Husiler, Batılı büyükelçilere saldırdı

Darbeciler saldırıyı, grubu uluslararası alanda tecrit etme tehdidi nedeniyle gerçekleştirdi.

Yemen'in başkenti Sana'da, es-Sebin Meydanı'ndaki silahlı Husi milisleri. (EPA)
Yemen'in başkenti Sana'da, es-Sebin Meydanı'ndaki silahlı Husi milisleri. (EPA)
TT

Husiler, Batılı büyükelçilere saldırdı

Yemen'in başkenti Sana'da, es-Sebin Meydanı'ndaki silahlı Husi milisleri. (EPA)
Yemen'in başkenti Sana'da, es-Sebin Meydanı'ndaki silahlı Husi milisleri. (EPA)

Husi milisleri, grubun özellikle Taiz cephelerine yönelik hareketlerine dayalı saha saldırılarının geri döneceğine dair korkuların arttığı bir dönemde İngiltere, Fransa ve ABD'nin Yemen büyükelçilerine, grubun uzlaşmazlığını eleştirdikleri ve askeri gerilimi artırmayı seçmesi halinde uluslararası alanda tecrit etmekle tehdit ettikleri bir açıklamanın ardından saldırı düzenledi

Birleşmiş Milletler (BM) anlaşmasını yenilemek ve genişletmek veya barışa yönelik kapsamlı müzakereleri başlatmak için yakında bir uzlaşıya varılacağına dair ise herhangi bir işaret görünmüyor. Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, uluslararası ve bölgesel çabalar sonucunda herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini belirterek grubu insani yardım dosyalarına karşı çıkmak, tüm bölgelerde kaosu sürdürmek ve Yemenlileri aç bırakmakla suçladı.

Üç büyükelçiye yönelik Husi saldırısı, grubun Sana'daki Yüksek Ekonomi Komitesi ve darbe hükümetindeki İnsan Hakları Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalara ek olarak Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin el-Ezzi'nin duyurularında da dile getirildi.

Husi Yüksek Ekonomi Komitesi'nden yapılan açıklamada, büyükelçilerin sözleri ile ‘ABD, İngiltere ve Fransa'nın düşmanca eylemlerini örtbas etmek için safsatalara ve gerçekleri çarpıtmaya devam ettiğini gösterdiği’ iddia edildi. Husilere göre bu ülkeler, gruba karşı savaşın ‘öncüsü ve beyni’ olmanın yanı sıra maaşları dağıtmaya yönelik her türlü çabayı açıkça engellemek için çalışıyor.

Görsel kaldırıldı.
Husiler, ölen unsurları için Sana'da yas tutuyor. (Reuters)

Grup, Hadramut ve Şebve'deki petrol ihracat limanlarına yönelik terörist saldırılarını haklı çıkarmaya çalışırken, söz konusu saldırıların ‘milli servetin yağmalanmasını’ önlemek için düzenlendiğini iddia etti. Bu söylem, Husilerin yaklaşık dokuz aydır ham petrol ihracatının durdurulması nedeniyle ağır ekonomik koşullarla karşı karşıya kalan meşru hükümet pahasına, petrol ve gaz gelirlerinden aslan payını elde etme çabalarının reklamını yaptığı kılıft olarak nitelendiriliyor.

Grubun ‘dış işlerini’ denetleyen Husi lideri Hüseyin el-Ezzi, büyükelçilerin sözlerine şu yanıtı vererek onları ‘Yemen servetini çalmak için uğraştıkları ve paylarını alamamaktan rahatsız oldukları’ suçlamasında bulundu. El-Ezzi, meşru hükümet tarafından petrol ihracatının yeniden başlaması durumunda grubunun terör saldırılarını tekrarlayacağını ima etti.

El-Ezzi, Twitter'dan paylaştığı mesajda Fransa, İngiltere ve ABD büyükelçilerinin grubun petrol ve gaz ihracatını engellediği için üzgün olduğunu iddia etti. Grubun, gelirlerden en büyük payı milislerin almasını sağlamaya atıfta bulunarak ‘gelirlerini Yemen halkının yararına garanti altına alan bir mekanizma olur olmaz’ ihracata izin verileceğini iddia etti.

‘Çatışmanın askeri bir çözümü olmadığını ve şimdi siyasi bir süreç için müzakerelere başlama zamanının geldiğini’ vurgulayan üç büyükelçi yaptıkları açıklamada, ‘karmaşık ve önemli bir mesele olan kamu maaşları konusunda çözüm sağlamanın gerekliliğinin farkında olduklarını’ yineledi.

Görsel kaldırıldı.
Yemen Genelkurmay Başkanı, Marib'teki ordu kuvvetlerini teftiş etti. (SABA)

Büyükelçiler yaptıkları açıklamada Husileri her türlü askeri seçeneği tamamen terk etmeye çağırdı. ‘Çatışmaya herhangi bir dönüşün, (Husilerin) uluslararası toplum tarafından tamamen tecrit edilmelerine yol açacağını’ ifade eden büyükelçiler, ‘Husi kontrolündeki bölgelerde kadınların, özellikle de insani yardım ve kalkınma alanındaki işçilerin hareketine ilişkin kısıtlamaların kaldırılması gerektiğini’ vurguladı.

Büyükelçiler, ülkelerinin Yemen'deki ihtilafa kapsamlı bir siyasi çözüm bulma taahhüdünü, BM Özel Temsilcisi ve Yemen hükümetine tam desteklerini ve Yemen-Yemen görüşmelerinin BM himayesi altında yapılmasına yönelik çabalara ve kapsamlı bir ateşkese desteklerini yinelediler.

Bocalayan çabalar

Husilerin uzlaşmazlığına dair tepki, Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi tarafından Suudi Arabistan tarafından finanse edilen yaklaşık 20 projenin açılışını yaptıktan sonra, cuma günü ilk ziyaretini tamamladığı Hadramut'ta Kurban Bayramı münasebetiyle yaptığı son açıklamalarda da ifade edildi.

Alimi, Suudi Arabistan ile BM ve ABD elçilerinin büyük ve samimi çabalarına rağmen ‘barış sürecinde şimdiye kadar herhangi bir ilerleme kaydedilmediğini’ vurguladı.

Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı, İran destekli Husileri ‘yurt içinde ve dışında milyonlarca Yemenlinin çektiği acılara aldırış etmeden sadece kendi çıkarlarını düşünmekle’ suçladı. El-Alimi, Husi milislerin yıllık gelirlerinin meşru hükümetin bir milyar 200 milyon dolarına kıyasla dört milyar dolardan fazla olduğu bilgisini paylaştı.  Ayrıca, Husi milislerin, kontrolleri altındaki bölgelerdeki çalışanların acı çekmesi pahasına liderlerinin çıkarlarına hizmet etmek için bu büyük miktarda parayı israf etmeye devam ettiğini söyledi.

Görsel kaldırıldı.
Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, Hadramut'taki projelerin temelini attı. (SABA)

Alimi, Husi milislerinin ‘tüm çalışanların maaşlarının ödenmesi durana ve kapsamlı insani kriz kaosa sürüklenene kadar dinlenmeyeceğini’ iddia etti. “Ancak bu kötü niyetlerin akıbeti kaçınılmaz olarak başarısızlıktır” ifadesini kullandı.

Alimi’nin açıklamaları, grubun geçen ekim ayından bu yana yenilemeyi reddettiği süresi dolmuş BM ateşkesinden önce durumu bozmaya ve meydana geri dönmeye çalıştığına dair korkular arasında, Yemen saha kaynaklarının Husi milislerinin son günlerde binlerce savaşçısını Taiz cephelerine doğru yönelttiği bir zamanda yapıldı.



Philip Habib ile Tom Barrack arasında ışıltısını yitiren Lübnan

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack Beyrut'ta ile bir araya geldi, 7 Temmuz 2025 (AFP)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack Beyrut'ta ile bir araya geldi, 7 Temmuz 2025 (AFP)
TT

Philip Habib ile Tom Barrack arasında ışıltısını yitiren Lübnan

Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack Beyrut'ta ile bir araya geldi, 7 Temmuz 2025 (AFP)
Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack Beyrut'ta ile bir araya geldi, 7 Temmuz 2025 (AFP)

Elie el-Kuseyfi

ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın iki hafta içinde Beyrut'a yaptığı ikinci ziyaretten çıkan başlıca sonuç, Lübnan'ın ABD'nin Ortadoğu gündeminde öncelikli bir yer tutmadığıdır. Her zamanki gibi kendi büyüklüğünü ve rolünü gereğinden fazla abartan Lübnan hükümetinin ve halkının anlamadığı ya da Lübnan'ın artık dünyadaki hiçbir ülke için bölgesel çıkarları dışında bir önemi kalmadığını kabul etmek istemediği bir gerçek bu.

Bu durum, öncelikle Lübnan siyasetinde ve tarafların davranışlarında ve konumlarında belirleyici faktörlerin, temelde tarafların iktidar ve nüfuz haritasındaki imajlarını ve konumlarını iyileştirme becerileriyle bağlantılı iç faktörler olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla, söz konusu taraflar için Lübnan'ın gerçek konumu, değişen koşullardaki rolü ve dış dünyanın Lübnan'a olan ilgisi kadar, dış baskılar ve önceliklerin kendi imajlarını ve konumlarını etkilememesi, Lübnan'ın çevresinde olup bitenlerden etkilenmemesi daha önemli.

Yani, siyasi kadro öncelikle kendi sorunlarıyla meşgul olduğu ve bölgedeki gelişmelere göre Lübnan'ın önceliklerini belirleyen bir dış politika söylemi oluşturmak için gerekli unsurlara sahip olmadığı sürece, Lübnan'da güvenilir bir dış politika söz konusu olamaz.

ABD, Fransa'nın Lübnan çamuruna batıp, Lübnan siyasetinin labirentlerinde kaybolduğunu gördükten sonra bunu anlamış olabilir. Lübnan siyaseti, elçilerin ve temsilcilerin ziyaretlerinin sonunda, lezzetli ‘mezeler’ ve ‘Doğu'nun büyüsünden’ yoksun olmayan bir halkla ilişkiler kampanyasına dönüşüyor.

Lübnanlı politikacılar, Lübnan'ın uzun zamandır kaybetmeye başladığı köklü siyasi geleneklere ihtiyaç duyan bu zor görevi yerine getiremiyorlarsa, ABD Başkanı Donald Trump döneminde bile, doğaçlama yapmakla suçlanan ABD yönetimi, durumu gözden geçirmeye ve düzeltmeye hazır olduğu da bir gerçek. Çünkü ABD Başkanı Donald Trump'ın Ortadoğu Özel Temsilci Yardımcısı Morgan Ortagus’un görevine aşırı ciddiyetle yaklaştığını ve Lübnan'ı bölgedeki Amerikan politikasının merkeziymiş gibi gördüğünü fark ettikten sonra Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ı Lübnan dosyasını takip etmekle görevlendirdi. Bu dosya için özel bir temsilci atanmasına gerek yoktu. Hatta yönetim, Lübnan dosyasının Suriye dosyasına eklendiği ve bölgedeki diğer dosyalara, özellikle de Suriye dosyasına göre fazla çaba harcanmasını gerektirmediği için Suriye temsilcisinin Lübnan dosyasını takip etmesinin daha uygun olduğunu düşündü.

Beşşar Esed'in Tahran’daki yeni İslam rejimiyle ittifakı giderek derinleşiyordu, özellikle de İran, Esed'ın ezeli düşmanı Saddam Hüseyin'in Irak'ıyla savaşırken

2025'teki Lübnan, artık 1982'deki Lübnan değil. O zamanlar Şam'da iktidarda olan Hafız Esed, Soğuk Savaş'ın oluşturduğu dengelerden yararlanarak Suriye'yi demir yumrukla yönetmiş ve bölgede önemli bir siyasi aktör haline gelmişti. Amerikalılar onu devirmenin nelere mal olabileceğini hesaplarken, Sovyetler Birliği onun iktidarda kalmasından yararlanıyordu.

Bu iki dönem arasındaki tek ortak nokta, 1982'de ABD’nin Lübnan kökenli Özel Temsilcisi Philip Habib ve 2025'te Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın görevde olması olabilir. Bunun dışında, zamanın geçmesi, kişilerin ve politikaların değişmesiyle birlikte, bu iki dönem arasındaki farklar o kadar büyük ki, aralarında tam bir kopukluk var.

Amerikalılar, 1982 yılında Esed'in Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Lübnan'dan çıkarılmasıyla ilgili anlaşmayı engellememesini istiyordu. Esed ise bu ‘yükün’ Suriye'ye değil, bunu üstlenmeye hazır uzak bir Arap ülkesine taşınması şartıyla Lübnan'daki ‘zayıf noktayı’ ortadan kaldırmak istiyordu. Bu yüzden Esed, ABD’nin şartlarını kabul etmekte hiç vakit kaybetmedi. Ancak daha sonra Amerikanlara sırtını dönerek, 1983 yılında Beyrut'ta Amerikan deniz piyadelerinin ve Fransız kuvvetlerinin karargahını bombalayarak, İran'ın ve belki de Sovyetler Birliği’nin desteğiyle bir darbe gerçekleştirdi.

thyuı
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Şam'da Suriye ile Katar-ABD-Türkiye enerji koalisyonu arasındaki anlaşmanın imza törenine katıldılar, 29 Mayıs 2025 (AFP)

Hafız Esed'in Tahran'daki yeni İslamcı rejimle ittifakı özellikle de İran, Esed'in her ne kadar her ikisi de Baas ideolojisini paylaşıyor olsalar da ezeli düşmanı olan Saddam Hüseyin'in Irak’ıyla savaş halindeyken giderek derinleşiyordu.

Şimdi, dört yılı aşkın bir süre İran’ın ekseninde kaldıktan sonra yeni bir Suriye ile karşı karşıyayız.

Dolayısıyla Lübnan, Yaser Arafat ve savaşçılarının 1982'de Beyrut'tan ve ardından 1983'te Trablus'tan son kez ayrılmasından itibaren Suriye-İran eksenine kademeli olarak girmeye başladı. Şimdi akıllarda “Suriye, 2024 yılının sonlarında Beşşar Esed rejiminin düşüşüyle İran ekseninden çıktığında Lübnan yeniden nasıl bir konumda olacak?” sorusu var.

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın açıklamalarındaki abartılı ifadeler bir yana, Washington'ın Suriye gündeminin dışında Lübnan'la ilgilenmediği açıkça ortada.

ABD’nin Trump'tan başlayıp Barrack'la sona eren genel tutumlarından Washington’ın önceliğinin Suriye olduğu açıkça anlaşılıyor. Trump, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’ya hayranlığını dile getirmiş ve ABD tarafından Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırarak, Suriye'ye kendini yeniden inşa etme fırsatı verme kararı almıştı. Şarku’l Avsat’ın al Majalla’dan aktardığı analize göre bu hamle, ABD’nin bölgedeki yeni planının bir parçası olarak gerçekleşirken, şu anda Hamas ile İsrail arasında ateşkes sağlanması noktasına gelindi. Bu konu, Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Beyaz Saray'daki görüşmelerinin ana gündem maddesi. İsrailli kaynaklardan sızdırılan bilgilere göre Trump, Tel Aviv'e Gazze'deki savaşın sona erdirilmesi karşılığında Suriye ile İsrail arasında bir anlaşma imzalanması için ABD'nin ödeme yapacağını teklif ediyor. Ancak bu anlaşmanın perspektifleri ve sınırları ne olursa olsun, ABD'nin tutumu, ABD'nin masasındaki bölgesel dosyaların birbiriyle bağlantılı olduğunu gösteriyor.

Yeniden Lübnan'a geri dönecek olursak, Lübnanlıların pazartesi günü ABD’li Özel Temsilci Barrack'ın Beyrut'a gelerek Hizbullah'ın silahları, Suriye ile sınırların belirlenmesi ve ekonomik reformlar konusunda ABD'nin hazırladığı belgeye Lübnan'ın cevabını almak üzere geldiği gün yaşadıkları nefes kesici saatler, Barrack'ın Baabda Sarayı'nda (Lübnan Devlet Başkanı'nın resmi konutu) yaptığı açıklamada, Hizbullah'ın silahlarının tamamen Lübnan'ın iç meselesi olduğunu ve Lübnan'ın bölgede ufukta beliren fırsatı değerlendirmesi gerektiğini, aksi takdirde ‘geri kalmışlar’ arasında yer alacağını söylemesi üzerine kısa sürede sona erdi. Hizbullah da bu acil ve belki de son çağrının dışında tutulmadı, çünkü Hizbullah'ın bir geleceğe ihtiyacı olduğu düşünülüyor.

fg
Beyrut’un güney banliyösünde Hizbullah'ın Aşure Günü törenleri sırasında ‘Silahları bırakmayacağız’ yazılı bir pankart taşıyan bir kişi, 6 Temmuz 2025 (AFP)

ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Barrack’ın açıklamalarındaki abartılı ifadeler bir yana, Washington'ın Suriye gündeminin dışında Lübnan'la ilgilenmediği açıkça ortada. Nasıl ki 1982'de Yaser Arafat'ın Beyrut'tan ayrılmasının ardından Suriye'nin Lübnan'daki gündemini bozmaması hedeflendiyse, şimdi de Hizbullah’ın Suriye'deki gündemi ve orada başarılı olup olmayacağına bakılmaksızın Lübnan'ın ‘rahatsız edilmemesi’ hedefleniyor. Bu da Hizbullah'ın İsrail üzerindeki tehdidinin azalması ve hatta ortadan kalkmasının ardından gerçekleşti. Lübnan, Washington'dan İsrail'in Hizbullah kadrolarına yönelik suikastlarını durdurması ve Hizbullah'ın yıpranmış yeteneklerini yeniden inşa etmek için kullandığı iddia edilen mevzileri bombalamayı bırakması için garanti verilmesini istiyor.

Burada Tahran, müzakerelere başlamak için ABD'nin bir daha İran topraklarını bombalamayacağına dair garanti talep ettiği sürece, Hizbullah'ın İsrail-İran çatışmasından sonra kendini nasıl gördüğünü analiz etmenin bir anlamı yok. Trump dün İran ile müzakerelerin yeniden başlaması için bir tarih belirlendiğini söylediği için Tahran bu garantiyi almış gibi görünse de Lübnan, ABD'nin Lübnan Troykası’na, özellikle de Hizbullah adına Barrack ile görüşen Meclis Başkanı Nebih Berri'ye yaptığı tüm övgülere rağmen, henüz böyle bir garanti almamış gibi görünüyor.

Yenilen tarafların, güçlerinin büyüklüğünü ve meydana gelen değişikliklerle başa çıkma yeteneklerini kabul edilebilir sınırların ötesinde abartmaları

Ancak, Berri ile Barrack arasındaki ‘dostluk’ ilişkisini bir kenara bırakırsak, Barrack'ın geçtiğimiz kasım ayında Washington'ın ateşkesin garantörü olmadığını ilk kez teyit etmesi, İsrail'in Lübnan'daki hedeflerini sürdürmesi ve Hizbullah'ın Barrack'ın dediği gibi bir gelecek görmesi ve yeni düzenlemeler yapılana kadar mevcut durumun devam edeceği anlamına geliyor. Aynı şekilde, Lübnan Kuvvetleri Partisi lideri Samir Caca ile yan tartışmaya giren Başbakan Nevvaf Selam da kendisiyle ilişkileri pek iyi görünmeyen Berri ve Cumhurbaşkanı Avn adına konuştu.

Ancak Lübnan’ın bu olağan detaylarının ötesinde, Hizbullah'ın teslim etmesi istenen silahları, özellikle de hassas füzeleri teslim etmeyi kabul ettiği yönündeki sızıntılar, Berri-Barrack görüşmesinin içeriği hakkında soru işaretleri yaratıyor. Barrack'ın tanımıyla deneyimli bir politikacı olan Berri, Hizbullah adına, silahların devletin elinde toplanmasını savunan Cumhurbaşkanı Avn’ı atlatarak Amerikalılarla doğrudan bir iletişim hattı açmış olabilir mi? Eğer öyleyse, Hizbullah'ın elindeki İran yapımı hassas füzelere ne olacak? İran bunların teslim edilmesini kabul edecek mi ve kime teslim edecek?

7ı8
Lübnan Cumhurbaşkanı Joseph Avn ve ABD’nin Özel Temsilcisi Tom Barrack, Lübnan'ın Baabda kentindeki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bir araya geldiler, 7 Temmuz 2025 (AFP)

Bu sorular elbette açık uçlu sorular, ancak kesin olan bir şey var ki o da Amerikalıların Lübnanlılar arasındaki diyalogu veya çatışmayı yönetmeye hazır olmadıklarıdır. Onlar için önemli olan, Lübnan'ın, ‘komşuları’ Suriye ve İsrail için bir rahatsızlık kaynağı olmaması. Eğer Lübnan bu gruba katılırsa, ona ‘hoş geldin’ denir.

Bu durum Lübnan'ın ötesine geçebilecek bir siyasi gerileme reçetesidir, çünkü ilgili tarafların bölgedeki değişikliklere ayak uydurma ve müzakere koşullarını iyileştirme kabiliyetleri gerektiğinden daha zayıf görünüyor. Buna karşın yenilgiye uğramış taraflar, güçlerinin büyüklüğünü ve meydana gelen değişikliklerle başa çıkma kapasitelerini kabul edilebilir sınırların ötesinde abartıyor. Fakat en nihayetinde, uzlaşmalar masada yapılır. Kim bilir, belki de Pakistan ve İsrail tarafından Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilen Trump, Lübnan, Suriye ve hatta İran tarafından da aday gösterilir!

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.