Hasan Abdulazim: Suriye muhalefeti safları sıkılaştırıyor

Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Genel Koordinatörü Abdulazim, Şarku’l Avsat’a verdiği röportajda Arap ülkelerinin ortaya koyacağı çözümün önemini vurguladı.

Hasan Abdulazim (Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Facebook sayfası)
Hasan Abdulazim (Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Facebook sayfası)
TT

Hasan Abdulazim: Suriye muhalefeti safları sıkılaştırıyor

Hasan Abdulazim (Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Facebook sayfası)
Hasan Abdulazim (Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Facebook sayfası)

Suriye’de muhalif bir isim olan Avukat Hasan Abdulazim, 1932 yılında Şam’ın kırsal kesimindeki Halbun köyünde doğdu. Milliyetçi bir solcu ve Suriyeliler arasında tanınmış siyasi şahsiyetlerden biri olan Abdulazim, (2011 yılında kurulan) Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun genel koordinatörlüğünün yanı sıra Arap Sosyalist Demokratik Birliği partisinin liderliğini ve Arap Sosyalist Demokratik Birliği ile birlikte dört partinin yer aldığı Demokratik Toplum Hareketi sözcülüğünü yapıyor. Demokratik Toplum Hareketi, iktidardaki Arap Baas Partisi liderliğindeki İlerici Ulusal Cephe'ye alternatif olarak 1979 yılında kuruldu.

Ulusal Koordinasyon Kurulu, muhalefetteki partileri ve içeriden hareket eden, bazıları milliyetçi, bazıları solcu olan isimlerin yer aldığı siyasi bir ittifak olarak karşımıza çıkıyor. Suriye'de 2011 baharında protesto gösterilerinin başlamasıyla birlikte ünlü “Şiddete hayır, mezhepçiliğe hayır, siyasi zorbalığa hayır, yabancı askeri müdahaleye hayır” sloganını benimsedi. Ulusal Koordinasyon Kurulu, geçtiğimiz haziran ayı sonlarında Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) siyasi kanadı olan ve ABD liderliğindeki uluslararası bir koalisyon tarafından desteklenen Suriye Demokratik Konseyi (SDK) ile bir siyasi anlaşma imzaladı. Ulusal Koordinasyon Kurulu böylece muhalefetteki farklı taraflar için birleştirici bir nokta haline geldi.

Şarku’l Avsat’ın, Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Genel Koordinatörü Hasan Abdulazim ile yaşadığı Şam'da telefon görüşmesi aracılığıyla bir röportaj gerçekleştirdi.

İşte röportajın tamamı:

-SDK ile yaptığınız ittifakın duyurulmasıyla ve ortak bir cephe oluşturmanızla ilgili ne söylemek istersiniz?

İttifak, ulusal demokratik değişim projesini ve Suriye'yi yıllardır içinde bulunduğu kötü koşullardan kurtarmak için acil bir ulusal gereklilik olan diktatörlükten demokrasiye geçiş projesini benimseyen, devrimin ve muhalefetin bir araya geldiği geniş bir ulusal demokratik cephenin kurulduğu anlamına geliyor. Bununla ilgili üç ana belgenin ilki ortak komite tarafından geçtiğimiz ay tamamlandı.

asdefr

Tartışılan başlıca meseleler hangileri?

İki taraf arasında genel bir vizyon niteliğinde olan ittifakın duyurulmasından sonra, Ulusal Koordinasyon Kurulu, merkezi yönetim sistemine bağlı kalırken, SDK ve diğer Suriyeli Kürt güçlerin ademi merkeziyetçilikte ısrar etmesi nedeniyle yaşanan anlaşmazlık gibi bazı vizyonlarda, özellikle anlaşmanın uygulanmasına yönelik çalışma mekanizmalarının şeklinde birtakım siyasi anlaşmazlıklar söz konusu. Bu yüzden muhalefet güçlerinin seçimle gelmediğini dikkate alarak bu anlaşmazlıkları aktarma kararı aldık. Anlaşmada, tüm kesimleriyle Suriye halkının iradesini ortaya koyan bir geçiş döneminin sonunda Suriye’nin yeni anayasasının ve seçilmiş meclisin, ülkenin yönetim şekli olarak merkezi yönetimin benimsenmesini garantilediği bir çözüm yer alıyordu.

SDG'nin Suriye ordusuna entegrasyonu da ortak komitenin daha önce ele aldığı siyasi çözüme ilişkin konulardan biriydi. İki taraf arasında ilk olarak ellerine Suriyeli kanı bulaşmamış SDG ve Suriye Milli Ordusu (SMO) üyelerinin Suriye ordusuna tek bir blok olarak değil, operasyonel ve profesyonel bir şekilde tüm askeri ve emniyet birimlerine dağıtılarak katılmaları konusunda anlaşmaya varıldı. SDK’nın ortak komitedeki temsilcilerinin esnek ve farklı görüşler karşısında anlayışlı olduklarını gördük.

İlerici Ulusal Cephe'nin ortaya koyduğu kuruluş belgesinde Kürtlerin hakları yer almıyordu. Anlaşmanın eki mi var?

Ulusal Koordinasyon Kurulu’na göre Suriyeli Kürtler, tıpkı ülkenin toprak bütünlüğü ve birliği içinde ulusal dokusunun özgün ve tarihi bir parçası olan Süryaniler, Türkmenler ve Ermenilerle birlikte korunurken hakları da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) Suriye’nin siyasi ve coğrafi birliğini teyit eden, ortak komitede üzerinde anlaşmaya varılan siyasi çözümle tüm Suriyeliler arasında eşit yurttaşlık ilkelerinin tesis edildiği demokratik bir devlete geçişe öncülük eden tek çözüm olan 2254 sayılı kararı başta olmak üzere uluslararası kararlarla siyasi çözüm çerçevesinde koruma altına alınmıştır.

Rusya’nın Suriye dosyasına ilişkin rolüyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Rusya’nın politikası, Suriye rejimine uygulanan tecridi ortadan kaldırmanın yanı sıra Arap ve bölge ülkelerini Şam ile normalleştirmeye zorlamak üzerine kurulu. Bu politika, kapsamlı bir siyasi çözüm için herhangi bir adım atılmadan rejimin iktidarda kalmasını sağlıyor. Uluslararası kararları da BMGK’nın 2254 sayılı kararını iptal edecek ve rejimin siyasi olarak değiştirilmesine, demokratik bir devletin kurulmasına ve iktidarın devrine yol açacak herhangi bir siyasi çözüm adımını engelleyecek şekilde tabloyu süslemenin ötesine geçmeyen bir çözüm vizyonu çerçevesinde uygulamaya çalışıyor.

Anayasa Komisyonu'nu kim engelliyor?

Başta Suriye rejimi, Rusya ve İran olmak üzere tüm uluslararası taraflar, BMGK’nın 2254 sayılı kararı da dahil uluslararası kararların uygulanamamasından sorumlular. Ancak Rusya’nın 2. Soçi Toplantısı çerçevesinde Suriye Anayasa Komisyonu’na katılması için rejime baskı yapmasına rağmen Şam, doğrudan Anayasa Komisyonu'nun daha önce yapılan sekiz toplantıdaki çalışmalarını engellemekten sorumlu. Rejim, Ukrayna savaşından önce Rusya’nın desteğiyle Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarını ertelemeye ve engellemeye devam etmesi, Anayasa Komisyonu’nun çalışmalarının ve tüm siyasi sürecin aksamasına neden oldu.

Sizce Suriye Muhalefeti Yüksek Müzakere Kurulu içerideki krizi çözebildi mi?

Evet, Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK), Moskova ve Kahire platformları, Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS), bağımsızlar ve ılımlı silahlı gruplar ile başlatılan girişimin ardından 17 Haziran'da Cenevre'de bir toplantı düzenlendi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterinin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen’nin yanı sıra aralarında ABD, Kanada, Türkiye ve Arap ülkelerinin büyükelçilerinin de bulunduğu Suriye Halkının Dostları Grubu’ndan 17 delege ile önemli görüşmeler gerçekleştirildi. Suriye Muhalefeti Yüksek Müzakere Kurulu birleşti ve yeniden müzakerelere liderlik etmeye başladı.

Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkelerini rolüyle ilgili ne söylemek istersiniz?

Suudi Arabistan, Suriye dosyasında son derece aktif ve önemli bir rol üstlendi. Suudi Arabistan Dışişleri Bakanlığı’nın, 2015 yılının başlarında Riyad’da Suriye konulu birinci konferansa ev sahipliği yapması ve masraflarını karşıladığı Suriye Muhalefeti Yüksek Müzakere Kurulu’nu kurması bu rolün birer göstergesiydi. Aynı şekilde 2017 yılında Riyad’da Suriye konulu ikinci konferansa ev sahipliği yapan Suudi Arabistan, Suriye halkının çıkarları pahasına kendi çıkarlarını elde etmeye çalışan ve muhalefetin egemen kararına kendi siyasi gündemini ya da tutumunu dayatan diğer ülkelerin aksine Suriye Muhalefeti Yüksek Müzakere Kurulu’nun kurulması çalışmalarına karışmadı.

frggt
BM Genel Sekreterinin Suriye Özel Temsilcisi Geir Pedersen ve Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun önde gelen isimleri  (Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Kurulu Facebook sayfası)

Ulusal Koordinasyon Kurulu, Arap ülkelerinin Suriye sorununu uluslararası kararlar temelinde çözmeye yönelik girişimlerini destekliyor. Arap ülkeleri, adıma adım yaklaşımı çerçevesinde Cidde ve Amman anlaşmalarını uygulamak için Suriye rejimiyle doğrudan temaslar yürütme yetkisini Ürdün'e verdi. Ulusal Koordinasyon Kurulu’nun bu temasların radikal bir siyasi çözüme ulaşmayı amaçlaması halinde bu konuda hiçbir endişesi yok.

Peki Türkiye-Suriye görüşmeleri ne durumda?

Ülkeler arası ilişkilerle ilgili çalışmaların siyasi bir çözüme ulaşması halinde her türlü yakınlaşmanın yanındayız. (Cumhurbaşkanı Recep Tayyip) Erdoğan’ın seçim zaferi sonrası Türkiye ile Suriye’nin arası seçimlerden önceki haliyle aynı değil. Çünkü Türk muhalefeti, seçim sürecinde Suriye ile yakınlaşma ve yerinden edilenlerin dönüşü kartını kullanıyordu. Ancak bugün olası yakınlaşma adımlarının atmayı her zamanki gibi erteleyecek ve hiçbir girişime cevap vermeyecek olan rejimle varılacak olası bir anlaşmanın karşılığında Türk hükümeti taleplerini daha da artıracak. Rejim, mevcut şartları kendi lehine değiştirme imkanı bulmak adına zaman kazanmak için bu tür adımları her zaman ertelemiştir.

Türkiye'nin Suriye'deki askeri varlığında olası bir değişikliğin, başta Ankara’nın PKK ile mücadelede Şam’ın katkıda bulunması talebi olmak üzere rejimle bazı sorunlar üzerinde anlaşmaya varılmasına bağlı olduğunu görüyoruz. Bir de Türkiye’deki üç buçuk milyondan fazla Suriyeli mültecinin geri dönüşüne çözüm bulunması sorunu var. Suriyeli mültecilerin güvenli bir ortam oluşturulmadan geri dönmeleri mümkün değil. Başta 2254 sayılı karar olmak üzere uluslararası kararlar uygulanmadan mültecilerin geri dönüşünden bahsetmek de mümkün değil. Bu ve benzeri sorunların çözülmesi Türkiye ve Suriye’nin yakınlaşmasını ve ilişkilerinin gelişmesini sağlayacaktır.

Rusya-Ukrayna savaşı Suriye dosyasını ne kadar etkiledi?

Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaşın tüm dünyada gerilimin yüksek olduğu bölgeleri etkilediğine şüphe yok. Rusya-Ukrayna savaşı, adeta üçüncü bir dünya savaşı gibi. Savaş yalnızca Ukrayna topraklarında yaşansa da ülkeler, iki taraftan birinin yanında yer alarak kamplaştılar. Ukrayna savaşının sonuçlarının Suriye krizini kaçınılmaz olarak etkileyeceği kesin. Belki de bu etki, Suriye halkının ve ulusal muhalefetinin yararına, olumlu bir etki olabilir. Ancak Suriye halkı aleyhine, rejim ve destekçileri lehine de olabilir.

Suriye arenasında durum nasıl?

Suriye arenası, uluslararası ve bölgesel güçlerin Suriye meselesine müdahale etmeleri ve Suriye topraklarını hesaplaşmak, çıkarlarını ve gündemlerini dayatmak için bir oyun alanı olarak görmeleri gibi birçok nedenden dolayı son derece karmaşık. Rejim, halkın barışçıl protesto gösterilerini tanımama kararı aldığından, gösterileri terör eylemi ve küresel bir komplo olarak gördüğünden çözümün yalnızca askeri müdahalede olduğuna inandığı, uluslararası bir boyuta ulaşan sınırsız bir çatışmanın patlak verdiği noktaya ulaştı. Ardından protestoları sona erdirmek için aşırılık yanlılarını hapishanelerden salıp şiddetin tırmandığı bir çatışma arenasına atmak da dahil olmak üzere tüm kartlarını oynadı. Rejim, dünyaya, yaşananların bir terör ayaklanması olduğunu, teröristlerle ve aşırılık yanlılarıyla savaştığını söyledi. Daha sonraki aşamalarda Irak, Kafkaslar ve Lübnan'dan çok uluslu mezhepçi milislerin ve ardından İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO) milislerinin çatışmalara dahil olmalarına kapı aralandı.

Bir yandan bu karışıklık devam ederken Washington ve Avrupa ülkelerinin başkentlerindeki Suriye diasporası, rejimin yetkilileri hakkında soruşturma başlatılması için çaba sarf ettiler. Bu çabalar rejim ve onu destekleyen Rusya üzerinde baskı unsuru oluşturdu. Muhalif ve devrimci güçleri, Suriye’yi yakıp yıkan tüm bu gelişmelere rağmen ulusal demokratik cephelerini genişletmeye ve saflarını birleştirmeye devam etti.

Suriye Muhalefeti Yüksek Müzakere Kurulu, müzakerelerin önünü açan siyasi bir ivmenin kaydedilmesi ve istenen siyasi geçiş dönemine ulaşma yolunda somut çıktıların elde edilmesi amacıyla müzakere edilmiş bir siyasi çözüm için içeride, Arap ülkeleri ve bölgesel ve uluslararası taraflar arasında ufuk açıcı rolünü yerine getirmeye ve toplantılarını sürdürmeye çalışıyor.



Irak ve yaklaşan seçimlerde bir 'truva atı' olarak mezhepçilik

Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
TT

Irak ve yaklaşan seçimlerde bir 'truva atı' olarak mezhepçilik

Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)
Başkent Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)

İyad el-Anber

Irak'ta ne zaman seçimler yaklaşsa (ülkede 11 Kasım'da parlamento seçimleri yapılması planlanıyor) siyasi sınıf tarafından desteklenen ve bu siyasi sınıfların çevreleri tarafından sosyal medyada ve basında pazarlanan bir tartışmalar sarmalına giriyoruz. Bu kez bazı siyasi başlıklar mezhepçiliğe geri dönmeyi seçmiş gibi görünüyor. Mezhepçiliği hiç terk etmemiş olsalar da siyasi söylemlerinin yeni ve güncellenmiş versiyonları üzerinde çalışıyorlar ve bu söylemler daha çok, Şii bileşenin haklılığını ya da Sünni bileşenin marjinalleştirilmesini çağrıştırıyor.

Suriye'de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından mezhepçilik yükselişe geçti. Suriye'deki değişimin Irak'taki durumlar üzerindeki yansıması pazarlanmaya başlandı. ‘Korku tacirliği’ söylemi yanlış bir karşılaştırmaya dayanıyordu, ancak en büyük mezhep bileşeninin (Şii Koordinasyon Çerçevesi) ‘siyasi kazanımlarını’ kaybetme korkusuyla besleniyordu.

Buradaki yanılgı, Beşşar Esed döneminde Suriye'nin, mezhepçilikten önce nüfuz ve güç çemberleriyle kendisine bağlı olan bir çevre ve takipçiler aracılığıyla kendisini güçlendirmeye çalışan diktatör bir rejim tarafından demir yumrukla yönetildiğini kabul edilmek istenmemesi. Önceki rejim (Saddam Hüseyin rejimi) sırasında, Irak'ta da aynı durum söz konusuydu. Ancak Beşşar Esed rejimini savunmak için silaha sarılanlar, bu gerçeği kabul etmek yerine Suriye'ye müdahalelerinin ‘mezhebin kazanımlarını savunma ve türbelerini koruma’ sloganının bir parçası olduğunda ısrar etmek istiyorlar. Dolayısıyla, mezhepsel korku propagandasına geri dönüş, Beşşar Esed rejimini desteklemek için Iraklı silah gruplarının müdahalesine yönelik propaganda ve gerekçelerin başarısızlığını örtbas etmeyi amaçlıyor.

Öte yandan Sünni siyasetçilerin Suriye'deki değişimin Irak'a etkisinden korkanlara bedava propaganda malzemesi vermeye başlayan ve Suriye senaryosunun Irak'ta tekrarlanmaması için siyasi temsilin yeniden dengelenmesi gerektiğini savunan söylemlerde bulunuyorlar. Ancak burada Sünni siyasi güçlerin 2003 sonrası yönetim deneyimine açık ve net bir şekilde katılım gösterdiği gerçeği gözden kaçırılıyor. Ülkedeki tüm güçler, siyasi sistemin kırılganlığına, kurumlarının etkin olmamasına ve devletin rant ekonomisinin aralarında paylaşılmasında suç ortağıdır. Fakat tek fark, bazı Şii siyasi güçlerin siyasi nüfuzlarını silah, siyaset ve yolsuzluk üçlüsüyle empoze ederken, bazı Sünni siyasi güçlerin, siyaset ve yolsuzluk ikileminde kalmasıdır.

2003 yılındaki rejim değişikliğinden sonra en büyük mezhep bileşeninin elde ettiği siyasi kazanımları koruma ihtiyacı çerçevesinde mezhepçi söylemi pazarlayanlar, adaletin yokluğunu vurgulamak isteyenler arasında mezhepçi bir danışıklı dövüş söz konusu.

Mezhepsel iş birliği

Irak’ta 2003 yılındaki rejim değişikliğinden sonra en büyük mezhep bileşeninin elde ettiği siyasi kazanımları koruma ihtiyacı çerçevesinde mezhepçi söylemi pazarlayanlar ile adaletin yokluğunu vurgulamak isteyenler ve sosyal adaletin yokluğunu, Sünni bileşenin marjinalleştirilmesini ya da siyasi karar alma süreçlerinden dışlanmasını ve bu bileşene karşı baskıcı güvenlik uygulamalarının kullanılmasını vurgulamak isteyenler arasında mezhepçi bir danışıklı dövüş söz konusu. İki tarafın söylemleri birbirlerine iyilik yapıyor. Bu tür söylemlerin hazırlanması ve sunulması konusunda bir anlaşma olmayabilir ama sonuçta ortaya atılan her mezhepçi söylemin karşılık bulacağına şüphe yok. Bu argümanların ve yanıtların girdabına girdiğimizde, siyasi mezhepçilerin amacına ulaşılmış olacak.

Fransız tarihçi ve sosyolog Gustave Le Bon ‘Kitleler Psikolojisi’ adlı kitabında şöyle yazmıştır:

 “Fikirlerin grupların zihinlerine ve ruhlarına aktarılması üç ana yolla gerçekleşir:

1- Vurgu: Grupların düşünceleri basit, akıl ve kanıttan yoksun olduğunda, bu düşünceleri etkilemede en önemli faktör belirli bir fikri vurgulamaktır. Bu fikir ne kadar kısa ve soyut bir şekilde vurgulanırsa, etki de o kadar büyük olacaktır. Vurgu, siyasi bir eylemi savunmak isteyen politikacılar tarafından bilinen bir değere sahiptir.

2- Tekrar: Tekrarın aydınlanmışların zihinleri üzerinde büyük bir etkisi, kitlelerin zihinlerinde ise daha büyük bir etkisi vardır. Bunun nedeni, tekrarın insan eylemlerinin nedenlerinin demlendiği bilinçaltı fakültelerinin boşluklarına yerleştirilmesidir. Zamanın biraz geçmesi halinde, kişi tekrarın yazarının kim olduğunu unutur ve sonunda tekrara inanır.

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şaraa'nın Bağdat'ta düzenlenen 34. Arap Birliği Zirvesi’ne davet edilmesine karşı Basra’da düzenlenen protesto gösterisinden 12 Mayıs 2025 (Reuters)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şaraa'nın Bağdat'ta düzenlenen 34. Arap Birliği Zirvesi’ne davet edilmesine karşı Basra’da düzenlenen protesto gösterisinden 12 Mayıs 2025 (Reuters)

3- Bulaşıcılık: Bulaşıcılığın etkisi, fikirlerin standartlaştırılmasının ötesine geçerek olayların nasıl etkileneceğinin standartlaştırılmasına kadar uzanır. Bulaşıcılık, argümanların ve kanıtların değil, kitlesel fikirlerin ve inançların yayılmasının temelini oluşturur. Fikirler, duygular, etkiler ve inançlar kitleler içinde topluluk arasında yayılan mikroplar kadar bulaşıcıdır.

Irak’ın yönetiminde 2003 yılından sonra Şii deneyimine karşı komplo söylemi tekrarlandığında, bu bir çeşit Şii bölgelerinde yaşayanlar için başarısızlığı örtbas etmeyi amaçlayan komplo teorisi yanılsamalarının pazarlanmasıdır.

Gustave Le Bon'a göre yukarıda bahsi geçen üç yöntem geleneksel yollarla yapılır ve toplumların zihninde yer etmesi için uzun bir zamana ihtiyaç vardır. Sloganları ve mezhepsel projeleri gerçeklermiş gibi pazarlayabilen ve halkı bunların etrafında toplayan medya ve sosyal medya platformlarının hâkim olduğu bir dünyada bu tür yanılsamaların pazarlanması çok kolay hale geldi. Önceki dönemlerde yanılsama yaratmak ve insanları yanlış yönlendirmek devletin ve medya kuruluşlarının tekelinde olan bir görevdi. Ancak sosyal medyanın hakimiyetiyle birlikte, kendisini o mezhebin hakkını savunan, mağduriyetlerini dile getiren ya da kazanımlarını koruyan o kişi olarak tanıtmaya çalışan herkes bunu yapma imkanına sahip oldu.

Mezhepsel korkuların pazarlanması, halkları için kazanımlar sağlayamayan siyasetçilerin en önemli araçlarından biri olduğundan, tüm yetenek ve kabiliyetlerini kendilerini hedef alan komplo teorilerini, projelerini ve planlarını pazarlamak için seferber ederler ve kendilerine karşı komplo kuran tarafları ve ülkeleri de çok iyi bilirler! Bu yüzden birçok siyasi liderin, mezhep meselesinin üstesinden gelemeyen bir sistem ve devlet yönetimi üreten siyasi başarısızlığı kabul etmekten kaçmanın bir yolu olarak kendilerini ya da kitlelerini hedef alan komploların desteklenmesine katkıda bulunduğunu görebilirsiniz.

Elitizm ve kültür savunucularının birçoğu, üretmeye ve pazarlamaya çalıştıkları mezhepsel gerilim çemberleri hakkında halkın farkındalığını klişeleştirme konusunda politikacılarla iş birliği yaptığında, popülistlerin görevi sıradanlığı ve sosyal medya platformları aracılığıyla mezhepsel söylemleri pazarlamak olur. Bunun sonucu ise kesinlikle ‘yeni cahiller’ yaratmak olacaktır.

kabine üyelerine hitap ederken, 29 Mart 2025 (AFP)Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Şam'daki başkanlık sarayında yeni kabine üyelerine hitap ederken, 29 Mart 2025 (AFP)

İktidar güçleri, ancak siyasi varlıklarına meşruiyet kazandıracak yanılsamaları sürdürerek halk üzerindeki etkilerini kabul ettirebileceklerine inanıyor. Toplumu bölünmüş halde tutmak, iktidarda kalmalarını sağlamak için tek şans. Siyasi güçler artık kendilerini parti unvanlarıyla değil, bileşenleri bir araya getiren ‘Sünni Evi, Şii Evi ve Kürt Evi’ gibi unvanlarla sunmak istiyorlar. Bunu yaparken de bu ‘evlerdeki’ herhangi bir parçalanma ya da siyasi bölünmenin siyasi süreç ve hatta iç barış için bir tehdit olduğu fikrini öne sürüyorlar! Dolayısıyla bu bölünmeler, kendilerini o mezhebin veya akımın koruyucuları olarak sunan ‘liderler’ üretti.

Siyasetçi ve ‘seçkinlerin’ mezhepçiliği desteklemedeki rolleri birbirinin yerine geçebilir. Irak’ın yönetiminde 2003 yılından sonra Şii deneyimine karşı komplo söylemi tekrarlandığında, bu bir çeşit Şii bölgelerinde yaşayanlar için başarısızlığı örtbas etmeyi amaçlayan komplo teorisi yanılsamalarının pazarlanmasıdır.

İktidarı Sünnilerden alıp Şiilere verme fikrini destekleyenler, çoğunluğu askeri bir darbeyle iktidarı ele geçiren ve geri kalan mezheplere ve milliyetlere kendi yönetimini dayatan bir azınlığın yönetimine tabi olamayacak çeşitliliğin olduğu bir toplumun temsilcisi olarak siyasi gerçeklikle başa çıkmayı reddeden geçmişin yanılsamalarında tutunup kalmak istiyorlar. Burada siyasetçi, diğer siyasi güçlerle paylaştığı iktidarın keyfini çıkarırken, destekçilerin geçmişin nostaljisiyle kandırılmalarını umuyor.

Çoğu Şii siyasetçi, etnik mağduriyetlere ağıt yakma söylemine devam ediyor. Hatta bu durum öyle bir hal aldı ki, bugün hükümetin ve iktidarın dizginlerini ellerinde tutanların kendileri olduğunu unutmuş durumdalar.

Adaletsizliğin bulaşıcılığı

Birçok siyasi aktör ister gerçekten düşmanları olsun ister düşman yaratmaya çalışsın, siyasi alanda düşmanları olmadan varlığını sürdüremez. Onların hayal güçlerini ‘komplo teorisi’ ele geçirmiştir. Seçim dönemlerinde bu düşman, iktidarın paylaşıldığı koalisyonun bir ortağıdır, ancak seçim kampanyası başladığında bu ortaklığın geçerliliği sona erer. İktidar deneyimine karşı komplo, genellikle dış gündemle ve en büyük bileşeni yönetme hakkından mahrum etmek ya da engellemek isteyen bölgesel eksenlerle ilişkili olur.

Mezhepçi siyasetçilerin söylemlerinde düşmanın tanımlanmasına ilişkin bir rol değişimi söz konusudur. Örneğin, siyaset sahnesindeki ve medyadaki bazı simalar en büyük Şii bileşenin haklarını savunur. Burada çoğunluğun haklarını anlamada bir yanlışlık olduğunu görebiliriz. Yönetim deneyiminin destekçisi ve savunucusu olmak ve diğer bileşenleri kontrol altına almaya çalışmak yerine, onları ayrılma ve bir ‘devlet’ ya da ‘Şii bölgesi’ kurma çağrısında bulunurken buluyoruz! Burada tablonun tersine döndüğünü görüyoruz.

Azınlıkların siyasi haklarını güvence altına almak ve ekonomik zenginliklerini korumak için ayrılmak veya bir bölge oluşturmak istemeleri anlaşılabilir bir durum. Ancak nasıl oluyor da hükümet ve ülke kaynakları üzerinde nüfuz ve kontrol sahibi olan bir çoğunluk, bir devletle ayrılmak ya da bir bölge oluşturmak isteyebilir?

Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)Bağdat’taki seçim afişleri, 7 Aralık 2023 (AFP)

Bu söylem çoğu Şii siyasetçi tarafından kullanılmaya devam ediyor. Hatta bu durum öyle bir hal aldı ki, bugün hükümetin ve iktidarın dizginlerini ellerinde tutanların kendileri olduğunu unutmuş durumdalar. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan çevirdii analize göre artık televizyon kanallarına yaptıkları açıklamalarda ve sosyal medya platformlarında, mevcut rejime karşı şikayetlerini dile getirmek dışında konuşmayan pek çok Sünni siyasetçiye de bulaşan bir hastalığa dönüştü.

İronik olan ise bu mağduriyet edebiyatının Şii siyasi güçlerin siyasi karar alma süreçleri üzerindeki tekeli ve hakimiyeti nedeniyle ‘Sünnilerin mağduriyetleri’ için de geçerli. Hem de ‘mağdur’ Sünni güçlerin 2003 yılından beri Şii siyasi liderlerle iktidar ortağı olmalarına rağmen! Bugüne kadar iktidarın ganimetlerini ya doğrudan hükümete katılarak ya da iktidardaki Şii siyasi güçlerle anlaşmalar ve ekonomik projeler yaparak paylaştılar! Ancak “Sünni bileşenin mağduriyeti”ni savunmaya dayalı siyasi propaganda, seçim dönemlerinde mezhepsel kitleleri harekete geçirmek için en kolay araçtır.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.