının yaygın bir şekilde tahrip edilmesi gibi eylemleri kasıtlı olarak işlenmiş olarak tanımlıyor.

Bu anlamda, Sudan'daki elektrik ve su santralleri ile petrol tesislerinin HDK tarafından kasıtlı olarak hedef alınması, bu tanımlama için yeterli kriterleri taşıyor.

3- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 1566 (2004 tarihli) ve 1373 (2001 tarihli) sayılı kararları. 1566 sayılı BMGK kararı terörizmi, sivillere yönelik olanlar da dahil olmak üzere, ölüme veya ciddi yaralanmaya neden olmak ya da bir terör durumunu kışkırtmak amacıyla işlenen suç eylemleri olarak tanımlar ve terörle mücadele için uluslararası iş birliğini teşvik eder. 1373 sayılı BMGK kararı ise devletlerin terörizmi önlemesini, bastırmasını, finanse etmesini ve desteklemesini öngörür. HDK milislerinin eylemleri, siyasi ve askeri hedeflere ulaşmak için sivilleri ve kritik altyapıyı hedef alarak bu kararların lafzında ve ruhunda yer alan tanımları karşılar.

Çatışma Konumu ve Olay Verileri Projesi (ACLED) tarafından 2024 yılında yayınlanan Sudan'daki Olayların İzlenmesi Raporu’nda sivillere yönelik şiddet olaylarının yüzde 77'sinin HDK üyeleri tarafından gerçekleştirildiği belgelendi.

ABD, geçtiğimiz yılın sonlarında HDK’nın eylemlerini soykırım suçu olarak sınıflandırdı. Bu durum, Sudan'daki durumla ilgilenirken kendisine doğrudan yasal ve siyasi yükümlülükler getirerek ABD ve diğer bazı bölgesel ve uluslararası tarafların tuzağına düştüğü resmi eşitlik ve gerçek dışı tarafsızlığın ötesine geçti. Eğer insanları terörize eden ve soykırım yapan bir taraf varsa, dünyanın ilan edilmiş yükümlülükleri bunu sürdürmesi için ona siyasi ve diplomatik gerekçeler vermeyi değil, ona karşı durmayı ve suçlarını ve ihlallerini durdurmaya çalışmayı öngörüyor.

Şarku'l Avsat'ın Independent Arabia'dan akatardığı analize göre HDK üyelerinin şu anda yaptıkları, Boko Haram'ın Nijerya'nın kuzeyinde elektrik santrallerini ve su dağıtım şebekelerini hedef aldığı eylemlere benziyor. 2015 yılında Borno eyaletindeki bir elektrik santraline saldıran örgüt binlerce evi elektriksiz bırakmış, sağlık ve eğitim hizmetlerini aksatmıştı. 2017 yılındaki bir başka olayda ise Yobe eyaletinde su dağıtım hatlarını havaya uçurarak büyük çaplı bir susuzluk krizine yol açtı.

x cvfgbr
Sudan ordusu ile HDK arasındaki çatışmalar sırasında Omdurman'daki su kuyrukları, 16 Ocak 2025 (AFP)

Herhangi bir meselenin ele alınması için öncelikle o meselenin doğru bir şekilde tanımlanması ve Sudan halkının güvenliği ve istikrarı pahasına ondan faydalanmayı amaçlayan siyasi ve bencil çıkarların yarattığı kirliliğin ortadan kaldırılması gerekir. HDK'nın ‘gözdağı verme, sabotaj ve suç işlemeyi siyasi araç olarak benimseyen terörist faaliyetler’ gibi eylemlerini ve suçlarını oldukları gibi tanımlamak bunları nasıl durduracağımızı düşünmek için bir başlangıç noktası olacaktır. Ateşin etrafında dans etmeye ve gerçekleri inkâr etmeye devam etmek, Sudan'daki savaşı durdurma çabalarının daha da başarısızlığa uğramasına neden olur.



Eski anlaşmalar ve yeni gerçekler arasında Trump'ın Ortadoğu politikası

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump Washington'da İbrahim Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, 15 Eylül 2020 (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump Washington'da İbrahim Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, 15 Eylül 2020 (Reuters)
TT

Eski anlaşmalar ve yeni gerçekler arasında Trump'ın Ortadoğu politikası

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump Washington'da İbrahim Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, 15 Eylül 2020 (Reuters)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve ABD Başkanı Donald Trump Washington'da İbrahim Anlaşması’nı imzaladıktan sonra, 15 Eylül 2020 (Reuters)

Akil Abbas

ABD Başkanı Donald Trump, Beyaz Saray'daki ilk gününde Oval Ofis'te gazetecilere ve yetkililere yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Gazze'nin fotoğraflarına baktım, devasa bir yıkım alanı gibi görünüyor. Farklı bir şekilde yeniden inşa edilmeli. Gazze ilginç, harika bir yer. Deniz kıyısında, havası çok güzel… Gazze'de fantastik şeyler yapılabilir.”

Trump, gayrimenkul alanında da profesyonel geçmişe sahip bir iş adamı diliyle, yıkıma uğramış Gazze Şeridi’ni, ticari karlılığın hakim olduğu bir ekonomik vizyon ile alırken Gazze'nin gelecekte bir turizm merkezi olabileceğini söyledi. Trump’ın önümüzdeki dört yıl boyunca izleyeceği politikalar Gazze'ye, Filistin-İsrail çatışmasının geleceğine ve Aksa Tufanı Operasyonu'nun halen açık olan sonuçları çerçevesinde ABD’nin Arap dünyasıyla ilişkilerine dair pek çok şeyi belirleyecek olan bu adamın sözlerinde siyaset kendine yer bulamadı.

Trump, bu açıklamalardan günler sonra Gazze Şeridi ‘temizlenene’ ve farklı bir şekilde yeniden inşa edilene kadar yaklaşık bir buçuk milyon Filistinliyi Gazze Şeridi'nden Ürdün ve Mısır'a gönderme talebine ilişkin provakatif sözlerini sarf ederken Gazze Şeridi’nin ‘devasa bir yıkım alanı’ olduğuna dair emlakçı üsluplu ifadesini yineledi. Yeni bir binayı, binanın düzgün bir şekilde tamamlanmasını engelleyebilecek eski sakinlerini rahatsız etmeden inşa etmeyi amaçlayan müteahhitlerin soğukkanlılığıyla konuya yaklaşan Trump, Gazzelilerin Mısır ya da Ürdün'e gönderilmesini “kısa ya da uzun bir tatil” olarak tanımladı!

Trump'ın mantığına göre toprağın duygusal ya da tarihi bir değeri olamaz. Ona göre toprak, sadece yaşanacak bir yerden ibaret. Bir müteahhidin isteklerine ve işin gereklerine göre değiştirilebilir, terk edilebilir ve geri dönülebilir. Toprağın ulusal anlamı ile ekonomik anlamı arasındaki bu sorunlu ayrım, Trump yönetiminin Arap-İsrail çatışmasını ele alma konusundaki siyasi vizyonunun özünü de temsil ediyor. Bu vizyon, Trump’ın ilk başkanlık döneminden (2017-2021) daha organize ve disiplinli görünen yeni bir Trump yönetimi altında İbrahim Anlaşmalarının daha büyük bir ivmeyle yeniden başlatılması yoluyla daha da anlaşılır hale gelecek.

İbrahim Anlaşmaları ABD’nin temel taşlarından biri

Trump’ın ABD Başkanı olarak resmen göreve başlamasından yaklaşık bir hafta önce, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz, Trump'ın ekonominin siyasetin önüne geçtiği ve siyaseti yeniden tanımladığı Ortadoğu vizyonundan daha açık bir şekilde bahsetti. Waltz, “Başkan Trump'ın görev süresinin sonuna kadar altyapı projelerinden, su tesislerinden, demiryollarından, fiber optik kablolardan, elektronik bilgi merkezlerinden bahsetmek istiyorum... Dininiz ve geçmişiniz ne olursa olsun, aileniz ve çocuklarınız için daha iyi bir yaşam istiyorsunuz. Bunu ne kadar çok yaparsak, bu tarihi adaletsizlikleri o kadar çok geride bırakırız. Bunu umuyoruz. Özellikle Başkan Trump'ın anlaşma yapma becerisi ile bu tamamen başarılabilir hale geliyor” ifadelerini kullandı.

İbrahim Anlaşmaları ile sıradan normalleşme anlaşmaları arasındaki en önemli fark, İbrahim Anlaşmalarının Arap-İsrail çatışmasının çözümüne ilişkin uluslararası kararlarda benimsenen yönün tam tersi istikamette ilerlemesidir.

Waltz, Trump yönetimi altında İbrahim Anlaşmalarının yeniden başlatılmasından bahsederken, bunları Arap-İsrail çatışmasını çözmenin bir yolu olarak Arap ülkeleri ile İsrail arasında ilişkiler kurmayı amaçlayan ABD siyasi baskısına dayanan 1950'lilere kadar uzanan bir ABD geleneğine bağlamak isteyen Biden yönetiminin normalleşme anlaşmaları olarak gören vizyonunu doğal olarak reddetti. Waltz daha çok, Trump'ın önde gelen destekçileriyle birlikte, Trump yönetimin İbrahim Anlaşmalarıyla yaptıklarının, özellikle de Trump’ın 2017-2021 arasındaki ilk başkanlık döneminde, bilhassa son iki yılında, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Sudan ve Fas gibi Arap ülkeleriyle İsrail arasında dört anlaşmayı hayata geçirdikten sonra keşfettiği ve alamet-i farikası haline gelen yeni ve başarılı bir çaba olduğunu göstermeye çalıştı.

İbrahim Anlaşmaları özünde, uzun süredir devam eden ülkelerarası çatışmalar bağlamında normalleşme anlaşmalarıdır. Uzun süredir devam eden şiddetli bir çatışmanın sona erdirilmesi ve eskiden düşman olan taraflar arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi yoluyla çatışma sonrası barışın sağlanmasını amaçlıyor. Ancak, ABD tarafından on yıllardır sürdürülen ve çatışan taraflara yönelik baskı ve teşviklerin bir karışımını içeren arabuluculuk çabaları ile Trump yönetimi tarafından hayata geçirilen İbrahim Anlaşmaları arasında önemli farklılıklar bulunuyor. Bu farklılıklar ABD'nin Arap-İsrail çatışmasına yönelik algısının yanı sıra nasıl çözüleceğine dair iki farklı görüşünü yansıtıyor.

sxcdvfgbhy
Jared Kushner ve Meta CEO'su Mark Zuckerberg, Washington'daki Capitol Rotunda'da Donald Trump'ın yemin törenine katıldılar, 20 Ocak 2025 (Reuters)

Aradaki fark, Biden yönetiminin kullanmaktan kaçındığı ve büyük olasılıkla isrer Demokrat Parti ister Cumhuriyetçi Parti’den olsun gelecekteki sağcı olmayan herhangi bir ABD yönetiminin de kaçınacağı dini etiketlerle başlıyor. Hem Cumhuriyetçi Parti içinde hem Amerikan seçmenleri arasında hem de ABD kamuoyunda Hıristiyan Evanjeliklerin yükselen gücünü yansıtan Trump’ın ilk başkanlık döneminde olduğu gibi ikinci dönemindeki mevcut yönetimi de iç politikada (kürtaj ve cinsiyet değiştirme operasyonları karşıtlığı gibi), dış politikasında (Irak, Mısır ve Suriye'de zulüm gören Hıristiyan grupları savunması gibi) ve dini özgürlüğe yaptığı sürekli vurguda (birbirini izleyen ABD yönetimleri, dış söylemlerinde, dini özgürlüğü daha geniş bir bütünün parçası olarak içeren ifade özgürlüğünü korumaya odaklanırlar), hatta Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan edip ABD büyükelçiliğini oraya taşımada, dünyadaki tüm yönetimlerin politikalarına karşı çıkarak belirli dini değerleri benimsedi.

İbrahim Anlaşmaları da Trump'ın söylemlerinde ve politikalarında dinin bu şekilde benimsenmesinin bir parçası. Başkan Trump'ın ilk başkanlık döneminde danışmanlığını yapan damadı Jared Kushner'in Yahudi olması ve Arap-İsrail çatışmasını çözmeye yönelik resmi arabuluculuk rolünü üstlenmesi, bunun açık bir göstergesiydi. Anlaşmaya adını veren Hristiyanların, Yahudilerin ve Müslümanların inandığı İbrahim Peygamber (İslamiyet’te ‘peygamberlerin babası’, Yahudilikte ‘ilk Yahudi’ ve Hristiyanlıkta ‘imanın babası’) ile üç din arasında bağlar olduğu vurgulandı. Bu durum, 1950'li yıllardan bu yana art arda göreve gelen ABD yönetimlerinin, bu karmaşık ve zor çatışmayı ortadan kaldırmak için ekonominin ikincil bir rol oynadığı, günümüz gerçekleri ve siyasi anlaşmazlıklarla ilgilenmeye odaklanan yaklaşımından dikkate değer bir sapmayı temsil ediyordu. Dini ortak kökene yapılan bu vurgunun, çatışan taraflar arasındaki köklü nefreti ortadan kaldırmayı ve böylece barışçıl çözümlere ulaşılmasını kolaylaştırmayı amaçladığı belirtildi.

İbrahim Anlaşmaları ile sıradan normalleşme anlaşmaları arasındaki en önemli fark, İbrahim Anlaşmalarının Arap-İsrail çatışmasının çözümüne ilişkin uluslararası kararlarda benimsenen yönün tam tersi istikamette ilerlemesidir. Bu kararlar, anlaşmazlığın köklerine inmek ve ilişkilerin normalleşmesine yol açmak için ‘barış için toprak’ formülü aracılığıyla çözümün siyasi boyutunu vurguladı. Bu siyasi normalleşme, ekonomik bağların kurulmasına ve böylece zaman içinde çatışmayı körükleyen nefreti ortadan kaldıracak kalıcı ortak çıkarların yaratılmasına yol açıyor.

Trump’ın Ortadoğu Barış Planı, 1948 savaşından sonra Arap ülkelerini terk etmek zorunda kalan ‘Yahudi mültecilerle ilgili meselelere adil, hakkaniyetli ve pratik bir çözüm’ talep ederken, Filistinli mültecilerin uluslararası kararlarla tesis edilen geri dönüş hakkını iptal ediyordu.

İsrail'in Sina Çölü’nü Mısır’a iade ettiği ve karşılığında Mısır'ın İsrail ile diplomatik ilişkiler kurduğu 1979 Mısır-İsrail Camp David Anlaşması'nın ardında yatan varsayım buydu. Aynı varsayım, 1994 yılında İsrail'in siyasi normalleşme karşılığında Ürdün Vadisi'ndeki toprakları iade ettiği Ürdün ve İsrail arasında imzalanan Vadi Arabe Barış Anlaşması da var. Ancak her iki durumda da bu siyasi normalleşme ekonomik normalleşmeye yol açmadığı gibi, taraflar arasındaki nefreti kıracak karmaşık ve köklü hiçbir çıkarı da beraberinde getirmedi. İbrahim Anlaşmaları bu sıralamayı tersine çevirmeyi, ekonomiyle başlayıp siyasetle bitirmeyi, ekonomik temelli bir normalleşme anlaşmasını siyasi bir çözüme ve sonrasında gerçek bir ‘bir arada yaşama’ durumuna taşımayı amaçlıyor.

İsrail tarafından güçlü bir şekilde desteklenen İbrahim Anlaşmalarının iki büyük zaafı var. Bunlardan birincisi çevreye yönelmesi ve merkezi ihmal etmesi. Arap ülkeleriyle yapılan ve Filistinlilerin gerçek bir gelecek ufkuna sahip, yaşayabilir bir devlete sahip olmalarına ilişkin yasal ve ahlaki haklarının es geçen İbrahim Anlaşmaları, Arap-İsrail çatışmasını ortadan kaldıramaz. ABD’nin arabuluculuğundaki İbrahim Anlaşmaları, Trump'ın ilk döneminde Aksa Tufanı Operasyonu’nun patlak vermesini ve İbrahim Anlaşmalarına katılanlar da dahil olmak üzere Arap ülkelerinde İsrail'e karşı Filistinlilerle hem resmi düzeyde hem de halk düzeyinde geniş bir dayanışmanın oluşmasını engelleyemedi. İbrahim Anlaşmalarının ikinci zaafı ise Trump ve dış politika ekibinin de dahil olduğu Amerikan sağ kanadının, gerçek ve egemen bir Filistin devletini tanıyan net bir siyasi çerçevenin eşlik etmediği ya da öncelemediği herhangi bir Filistin ekonomik çözümünün imzalanmasının neredeyse tamamen imkansız olduğunu anlayamaması.

Yüzyılın Anlaşması ve ekonominin siyasetin yerini alamaması

Trump’ın ilk başkanlığı dönemindeki yönetimi, 2020 ocağında İbrahim Anlaşması taslak metnini tamamladığında ‘Yüzyılın Anlaşması’ (Trump’ın Ortadoğu Barış Planı) olarak adlandırılan (plan ekonomik tarafı siyasi olandan neredeyse sekiz ay önce açıklanmıştı),  çoğunlukla ekonomik nitelikte yaklaşık 180 sayfalık ayrıntılar ve tablolar ortaya çıktı. Başarılı ve müreffeh bir Filistin ekonomisi yaratmak için 50 milyar dolarlık bütçenin yer aldığı metinde siyasi yön oldukça kısıtlıydı ve iki devletli bir çözüme ya da Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etme ve bağımsız bir devlet kurma hakkının uygulanmasına yönelik açıkça hiçbir taahhüt içermiyordu. Yüzyılın Anlaşması bunun yerine ABD'nin, başkenti Doğu Kudüs olmayan, askerden arındırılmış ve parçalanmış, coğrafi bütünlüğü olmayan, dağınık toprakları İsrail'in kontrolündeki köprü ve tünellerle birbirine bağlanan, kara ve deniz sınırlarını hava ve güvenlik denetimine tabi tutma ve Filistin devleti içinde güvenlik operasyonları başlatma hakkına sahip olan ve bu devletin içeride nasıl yönetileceğine ilişkin diğer şartların yanı sıra koşullu olarak gelecekteki bir Filistin devletini destekleme taahhüdünde bulunuyordu.

Yüzyılın Anlaşması, Filistinli mültecilerin uluslararası kararlarla tesis edilen geri dönüş hakkını yok sayıp onlara maddi tazminat teklif ederken, 1948 savaşından sonra yaşadıkları Arap ülkelerini terk etmek zorunda kalan ‘Yahudi mültecilerle ilgili meselelere adil, hakkaniyetli ve pratik bir çözüm’ bulunmasını ve bu çözümün ‘İsrail-Filistin barış anlaşmasından ayrı uygun bir uluslararası mekanizma’ aracılığıyla uygulanmasını talep ediyordu. Yüzyılın Anlaşması, Trump’ın ilk başkanlık dönemindeki yönetimini, Filistinlilerin 75 yıldır kümülatif ve aşamalı olarak hissettiği, yasal çözüm için net bir siyasi ve insan hakları çerçevesine ihtiyaç duyan, ekonominin ve gelecekteki refah vaatlerinin bu çözümü sağlamlaştırmasına ve uygulanabilir hale getirmesine izin veren siyasi ve insan hakları mağduriyetlerinin derinliğini anlamadaki yetersizliğini şok edici bir şekilde ortaya koyduğu için Arapların ve Filistinlilerin büyük tepkisiyle karşı karşıya getirdi.

Trump yönetiminin, bu iki büyük ama ayrı zorlukla başarılı bir şekilde başa çıkabilmek için İran'la yüzleşmeyi ve Filistin meselesini siyasi olarak çözmeyi birbirinden ayırması gerektiğini anlaması uzun sürmeyecektir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre ABD'nin Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilerin Mısır, Ürdün ve belki de Endonezya'ya gönderilerek harap haldeki Gazze Şeridi’nin yeniden inşasının beklenmesine dair yaptığı son açıklamaları çerçevesinde Trump yönetiminin, Yüzyılın Anlaşmasının başarısız olmasından hiçbir ders almadığı görülüyor. Zira Arap-İsrail çatışmasını, özellikle de Filistin boyutunu ele almak için henüz yeni bir vizyon geliştirmiş değil. Daha geniş ve uzun vadeli bir plan geliştirmeden, Biden yönetiminin Gazze savaşının nasıl sona erdirileceğine dair fikirlerini benimsedi. Ateşkes anlaşmasının Trump'ın göreve başlamasından önce imzalaması için İsrail'e baskı yaparak sadece işlerin doğrudan ve pratik yönüyle ilgilendi. Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, İsrail'e giderek İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'ya sert bir konuşma yaptı ve Netanyahu'nun ateşkesi kabul etmesini sağladı.

Filistin'in yerine İran konulabilir mi?

Aslında, Trump yönetiminin ilk dönemden kalma eski araçlarla (azami baskı politikası çerçevesindeki yaptırımlar) İran'la mücadele etmek ve İran'ın Aksa Tufanı Operasyon kaynaklı zafiyetinin ardından yeni bir İsrail askeri balyozu kullanmak dışında Ortadoğu'ya yönelik net ve yeni bir yaklaşımı bulunmuyor. Trump, seçim kampanyası sırasında o dönemde salıncak eyaletlerdeki Arap asıllı Amerikalıları tatmin etmek için Gazze'de ateşkes çağrısı yapması dışında, Ortadoğu hakkında konuşmadı. Bu çağrıya, Biden yönetiminin İsrail'e askeri tepkisini rasyonelleştirmesi ve Trump'ın Beyaz Saray'daki ilk günlerinde kaldırdığı bir yasak olan bazı mühimmat türlerinin tedarikini engellemesi için uyguladığı baskıya karşı İsrail'in neredeyse mutlak meşru müdafaa hakkını her zamanki gibi güçlü bir şekilde onaylaması eşlik etti.

sdcfrgthy
Gazze Şeridi'nin güneyinden kuzeyine uzanan Netzarim Koridoru'nu geçmek için Raşid Caddesi boyunca yürüyen insanlar, 27 Ocak 2025 (AFP)

Trump yönetiminin, İbrahim Anlaşmalarının uygulanması ve başka ülkelerle de imzalanması için daha çok çalışacağına şüphe yok. Ancak bu anlaşmaların siyasi yönünü geliştirmeden ve ekonomik yönü kadar açık, güçlü ve öncelikli hale getirmeden yapacağı da kesin. İşte bu noktada Suudi Arabistan faktörünün ABD yönetimini doğru yöne itme olasılığı ortaya çıkıyor. Bu bağlamda Waltz, Suudi Arabistan ve İsrail arasında bir İbrahim Anlaşmasına varılmasının Trump yönetimi için ‘son derece önemli’ olduğunu belirtti.

Suudilerin, Filistin meselesine uluslararası kararlara ve 2002 yılında Beyrut’taki 25. Arap Birliği Zirvesi’nde onaylanan Arap Barış Girişimi'ne uygun bağımsız bir devletin kurulmasını öngören siyasi bir çözüm bulunmadan taraflar arasında böyle bir anlaşma yapılmayacağı yönündeki ısrarı çerçevesinde böyle bir anlaşmanın imzalanması oldukça zor görünüyor. Suudi Arabistan'ın ABD’ye 600 milyar dolar yatırım yapmaya hazır olması, Trump'a Yüzyılın Anlaşması’nda hem siyasi hem de insan hakları alanında radikal değişiklikler yapması ve böylece Filistinlilerin kabulünü ve Arapların desteğini kazanması için baskı yapma olasılığını güçlendirebilir. Filistin meselesine kalıcı bir çözüm getirecek bu tür değişikliklerin yapılmasını desteklemek için Arap ülkeleri arasında resmi düzeyde sağlam ve geniş çaplı bir dayanışmaya ihtiyaç var. Ancak Trump'ın Amerika'sı, Arap ülkeleri arasındaki İran'a karşı dayanışmanın, ekonominin siyasetin önüne geçtiği yenilenmiş bir Yüzyılın Anlaşmasının kabul edilmesini sağlayacak bir uzlaşıya dönüşeceğine çok fazla güveniyor gibi görünüyor. Trump yönetiminin, bu iki büyük, ama ayrı zorlukla başarılı bir şekilde başa çıkabilmek için İran'la yüzleşmeyi ve Filistin meselesini siyasi olarak çözmeyi birbirinden ayırması gerektiğini anlaması uzun sürmeyecektir.