Gazze Şeridi: Masumların, karnı açların mezarlığı

Fon krizleri BM bağışçılarını Filistinlilere yönelik katkılarını kesmeye itiyor

Yardımın azaltılması yönündeki adımlar, Gazze halkına daha çok zarar verecek / Fotoğraf: Meryem Ebu Dakka- Independent Arabia
Yardımın azaltılması yönündeki adımlar, Gazze halkına daha çok zarar verecek / Fotoğraf: Meryem Ebu Dakka- Independent Arabia
TT

Gazze Şeridi: Masumların, karnı açların mezarlığı

Yardımın azaltılması yönündeki adımlar, Gazze halkına daha çok zarar verecek / Fotoğraf: Meryem Ebu Dakka- Independent Arabia
Yardımın azaltılması yönündeki adımlar, Gazze halkına daha çok zarar verecek / Fotoğraf: Meryem Ebu Dakka- Independent Arabia

İzzeddin Ebu Ayşe

Gazze Şeridi mahallelerinde hüküm süren ekonomik kriz, daha fazla açlığı, yoksulluğu ve hayal kırıklığını peşinde getiriyor.

Zira uluslararası kuruluşlar, bu yoksul bölgeye yaptıkları yardımları ve gıda yardımlarını azaltıyor. Bu durum insani bir felaketi işaret ediyor. 

Birleşmiş Milletler (BM) teşkilatları, Gazze Şeridi'ne yardım sağlamaya devam edemeyeceklerini açıklarken, ABD ise Filistinlilere yaptığı aylık mali katkıyı kesti. 

İsrail, Gazze Şeridi'ndeki yoksullara ve Gazze hükümeti çalışanlarına tahsis edilen Katar hibe fonlarının girişini engelleyerek durumu daha da kötüleştirdi.

Değişen öncelikler ve fon kaynaklarının kıtlığı nedeniyle, birçok ülke yardım ve insani krizlere hızlı müdahale alanında çalışan uluslararası ve yerel kuruluşlara yönelik mali yardımlarını durdurdu. 

Gıda güvensizliği, yoksulluk ve işsizlik oranlarında artış kaydedilirken ekonomi uzmanları ise yardımın azaltılması yönündeki adımların Gazze halkına daha fazla zarar vereceğini vurguluyor.

Bu adımların sonuçları, gıda yardımı ile bağlantılı olduğu için Filistinlilerin hayatlarında etkisini hızla gösteriyor. 

BM, art arda ve ani kesintileri uluslararası fonlardaki düşüşe, değişen bağışçı önceliklerine ve küresel ekonomik krize bağlıyor.

Ancak geçen yıl kaydettiği uyarılarda bu krizleri odak alan BM, nüfusun koşullarını önemli ölçüde iyileştirmeye çalışmıştı.

BM Dünya Gıda Programı (WFP), Gazze'deki yoksullara yönelik gıda yardımını ilk durduran kuruluş oldu.

Ardından gelen BM Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (UNRWA) ise önümüzdeki ağustos ayı sonuna kadar yararlanıcılara gıda yardımı yapamayacağını açıkladı. 

Uluslararası kaygı

Temel gıda ve acil yardım hizmetlerini destekleyen BM kurumlarının karşı karşıya kaldığı fon kriziyle ilgili endişelerini dile getiren BM Orta Doğu Barış Süreci Özel Koordinatörü Tor Wennesland, şu aaçıklamada bulundu:

Fon sağlanmadığı taktirde Filistinlilere yönelik gıda yardımını bırakmamız gerekecek. Tüm ülkeler Gazze halkına acil fon sağlamaya teşvik ediliyor olsa da, bağışçı desteği önemli ölçüde azaldı. Bu, hayati hizmetleri sürdürmek için acil bir önceliktir. Hükümetler ödeme yapmadığı taktirde, insani açıdan ve belki de güvenlik hususunda ciddi derecede sorunlar ile karşı karşıya kalacağız. Şiddet döngüsünün dışında kalmak için fonlar gereklidir. 

Dünya Bankası Batı Şeria ve Gazze Ülke Direktörü Stefan Emblad de"Kasvetli bir döneme giriyoruz, zirâ Gazze halkı hala yabancı bağışçılara bağımlı halde. Yerli finansman kaynakları bulunmuyor. Yaşam standartları yükseltilmediği, kamu mali hesaplarının sürdürülebilirliği iyileştirilmediği, işsizlik anlamlı bir şekilde azaltılmadığı taktirde insani açıdan ve güvenlik hususunda risk ile karşı karşıya kalacağız. Gazze'de gıda güvensizliği artıyor, ekonomik gerileme yüksek, hayat pahalılığı insanları yoruyor, nitekim durum vahim. Her üç kişiden ikisi yemek bulmakta zorlanıyor, bu oldukça endişe verici. Haziran ayının başında Gazze ekonomisi, azalan fon nedeniyle milyonlarca dolar kaybedecek" şeklinde konuştu. 

En çok etkilenen UNRWA 

UNRWA'nın medya danışmanı Adnan Ebu Hana, ajansın 10 yıldır mali kriz içinde olduğunu söyledi.

Ancak bütçeyi daha fazla kısamayacaklarını, mali açık nedeniyle hizmetlerinin bir kısmını durdurmak zorunda kaldıklarını vurguladı.

Hibeleri azaltma kararının tüm BM kurumları için geçerli olduğunu, ancak sadece gönüllü bağışlara bağlı olması dolayısıyla UNRWA'nın statüsünün daha hassas olduğunu belirten Adnan Ebu Hana, yaklaşık 1,2 milyon kişinin bulunduğu Gazze'deki gıda yardım fonlarını hala karşılayamadıklarına dikkat çekti. 

Miktarın çok büyük ve şok edici olduğunu söyleyen Adnan Ebu Hana, hangileri olduğunu belirtmediği birkaç ülkenin finansmanı durdurduğuna değindi.

Yalnızca "Finansmanı durdurma kararının büyük ve tehlikeli neticeleri olacak" ifadelerini kullanmakla yetindi. 

Filistinlilerin adımları 

Söz konusu gelişmelerin ardından Filistin Otoritesi ise Gazze'yi kurtarmak için harekete geçti.

Bu gelişmelerin getireceği risklerden kaçınmak için çeşitli taraflarla diyaloglar kurduğunu açıklayan Başbakan Muhammed İştiyye, "Kriz farklı yönleriyle etki edecek. Artan yoksullukla sınırlı kalmayıp elektriği de etkileyecek" vurgusunda bulundu. 

İştiyye'nin açıkladığına göre, ABD gerek Gazze gerek ise Batı Şeria'daki Filistinlilere yönelik yaklaşık 500 milyon dolar değerindeki yardımını durdurdu.

Bu miktarın 300 milyonu UNRWA, 200 milyonunun ise Filistin'e yardım için olduğu biliniyor. 

Filistinli kalkınma işleri uzmanı Nihad Ebu Guş, Gazze'ye yönelik hibelerin durdurulması ve azaltılması kararlarının Filistinlilerin hayatlarında etkisini hızla göstereceğini, zirâ gıda ile bağlantılı olduğunu vurguladı.

Bu kapsamda gıda güvensizliği, yoksulluk ve işsizlik oranlarının artacağını, elektrik sektörünün de bundan etkileneceğini, neticede gerek Filistin Otoritesi, gerek ise Gazze hükümetine bağlı çalışanların maaşlarının düşeceğini de sözlerine ekledi. 

Ayrıca Guş, "Gazze'de kaydedilen, insani felaket sınırlarını aşarak korkunç bir insanlık dramı boyutuna ulaşan ekonomik baskılar ve azalan hizmetler neticesinde vatandaş yoksullaşacak, hayatını sürdüremez hale gelecektir. Bağışçılar bu kararları alarak aslında halkın yoksullaşmasına yol açıyor. Sonrasında olacaklar hesaplanmıyor. Uluslararası toplum ise Gazze'yi destekleme sorumluluklarından kaçıyor. Nüfusun ayda 40 milyon dolara ihtiyacı var, dolayısıyla sektörün uluslararası toplum üzerindeki yükü çok düşük. Bu, diğer ülkelere yapılan hibelerle asla kıyaslanamaz" şeklinde konuştu.

Fon kaynaklarının kıtlığının ve değişen önceliklerin ikna edici bir neden olmadığına, bunun bağışçıları değiştirerek önlenebileceğine değinen Nihad Ebu Guş, "Bu siyasi nitelikte bir mesele. Bir caydırıcılık denklemi kurulu. Bu bizi güvenlik zafiyeti dahil olmak üzere tehlikeli sonuçlara götürüyor" diye vurguladı.

 

Independent Arabia



İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu
TT

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail, Han Yunus'ta bir Hamas lideri ve tünel görevlisinin hedef alındığını duyurdu

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'ndeki Hamas hedeflerine saldırı düzenlediğini duyurdu ve saldırının "Gazze Şeridi'ndeki Hamas Deniz Kuvvetleri Komutanı Abdullah Ebu Şemela'yı" hedef aldığını belirtti.

İsrail ordusunun Arap medyası sözcüsü Avichay Adraee, "X" platformu aracılığıyla yaptığı açıklamada, Ebu Şamala'nın "hareketin en önde gelen üyelerinden biri olduğunu, yıllar boyunca deniz kuvvetlerinde çeşitli görevlerde bulunduğunu, Zikim üssündeki deniz kuvvetlerine baskın girişiminde yer aldığını ve 7 Ekim'deki deniz saldırısı için sistemin eğitimini ve planlamasını denetlediğini" belirtti. Şamala ayrıca savaş sırasında deniz hedeflerine odaklanarak, orduya karşı birçok terör operasyonu düzenledi.

ser4
İsrail askerleri, Hamas'ın Gazze Şeridi'nin kuzeyinde tasarladığı demir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters) 

Adraee açıklamasında, "Hamas hareketine ait Han Yunus bölgesindeki taburlardan birinin tünel sorumlusu olan ve rehine alma olayına katılan Fadi Ebu Mustafa hedef alındı" ifadelerine yer verildi.


Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
TT

Meclis başkanlığını kaybeden Halbusi’nin kazanma stratejisi

El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)
El-Halbusi'nin siyasi nüfuzu Irak'ın batı bölgelerinde başladı (X)

Bağdat'ta 10, ülke genelinde ise 329 sandalyenin 35'ini kazanan Muhammed el-Halbusi'nin son parlamento seçimlerindeki zaferi, iki yıl önce Parlamento Başkanlığı görevinden ve parlamento üyeliği elinden alınan bir isim için önemli bir dönüm noktasıdır.

Bu zafer, Irak'ta, Hukuk Devleti Koalisyonu lideri ve eski Başbakan Nuri el-Maliki gibi zorlu bir rakip karşısında elde edildiği için daha da önem kazanıyor.

El-Halbusi, Anbar vilayetinin Karma kasabasından kırklı yaşlarının ortalarında bir inşaat mühendisidir. Felluce'deki bir inşaat şirketinden, Şii ve Sünni grupların İran etkisi altında rekabet ettiği siyasete adım atmıştır. Ancak hırslı genç adam maskesini yavaş yavaş düşürmüş ve güçlülerin masasında kendine bir yer edinmiştir.

"Halbusi olgusu"nun yorumlanması konusunda şu anda görüş ayrılığı olsa da Bağdat'taki birçok Sünni, yıllarca süren şiddet ve bölünmenin ardından, onda liderlik ihtiyaçlarını karşılayan birini buldu. Onun şu gibi kampanya sloganlarını dile getirdiğini duydular: "Biz Sünniler ne istediğimize karar veririz. Başkalarının (Şiiler ve Kürtler) bizim adımıza karar vermesine izin vermeyeceğiz."


PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters
TT

PKK, Hamas, Hizbullah: Yarım asırlık silahlı örgütlerin Ortadoğu’daki etkisi

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

Rüstem Mahmud

Bir gün içinde PKK militanları Türkiye topraklarından çekiliyor veya Güvenlik Konseyi Hamas'ı silahsızlandırma kararı aldı ya da Lübnan hükümeti ordunun Hizbullah'ı silahsızlandırma planını bekliyor yahut Irak'taki Haşdi Şabi ile Suriye, Yemen ve Libya’daki diğer örgütler hakkında benzer haberler ve raporlar duyabiliyoruz. Yıllardır, bu savaşçı örgütler, üyeleri ve davranışları bölgemizdeki en önemli ve çoğu zaman tek haber oldular. Dış gözlemciler artık siyasi, sosyal ve kültürel sahnemizi çok çeşitli örgütlerin ve savaşçılarının yuvasından ibaret sanmaya başladılar.

Bu örgütler yalnızca silahlı eylem konumunu işgal etmiyorlar, aynı zamanda siyasi rollere, etkinliğe ve üretkenliğe de sahipler. Yaşadıkları toplumların geniş kesimleri için prestijli ve sembolik değere sahip bir konuma sahipler. Savaşçıları, en azından toplumun belirli bir kesimi için, bir kutsallık halesiyle çevrililer.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre 1970'lerin başından itibaren, bu örgütler bölgemizdeki olağanüstü siyasi gerçeklikler ve bağlamların bir sonucu olarak ortaya çıktılar. Filistin ve Kürt meselelerine, birçok devletin, kendilerini baskı altında hisseden, yalnızca siyasi eylem ve mücadeleyle asgari düzeyde bile uzlaşıya varamayan milyonlarca insandan oluşan topluluklara yönelik bir tür “sıfır toplamlı” yaklaşımı damga vurmuştu. Nasırcılığın 1967’deki savaşta uğradığı yenilgi, devletin ve düzenli orduların sahip oldukları güç ve nüfuzu kaybetmelerine neden oldu. İran rejimi, dış politikasının bir dayanağı olarak hizipçiliğe dayanan uzun vadeli bir strateji uygulayarak, bu iki temele mezhepsel bir boyut ve yük ekledi. Ancak, bu örgütlerin türediği ülkelerde ekonomik, siyasi, güvenlik, anayasal, eğitim ve sağlık yapıları tamamen başarısız olmasaydı, bu çeşitli koşullar ve araçlar etkili olmazdı. Söz konusu örgütler bu başarısızlık sayesinde kendilerini kurtarıcılar ve devlet adına hareket ederek tüm ulusu koruyan araçlar olarak sundular.

Yarım asırdan fazla bir süre boyunca, bu örgütlerin üyeleri ve liderleri, toplumlarımızın geniş kesimleri arasında sahip oldukları “sembolik hegemonya” sayesinde, kamusal alana bir değerler, söylemler ve normatif araçlar cephanesi dayatmayı başardılar. Bunlar arasında şunlar sayılabilir: “Şiddet, değişimin özü ve tek aracıdır”, “sembolik lider tarihsel bir zorunluluktur”, “mevcut koşullar ucu açık bir olağanüstü hal gerektirmektedir”, “toplumsal ilerleme ve statü, bu örgütlere sadakat ve bağlılıkla bağlantılıdır”, “bu sınıfın üyeleri eleştirinin ötesindedir ve şehitler aziz statüsüne sahiptir”, “servet, eğitim, incelikli eylemler, entelektüel üretim ve sanatsal çalışma gibi şeyler, bu örgütlerle bağlantılı olmadıkları sürece anlamsızdır”. Bunlar ve benzeri birçok söylem kamusal alanda sürekli bir korku duygusu yaratıyor ve mevcut koşullarımızın “istisnai” olduğu yönünde derin bir hissi besliyordu. Tüm bunlar, toplumların geleceği ve güvenliği ve bu “savaşçı sınıf” örgütlerinin varlığını sürdürmesiyle sıkı sıkıya bağlantılıydı.

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu

Bir bakıma, bu sınıfın üyeleri, başlangıçta üyeleri İmparatorluk Muhafızları'nda asker olan, daha sonra zamanla, toplumsal güvenliği ve kaos dönemlerinde imparatorluk gücünün bütünlüğünü korumada oynadıklarını söyledikleri olağanüstü roller sayesinde kamusal bir rol, bir tür kontrol, otoriter konum ve sembolik statü üstlenen geleneksel Japon samuraylarına benzer hale geldiler. Davanın koruyucularından “davanın kendisine” dönüştüler. Kamu düzenini korumaya adanmış savaşçılar konumundan, her türlü kamusal erdemin sembolü haline geldikleri için, yerel topluluklara kendilerine ayrıcalıklı bir şekilde davranmayı dayatan, mali, idari, ticari, sembolik ve kültürel derebeyliklerin liderleri ve sahipleri konumuna geçiş yaptılar.

Tıpkı Japon samuraylarının tarihsel anlatısında olduğu gibi, bölgemizdeki bu savaşçılar ve örgütleri de, farklı derecelerde de olsa oldukça karmaşık ve istisnai tarihsel koşullardan sonra ortaya çıktılar. Ancak kendilerini “davanın kendisine” dönüştürmekten çekinmediler. Bu çeşitli örgütler, varoluşlarının asıl nedeni ortadan kalkmış olsa bile, askeri ve sembolik genel egemen statülerini her zaman farklı derecelerde de olsa korumaya gayret ettiler. Nitekim Lübnan Hizbullahı, İsrail'in bir kısmını yeniden işgal etmesinden önce tüm Lübnan topraklarından çekilmesinden çeyrek asır sonra bile silahlarını elinde tutmaya kararlı. Filistinli Hamas hareketi, silahını, Filistin'in tek kurtarılmış bölgesi olan Gazze Şeridi'ndeki tüm yaşam biçimlerinin sürekliliğinden ve devamından daha kutsal, gerekli ve kaçınılmaz görüyor.

Ancak, savaşçı sınıf ve silahlı örgütleri içindeki tüm bu otoriter özelliklerin bölgemizde yerleşik olmasına, toplumlarımızdaki genel modernleşme süreçleri bağlamında oynayabilecekleri gerici rollerin açıkça kabul edilmesine rağmen, temel soru hâlâ ortada duruyor: Bu örgütleri, bu istisnai sınıfı, ortaya çıktıkları koşulların, iklimlerin ve şartların yapısında köklü dönüşümler yaratmadan rollerini ve egemenliklerini ortadan kaldırmak mümkün müdür? Mevcut Hamas dağılsa bile, milyonlarca Filistinli, nesnel bir barışı asgari koşullarda da olsa karşılayan bağımsız bir devlete sahip olmadığı sürece, farklı isimler, sloganlar ve mekanizmalarla yeni bir Hamas'ın ortaya çıkmayacağının garantisi var mı? Türkiye'deki Kürt sorunu, Kürdistan İşçi Partisi'nin (PKK) ve 40 yıllık silahlı mücadelesinin doğuşuna mı sebep oldu, yoksa PKK mı Kürt sorununu doğurdu? Dolayısıyla “Kürt mazlumiyeti gölü” varlığını ve etkinliğini koruduğu sürece, oradaki “Kürt mücadelesi balığı”nın yok olacağının bir garantisi var mı?

Samurayların ortadan kaldırılması, eski Japonya'nın sonunu ve hümanist modernitenin ilke ve değerlerine bağlı modern, medeni ve demokratik bir devletin yükselişini işaret ediyordu. Ama öncelikle Japonya, “hakkı” olduğuna inandığı şey uğruna komşu ülkeleri işgal edip milyonlarca masum insanı tekrar öldüremeyecek üretken bir ülke. Japonya artık birçok şeyi başarabilen bir ülke, bunların başında da geçmişte yaptıklarından dolayı özür dileyebilmesi geliyor.