Sudan Ordu Komutanı Burhan, savaşın başlamasından bu yana ilk kez görüntülendi

Çatışmalar devam ediyor... Hızlı Destek Kuvvetleri polis güçlerine yönelik yeni atamaları reddediyor

Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
TT

Sudan Ordu Komutanı Burhan, savaşın başlamasından bu yana ilk kez görüntülendi

Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)

Sosyal medyada, Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ı Başkent Hartum’daki Ordu Genel Komutanlığı karargahında askeri üniforması ve omzunda tüfeğiyle askerlerinin arasında yürürken gösteren kısa bir video yayıldı.

Diğer yandan, Sudan başkenti Hartum’un farklı bölgelerinde ordu güçleri ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında şiddetli çatışmalar devam etti.

Videoda Burhan’ın hemen arkasında savaşın patlak verdiği ilk günlerde yani Nisan ayı ortasında bombalanan ve büyük bir bölümü yanan kara kuvvetleri komuta binasının durumu da görüldü.

Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)

Dün (Çarşamba) yayınlanan videonun tam olarak ne zaman çekildiğini bilinmese de, Sudan Ordusu komutanının bir aydan uzun bir süre önce savaşın patlak vermesinden bu yana ilk kez görüntülenmesi oldu.

Hamideti lakaplı Hızlı Destek Kuvvetleri’nin lideri Muhammed Hamdan Daklu yakın zamana kadar yaptığı toplantılarında ve açıklamalarında Burhan ve diğer ordu liderlerinin Genel Komutanlığın bodrumunda saklandığını, onları yakalayıp yargılayacaklarını söylüyordu.

Sudan ordusu daha önce, savaşın ilk haftalarında iki karargahın bazı kısımlarını kontrol eden Hızlı Destek Kuvvetlerini karargahtan çıkardıktan sonra, ordunun genel karargahı ve Hartum Uluslararası Havaalanı üzerindeki tam kontrolünü yeniden ilan etmişti.

Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)

Burhan, savaşın ilk gününde yayınlanan kısa bir videoda, komutanlık karargahında ‘bodrum’ olması muhtemel bir yerde, yanında askeri komutan Şemsettin Kabbaşi ve diğer komutanlarla birlikte büyük bir ekranda Hartum’daki askeri operasyonların gidişatını takip ederken görülmüştü.

Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı ise ilk kez iki hafta önce Hartum’daki başkanlık sarayı önünde halkın önüne çıktı.

Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)
Burhan, Ordu Genel Komutanlığı’ndaki askerler arasında (Silahlı Kuvvetler Facebook sayfası)

Diğer yandan Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri arasında Bahri şehrinin kuzeyindeki bazı mahallelerde ve Hartum’un diğer bölgelerinde iki gündür çatışmalar devam ediyor.

Görgü tanıklarının Şarku’l Avsat’a anlattığına göre, savaş uçakları, Bahri ile Omdurman şehrini birbirine bağlayan Halfaya Köprüsü yakınlarındaki bir dizi mevkiyi bombaladı.

Hızlı Destek Kuvvetleri, el-Kadro bölgesindeki bir ordu karargahını kontrol altına aldıklarını, 700 askerin ele geçirildiğini ayrıca Başkent Hartum’un merkezindeki Genelkurmay Başkanlığı ve Hava Savunma Komutanlığı’nın da ele geçirildiğini belirtti.

Dün vatandaşlar, Bahri’nin kuzeyindeki el-Kadro ve el-Droshab bölgelerinde ağır silahlarla çatışmaların yeniden başladığını bildirdi.

Hızlı Destek Kuvvetlerinin bu bölgelere yönelik saldırılarını yoğunlaştırması ve Hartum’da konuşlandırılan güçlerinin çoğunu, askeri havaalanını da içeren ordunun en büyük askeri bölgesi olan, Omdurman şehrinin kuzeyindeki Vadi Seydna üssüne saldırmak için seferber etmesi bekleniyor.

Ordu dün Hızlı Destek Kuvvetlerinin başkent Hartum içinde ve dışındaki hareketlerini izlediğini duyurdu. Kuvvetlerinin herhangi bir operasyon değişikliğiyle kararlı bir şekilde başa çıkmaya hazır olduğunu vurguladı.

Diğer yandan, Hızlı Destek Kuvvetleri, Egemenlik Konseyi Başkanı Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan’ın polis güçlerini devam eden savaşa sürüklemek için polis teşkilatı liderliğinde değişiklik yapma kararına itiraz ettiklerini açıkladı. Hızlı Destek Kuvvetleri dün yaptıkları açıklamada, polis güçlerinin tarihi boyunca milliyetçi ve tarafsız kaldığını, ‘ordu komutanlarının ve eski rejimin kalıntılarının yaptığı planlara’ dahil olup, aslında taraf olmadığı bir savaşa girmemesi gerektiğini söyledi.

Hızlı Destek Kuvvetleri, polisin veya adını ve üniformalarını kendi güçlerine karşı kullanan herhangi bir tarafın herhangi bir hareketi ve eylemiyle yüzleşmekten çekinmeyeceği konusunda uyarıda bulundu.

Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan pazartesi günü, Polis Güçleri Genel Müdürü Anan Hamid’i görevinden alarak yerine Halid Muhyiddin’i atayan bir karar yayınladı. Savaşın patlak vermesinden sonra, binlerce polis gücü Hartum’un dört bir yanındaki merkezlerden, karakollardan ve sokaklardan çekildi.

Ordu komutanlığı daha önce, Hızlı Destek Kuvvetleriyle çatışmalar sırasında yerleşim yerlerinin ve sokakların güvenliğini sağlamak için çok sayıda polis güçleri konuşlandırmıştı.

Suudi Arabistan Krallığı ve ABD’den başlatılan, çatışma alanlarında sivillerin zarar görmemesini gerektiren bir girişimle Sudan ordusu ve Hızlı Destek Kuvvetleri temsilcileri geçen hafta perşembe günü Cidde şehrinde bir ilkeler beyannamesini imzaladı.

Krallık ve ABD’nin yaptığı arabuluculuk, uluslararası ve bölgesel destekle, ülkedeki krizi çözmek için siyasi müzakerelerin yolunu açan kalıcı bir ateşkes anlaşmasına varılmasını amaçlıyor.



Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
TT

Naim Kasım ve Halil el-Hayya'nın konuşmaları arasında

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)
Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım (Video konuşmasından)

Macid Kayali

Hizbullah Genel Sekreteri Naim Kasım konuşmasını içinde bulunduğumuz kasım ayının 20’sinde yaptı. Ardından Halil el-Hayya'nın aynı ayın 21'indeki konuşması geldi. Halil Hayya, İsrail'in Siyasi Büro'nun eski başkanlarına (İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar) zaman ve içerik açısından birbirine yakın dönemlerde düzenlediği suikastların ardından Hamas liderleri arasında en önde gelen konuma yerleşti.

Son 20 yılda “direniş ve karşı koyma” ekseninin ön saflarında yer alan, “örümcek ipliğinden daha zayıf” ve çöküşün eşiğinde olduğu varsayılan bir devlet olan İsrail'in varlığına meydan okuyan bu iki hareket, Hamas'ın 7 Ekim 2023'teki Aksa Tufanı saldırısının ve Hizbullah’ın Gazze’ye destek cephesini açmasının ardından, İsrail saldırılarının merkezinde oldular. Gerek Aksa Tufanı gerek destek cephesi, arenalar birliği ile karşılıklı ordular ve füzeler fırlatma fikrine dayanıyordu.

Ancak yaklaşık 14 ay sonra ortaya çıkan sonuç, Filistinliler ve Lübnanlılar için yeni, korkunç bir Nekbe’yi (felaketi) açığa çıkardı. İsrail'in hayali “angajman kurallarını” umursamadığı, “uzun süreli bir savaş" yürütebileceği, yüksek insani ve ekonomik maliyetlere katlanabilecek kapasitede olduğu, Aksa Tufanı günündeki yenilgisini ve askeri, istihbari ve insani kayıplarını, Filistinlilerin durumunu, Lübnan ve belki de Suriye ve Irak'ın durumunu değiştirmeye çalışacak bir fırsata dönüştürebileceği ve İran'ı dizginleyebileceği görüldü.

Sonuç olarak, Gazze’ye yönelik abluka kalkacağına kendisi harabeye döndü ve acımasız bir askeri işgale maruz kaldı. Yaklaşık 2 milyon Filistinli, asgari yaşam standartlarından yoksun, hapishane benzeri izole alanlarda yaşıyor. Bu durum artık Güney Lübnan'ı, Beyrut'un güney banliyösünü ve Bekaa Vadisi'ndeki bazı bölgeleri de kapsıyor. İsrail zayıflamak yerine kurulduğu günden bu yana her zamankinden daha güçlü hale geldi. Bu mücadele aynı zamanda İsraillileri birleştirdi ve İsrail'in ABD ile ilişkilerini eskisinden daha da güçlendirdi.

Sorun şu ki, Hamas ve Hizbullah'ın geri kalan liderleri tüm bunları henüz idrak etmiş değiller. Halen bir tür inat ve gerçeklerin, güç dengesinin, Filistinlilerin ve Lübnanlıların koşullarındaki korkunç kötüleşmenin inkarı içindeler. Hatta daha önceki gerçekçi olmayan tezlerden veya yanılsamalardan geri adım atılmasına rağmen, İsrail saldırıları sonucunda Hizbullah ve Hamas’ın zayıfladığını bile inkar ediyorlar.

Başlangıçta her iki tarafın da savaş başlatma veya direnişi sürdürme çağrılarının ardından (Bkz. Muhammed ed-Dayf'in 7 Ekim 2023'teki konuşması ve Nasrallah'ın suikastından birkaç gün öncesine kadar yaptığı konuşmalar), şimdi yaptıkları ateşkes ve çatışmaların durdurulması talebi bunu temsil ediyor. Kasım ve Hayya yukarıda bahsettiğimiz konuşmalarında bu konuda ve savaşın sürdürülmesinde ısrar edenin İsrail olduğunu varsaymakta hemfikirlerdi.

Hemfikir oldukları bir diğer nokta koşullar öne sürmekti. Kasım'a göre müzakereler iki çatı altında sürüyor; tam bir ateşkes, Lübnan'ın egemenliğinin korunması ve İsrail'in Lübnan'ın egemenliğini ihlal etmesine, Lübnan'a girip istediği gibi öldürmesine izin verilmemesi. Hayya ise şunu vurguladı: Gazze Şeridi'ndeki savaş durmadan ve yerinden edilenler geri dönmeden takas anlaşması olmayacak. Burada fikrimiz şu; bu tezler tamamen doğru, geçerli ve meşru, ancak savaş öncesinde ne Hizbullah ne de Hamas bu tezlere göre hareket etmiyordu. Hayya'nın istediği Aksa Tufanı öncesi Gazze'nin artık mevcut olmadığı ve aynı durumun Lübnan'daki bazı bölgeler için de geçerli olduğu unutulmamalı.

Kendine güvenen her siyasi hareket veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin halkının çıkarlarına yabancı olduğunu gösterir

İki taraf ayrıca arenalar birliğinin geçerliliğini yitirdiği konusunda da birleştiler. Zira İran kendisini çatışmanın dışında tuttu, Suriye rejimi ilgilenmedi, Hizbullah, değişen koşullar ve gerçekler nedeniyle Gazze'den desteğini çekti. Buna rağmen en büyük felaket, Hayya'nın sanki başka bir kıtada yaşıyormuş gibi “Müslüman Arap milletini sahip olduğu güç ve imkanlar” ile “düşmanı savaşı durdurmaya zorlayamamakla” suçlamasıydı. Sanki güç denklemlerinde hiçbir şey değişmemiş ya da İsrail ordusuyla yaşanan çatışmalar veya zaman zaman orayı burayı bombalamalar, İsrail'in bu soykırım savaşında Filistinlilere ve Lübnanlılara yaptıklarını ve bunun sonucunda ortaya çıkan korkunç trajedileri dengeliyormuş gibi söylenen sözler, bu iki konuşmanın gerçeklikten kopuk olduğuna dikkat çekiyor. Nitekim Kasım şöyle diyor: İsrail bizi yenemez ve kendi koşullarını bize dayatamaz. Söz, karadaki çatışmalar, füze ve İHA saldırıları ile savaş meydanınındır. Uzun süre devam edecek gücümüz var. Uzun bir savaşa hazırlandık. Şu anda müzakere ediyoruz ancak ateş altında olduğumuz için değil çünkü İsrail de ateş altında.”

Bu kopukluk, Hizbullah ve Hamas’ın savaş öncesi dönemdeki slogan ve konuşmalarını da kapsadı. Kasım'ın şu sözleri de bunu gösteriyor gibi: “Cumhurbaşkanının Meclis aracılığıyla anayasaya uygun şekilde seçilmesine etkin katkımızı sunacağız. Siyasi adımlarımız (Taif) çatısı altında olacaktır. İnşa etmek ve korumak için siyasi alanda da var olacağız.”

Hayya ise, Hamas’ın Gazze Şeridi'ni yönetmek için bir komite kurulmasını kabul ettiğinden bahsetti. Oysa savaştan önce Gazze’nin yönetiminde müttefik olsa bile kendisine herhangi bir tarafın ortak olmasını kabul etmiyordu. Hayya şunu da söylüyor: “İç ulusal uzlaşmaya varılmasına katkıda bulunabilecek hiçbir fırsatı göz ardı etmiyoruz ve sorumluluk sahibi olarak bunun için çalışıyoruz.”

Elbette kendine güvenen her siyasi veya ulusal kurtuluş hareketi başarısızlığını, yenilgisini veya acizliğini itiraf edebilir. Buna karşılık inat ve inkar, bu hareketin kendi halkının çıkarlarına yabancı olduğunu ya da sadece bir otorite olarak varlığını sürdürmeyi önemsediğini gösterir. Bu, sözler ve eylemler, sloganlar ve olasılıklar, hayal ve gerçeklik arasında büyük bir farkın olduğu, kamu yararının veya halkın çıkarının, özel çıkar veya otoritenin yararı lehine yok sayıldığı Arap siyasi yaşamında yaygındır.

Örneğin altmışlı ve yetmişli yılların terminolojisine göre “milliyetçi” ve “ilerici” rejimler ile birlikte, Filistin'in kurtuluşu, Filistin davasının merkeziliği, Arap birliğinin, özgürlüğün ve sosyalizmin sağlanması gibi “büyük” olarak tanımlanan davaların zor olduğu sonucuna varmıştık. O dönemde geçim sorunları ve vatandaşların hakları meseleleri önemsiz meselelermiş gibiydi. Öte yandan Haziran 1967 savaşında İsrail daha da genişledi ve Ekim 1973 savaşı düzenli ordular arasındaki son Arap-İsrail savaşı oldu. Ardından Mısır'ın 1979'da İsrail ile Camp David Anlaşması'nı imzalaması ve bununla normalleşme yolunun açılması ile birlikte Arap-İsrail çatışmasının bitişine tanık olduk. Araplar arasında ekonomik entegrasyon düzeyinde de olsa birlik meselesine gelince, Suriye, Mısır ve Irak'taki rejimler arasında yaşanan yabancılaşma ve husumet nedeniyle çöktü. Bu arada vatandaşlık kavramının eksikliği ve devletin gelişmemiş olması nedeniyle özgürlük ve sosyalizm fikirlerinin kaderi de daha iyi olmadı.

İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine yol açtı.

Sonuç olarak Arap dünyasındaki tüm siyasi hareketler bu acı kaderden kurtulamadı. Milliyetçi, solcu ve İslamcı eğilimleri ile tümü, başarısızlık, acizlik, eksiklik ve kırılganlıkta korkunç bir noktaya ulaştılar. Herhangi birinin başarıları yerine, toplumlarından izole olduklarının ve kaybolduklarının gözlemlendiği bir kerteye vardılar.

Filistin örneğinde bile İsrail, Filistin ulusal hareketinin içini boşaltmak ve onu bir ulusal kurtuluş hareketinden bir otoriteye ve ardından iki otoriteye dönüştürmek için kullandığı stratejilerde başarılı olmuş gibi görünüyor. Bu başarı Filistin ulusal hareketinin kaybetmesine ve fedakarlıkların boşa gitmesine, halkı, toprağı ve davayı özdeşleştiren birleştirici bir ulusal vizyonun, yatırım yapılabilecek mümkün, sürdürülebilir ve uygulanabilir bir mücadele stratejisinin eksikliğine yol açtı.

Elbette tüm bu söylediklerimiz işgal olduğu sürece direnişin meşruluğunun teyit edilmesini de içeriyor ve İsrail sömürgecidir, yerleşimcidir, ırkçıdır, saldırgandır. Ancak güç dengesini, iç ve dış siyasi verileri anlamaya, fedakarlıkları siyasi başarılar için kullanma imkanına, birikime ve kademe kademe zafere ulaşmaya dayalı direniş yaklaşımı ile karşılıklı ordular şeklinde savaşma, ölümcül darbe indirme arasında büyük bir fark vardır. Zira son ikisi İsrail'in üstün olduğu, Filistinlileri yok etmek için bütünüyle kontrolsüz hareket ettiği alandır. Bu felaketin önlenmesi için kaçınılması gereken de bu ikisiydi.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.