Suriye devleti tehlikede

Tehlikenin başlıca sebeplerinden biri silahlı örgütler.

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera
TT

Suriye devleti tehlikede

Görsel: Nash Weerasekera
Görsel: Nash Weerasekera

Hayid Hayid

Suriye rejimi Mart 2020’de, pek çok bölgeyi muhalif güçlerden geri alarak ülkenin büyük bölümü üzerindeki kontrolünü teyit etmişti. Büyük oranda İran’ın ve Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen bu askerî başarı, Esed’in iktidarını sağlamlaştırdı ve onu, muhalifleri tarafından tamamen devrilmekten kurtardı.

Ancak rejim, topraklar üzerinde tam kontrol sağlayamadı. Nitekim Suriye topraklarının yaklaşık yüzde 30 ila 35’i diğer silahlı grupların hükmü altında kaldı. Mesela kuzeybatıda Heyetu Tahrir’uş Şam (HTŞ) ve askerî ve idari olarak Türkiye tarafından desteklenen Suriye Milli Ordusu (SMO) hüküm sürerken, Kürtlerin liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) de kuzeydoğu bölgesini yönetiyor.  

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, bu bölgelerle de sınırlı değil. Nitekim çok sayıda milis, Suriye rejiminin kontrolündeki bölgelerde faaliyeti sürdürüyor. Bunlardan Ulusal Savunma Güçleri gibi bazıları, güvenlik ve askerî kurumlarla iş birliği yaparken, eski ‘isyancı güçler’ ve yerel Dürzi silahlı gruplar gibi bazıları da bir ölçüde bağımsız faaliyet yürütüyor.

Buna ek olarak Lübnan Hizbullah’ı ve Iraklı silahlı örgütler gibi yurt dışından, bilhassa İran’dan destek gören pek çok milis de özellikle Suriye sınırında halen aktif.

Esed’e bağlı milisler, rejimin varlığını güvence altına almada önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifelerine yönelik çeşitli tehditler oluşturdu. Toplumsal birlikteliğin baltalanması, hukukun ve düzenin bozulması, devlet egemenliğinin aşınması ve ulusal sınırların çiğnenmesi bu tehditler arasında sayılabilir. Aynı şekilde rejime bağlı olmayan silahlı örgütlerin ve bunların kendi faaliyet bölgelerinde kurdukları rakip ekonomik ve idari yapıların varlığı da ulusal devlet kavramını ve rolünü önemli ölçüde etkiledi. Bu örgütlerin varlığı ayrıca, toprak bütünlüğünü etkiliyor ve iktidarın çökmesi, toplumsal yalnızlaşma ve ulusal ekonominin parçalanması gibi tehditler de barındırıyor.

Rejime bağlı milisler

Hükümet yanlısı ve düzenli silahlı güçlerle müttefik olan milisler, Esed hükümetinin korunmasında ve çatışma döneminde güvenliğin sağlanmasında önemli bir rol oynadı. Ancak 2016 yılında elini güçlendiren rejimin, kontrolünü yeniden sağlamaya dönük çabaları, bir yük veya tehdit olarak gördüğü milisleri hedef aldı ve bu da geriye kalan devlet dışı grupların akıbetine dair şüpheler doğurdu. Bazı durumlarda rejimin stratejileri, paramiliter grupları yeniden isimlendirip, onları profesyonel yapılara dönüştürmek yerine Suriye Arap Ordusu’na yardımcı odaklar haline getirmeyi içeriyordu.

Düzensiz silahlı örgütlerin varlığı, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi açısından bir zorluk oluşturuyor

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığına göre bunun bir sonucu olarak varlığını sürdüren düzensiz silahlı örgütler, barışın ve istikrarın yeniden tesis edilmesi ve devlet otoritesinin güçlendirilmesi konusunda bir zorluk oluşturuyor.  

Analitik açıdan en iyisi, dış desteğe bakılmaksızın Suriyeli savaşçılar tarafından oluşturulan yerel milisler ile Suriyeli olmayan savaşçıları içeren yabancı milisler arasında ayrım yapmaktır.

Yerel milisler

Ayaklanma başladığından bu yana Suriye rejimi büyük ölçüde, yerel olarak finanse edilen milislere dayandı. İran’ın kurduğu bu milisler, ‘Halk Komiteleri’ olarak adlandırılıyor. Başlarda bu milisler, muhalif güçlere karşı şehirleri korudu. Daha sonra örgütsel olarak gelişerek, rejimin savunulmasında ve toprakların geri alınmasında önemli hale geldi. Aşağıda bu milislerin isimlerini kapsayan bir listeyi özetleyeceğiz, en önemlilerine ışık tutacağız ve mümkün olduğunca gruplandıracağız.

Ulusal Savunma Kuvvetleri

Ulusal Savunma Kuvvetleri (USK), 2012 yılında kuruldu. Suriye hükümeti, İran’ın desteğiyle 2012 yılında bu yapıyı oluşturmak için çeşitli milisleri birleştirdi. USK, çok geçmeden ülkenin en büyük grubu haline geldi ve çeşitli topluluklardan yaklaşık 40 bin savaşçıyı bir araya getirdi. USK grupları, Suriye ordusunun komutası altında faaliyet yürütürken, bağımsız hapishaneler kurdular ve birçok soruşturma yürüttüler. Bu durum, genellikle uzak bölgelerde yaşandı. Çatışmaların azalmasıyla birlikte bazı USK liderleri, yasa dışı faaliyetlere girişti ve bu da rejimi, bazı grupları dağıtmaya ve diğer gruplar üzerinde daha sıkı bir kontrol kurmaya sevk etti.

Yerel Savunma Kuvvetleri

Rejim, nüfuzunu artırmak için USK’yi Suriye’deki resmî silahlı yapıya dahil etme konusunda tereddüt yaşayınca İran, Yerel Savunma Kuvvetleri’ne (YSK) başvurdu. Bu strateji, 2017 yılında başarısını ispatladı ve Tahran, YSK’nin hükümetin resmî kuvvetlerine entegrasyonunu koordine etmeyi başardı. Resmî entegrasyona rağmen İran’la güçlü ilişkileri koruyan YSK, İran’dan silah, para ve tazminat alıyordu. Bu ilişki, İran’ın büyük nüfuzunu korumakla birlikte, es-Sefira Kolordusu, el-Bakır Tugayı ve el-Katırcı Güçleri gibi etkili milislerin güçlendirilmesini sağladı.

Şii milisler

İran; Halep, Humus ve Rakka gibi bölgelerdeki Suriyeli Şii azınlığı seferber etti ve ülke geneline yayılmış tahminî 5 bin ila 8 bin savaşçıyı harekete geçirdi. Halep’teki ‘el-İmamü’l-Hucce Taburu’, Nubl’da ve ez-Zehra’daki ‘Mehdi’nin Askerleri’, Şam’daki ‘Rukayye Tugayı’, İdlib’deki ‘el-Vaadü’s-Sadık Kolordusu’, Humus’taki ‘er-Rıza Kuvvetleri’, Deyrizor’daki ‘313 Tugayı’, Lazkiye’de ve Hama’daki ‘Muhtar es-Sekafi Tugayı’ öne çıkan gruplar arasında. Askerî rollerinin yanı sıra bu milisler, Suriyeli topluluklar arasında dinî girişimler, eğitim ve yardımlar yoluyla İran’ın nüfuzunu güçlendirmeye çalışıyorlar.

Süveyda’daki silahlı örgütler

Dürzi çoğunluğa sahip bu eyaletteki yerel milisler, kendi toplumlarını güvenlik tehditlerinden korumaya çalışıyor ve eyalet sınırları dışındaki çatışmalara katılmaktan uzak duruyor. Bu grupların çoğu, siyasi motivasyondan yoksun olmakla birlikte bazıları, nüfuz elde etmek için rejimin güvenlik güçleriyle iş birliği yapıyor. Bu gruplar, kendi kendini finanse etmeye ve bağışlara dayanırken, küçük bir kısmı da yasa dışı faaliyetlerde bulunuyor. ‘Onurlu Adamlar Hareketi’, ‘Şeyhu’l-Kerame Güçleri’ ve ‘el-Fahd Güçleri’ başlıca gruplardan.

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak için yurt dışında Şii savaşçıları seferber etti.

Sekizinci Tugay

Sekizinci Tugay, Dera’da Rusya aracılığıyla bir uzlaşma anlaşması imzalanmasından sonra 2018 yılında Beşinci Kolordu bünyesinde kuruldu. Ahmed el-Avde liderliğindeki bu tugay, dağılmış muhalif gruplardan savaşçılar içeriyor. Bu tugay, yarı bağımsız bir şekilde faaliyet yürüttüğü için Beşinci Kolordu bünyesinde türünün tek örneği olarak görülüyor. Rejimin denetiminden uzak olmasından ötürü de Sekizinci Tugay ile rejime bağlı güçler arasında anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaşanıyor.

Yabancı milisler

İran, Esed rejimini güçlendirmek ve İran’ın çıkarlarını korumak amacıyla yurt dışından Şii savaşçıları harekete geçirdi. Lübnanlı Hizbullah, Afgan ‘Fatımiyyun Tugayı’, Pakistanlı ‘Zeynebiyyun Tugayı’ ve Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) ile bağlantılı Iraklı milisler, bu savaşçılar arasında yer alıyor.

Diğer yandan Rusya da kara operasyonlarında Wagner Grup’u görevlendirdi ve ele geçirilen bölgelerdeki gazdan ve petrol sahaları ile fosfat madenleri üretiminden büyük bir pay elde etti. Bu grupların birçoğu halen Suriye’de olsa da özellikle şu ikisi, vatan için büyük tehdit oluşturuyor:

Hizbullah

Hizbullah, 2013 yılından bu yana Suriyeli ve Iraklı güçlerin yanında savaştı ve muhalefetin kontrolü altındaki bölgelerin geri alınmasına yardımcı oldu. Rolünün genişlemesiyle birlikte Hizbullah, Suriye’de yeni milislerin kurulmasına ve yönlendirilmesine öncülük etti. Sürekli kayıplarına rağmen Hizbullah, siyasi ve mali kazançları kayıpların önünde tutarak Suriye’de kalma kararlılığını sürdürüyor.

Iraklı Şii savaşçılar

2012 yılı sonlarında İran’ın Esed’i destekleme yönündeki talimatı doğrultusunda bu gruplar, Suriye’deki çatışmanın bir iç savaşa dönüşmesiyle birlikte müdahalelerini artırdı. Uyuşturucu kaçakçılığı gibi kârlı kaçakçılık operasyonlarından faydalanan bu gruplar, Şam gibi Şii çoğunluğa sahip bölgelerin yanı sıra Suriye’nin kuzeydoğusunda, özellikle Irak sınırlarında da kontrol kurdu. ‘Esedullah el-Galib Tugayı’, ‘Ebulfazl el-Abbas Tugayı’, ‘İmam Ali Tugayı’ ve ‘Ketaib Hizbullah’, öne çıkan gruplardan.  

Devletin temel vazifeleri

Devleti oluşturan unsurlara ilişkin çeşitli tarifler mevcut ve bu tariflerin çoğu; toprak, hükümet, sınırlı şiddet kullanımı ve egemenlik gibi temel özelliklere odaklanıyor. Esed yanlısı milisler, rejimin varlığının güvence altına alınmasında önemli bir rol oynamakla birlikte, bu milislerin varlığı ve faaliyetleri, ulusal devletin temel vazifeleri açısından çeşitli tehditler oluşturuyor. Bu tehditler şunlar:

Toplumsal bütünlüğün baltalanması

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında dinî ağlar ve mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının artmasına yol açan bir tehdit oluşturuyor. Mezhepler arası çatışma ihtimali bir yana bu tür girişimler, ayrılıkların pekişmesine ve birleşik bir ulusal kimlik inşasına dönük çabaların engellenmesine hizmet ediyor. Bu da kenetlenmiş bir Suriye toplumunun yeniden inşasını engelliyor.

Hukukun ve düzenin bozulması

Devlet kontrolü dışında faaliyet yürüten yerel milislerin gözetilmesi, devletin güç kullanımını tekeline alması önünde ciddi bir zorluk oluşturuyor. Özellikle de sürekli çatışmalar yüzünden zayıf düşmüş Suriye devletinde. Nitekim kötü ekonomik koşullar, emniyetsizlik, yaygın yolsuzluk ve devletin sunduğu hizmetlerin yetersizliği, öyle bir ortam oluşturdu ki bu ortamda milisler, gelir elde etmek için yasa dışı faaliyetlere başvuruyor. Bu bağlamda bazıları, kaçakçılık yaparken, bazıları da yağma ve fidye için adam kaçırma gibi suç eylemlerine başvuruyor. Tüm bunlar da şiddetli rekabetlerin ve çatışmaların çıkmasına yol açıyor. Bu tür faaliyetler, sadece ilgili grupları etkilemiyor ve siviller için de vahim sonuçlar doğuruyor. Ayrıca bu tür milislerin varlığı devletin, normal devlet vazifelerini yerine getirmek için gerekli yasaları ve düzeni yeniden tesis etme becerisini de büyük ölçüde engelliyor.

İran’ın ve Hizbullah’ın devlet kontrolü dışında mezhepçi milisler kurma çabaları, dışlayıcı kimlik politikalarının güçlenmesine sebep oluyor.

Devlet egemenliğinin aşınması

Yabancı milisler, rejimin kontrolü altındaki bölgelerde Esed’in onayıyla faaliyet yürütse de devlet egemenliği için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Bu tehdit sadece, onların yabancı kökenli olmasından değil, aynı zamanda devletin onaylamadığı ya da devletin çıkarlarıyla çatışan politikaları uygulamalarından da kaynaklanıyor.

Örneğin Esed’in İsrail’le askerî gerilimi tırmandırma konusundaki isteksizliğine rağmen İran destekli gruplar, ekim ayından bu yana Suriye topraklarından İsrail’e karşı saldırılar düzenlemeye devam etti.  İsrail’in Suriye içindeki misilleme saldırılarının doğurduğu zararlara ve ufukta beliren gerginlik risklerine rağmen bu eylemler sürdürüldü. Çünkü bu yabancı milisler, talimatı Şam’dan değil, İran’dan alıyor.

Aynı şekilde İran destekli Iraklı milisler, Şam’ın değil de Tahran’ın emirleri doğrultusunda Suriye’deki ABD güçlerine pek çok saldırı düzenledi. Yani bu milislerin varlığı, İran’a, gelecekte Suriye devletinin onayını almadan saldırılar düzenleme imkânı veriyor, ki bu da devletin ve halkının güvenliği için sürekli bir tehdit oluşturuyor.

Ulusal sınırların çiğnenmesi

Hizbullah’ın ve Iraklı milislerin sınır bölgelerindeki denetimsiz kontrolü, Suriye sınırlarındaki güvenliği ciddi şekilde engelledi. Hizbullah’ın yasa dışı kaçakçılık yollarını kullanımı da Suriye’deki çatışmalar sırasında yoğunlaştı. Bu yolla Hizbullah, çoğu dizel yakıt kaçakçılığından olmak üzere aylık 300 milyon dolara varan büyük gelirler elde ediyor.  

Iraklı milisler de sınır geçitleri üzerindeki egemenliklerinden faydalanarak, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı için geçici yollar oluşturuyorlar ve böylece bu yolları keşfetmek mümkün olmuyor.

Irak, Lübnan ve Suriye arasında yasal ve yasa dışı malların kaçakçılığı, güvenlik kaygıları bir yana malzeme eksikliğinin artmasına ve fiyatların yükselmesine de yol açıyor ve devleti, hayati önem taşıyan ithalat ve ihracat vergilerinden mahrum ediyor.

Hizbullah ve Iraklı benzerleri ile koordinasyon halindeki yerel milisler, sınır ötesi ve yerel düzeydeki bu faaliyetlere katkı sağlıyor.

Rejime bağlı olmayan silahlı örgütler

Bu örgütleri üç ana gruba ayırabiliriz. Bu grupların başında gelen HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısında önemli ve güçlü bir oyuncu. Aynı bölgenin bazı kısımlarına Türkiye tarafından desteklenen ve ‘Suriye Millî Ordusu (SMO)’ bayrağı altında faaliyet gösteren silahlı gruplar hükmediyor. Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada da Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor.

Rejimin kontrolü altında bulunan bölgelerdeki milislerin aksine bu örgütler, bağımsız hareket ediyor ve kendi bölgelerindeki askerî ve idari görevleri denetliyor.

HTŞ

Esas olarak Fethu’ş-Şam Cephesi (eski adıyla Nusra Cephesi) liderliğindeki bu koalisyon, İdlib vilayetinin kuzey bölgeleri, Hama ve Lazkiye vilayetlerinin kuzeyinde küçük kısımlar ve Halep vilayetinin batısı üzerinde nüfuz sahibi. DEAŞ ve el-Kaide ile tarihî bağları sebebiyle HTŞ, Birleşmiş Milletler (BM) ve çeşitli ülkeler tarafından terör örgütü olarak sınıflandırıldı. 2022 yılında HTŞ’nin tahminen yaklaşık 10 bin savaşçısı vardı.

HTŞ’nin toprakları doğrudan yönetmediğini, bu sorumluluğu 2017 yılında ortaya çıkan Suriye Kurtuluş Hükümeti’ne devrettiğini belirtmekte fayda var. Operasyonel bakımdan bu hükümet bir başbakandan, 11 bakandan, teknik müdürlüklerden ve idari meclislerden oluşuyor ve nominal bir yasama organı olarak faaliyet yürüten şura meclisi tarafından denetleniyor.

Kurtuluş Hükümeti, askerî ve mali destek karşılığında HTŞ’nin bölge üzerindeki kontrolünü ve hâkimiyetini sürdürmesine yardımcı oluyor. Bu demek oluyor ki HTŞ, Suriye’nin kuzeybatısının ekonomisi üzerinde, özellikle de yakıt, mali hizmetler ve iletişim gibi sektörlerde büyük bir etkinliğe sahip.

Suriye’nin kuzeydoğusundaki manzarada Kürtlerin liderliğindeki SDG’nin mutlak kontrolü öne çıkıyor. SMO (eski adıyla Özgür Suriye Ordusu)

Bu silahlı ittifak, Suriye’nin HTŞ’den sonra en büyük ikinci muhalefet koalisyonu olarak sınıflandırılıyor. Takipçileri, Suriye-Türkiye sınırındaki iki farklı bölgeyi kontrol ediyor. Bu bölgelerden büyüğü, Afrin’den Cerablus’a uzanırken, daha küçük olanı da Tel Ebyad’dan Ra’sü’l-Ayn’a kadar uzanıyor.

Resmî olarak SMO, Geçici Suriye Hükümeti Savunma Bakanlığı’nın yetki alanında olmakla birlikte Bakanlık, kendisini oluşturan gruplar için güçlü bir merkezî komuta yapısı olmadan faaliyet yürüten Milli Ordu üzerinde etkin bir kontrole sahip değil. SMO’daki karar süreci büyük ölçüde Türkiye’den etkileniyor.

efrbrfgb
Görsel: Nash Weerasekera

SMO, kendi kontrolünde bulunan bölgelerdeki günlük faaliyetler üzerinde büyük bir kontrol sahibi. Bu da güvenlik, emlak ve ticaret işlemleri, sivil toplum kuruluşlarının ve yerel idari organların faaliyetleri gibi çeşitli alanlarda etkisini gösteriyor. Buna rağmen bu bölgelerdeki yarı bağımsız konseyler, önemli düzeyde yürütme otoritesine sahip. Bu konseylerin Türkiye’den mali ve teknik destek aldığı, bunun da Ankara’ya karar alma süreçlerinde büyük bir etki sağladığı öne sürülüyor. Rejime bağlı olmayan diğer bölgelerde olduğu gibi SMO gruplarının liderleri ve onlara yakın isimler de çoğunlukla kendi nüfuz bölgelerindeki ekonomik faaliyetleri kontrol ediyor.

SDG

Ekim 2015 yılında ABD’nin desteğiyle kurulan bu güçler; Kürt, Arap ve Hıristiyan savaşçılardan oluşan çeşitli bir ittifakı şekillendiriyor. Bununla birlikte Kürt Halk Savunma Birlikleri (YPG), SDG yapısı içinde baskın bir nüfuza sahip. SDG, Suriye’nin kuzeydoğusunda konuşlandırılmış birlikleri denetleyen güçlü bir hiyerarşik komuta sistemiyle çalışıyor.

DEAŞ’ın hezimete uğratılmasından sonra SDG, bölgesel kontrolünü Münbiç, Rakka ve Deyrizor gibi önemli bölgeleri de kapsayacak şekilde genişletti. Bu yayılma, 2018 yılında Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin kurulmasıyla sonuçlandı. Bu özerk yönetim, SDG kontrolü altında yedi özerk bölgesel yönetimi denetliyor ve yönetim için bir yürütme konseyi ile parlamento görevleri için bir yasama konseyinden oluşuyor. Resmî yönetim yapısı, yürütme yetkilerini idari düzeyler aracılığıyla dağıtırken, pratikteki yürütme çoğunlukla merkezileşme eğiliminde. Diğer bölgelerde olduğu gibi SDG’ye bağlı gruplar da bölgedeki ekonomik faaliyetleri ve kaçakçılık operasyonlarını kontrol ediyor.

Ulusal devletin karşı karşıya olduğu tehditler

Paralel idari kurumlardan yoksun olan rejim yanlısı milislerin aksine, diğer bölgelerdeki silahlı gruplar kendi bölgelerinde tamamen devletin rolünü üstlendiler. Nitekim bu gruplar, yerel ekonomileri ve kendi yetki alanlarındaki nüfusun günlük işlerini yönetmek için idari çerçeveler geliştirdi, yönetim organları oluşturdu ve yasama sistemlerini uyguladı. Bu grupların yerel ve uluslararası sınırları kontrol ederek, merkezî devletin bu bölgelerdeki otoritesini elinden aldığını söylemek gerekir.

Bu silahlı grupların ve ulusal devlete alternatif yapılarının doğurduğu zorlukların boyutu, böyle bir şey gerçekleşecekse şayet, kendi bölgelerinin ne zaman ve nasıl yeniden entegre edileceğine bağlıdır.

Birleşik bir Suriye devletinin gerçekleşmesi için parçalanmış bölgeleri birleşik ve kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerekiyor.

Toprak bütünlüğüne yönelik tehdit

Rejime bağlı olmayan silahlı gruplar, ulus-devleti destekleyen tutumlarını ve toprak bütünlüğünü korumanın önemini vurgulasalar da Esed rejimine yönelik güçlü muhalefetleri, ülkenin toprak bütünlüğünü tehlikeye sokuyor. Bu gruplar, ulusla barışçıl bir şekilde yeniden bütünleşmenin, mevcut haliyle rejimin son bulduğuna işaret eden temel bir siyasi dönüşümü gerektirdiği konusunda ısrarcı. Halihazırda askerî şartlar ve siyasi durgunluk, mevcut emrivaki düzenlemelerin yakın gelecekte de devam edeceğini gösteriyor. Bu bölünmelerin uzun bir süre devam etmesi, gerçekleşirse ve gerçekleştiğinde yeniden entegrasyon sürecini illaki karmaşık hale getirecek.

Parçalanmış yönetimin ve toplumsal izolasyonun dayatılması

Çeşitli emrivaki hükümetlerin yaygınlaşması ve yerel politikaların uygulanması, farklı bölgeler arasında maddi ve idari bir ayrılığa yol açtı. Ancak en önemli uyuşmazlık noktası, bölgeden bölgeye ciddi anlamda farklılık gösteren eğitim müfredatında yatıyor. Diğer şeylerin yanı sıra bu konudaki farklılıklar, genç nesiller üzerinde kalıcı bir etki bırakabilir, ki bu da onların diğer bölgelerden akranlarıyla iletişim becerilerini etkiler. Buna ek olarak kısıtlamalar, yüksek maliyetler ve tehlikeler de bu bölgeler arasındaki insan ve mal hareketliliğini de engelledi ve bunun sonucunda izole olmuşluk duygusu derinleşti.

Ulusal ekonominin parçalanması

Rejime bağlı olmayan emrivaki yönetimler, kendi topraklarında ayrı vergi sistemlerini uygulamaya koydu ve Suriye içinde bölgeler arasındaki ticareti düzenlemek için birçok ticari sistem ve gümrük vergisi getirdi. Suriye’nin kuzeybatı bölgeleri daha da ileri giderek, Suriye para biriminden Türk lirasına geçiş yaptı ve bu da onların Türk ekonomisine entegrasyonlarını güçlendirdi. Ancak bu uygulamalar, ülkede kalıcı ayrı ekonomilerin kurulması tehdidini barındırıyor.

Askerî şartlar ve siyasi durgunlukla karakterize edilen Suriye çatışmasının çözüme kavuşturulamaması, mevcut durumun ve silahlı grupların varlığının devam ettiğinin bir göstergesi. Bu, bu grupların ulusal devlete yönelttiği zorlukları artırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu gerçekliğin tersine çevrilemez bir biçimde kökleşmesi riskini de artırıyor.

Birleşik bir Suriye devletinin var olması, parçalanmış bölgeleri birleşik ve iki taraf açısından kabul edilebilir bir ulusal çerçevede bir araya getiren adil ve kapsamlı bir siyasi çözüm gerektiriyor. Böyle bir çözüm; devlet otoritesinin yeniden tesis edilmesi, toprak bütünlüğünün korunması ve Suriye genelinde birleşik bir ulusal kimliğin güçlendirilmesi açısından hayati bir öneme sahip.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Güney Lübnan'da bombardıman devam ediyor... Mısır heyeti Gazze ateşkes görüşmelerini ilerletmek için İsrail'e gidiyor

İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan mezarları inceleyen Filistinliler (DPA)
İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan mezarları inceleyen Filistinliler (DPA)
TT

Güney Lübnan'da bombardıman devam ediyor... Mısır heyeti Gazze ateşkes görüşmelerini ilerletmek için İsrail'e gidiyor

İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan mezarları inceleyen Filistinliler (DPA)
İsrail hava saldırıları sonucu yıkılan mezarları inceleyen Filistinliler (DPA)

Mısırlı bir heyetin ateşkes ve Gazze Şeridi'ndeki esirlerin serbest bırakılması görüşmelerini ilerletmek umuduyla İsrail'e gelmesi beklenirken, İsrail ordusu ile Hizbullah arasında perşembeyi cumaya bağlayan gece karşılıklı roket ateşi gerçekleşti.

Şarku’l Avsat’ın AFP'den aktardığı habere göre İsrail ordusu, gece boyunca Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine ‘iki tanksavar füze’ atıldığını ve topçu ateşiyle ‘bu saldırıların kaynaklarını’ hedef aldığını bildirdi.

rftn6tnm
İsrail'in Lübnan'ın güneyindeki Alma eş-Şaab köyünü bombalaması sonucu dumanlar yükseliyor. (AFP)

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, askeri uçakların Kafr Şuba bölgesindeki Hizbullah ‘altyapısını’ bombaladığı belirtildi.

Hizbullah ise yaptığı açıklamada, sınırda İsrail güçlerini vuran silahlı saldırıların sorumluluğunu üstlendi.

İsrail ordusu Çarşamba günü, Hizbullah'ın İsrail ordusuna karşı saldırılar düzenlediği Güney Lübnan'da ‘karşı saldırı operasyonları’ yürüttüğünü duyurdu.

Buna paralel olarak İsrail ordusu, başta müttefiki ABD olmak üzere uluslararası toplumun uyarılarına rağmen Hamas'a karşı yürüttüğü savaşın bir parçası olarak Refah'ta bir kara harekâtı başlatmaya hazırlanıyor.

Yok etmek ya da özgürleştirmek

Çok sayıda yabancı başkent ve insani yardım kuruluşu, İsrail'in kuşatma altındaki Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan ve çoğu yerinden edilmiş 1,5 milyondan fazla insana ev sahipliği yapan Refah kentine saldırması halinde çok sayıda insanın hayatını kaybedeceğinden endişe duyduklarını ifade ediyor.

Söz konusu gelişme, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun haftalardır bu operasyonun Hamas'ı ortadan kaldırmak için gerekli olduğunu vurguladığı ve Refah'ın Hamas’ın Gazze Şeridi'ndeki son büyük kalesi olduğuna dikkat çektiği bir dönemde geldi.

fbrtbr5
İsrail'in Gazze Şeridi ile olan güney sınırında, Refah yakınlarındaki bir depolama alanında bulunan İsrail zırhlı personel taşıyıcıları (EPA)

İsrail Hükümet Sözcüsü David Manser dün (Perşembe) yaptığı açıklamada, Savaş Kabinesi’nin ‘son Hamas birimlerini yok etmenin yollarını görüşmek üzere’ toplandığını duyurdu.

Ancak bazı İsrail medya kuruluşları, isimlerinin açıklanmasını istemeyen yetkililere dayanarak, hükümetin Mısırlı bir heyetin beklenen ziyareti öncesinde esirlerin serbest bırakılmasını da içeren yeni bir ateşkes önerisini görüştüğünü aktardı.

Walla internet sitesinin ismini vermediği üst düzey bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı habere göre, görüşmeler özellikle ‘insani’ vaka olarak değerlendirilen 20 esirin ilk etapta serbest bırakılmasını öngören bir teklif üzerinde yoğunlaştı.

Hamas Siyasi Büro üyesi Gazi Hamad Katar'da AFP'ye yaptığı açıklamada, İsrail'in Refah'a olası bir askeri saldırısında ‘istediğini’ elde edemeyeceğini söyledi.

Hamad, “İster Mısır'daki, ister Katar'daki kardeşlerimiz olsun, ister Arap ve uluslararası taraflar olsun, mevcut çatışmaya dahil olan tüm taraflarla Refah'ı işgal etmenin tehlikesini ve İsrail'in yeni katliamlar ve soykırımlar yapmaya doğru gittiğini konuştuk” şeklinde konuştu.

‘Esir değişimi anlaşması hemen şimdi’

Bu arada İsrailli esirlerin yakınları Tel Aviv'deki Savunma Bakanlığı önünde gösteri düzenleyerek Gazze Şeridi'nde kaçırılanların serbest bırakılması için İsrail hükümetine baskı yapmaya devam etti.

Bazı protestocular ellerini bağlayıp kırmızıya boyarken ağızlarını da 7 Ekim'den bu yana geçen gün sayısına atıfta bulunan ‘202’ rakamlı bir çıkartmayla kapattı. Bazıları ‘Esir değişimi anlaşması hemen şimdi’ yazılı bir pankart taşıdı.

Bu gelişme, Hamas'ın geçtiğimiz Çarşamba günü, 7 Ekim'de İsrail topraklarına düzenlediği saldırı sırasında kaçırılan esirlerden birini gösteren bir video yayınlamasının ardından geldi.

Videoda 23 yaşındaki İsrailli Hirsch Goldberg Pauline, İsrail Başbakanı’nı ve hükümet üyelerini esirleri ‘terk etmekle’ suçladı.

Diğer yandan aralarında ABD, Fransa, İngiltere ve Almanya'nın da bulunduğu 18 ülkenin liderleri ortak bir metin yayınlayarak ‘Gazze Şeridi'nde Hamas tarafından tutulan tüm esirlerin derhal serbest bırakılması’ çağrısında bulundu.

Beyaz Saray tarafından yayınlanan metinde ‘esirlerin serbest bırakılması için masada bulunan anlaşmanın Gazze Şeridi'nde acil ve uzun süreli bir ateşkese olanak sağlayacağı’ vurgulandı.

Savaş 7 Ekim'de Hamas'ın İsrail'e karşı benzeri görülmemiş bir saldırı başlatması ve bu saldırı sırasında 250'den fazla kişiyi kaçırmasının ardından patlak verdi. İsrailli yetkililere göre 34'ü muhtemelen ölü olmak üzere 129 kişi halen Gazze Şeridi'nde tutuluyor.

Buna karşılık İsrail, 2007'den beri Gazze Şeridi'nde iktidarda olan ve İsrail, ABD ve Avrupa Birliği (AB) tarafından terör örgütü olarak tanımlanan Hamas'ı yok etme sözü verdi.

Hamas’a bağlı Sağlık Bakanlığı'na göre İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki büyük askeri operasyonu çoğu sivil 34 bin 305 kişinin ölümüne neden oldu.

‘Artık çok ileri gidildi’

Görgü tanıkları, perşembeyi cumaya bağlayan gece Gazze Şeridi'nde, özellikle de saldırıların ardından enkaz altından eşyalarını kurtarmaya çalışan insanların yaşadığı Refah bölgesinde bombardıman yaşandığını bildirdi.

Bunlardan biri olan Semir, enkaz yığınları arasında şunları söyledi: “Yeter bu kadar yıkım, yeter bu kadar savaş! Yeter bu kadar çocuk, kadın, yaşlı ve savunmasız sivillerin kanının içilmesi! Artık çok ileri gidildi, yeter artık!”

Gazze Şeridi'nin 2,4 milyon sakini korkunç bir insani durumla karşı karşıya kalırken, ABD dün Gazze Şeridi açıklarında askeri ve sivil gemilerin yardım boşaltmasına olanak sağlayacak geçici bir liman ve iskele inşa etmeye başladığını duyurdu.

ABD Başkanı Joe Biden, İsrail'in uyguladığı sıkı kontrol ve denetimler nedeniyle Mısır'dan karayoluyla yardım ulaştırmanın zorluğunu göz önünde bulundurarak Mart ayı başında söz konusu inşaatı duyurmuştu.

Bu gelişmelerin ortasında, Gazze Şeridi'ndeki savaşa karşı gösterilerin arttığı, yüzlerce kişinin gözaltına alındığı ve çevik kuvvet polisinin öfkeli öğrencilerle karşı karşıya geldiği ABD üniversitelerinde tansiyon yüksek seviyede seyretmeye devam ediyor.

Los Angeles'tan New York, Austin, Boston, Chicago ve Atlanta'ya, Filistin yanlısı ABD öğrenci hareketi genişliyor. Harvard, Yale, Columbia ve Princeton gibi dünyaca ünlü üniversitelerde protestolar düzenleniyor.


Hamas'tan "Gazze'deki toplu mezarlar hakkında acilen uluslararası soruşturma yapılması" çağrısı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Hamas'tan "Gazze'deki toplu mezarlar hakkında acilen uluslararası soruşturma yapılması" çağrısı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Hamas, İsrail güçlerinin Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinde yer alan Nasır Hastanesi yerleşkesinde bulunan toplu mezarlara ilişkin "acil" uluslararası soruşturma yapılmasını istedi.

Hamas'tan, Nasır Hastanesi yerleşkesinde bulunan ve şu ana kadar 392 cesedin çıkarıldığı üç toplu mezara ilişkin yazılı açıklama yapıldı.

Açıklamada, sağlık ekiplerinin İsrail ordusu tarafından infaz edilen ve Nasır Hastanesi yerleşkesine gömülenlerin cesetlerini arama çalışmalarına devam ettiği kaydedildi.

Uluslararası yardım çağrısı yapılan açıklamada, "Birleşmiş Milletler ve ilgili uluslararası kuruluşlardan, kayıp kişilerin aranması ve cesetlerin tespit edilmesi için alanında uzman adli tıp ekiplerinin ve gerekli ekipmanların gönderilmesini talep ediyoruz." ifadeleri kullanıldı.

Şu ana kadar bulunan cesetlerin yarısından fazlasının kimliğinin tespit edilemediğinin altı çizildi.

Açıklamada, "Acımasız bir şekilde eziyet ve işkenceye maruz kalan hasta ve yaralı sivillerin, çocukların ve kadınların cesetlerinin bulunduğu toplu mezarlardan her geçen gün ortaya çıkan suçları araştırmak için acil, bağımsız uluslararası bir komite oluşturulması gerekiyor. Cesetlerden bazılarının diri diri gömüldüğüne dair belirtiler de var." ifadelerine yer verildi.

Bu suçlara göz yumulmaması, koruma ve örtbas etme politikasının yürütülmemesi konusunda uyarıda bulunuldu.

Han Yunus'taki Sivil Savunma Birimi Müdürü Yamin Ebu Süleyman, dün düzenlediği basın toplantısında Nasır Hastanesi yerleşkesinde bulunan toplu mezarlardaki arama çalışmalarında 58 cesedin daha bulunduğunu ifade etmişti.

Ebu Süleyman, yeni bulunanlarla birlikte "Nasır Hastanesi yerleşkesinde 392 cesedin bulunduğu 3 toplu mezar tespit edildi. Cesetlerin bazılarında işkence gördüklerine ve infaz edildiklerine yönelik izler bulundu. Bazılarının ise canlı canlı gömüldüğünü tahmin ediyoruz." demişti.

İsrail ordusu, uzun süre kuşatma altında tuttuğu ve 15 Şubat'ta baskın düzenlediği Han Yunus'taki Nasır Hastanesi'ni hizmet dışı bırakmıştı.

Son olarak İsrail askerleri 24 Mart'ta yeniden kuşatma altına aldıkları hastaneye baskın düzenlemiş, yerlerinden edilen çok sayıda Filistinli ile sağlık personelini alıkoymuştu.

İsrail ordusu, 4 aylık karadan işgal sürecinin ardından 7 Nisan'da Han Yunus'tan çekilmişti. Çekilmeyle birlikte, kentte toplu mezarlar bulunmaya, evlerin enkazından ve yol kenarlarından cesetler toplanmaya başlanmıştı.


Holokost'tan kurtulan Amerikalı Yahudi aktivist: Gazze gösterilerine katılan öğrenciler kahraman

Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA
Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA
TT

Holokost'tan kurtulan Amerikalı Yahudi aktivist: Gazze gösterilerine katılan öğrenciler kahraman

Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA
Fotoğraf: Fatih Aktaş/AA

ABD'de üniversitelerde yayılan "Gazze'ye destek" gösterilerine katılan 88 yaşındaki Amerikalı Yahudi Marione Ingram, İsrail'i protesto eden öğrencileri "kahraman" olarak nitelerken "Holokost'tan kurtulmuş birisiyim. Burada Gazze'deki katliamı protesto etmek için bulunuyorum. Amerika'nın bu katliamı fonlamayı bırakmasını istiyorum. İsrail'in komşularını bombalamayı sonlandırmasını istiyorum." dedi.

ABD'de ülke genelindeki kampüslere yayılan "Gazze'ye destek, İsrail'e tepki" gösterileri, başkent Washington'daki üniversitelere de sıçrarken, George Washington Üniversitesinin bahçesinde toplanan yüzlerce öğrenci de gösteriler düzenledi.

Filistin asıllı öğrenciler kadar Amerikalı Yahudi ve diğer etnik ile dini kökene mensup öğrencilerin de eşlik ettiği gösterilere, Holokost'tan kurtulan 88 yaşındaki bir aktivist de katıldı.

AA muhabirine duygu ve düşüncelerini anlatan savaş karşıtı aktivist Marione Ingram, en önemli isteğinin Gazze'de sivillerin uğradığı katliamın son bulması olduğunu belirtti.

Ingram, "Holokost'tan kurtulan birisiyim. Burada Gazze'deki katliamı protesto etmek için bulunuyorum. Amerika'nın bu katliamı fonlamayı bırakmasını istiyorum. İsrail'in komşularını bombalamayı sonlandırmasını istiyorum." diye konuştu.

Genç öğrenci ve üniversite hocalarının her şeyi göze alarak eylemler için kampüs meydanlarında bir araya gelmesini çok anlamlı ve değerli bulduğunu kaydeden Ingram, bu kalabalıkların sesini tüm dünyaya duyuracaklarını vurguladı.

İsrail yönetimini ve ona destek veren ABD yönetimini sert sözlerle eleştiren Ingram, "34 binden fazla insan öldürüldü, bunların 15 bini çocuk." diye konuşarak bunun bir nefsi müdafaa olmadığını ve ölü çocukların kendini savunma hakkı olmadığını söyledi.

Her bir Filistinlinin en az İsrailliler kadar yaşama hakkı olduğunu belirten Amerikalı aktivist, "İsrailliler ile Filistinlilerin aralarında bir duvar olmadan yaşamalarını dilerdim. Barış için buradayım." dedi.

- Gösterilere katılan öğrenciler "kahraman"

Gazze için gösteri yapan öğrenciler için "Onlar kahraman ve harikalar." diyen Ingram, 1960'lı yıllarda kendilerinin de savaş karşıtı protestolarda yer aldığını ve bu eylemlerin siyasilerin atacağı adımları yönlendirebilecek kadar güçlü olduğunu ifade etti.

Amerikan yönetiminin bu öğrenci gösterilerini takip edip anlamak zorunda olduğuna işaret eden Ingram, kasımda yapılacak başkanlık seçimlerinde şu an sahada olan gençlerin büyük bölümünün oy kullanacağını dile getirdi.

- Polisin uyguladığı şiddet "insanlık dışı"

Bu arada, George Washington Üniversitesinde öğrenci olan Rafi adlı gösterici de ABD'nin bazı üniversitelerinde polisin eylemcilere uyguladığı şiddete dikkati çekti.

Rafi, elleri arkadan bağlanan ve polis şiddetine maruz kalan göstericileri hatırlatarak bu durumun "insanlık dışı" olduğunu ve tüm bu görüntülerin sosyal medyada canlı şekilde yayınlandığını belirtti.

"ABD ordusunun siyonist rejime yardımlarını kesmesini ve (İsrail'le işbirliği yapan firmalar yerine) yatırımların yönlendirilmesini talep etmek ve bunun için ayağa kalkıp direnmek bizim ahlaki görevimiz." diye konuşan Amerikalı öğrenci, kendi vergilerinin Filistinlilerin öldürülmesi için kullanılmasına karşı çıkmaya devam edeceklerini ifade etti.

- "Bu bir soykırım"

Aynı üniversitede son sınıf öğrencisi olan Nada da Gazze'de yaşananların korkunç olduğunu söyledi.

Nada, "Bu bir soykırım ve bizim üniversite öğrencileri olarak bu durumu değiştirebilecek gücümüz var çünkü kurumlarımızın savaş makinesine milyonlarca dolar katkı verdiğinin farkındayız." ifadelerini kullandı.

Gazze'deki sivillerin öldürülmesine yardımcı olan askeri yapılara karşı durmalarının önemine dikkati çeken Nada, "Bunu durdurmak ve tamamen reddetmek bizim görevimiz." dedi.

Gösterilerinin hiçbir şekilde antisemitizm olmadığını belirten Nada, asıl Müslümanlar olarak kendilerinin zaman zaman İslamofobik hareketlere maruz kaldıklarını dile getirdi.


ABD, Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

ABD, Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM), Gazze'nin kuzeyine 25 binden fazla öğüne denk gelen insani yardımı havadan indirdiklerini duyurdu.

CENTCOM'un X sosyal medya platformundan yapılan açıklamada, Gazze'deki sivillerin temel ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla bölgenin kuzeyine dün yerel saatle 12.15'te "C-130" tipi askeri uçaklarla havadan insani yardım indirme operasyonu gerçekleştirildiği belirtildi.

Açıklamada, operasyonla 25 binden fazla öğüne tekabül eden gıdanın havadan bırakıldığı aktarılarak bu kapsamda, ABD'nin şimdiye kadar 1082 ton insani yardım yaptığı bildirildi.

Açıklamada ayrıca, ABD'nin havadan insani yardım yapmaya devam edeceği kaydedildi.

CENTCOM, 24 Nisan'da da Gazze'nin kuzeyine yaklaşık 30 bin 16 öğüne denk gelen gıdayı içeren insani yardımı havadan indirdiklerini duyurmuştu.


Filistin'e destek gösterilerinin sürdüğü Güney California Üniversitesinde mezuniyet töreni iptal edildi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Filistin'e destek gösterilerinin sürdüğü Güney California Üniversitesinde mezuniyet töreni iptal edildi

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

ABD'de ülke genelindeki üniversite kampüslerine yayılan "İsrail'in Gazze'ye saldırılarına tepki" eylemleri sürerken Los Angeles'taki Güney California Üniversitesinde (USC) ana mezuniyet töreni iptal edildi.

Los Angeles Times'ın haberine göre, ülke geneline yayılan "Gazze'ye destek" gösterileri nedeniyle İsrail'i protesto eden 93 öğrencinin gözaltına alındığı USC'den mezuniyet törenine ilişkin açıklama yapıldı.

Açıklamada, Müslüman karşıtı grupların başlattığı kampanya sonucu, "2024 Okul Birincisi" Müslüman kız öğrenci Asna Tabassum'un mezuniyet konuşmasının "güvenlik" gerekçesiyle iptal edildiği USC'de, mayıstaki ana mezuniyet töreninin yapılmayacağı belirtildi.

Yaklaşık 65 bin kişinin katılabildiği törenin "yeni güvenlik tedbirleri" nedeniyle iptal edildiği bildirilen açıklamada, diğer mezuniyet programlarının devam edeceği bilgisi paylaşıldı.

ABD'de Columbia Üniversitesinde başlayan ve farklı eyaletlerdeki üniversitelere yayılan Filistin'e destek eylemlerine katılan Güney California Üniversitesinde polis, İsrail'i protesto eden 93 öğrenciyi gözaltına almıştı.

- Üniversitelerde gösteriler sürüyor

CNN'in haberine göre, İsrail'in Gazze'ye saldırılarına protestolar sürerken Georgia eyaletindeki Emory Üniversitesinde 2'si profesör yaklaşık 30 kişi gözaltına alındı.

Ekonomi profesörü Caroline Fohlin ve Felsefe Bölümü Başkanı Profesör Noelle McAfee'nin gözaltına alındığı anların videosu sosyal medyada paylaşıldı.

Polisin sert müdahalede bulunarak profesörü gözaltına aldığı görülen videoda, Fohlin'in "Ben bir profesörüm." dediği duyuluyor.

CBS News'in haberine göre, Massachusetts eyaletinin Boston kentindeki Emerson College'da Filistinlilere destek gösterilerinde polis, 108'den fazla öğrenciyi gözaltına aldı.


Filistin İçin İsrail'i Boykot Girişimi, kimlikleri değil suç ortaklığını hedef alıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Filistin İçin İsrail'i Boykot Girişimi, kimlikleri değil suç ortaklığını hedef alıyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

"Filistin İçin İsrail'i Boykot Girişimi" olarak bilinen Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar (BDS) Hareketi'nin Avrupa Kampanyaları Koordinatörü Fiona Ben Chekroun, kimlikleri değil az sayıda kuruluşu hedef alarak "İsrail ile suç ortaklığı" konusunda maksimum etki yaratmayı amaçladıklarını söyledi.

BDS Avrupa Koordinatörü Fiona Ben Chekroun, Gazze'ye yoğun saldırılarının sürdüğü günlerde İsrail'i protesto etmenin önemine ilişkin AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

2005 yılında kurulan BDS'nin köklerinin, Filistin halkının "siyonist yerleşimci sömürgeciliğine" karşı on yıllardır sürdürdüğü direnişe dayandığını belirten Ben Chekroun, "BDS, ilhamını Güney Afrika'daki apartheid karşıtı hareket ve ABD Sivil Haklar Hareketi gibi boykot yöntemlerinden almaktadır." ifadesini kullandı.

Hareketin, İsrail'in Filistinlilere yönelik baskısına verilen uluslararası desteği sona erdirmeyi ve İsrail'e uluslararası hukuka uyması için baskı yapmayı amaçladığını belirten Ben Chekroun, "BDS, şiddet içermeyen bir hareket olarak her türlü ırkçılığa ve ayrımcılığa karşıdır." dedi.

- Az hedef, maksimum etki

BDS'nin bir özelliğinin de stratejik bakımdan belirli ve nispeten daha az sayıdaki kurum ve kuruluşun hedef alınması olduğuna dikkati çeken Ben Chekroun, şu değerlendirmede bulundu:

"Az sayıda kuruluşu hedef alıp maksimum etki yaratmaya çalışıyoruz. Amacımız, stratejik olarak birkaç hedef seçerek bir mücadeleyi kazanmak için yeterli kolektif baskıyı uygulamak. Bu da şirketlerin ya da kuruluşların İsrail ile iş yapmayı bırakması, İsrailli şirketlerden el çekmesi veya İsrail hükümeti ile ilişkisini sona erdirmesi anlamına geliyor."

İsrail'in Gazze'ye son saldırılarının başlamasından bu yana BDS'ye dünyanın dört bir yanından destek yağdığına dikkati çeken Ben Chekroun, boykot ve yaptırım hareketlerinin her zamankinden daha çok revaçta olduğunu söyledi.

BDS'nin çok taraflı desteğe sahip olduğuna işaret eden Ben Chekroun, hareketin sendikalar, çiftçiler, öğrenciler, akademisyenler, sanatçılar ve iklim grupları gibi çeşitli kesimler tarafından desteklendiğini belirtti.

Ben Chekroun, "Hareketin inşa ettiği büyük kesişimsel destek, temel güçlü noktalarımızdan bir tanesi." dedi.

Söz konusu eylemlerden birisinin Amerikan hızlı servis restoran zinciri McDonald's'a yönelik olduğuna dikkati çeken Ben Chekroun, şunları söyledi:

"McDonald's İsrail, Gazze'de Filistinlilere karşı soykırım uygulayan İsrail askeri personeline yemek bağışında bulundu ve bu son derece kışkırtıcı ve ırkçı suç ortaklığını sosyal medya kanallarında tanıttı. Öfkelenen milyonlarca insan, kendiliğinden McDonald's'ı boykot etmeye başladı ve bu en başarılı boykot kampanyalarından biri haline geldi."

- Akademik boykot
Irkçılığın, Müslüman karşıtlığının (İslamofobi) ya da Yahudi karşıtlığının tüm türlerini reddettiklerini dile getiren Ben Chekroun, akademik boykot konusunda yalnızca kurum ve kuruluşları hedef aldıklarını vurguladı.

Ben Chekroun, "Filistinlilerin çağrıda bulunduğu kurumsal boykot, bireylerin kimlikleri temelinde boykot edilmesini reddetmektedir. Yalnızca suç ortağı bir üniversiteye bağlı oldukları için İsrailli akademisyenlerin boykot edilmesini istememektedir. BDS, suç ortaklığını hedef alıyor, kimliği değil." ifadelerini kullandı.

İsrail üniversitelerinin İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği suçlarda büyük bir payının bulunduğunu anlatan Ben Chekroun, "İsrailli akademik kurumlar, İsrail'in ayrımcı politikalarını planlamakta ve Filistinli yerli halkı şiddetle bastırmak için kullanılan teknoloji ve tekniklerin geliştirilmesinde derin bir rol oynamaktadır." diye konuştu.


İsrail'in Gazze'ye saldırıları 203. gününde de devam ediyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

İsrail'in Gazze'ye saldırıları 203. gününde de devam ediyor

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Gazze Şeridi'ne yönelik saldırılarını 203. gününde de sürdüren İsrail ordusu yine sivil yerleşim alanlarını bombaladı.

Filistin resmi ajansı WAFA'da yer alan habere göre, İsrail savaş uçakları, gece saatlerinden bu yana Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki Nuseyrat ve El-Meğazi mülteci kampları ile Ez-Zevayide beldesine hava saldırıları düzenledi.

Gazze Şeridi'nin orta kesimlerinde yer alan El-Muğraka beldesinde birçok binayı yerle bir eden İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Beyt Lahya ve diğer birçok bölgeyi de topçu atışlarıyla hedef aldı.

İsrail savaş uçakları, Gazze kentindeki Sefa Camisi'ni bombaladı, Zeytun ve Şucaiye ile diğer bazı mahallelere de saldırılar düzenledi.

İsrail ordusunun çekildiği Han Yunus kentindeki Nasır Hastanesi yerleşkesinde toplu mezarları açma çalışmaları da devam ediyor. Nasır Hastanesi'ndeki toplu mezarlardan şu ana kadar çıkarılan ceset sayısı 392'ye ulaştı.

- İsrail'in Gazze'yi işgalinde 7 Ekim sonrası

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları, "Filistinlilere ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal değerlere yönelik sürekli ihlallere karşılık verme" gerekçesiyle İsrail'e 7 Ekim 2023'te kapsamlı saldırı düzenledi.

İsrail, 7 Ekim'deki saldırılarda 1200 İsraillinin öldüğünü, 5 bin 132 kişinin de yaralandığını açıkladı.

İsrail'in 7 Ekim'den bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda en az 14 bin 685’i çocuk, 9 bin 670'i kadın olmak üzere 34 bin 305 Filistinli öldürüldü, 77 bin 293 kişi yaralandı.

Enkaz altında halen binlerce ölü olduğu bildirilirken, halkın sığındığı hastane ve eğitim kurumları hedef alınarak sivil altyapı da tahrip ediliyor.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ne saldırılarının başladığı 7 Ekim'den bu yana 260’ı karadan işgal sürecinde olmak üzere 604 askerinin öldüğünü duyurdu.

Çatışmalara 24 Kasım 2023'te 4 günlüğüne verilen ve daha sonra 3 gün daha uzatılan "insani ara"da 81 İsrailli ve 240 Filistinli esir karşılıklı serbest bırakıldı. Öte yandan İsrail, binlerce Filistinliyi alıkoyup hapsetmeye devam etti.

İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te de 7 Ekim 2023'ten bu yana İsrail askerleri ile yasa dışı Yahudi yerleşimcilerin saldırılarında 489 Filistinli hayatını kaybetti.


Filistinli aile "güvenli bölge" denilerek sığındıkları Refah'ta bombaların hedefi oldu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

Filistinli aile "güvenli bölge" denilerek sığındıkları Refah'ta bombaların hedefi oldu

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Filistinli gazeteci Mahmud Cemal, İsrail ordusunun Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah kentine düzenlediği saldırıda aralarında kendisi gibi gazeteci olan erkek kardeşinin de bulunduğu akrabalarından birçok kişiyi kaybettiğini belirterek, "Bu ailenin hiçbir suçu yoktu. Ailenin çoğu çocuk ve Han Yunus'tan zorla yerlerinden edilerek Refah'a gelmiş kişilerdi." dedi.

Gazze'nin güneyinde 1,5 milyon Filistinlinin sığındığı Refah'a hava saldırılarını sürdüren İsrail'in son kurbanı Filistinli "Cemal" ailesi oldu. İsrail savaş uçakları, Han Yunus'taki evlerini bırakarak daha güvenli olduğunu düşündükleri Refah'ta akrabalarının yanına sığınan aileden 6 kişiyi hayattan kopardı.

Saldırıda yaşamını yitirenlerin naaşları, Ebu Yusuf Neccar Hastanesi'nin avlusuna dizildi. Yakınları, gözyaşları içinde son kez aile bireyleriyle vedalaştı, sarılarak birbirlerini teselli etmeye çalıştı.

Öldürülen Filistinlilerin cenaze namazı ise hastane avlusunda kılındı.

- "Hiçbir uyarı yapılmadı"

Filistinli gazeteci Mahmud Cemal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, saldırıda kendisi gibi gazeteci olan erkek kardeşi Muhammed ile kız kardeşinin kızı küçük Şam'ın da hayatını kaybettiğini söyledi.

Cemal, "İsrail hiçbir uyarı yapmadan korkunç bir saldırı gerçekleştirdi ve ailemden birkaç kişi yaşamını yitirdi." diye konuştu.

- "Bu ailenin hiçbir suçu yoktu"

Evlerinin bombalanması için hiçbir neden olmadığını vurgulayan Cemal, onların masum insanlar olduğunu silah ya da füze taşımadıklarını, herhangi bir tehlike oluşturmadıklarını bilakis saldırıların sona ermesini, güvenlik ve barışın sağlanmasını istediklerini dile getirdi.

"Bu ailenin hiçbir suçu yoktu. Ailenin çoğu çocuk ve Han Yunus'ta zorla yerlerinden edilerek Refah'a gelmiş kişilerdi." diyen Cemal, Han Yunus kentinden zorla göç ettirilen akrabalarının Refah'ta yanlarına sığındığını aktardı.

Gazze'deki hükümetin Medya Ofisi, dün yaptığı açıklamada, İsrail'in 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda öldürülen gazetecilerin sayısının 141 olduğunu duyurmuştu.

- Gazze'de yerinden edilen Filistinlilerin son sığınağı Refah

İsrail'in 7 Ekim 2023'ten bu yana sürdürdüğü saldırıları nedeniyle yaklaşık 2,3 milyon nüfuslu Gazze Şeridi'nde 1,9 milyon kişi yerinden edildi. Bu Filistinlilerin çoğu, İsrail'in daha önce "güvenli bölge" olduğunu iddia ettiği Refah kentine sığındı.

Gazze Şeridi'nin en güneyinde, Mısır sınırında yer alan Refah'ın İsrail saldırılarından önce 280 bin olan nüfusu, 5 kattan fazla artarak yaklaşık 1,5 milyona ulaştı.

İsrail'in saldırılarından kaçarak, yeterli kalacak yerin bulunmadığı ve altyapının yetersiz olduğu Refah'a sığınan Filistinlilerin büyük bölümü, derme çatma çadırlardan oluşan kamplarda yaşam mücadelesi veriyor.

İsrail ordusunun sık sık hava saldırıları düzenlediği Refah'a kara saldırısı başlatması halinde sivillerin Gazze Şeridi'nde sığınacak yerinin kalmayacağından endişe ediliyor.


BM'den Sudan'daki iç savaşta cinsel şiddet vakalarına karşı uluslararası kamuoyuna tedbir alınması çağrısı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA
TT

BM'den Sudan'daki iç savaşta cinsel şiddet vakalarına karşı uluslararası kamuoyuna tedbir alınması çağrısı

Fotoğraf: AA
Fotoğraf: AA

Birleşmiş Milletler (BM) İnsani İşler Koordinasyon Ofisi (OCHA), Sudan'daki iç savaşta yaşanan cinsel şiddet vakalarına karşı tedbir alınması çağrısında bulundu.

OCHA'dan yapılan yazılı açıklamada, bir yılı aşkın zamandır çatışmaların sürdüğü Sudan'da kadın ve kız çocuklarına yönelik cinsel şiddet vakalarına işaret edildi.

Açıklamada, Sudan'daki cinsel şiddet olaylarına karşı uluslararası kamuoyunun harekete geçmesi gerektiği vurgulanarak, "Uluslararası insancıl hukuk uyarınca Sudan'daki siviller korunmalı ve hiçbir zaman cinsel şiddete maruz bırakılmamalıdır." ifadesine yer verildi.

Cinsel şiddet vakalarının özellikle Hartum ve Darfur gibi bölgelerde kaydedildiğine işaret edilen açıklamada, tecavüz, zorla evlendirme ile kadın ve kız çocuklarının ticareti gibi vakaların kaydedildiği bildirildi.

- Sudan'daki savaş

Sudan'da 30 yıl süren Ömer el Beşir iktidarının halk ayaklanmasıyla devrilmesi sonrası, sivillerin katılımıyla oluşturulan hükümete karşı ortak darbe yapan ordu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasındaki güç mücadelesi bir yıldır sürüyor.

Nisan 2023'ün ortasında başlayan ve Sudan'ın 18 eyaletinden 10'unda devam eden savaşta ordu, kuzey ve doğudaki eyaletleri kontrol ederken HDK, batı ve güney eyaletlerini ele geçirmişti.

Savaşın bitirilmesi için başlatılan Suudi Arabistan ve ABD arabuluculuğundaki Cidde görüşmeleri, Mısır'ın öncülük ettiği Sudan'a komşu ülkeler barış girişimi, Doğu Afrika'da Hükümetlerarası Kalkınma Otoritesinin çabaları ve Bahreyn'in başkenti Manama'da yapılan görüşmeler sonuçsuz kalmıştı.

BM'ye göre, dünyanın en büyük yerinden edilme ve açlık krizinin yaşandığı Sudan'daki çatışmalar sonucu 15 binden fazla kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 8,5 milyon kişi yerinden edildi ve 25 milyondan fazla kişi insani yardıma muhtaç durumda.


Irak: Halbusi Sadr'ın senaryosuna yakın

Tekaddüm Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, Anbar'ın batısında düzenlenen mitingde destekçileriyle birlikte (Arşiv - X)
Tekaddüm Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, Anbar'ın batısında düzenlenen mitingde destekçileriyle birlikte (Arşiv - X)
TT

Irak: Halbusi Sadr'ın senaryosuna yakın

Tekaddüm Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, Anbar'ın batısında düzenlenen mitingde destekçileriyle birlikte (Arşiv - X)
Tekaddüm Partisi lideri Muhammed el-Halbusi, Anbar'ın batısında düzenlenen mitingde destekçileriyle birlikte (Arşiv - X)

Irak Tekaddüm Partisi lideri Muhammed el-Halbusi'ye yakın bir kaynak, el-Halbusi'nin ülkedeki siyasi süreçten çekilmek de dahil olmak üzere dört seçeneği masaya yatırdığını söyledi.

Halbusi'nin geçen yıl Meclis Başkanlığı’ndan azledilmesinden bu yana, parti ile Şii güçler arasında bir kriz patlak verdi ve yerine başkasının seçilmesine yönelik müzakereler sekteye uğradı.

Şarku’l Avsat'a konuşan kaynak, partinin masaya dört seçenek koyduğunu doğruladı; parlamentodaki çalışmaları askıya almak, hükümetten çekilmek, koalisyondan (devlet yönetiminden) çekilmek ya da Sadr Hareketi liderinin yaklaşık iki yıl önce yaptığına benzer şekilde her şeyden çekilmek.

Kaynak, “Şii güçler Sünni partilerle takas usulü anlaşıyor, bölünmüşlüğe oynuyor ve bunu kendi lehlerine kullanıyorlar” dedi. Kaynağa göre “geri çekilme seçenekleri mevcut, ancak her birinin kendi maliyeti var ve bu dikkate alınmalı.”

Öte yandan Koordinasyon Çerçevesi içindeki kaynaklar, Hamis el-Hancer liderliğindeki Siyade (Egemenlik) İttifakı Milletvekili Salim el-İsavi'nin meclis başkanlığı için en olası aday olduğunu öne sürdü.