Filistinlinin sığınma aşamaları

İsrail’in Filistinlileri sınır dışı etmesi, onlar için imkânsız bir gerçeklik oluşturdu

Nesma muharami (Majalla)
Nesma muharami (Majalla)
TT

Filistinlinin sığınma aşamaları

Nesma muharami (Majalla)
Nesma muharami (Majalla)

Samir ez-Zeben

Her savaş, satır aralarında bir mülteci sorunu ortaya koyar. Savaş, ölüm ve yıkım getirdiği için de her insanın ölümden kaçma, kendileriyle çocuklarının hayatını kurtarma ve savaş bittikten sonra da vatanına dönme hakkı vardır. Gelgelelim İsrail devletini kuran 1948 yılı savaşında mülteciler, savaşın satır arası bir tezahürü olmadı. Savaş, Filistinlileri kökünden söküp onları birer mülteciye dönüştürmeyi hedefliyordu; bu gerçekleşmeden “İsrail Devleti’nin” kurulması mümkün olamazdı. Savaş sona erdiğinde İsrail, yurtlarına geri dönmelerine hükmeden 194 sayılı BM kararına rağmen mültecilerin geri dönüşünü engelledi.

Vatanın gözden kaybolması

İsrail’in Filistinlileri sınır dışı etmesi, onlar için imkânsız bir gerçeklik oluşturdu. Nitekim bir gecede vatansız kaldılar ve bu vatan, siyasi harita üzerinde “İsrail Devleti’ne” dönüştü. Vatanın geri kalanı Batı Şeria, Ürdün tarafından ilhak edilirken Gazze Şeridi de Mısır yönetimine tâbi oldu. Filistinliler, siyasi haritadan kaybolan bir yere mensup olarak, komşu ülkelerde ve dahi kendi vatanlarında bir mülteci haline geldiler. Bu, karmaşık koşullarında onlar için keskin varoluş ve kimlik soruları doğurdu: Onlar, dağılmış bireyler mi? Ulusal bir topluluk mu oluşturuyorlar? Coğrafi şemsiyelerini kaybettikten sonra onları bir araya getiren şey nedir? Aralarında gerçek bir toparlayıcı unsur var mı? Vatanlarını kaybetseler de ulusal bir kimliğe sahipler mi? Ortak bir kültürleri var mı?

1 Mayıs 2023’te Nekbe’nin 75’inci yıldönümü münasebetiyle Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Han Yunus’un doğusundaki sınır şeridi boyunca yapılan bir yürüyüşe katılan kızlar (AFP)
1 Mayıs 2023’te Nekbe’nin 75’inci yıldönümü münasebetiyle Gazze Şeridi’nin güneyinde yer alan Han Yunus’un doğusundaki sınır şeridi boyunca yapılan bir yürüyüşe katılan kızlar (AFP)

Sığınma deneyimi, modern Filistinlilerin hayatının özeti. Nitekim onlar, kitlesel ve bireysel sürgün olarak iç içe geçmiş iki düzeyde sürgün hayatı yaşadı. Kopuş, vatanla olan ilişkinin devamıydı. Yani ne orada yaşıyor ne de oraya aidiyetten vazgeçiyorlar; orada bırakılanlar, bir gün geri alınacak. Modern tarihlerinde maruz kaldıkları tüm musibetlere rağmen Filistinlileri besleyen rüya bu.

Son on yıllar boyunca Filistinli, komşu ülkelerde o mekâna ait olmadığını hatırlatan şeylerle yaşadı. Onu, yeni çevreye uyum sağlayamaz hale getiren sebeplerden biri de buydu. Ev sahibi ülkelerden gelen ve onu istemeyen dış baskı, Filistinli “kampını” üretmek ve farklı şekillerde devam etmesini sağlamak için fazladan bir etken olarak işlev gördü.

Sığınma deneyimi, modern Filistinlilerin hayatının özeti. Nitekim onlar, kitlesel ve bireysel sürgün olarak iç içe geçmiş iki düzeyde sürgün hayatı yaşadı

Kardeşlerin yurtlarındaki garipler

Sığınma deneyimi Filistinlileri, kardeşlerin yurtlarında yabancı, ama vatanlarına dönmeyi bekleyen kişiler olarak yeniden şekillendirdi. Bu, vatanlarına dönme hayalleri gerçekleşmediği sürece hayatlarındaki tek sabite olan “geçiciye” dayalı bir Filistin kültürü üretti. Sürgün yerlerinde geçirilen dönemin uzamasıyla birlikte bu sürgünü hayatlarına katmak ve bir ölçüde onunla barışmak zorunda kaldılar. Zamanla sürgün derinleşti ve kitlesel bir hal olarak tezahürlerinin yerini bireysel bir hal aldı. Ve sadece aidiyet anlamında değil, doğuştan da sürgün çocukları meydana çıktı. 1948 yılında Filistinliler, onlara gönülsüzce ve geçici olarak ev sahipliği yapan komşu ülkelere dağıldı. Yaşadıkları yerin değişmesiyle birlikte Filistin toplumunun tabiatı gittikçe değişti ve sürgün yerlerinin dağılması ve nüfusun parçalanmasından sonra kendi hayatlarını ve yurtlarını icat etmek zorunda kaldılar. Vatan gözden kaybolunca Filistinlilerin, “İsrail” adı altında kaybolan ülkelerinin yerine geçmeleri gerekti.

Kökünden sökülmek, Filistinlileri dağıttığı için onlar da coğrafyanın yerinen hayali koyarak sığındıkları yerlerde yeniden bir Filistin kurmaya mecbur oldular. Bu hayal gücünün yaratıcı vazifesi, sadece gasp edilen vatanı unutulmaktan korumak değildi. Evet bu, en önemli tarihî misyonlarından biriydi, ama bununla birlikte bu hayal gücünün (Filistin vatanının gözden kaybolmasına rağmen) Filistin geleceğini de türetmesi gerekiyordu. Filistinli topluluklar, sürgün yerlerinde kendilerini yeni ve modern bir vaziyetle tek bir toplum halinde yeniden yapılandırdılar. Bu toplum, sürgüne karşı ulusal projesini inşa etti ve böylece nihai bir sürgündeki çıplak bir kurbanken haklarını geri alması gereken tarihî bir proje sahibinin kurbanına dönüştü.

Bu demek değildi ki sürgün, Filistinliler için bir felaket olmadı. Zira vatanlarını kaybettiklerinden beri hayata tutunma gücünü kaybettiler ve her ne kadar kardeş olsalar da başkalarının ülkelerinde yaşar hale geldiler. Bu, sığınma koşullarını farklılaştıran şeydi. Nitekim mağdurlar, birbirlerini kıskandı. Mesela Lübnan’da işsiz kalan mülteci, Suriye’de çalışma hakkı elde eden mülteciyi kıskandı; Suriye’de kendisine siyasi haklar verilmeyen ve mülkiyet hakkı evli olmak şartıyla tek bir daireyle sınırlı tutulan mülteci, Ürdün’de vatandaşlık ve tüm siyasi haklara sahip olan mülteciyi kıskandı.  

Sığınma deneyimi Filistinlileri, kardeşlerin yurtlarında yabancı, ama vatanlarına dönmeyi bekleyen kişiler olarak yeniden şekillendirdi. Bu, “geçici” olana dayalı bir Filistin kültürü üretti

Yeni bir ulusal doğum

Filistin ulusal kimliğinin, kökünden sökülmesi sayesinde Arap kardeşlerinden daha belirgin hale geldiğini söylersem abartmış sayılmam. Sadece Filistinlinin yaşamındaki farklılıklar sebebiyle değil, aynı ölçüde sürgünün ürettiği bu yaşamdaki eksiklik sebebiyle de Filistinliler, çalınan vatanlarıyla daha belirgin bir ilişki kurmak zorunda kaldılar. Mesela sakinlerinden çalınmayan Arap ülkelerinde, Filistinlilerin maruz kaldığı varoluşsal tehdidin yokluğu nedeniyle ulusal bağ daha az belirgindir.

Bu yüzden Filistinlilerin köklerinden sökülmeden önce vatanlarında yaşadıkları durağan, istikrarlı ve homojen yaşam, sürgün yerlerinde daha belirgin hale geldi; coğrafya gözden kaybolduysa da sürgün yerlerindeki Filistinlilerin hayatından yok olmadı. Filistinliler, kendi ülkelerinde yaşarken fark etmedikleri istikrarı, kaybedince anladılar. Dolayısıyla onlara, istikrarlı vatanı rahatsız sürgün yeriyle bütünleştirmek kaldı. Filistinliler bu süreçte sürgünde tekrar ele geçirdikleri vatan parçalarıyla sürgünü yamamayı başardılar ve böylece sürgün, katlanılır hale geldi. Kamplardaki küçük ve sefil sokaklar ve dükkânlar, Filistin şehirlerinin, köylerinin ve coğrafi mekânlarının adlarını aldı.

Böylece Filistin hayatındaki küçük şeyler, değerinin ötesine geçen anlamlar, metafizik çağrışımlar, fotografik görüntüler, giysiler, yerinden sökülmüş şeyler, sözlü gelenekler ve alışkanlıklar kazandı. Ve “hepsi yeniden bolca üretilip büyüdü, temel bir fikre dönüştürüldü, biz Filistinlilerin kendimizi kimliğimize ve birimizi diğerine bağlamak için kullandığı ilişkilerin dokusuna iplikler olarak işlendi ve aktarıldı.” “Coğrafyanın sabitliği” ile “toprağın sürekliliğinin” kaybı, Filistinlilerin, Edward Said’in tabiriyle, “sürgünde olma” özelliklerinin dışında birbirlerine benzeme yeteneklerinin kaybına yol açtı.

Filistinlilerin köklerinden sökülmeden önce vatanlarında yaşadıkları durağan, istikrarlı ve homojen yaşam, sürgün yerlerinde daha belirgin hale geldi; coğrafya gözden kaybolduysa da sürgün yerlerindeki Filistinlilerin hayatından yok olmadı

Kampın icadı

Geçici kamp, tüm Filistinli nesillerin hayatlarını tüketti ve kendi tarihî, toplumsal ve siyasi yapısını oluşturdu. Bitmek istemeyen bir sürgünde hızla geçip giden bir “geçicinin” anlatısı ve dönüşün gerçekleştiği bir vatanın bekleyişi içinde olan geçici bir anlatı değil, Filistin tecrübesinin en önemli anlatısı haline geldi. Bir tarih ve bir hafıza oldu, bu uzun bekleyişte kamp, ikinci bir vatana dönüşerek Filistin’in bir uzantısı veya bir alternatifi oldu. Filistinlilerin, tabiri caizse iki katlı bir yurdu vardı artık: bugünün yurdu, yani kamp ve tarihteki gerçek yurt, yani Filistin.

Çünkü Filistinliler, başkalarının topraklarında uzun süre kalmanın onları, çalınan bir ülkeden başka bir ülkeye ait insanlara dönüştürdüğünü ve başka bir vatanları olmadığı için bekleyecekleri o vatanla bağlarını kaybedeceklerini bilmiyorlardı. Kamptaki insanlar kendilerini, onları doğmadıkları bir yere ait kılmaya aracı olan babalarının nesli olarak değil, Filistin’in torunları olarak görüyor. Evet, belki o yerden uzakta doğdular, ama herhangi Filistin bir kasabası, köyü veya şehri gibi o yere ait bir dış noktada doğdular. O noktanın adı: kamp.

Bu uzun bekleyişte kamp, ikinci bir vatana dönüşerek Filistin’in bir uzantısı ya da alternatifi oldu. Filistinlilerin, tabiri caizse artık iki katlı bir yurdu vardı: bugünün yurdu, yani kamp ve tarihteki gerçek yurt, yani Filistin

Kampın anlamı

İçine doğmuş bir evladı olarak kampı tarif etmek istesem yabancıların şehrin kenar mahallelerinde inşa ettiği bir yer derdim. Bu kampı, geçicilik duygusu ve geçtiği ve yaşadığı yerlerle özel olarak ilgilenen bir mağdur hissiyle inşa ettiler. Bu mağdur, genellikle meseleyi iki yönden ele alır. Birincisi, geçici bir yerde gelip geçen biri olarak mağdur, o yeri kalıcı bir mekân olarak görmez. İkincisi, o yere ruhunu katar ve önceki deneyimlerinin en güzelini bu yeni mekâna taşıyarak onu ruhuyla inşa eder. Bu, kamp sakinlerinin, içindeki yaşadıkları sefil yerle olan ilişkilerini açıklar. Onlar, o yerin sefaletini görmeyip o mekândaki ruhlarını görürler. Yabancılar, kendilerine benzeyen bir yer inşa etmişler ve çamurunu ruhlarıyla karmışlardır.

Yabancılar, mekânı inşa ettiklerinde onu dışarıya açık yaparlar, çünkü mağdurlar, kendileri gibi mağdur olanı ararlar. Sadece onunla o yeri paylaşmak için değil, aynı zamanda birbirlerinin acılarını hafifletmek için de. Dar evleriyle bu kamp, mahalleye, sokağa, şehre, ülkeye ve dünyaya açıktı.

Filistinli için kamp, köklerinden koparılmaya karşı hayali bir vatan inşa ettiği, dolayısıyla da kimliğini icat ettiği yerdir. Kamp artık, onlarca yıldır gerçeklik haline gelmesi engellenen vatan/rüyadır. Bu doğru, ama tüm kusurlarına rağmen Filistinliye kimliğini veren de odur. Bundan dolayı kampın, hafızalarından bir vatan ören ve başkalarının coğrafyasında kimliklerini yeniden icat ederek hayalden bir halk inşa eden hayalperestlerden oluşan bir topluluk şekillendirdiği söylenebilir. Sevdikleri ve büründükleri bir kimlik, onların ana bileşeni haline geldi ve imkânsız koşullarda bir devrim ortaya çıkardı.

Kamp parçalanıp ortadan kaybolduğunda kimliklerinin tehdit altına olduğunu hissederler ve böylece hayal kırılır, kişisel kimlik dağılır. Bu, mültecilere bölgenin geleceğinde bir yerleri olmadığını söyleyen Oslo Anlaşması’yla başlayan süreçtir. Kampın dağılması, hayallerinden güç alan bir topluluk olarak hayalperestleri yok eder, zira kampı kaybetmişlerdir. Bu yüzden mülteci Filistinli, kampa bir sefalet yeri olarak bakmaz ve kişisel ve kitlesel bir kimlikle hayat kurma yeri olarak sarılır. Avrupa’daki sürgün yerinde olan Filistinli mültecilerin Lübnan ve Suriye’deki sefalet kamplarına karşı besledikleri hasreti, kamplara bakışlarını oluşturan bu temel olmadan anlamak mümkün değildir. Bu bakış, mekânın sefaletinin ötesine geçerek içinde yaşayan hayalperestlerin güzelliğini görür.

Filistinli için kamp, köklerinden koparılmaya karşı hayal gücüyle bir vatan inşa ettiği, dolayısıyla da kimliğini icat ettiği yerdir. Kamp artık, gerçekleşmesi engellenen bir vatan/rüyadır

Nekbe sayesinde vatanseverlik

Modern Filistin milliyetçiliğinin İsrail devletinin ilanına ve Filistinlilerin vatandan kopuş tecrübesini yaşamasına sebep olan bir tarihî kırılmadan doğduğunu söylersek gerçekten uzaklaşmış olmayız. Yani bu Filistin milliyetçiliği, vatanın siyasi haritadan yok olması ve vatan sahiplerinin de vatan topraklarından kaybolması sonrasında doğdu.

Filistin tecrübesindeki bu kırılma, önceki Filistin tarihiyle nihai bir kopuş olarak değerlendirilebilir. Bir diğer ifadeyle modern Filistin milliyetçiliği, Filistin tecrübesinin bu temel hadisesinin etkisiyle dünyaya geldi. Dolayısıyla modern Filistin milliyetçiliğinin oluşumu, 20’nci yüzyılın ikinci yarısına tarihleniyor. Siyonist projenin Filistin vatanının enkazı üzerinde İsrail devletini kurma başarısının bir sonucudur ve Filistin topraklarının coğrafyadan yok olması demektir.  

Bir adım ileri gidersek Filistin halkının bu zaman ve olay bağlamında doğduğunu söyleyebiliriz, ki bu epey tartışılması gereken bir şeydir. Bir diğer deyişle Filistin halkı, tıpkı modern Filistin milliyetçiliği gibi, vatanın kaybedilip toprakları üzerinde İsrail devletinin kurulması üzerine yaşadığı nekbe (felaket) sonucunda doğdu; öncesinde değil. Kamp da bu milliyetçiliğin temelini oluşturdu.

Vatanlarında kalan ve sığınmanın acısını tatmış olan Filistinli toplulukları, bu kimliğin inşasına katkıda bulundu. Modern Filistin milliyetçiliği, bir halkın ve onun ülkesindeki izlerinin ortadan kaldırılması ve gizlenmesine karşı şekillendi ki bu, Siyonist projenin özüdür. Bu proje, bu toprakları işgal edip kontrolü ele geçirmek ve sakinlerini kovmakla yetinmeyip daha ileri gitti ve farklı bir anlatımla tarihi de işgal etmek ve mekânların isimlerini değiştirerek bir halkın izlerini silmek istedi; çünkü yeni isimler kullanılmasının, toprağın asıl kimliğini inkâr ederek ona işgalin istediği niteliği kazandırdığını düşünüyordu. Ona göre bu topraklar, işgal ettiği için değil, üç bin yıl öncesine dayanan uydurma ve yalancı bir uzun tarihten ötürü işgalciye aittir.

Modern Filistin milliyetçiliğinin oluşumu, tarihî olarak 20’nci yüzyılın ikinci yarısına ait olup Siyonist projenin Filistin vatanının enkazı üzerinde İsrail devletini kurma başarısının bir sonucudur

Mülteci ve vatandaş yabancılar

İçine doğduğum ve hayatımın büyük bir bölümünü yaşadığım Yermuk kampının, yabancılar ile şehrin kenar mahallesi arasındaki bir aşk hikâyesi olduğunu söylersem abartmış olmam. Bu yabancılar, başka hiçbir şeye sahip olmadıkları bu uzak mekânda yaşayan bedenlerinden kendi Filistin’lerini yeniden inşa ettiler. Bizatihi kendileri de başkalarının vatanlarında taşınan bir vatan oldu. Yabancıların hayatı, zalim bir otorite tarafından icat edilen ve “Filistinli mültecilerin geçici ikamet kartı” olduğunu söyleyen dört köşeli plastik bir kartla eşleştirildi.  

Han Yunus’un doğu sınırı boyunca yapılan bir yürüyüş sırasında 1948 Filistinlilerinin terk ettiği evleri simgeleyen bir anahtar ve bir buğday demeti taşıyan bir kadın (AFP)
Han Yunus’un doğu sınırı boyunca yapılan bir yürüyüş sırasında 1948 Filistinlilerinin terk ettiği evleri simgeleyen bir anahtar ve bir buğday demeti taşıyan bir kadın (AFP)

Nesilden nesle mülteciye dönüşerek hepsi de 1948 Nekbe’sine ait oldu. 2000 doğumlu birinin bile kaydına şöyle yazıldı: “1948’de Suriye’ye sığındı.” Bu, tüm şiirsel mecazları aşan bir gerçeklik metaforudur. Filistinliler, “kamp” tabirini severken “mülteci” tabirinden hoşlanmıyordu. Halbuki ikisi de aynı şeyi söylüyor. Ama başkalarının vatanlarında kalmak istedikleri için hoşlanmıyor değillerdi. Geçici “kamp” tabiri kayıp cennete geçen Filistinliyi ifade ederken, “mülteci” kelimesi yarayı deşiyor ve ilticadan sonra doğup oraya ait olanları yaralıyordu.

Suriye “ulusal” uçakları, yeni bir sığınmanın başladığını duyurarak Yermuk kampının sakinlerini kanlarıyla yoğurdu. Ertesi gün kamptaki evlerinin anahtarlarını taşıyan Suriyeliler ile kamptaki ve kayıp cennetlerindeki evlerinin anahtarlarını taşıyan Filistinliler beraber yürüdü. Yeni bir yola çıkmak üzere aceleyle bağlanmış giysi bohçalarında hayallerini taşımak için geri döndüler. Yermuk’un “oraya buraya dağılmış” Filistinlileri, şimdi dünyanın dört bir yanında, bitimsiz hayallerinin kesesini açmak için yeni bir “kamp” arıyor.

Nesilden nesle mülteciye dönüşerek hepsi de 1948 Nekbe’sine ait oldu. 2000 doğumlu birinin bile kaydına şöyle yazıldı: “1948’de Suriye’ye sığındı.” Bu, tüm şiirsel mecazları aşan bir gerçeklik metaforudur

Ben İsrail’den daha büyüğüm

Filistinli mülteci, komşu ülkelerde olduğunda ona bir Filistinli olduğu ve Filistin’e dönme hakkı bulunduğu hatırlatıldığı için baskıya uğruyor. Yani Filistinlinin, uğrunda sıkıntı çekmesi gereken büyük davasını sürdürmek için bir Lübnanlı ya da Suriyeli gibi olma hakkı yoktur. Avrupa ülkelerine geldiğinde de bu ülkeler, onun Filistin’ini inkâr ediyor. Mesela Avrupa’ya gelen tüm mültecilerin mensubu oldukları bir vatanları var; bu Etiyopyalı, şu Iraklı, o Bulgar vs. Ama Filistinli ve onun gibi birkaç lanetli ise “stateless” yani vatansız.

14 Nisan 2023’te Beyrut’un güneyinde Filistin mültecilerin bulunduğu Burc el-Beracine kampı (AFP)
14 Nisan 2023’te Beyrut’un güneyinde Filistin mültecilerin bulunduğu Burc el-Beracine kampı (AFP)

1938’de Filistin’de doğan ağabeyim Ali, Suriye katliamı nedeniyle 2014’te İsviçre’ye sığındığında İsviçre Göçmen Bürosu’ndaki bir müfettiş ona nerede doğduğunu sormuş. O, “Filistin’de doğdum” deyince müfettiş, “İsrail’i mi kastediyorsun?” demiş. Kardeşim de müfettişe kızarak şu cevabı vermiş: “Hayır, Filistin’de doğdum. Ben İsrail’den on yaş büyüğüm.”

Üç farklı sığınma ülkesinde yaşadıktan sonra sığınmanın ruhta bir damga olduğunu anladım. Bu damga, bize ve başkalarına, doğalı yaşamayan, onu tanımayan ve ölene kadar da öyle kalacak bir yabancı, mutlak bir yabancı olduğumuzu gösterir.

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Savaş gibi dramatik bir şekilde yeni Ortadoğu'ya doğru

Netanyahu’nun iki hafta içinde bölgedeki sonraki adımlara ilişkin mevcut temasları tamamlamak üzere Washington'ı ziyaret etmesi bekleniyor (AFP)
Netanyahu’nun iki hafta içinde bölgedeki sonraki adımlara ilişkin mevcut temasları tamamlamak üzere Washington'ı ziyaret etmesi bekleniyor (AFP)
TT

Savaş gibi dramatik bir şekilde yeni Ortadoğu'ya doğru

Netanyahu’nun iki hafta içinde bölgedeki sonraki adımlara ilişkin mevcut temasları tamamlamak üzere Washington'ı ziyaret etmesi bekleniyor (AFP)
Netanyahu’nun iki hafta içinde bölgedeki sonraki adımlara ilişkin mevcut temasları tamamlamak üzere Washington'ı ziyaret etmesi bekleniyor (AFP)

Emel Şehade

Washington ve Tel Aviv arasında, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer'in de katılımıyla İran'a karşı savaşın nihai hedefini gerçekleştirmek için bu günlerde yüksek ve hızlı bir tempoda çalışmalar ve koordinasyonlar yürütülüyor. Gazze'deki savaşının sona ermesini ve Suriye'nin İbrahim (Abraham) Anlaşmalarına dahil edilmesini öngören kapsamlı bir anlaşmayla Lübnan meselesini sona erdirecek adımların atılmasına başlandı. Batı Şeria ise, bazı bölgelerinin ilhakı ve İsrail'in bu bölgeleri ilhakının tanınmasıyla İsrail'e verilen bir hediye olacak.

Bağımsız bir Filistin devletinin kurulması meselesine gelince İsrail'in raporuna göre ikincil bir konu olarak ele alındı. İsrail, Filistinlilerle olan savaşın iki devletli çözüm fikri çerçevesinde çözülmesine hazır olduğunu belirtirken bunun için Filistin Yönetimi'nde reformlar yapılmasını şart koştu. ABD ise Batı Şeria'da belirli bir İsrail egemenliğini tanıyacağını bildirdi.

‘Büyük anlaşmanın’ gerçekleşmesi umuduyla, Netanyahu'yu yargılanmaktan kurtarmak ve İsraillilerin onun için öngördüğü hapishaneden uzak bir siyasi hayat sürmesini sağlamak için her türlü çaba gösteriliyor. Bu, yıllardır onu takip eden ve savaşları uzatmasına neden olan bir kabus.

İki hafta içinde Netanyahu’nun Washington’ı ziyaret etmesi ve orada Ortadoğu'da atılacak dramatik adımlarla ilgili mevcut görüşmeleri sonuçlandırması bekleniyor.

Netanyahu, ABD Özel Temsilcisi Steve Witkoff, İbrahim Anlaşmalarının genişletilmesine ilişkin iyimserliğini dile getirmesinin ardından İsrail halkına seslendiği kısa bir videoda şunları söyledi:

"İran'a karşı cesurca savaştık. Savaşta büyük ve önemli bir zafer elde ettik. Bu zafer, barış anlaşmalarının dramatik bir şekilde genişletilmesi için bir fırsat yaratacak. Kaçırılan vatandaşlarımızın kurtarılması ve Hamas'ın yenilgiye uğratılması için büyük bir gayretle çalışıyoruz. Ek barış anlaşmalarını ilerletmek için kaçırılmaması gereken stratejik bir fırsat yakaladık, bir günü bile boşa harcamamalıyız.”

Gazze'den başlıyor

İsrail kaynakların görüşmelerin gidişatını yakından takip eden siyasi ve güvenlik kaynaklarından aktardığı bilgilere göre Netanyahu, Gazze’deki savaşı iki hafta içinde sona erdirme önerisine karşı çıkmadı. Anlaşma, İsrailli rehinelerin serbest bırakılmasını da içeriyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) de dahil olmak üzere dört Arap ülkesinin, Gazze'nin yönetimine müdahil olması öngörülüyor. İsraillilere göre bu ülkeler Gazze Şeridi'nin yönetiminden uzaklaştırılacak olan Hamas’ın yerine Gazze'nin işlerini yönetecek.

Siyasetçiler ve konuyla ilgili gelişmeleri yakından takip edenler, böyle bir adımın İsrail’deki mevcut hükümet koalisyonu iktidardayken kolayca geçmeyeceğini tahmin ediyorlar. İbrahim Anlaşmalarının genişletilmesi olasılığı hakkında yorum yapan İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, “Bu harika bir şey, ancak ülkenin bölünmesi, düşmana toprakların teslim edilmesi ve Filistin terör devletinin kurulması şeklinde varlığımı tehdit eden parlak bir ambalaj. Biz bunu istemiyoruz, teşekkürler” ifadelerini kullandı.

Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir de Smotrich’e katılarak, “Başbakanın geçmişteki hataları tekrarlamasına ve Filistin terör devletinin kurulmasına veya tehlikeli tavizlere yol açacak müzakerelere girmesine inanmak zor. İsrail halkı zafer istiyor, barış kisvesi altında teröristlerle uzlaşı girişimleri değil” dedi.

İsrailli analist Itamar Eichner, yaptığı değerlendirmede şunları söyledi:

“Trump, İsrail muhalefetini de bölgesel adımlarla ilişkilendirebilir. Naftali Bennett, Yair Lapid ve Benny Gantz gibi isimler, Smotrich ve Ben-Gvir'in hükümetten ayrılması durumunda Netanyahu'ya siyasi bir güvenlik ağı oluşturmak için daha sonraki bir aşamada Beyaz Saray'a davet edilebilir.”

Anahtar ülke Suriye

İsrailliler, Suriye'nin Abraham Anlaşmalarına katılan ilk ülke olacağını düşünüyorlar. Hatta İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Tzachi Hanegbi'nin bu konuyu bizzat takip ettiği ve Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara yönetimiyle doğrudan görüşmelerde bulunduğu ortaya çıktı. Hanegbi’nin İsrail parlamentosu Knesset’in Dışişleri ve Güvenlik Komitesi'ndeki konuşmasından, Suriye'nin ötesinde daha büyük hedefleri olduğu anlaşılıyor. Suriye ile barışın sadece zaman meselesi olduğunu söyleyen Hanegbi, Lübnan ile anlaşmanın çok yakında imzalanabileceğini belirtti.

İsrailliler, Hanegbi’nin Lübnan ile ilgili sözlerine hassas bir konu olduğundan itiraz ettiler. Öte yandan Hizbullah, askeri gücünü artırmaya devam ederken siyasi açıdan da halen önemli bir konuma sahip. Suriye konusunda ise İran ve Hizbullah'ın Suriye'de yeniden kontrolü ele geçirmesine izin vermemek konusunda İsrail ve Suriye ortak çıkarları olduğunda hemfikirler.

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, İsrail televizyonu KAN’a verdiği röportajda Suriye ile barış konusunda sorulan bir soruya, Şara ile İsrail'in güvenliğini garanti altına alacak şekilde barış görüşmeleri başlatabileceklerini ve Suriye'nin artık kendileri için stratejik bir tehdit olmadığını, şu anda tehdidin İran olduğunu ve diğer ülkelerinse İsrail’in uyum sağlaması gereken zorluklar olduğunu söyledi.

Katz, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Witkoff’un Arap ülkeleriyle yapılan anlaşmalar konusundaki iyimserliği, 10 yılı aşkın bir süredir ortaya koyduğumuz vizyonu yansıtıyor ve İran böyle bir barışı engellemeye çalışıyor. Bugün durum daha kolay çünkü bu ülkelerin bazıları İsrail ile yakınlaştı. Bizim büyük bir güç olduğumuzu anladılar. Bu yüzden bölgedeki barış konusunda iyimserim.”

ABD’li bir kaynağa göre İsrail, Suriye konusunda kırmızı çizgilerini ortaya koydu. Bunlar arasında Türkiye’nin Suriye’de asker bulundurmaması ve İran ile Hizbullah'ın geri dönmelerinin engellenmesi yer alıyor. İsrail ayrıca Suriye’nin güneyinin silahsızlandırılmasını talep etti. İsrailli üst düzey bir yetkiliye göre İsrailliler ABD'li Temsilci Witkoff’a İsrail’in ülkenin güneyindeki silahsızlandırma tamamlanana kadar Suriye'deki güçlerini muhafaza edeceği mesajını iletti. İsrail'in, kuzey sınırında konuşlu Birleşmiş Milletler (BM) güçlerine ABD askerlerinin de eklenmesini istediği belirtildi. Buna karşılık, İsrailli yetkili, Suriye hükümetinin müzakereler sırasında Golan Tepeleri konusunu gündeme getireceğini, ancak Beşşar Esed rejiminden daha esnek davranacağını tahmin ettiklerini ifade etti.

Netanyahu'nun yargılanması

İsrail sahnesine gelince iktidardaki koalisyon ortaklarından Likud Partisi tarafından Netanyahu'nun yargılanmasını iptal etmeyi amaçlayan bir hareketlilik başlatıldı. Parti ayrıca, Netanyahu'nun yargılanmasını iptal edebilecek bir yasa tasarısı hazırlayarak Knesset'e sunmaya hazırlanıyor. Netanyahu ise, ‘bölgesel, uluslararası ve güvenlikle ilgili son derece önemli gelişmelerle’ meşgul olduğu gerekçesiyle, önümüzdeki iki hafta içinde görülmesi planlanan hakkında davanın ertelenmesi için mahkemeye acil bir talepte bulundu.

Mahkemeye sunulan dilekçede, İran'a karşı savaşın ve bölgesel ve uluslararası gelişmelerin ardından, Başbakan Netanyahu’nun tüm zamanını ve enerjisini birinci dereceden siyasi, ulusal ve güvenlik meselelerine ayırması gerektiği, bunların arasında Gazze'ye karşı savaşın yönetimi ve rehinelerin kurtarılması dosyasının ele alınmasının da bulunduğu belirtildi.

Dilekçede ayrıca, “Bu olağanüstü koşullar altında, saygın mahkemenin, İran'a karşı savaşın ardından önümüzdeki iki hafta içinde Başbakan’ın ifade vermesi planlanan duruşmaları iptal etmesi talep ediliyor” ifadesi yer aldı. İsrail yargısı bu talebi reddetti.

İsrailli analist Eichner, ABD Başkanı Trump'ın Netanyahu'nun yargılanmasının iptalini talep ettiği dramatik paylaşımının, yargılamanın iptal edilmesi çağrısının bağlamından kopuk olmayan, aksine bir ‘paket anlaşmanın’ parçası olabileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerektiğini belirterek “Trump, Netanyahu’ya açıkça ve muhtemelen pratik olarak da destek sağlarken, Başbakan Netanyahu’nun da Gazze’deki çatışmayı sona erdirmesi ve bölgesel hedeflerine doğru ilerlemesi için elinden geleni yapması bekleniyor. Bu daha geniş bir bağlamda atılan ilk adım olabilir” değerlendirmesinde bulundu.

Netanyahu da Trump'ın sözlerine yanıt verdi. Muhtemelen böyle bir anlaşmayla bağlantılı olabilir, çünkü Trump'ın paylaşımına katılarak “Başkan Trump, bana, İsrail’e Yahudi halkına verdiğiniz büyük destek için teşekkür ederim” yazdı. Netanyahu “Ortak düşmanlarımızı yenmek, kaçırılanlarımızı kurtarmak ve barış çemberini hızla genişletmek için birlikte çalışmaya devam edeceğiz” diye ekledi.

Affetmek yok

Öte yandan İsrail'de, Trump'ın Netanyahu'nun yargılanmasının iptal edilmesi talebiyle iç işlerine müdahale etmesini reddeden birçok ses yükseldi. Ayrıca, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'a, iddianamede yer alan ağır suçlamalar nedeniyle Netanyahu hakkında af çıkarmaması çağrısında bulundular.

İsrail gazetesi Haaretz geçtiğimiz cuma günü yayınlanan sayısını bu konuya ayırdı. Gazete Cumhurbaşkanı Herzog'dan baskıya boyun eğmemesini ve ‘rüşvet almak ve görevini kötüye kullanmakla’ suçlanan Başbakan hakkında af çıkarmamasını istedi. Trump'ın talebini büyük bir hata olarak değerlendiren gazeteye göre bu hem İsrail'in yasaları uygulama mekanizmasını zayıflatıyor hem kutuplaşmayı derinleştiriyor hem de Trump’ın bu ‘kaba’ müdahalesi İsrail'i ABD’ye bağlı bir devlet olarak gösteriyor.

Gazete ilgili haberinde şu ifadelere yer verdi:

“Netanyahu ise her zamanki gibi İran'a karşı mücadelede ulusal birliğin oluştuğu bir anı, hakkındaki davanın iptal edilmesi şeklinde kişisel çıkar sağlamak için kullanıyor. Aralarında Gideon Sa'ar, Yoav Kisch ve ve Shlomo Deri'nin bulunduğu bazı bakanların Başkan Trump'ın talebini desteklemesi, egemenlik, ulusal onur ve yönetim gibi kavramları bayrağına yazan hükümeti gülünç bir duruma düşürürken bu adımın gerçekte Netanyahu'nun yargılanmasının iptalini amaçlayan planlı bir siyasi hamle olduğunu gösteriyor.”