Irak'ta mafyaların yükselişi

Irak toplumunda diğer toplumlardaki klasik sınıflandırmadan çok farklı bir durum söz konusu

AP-AFP-Majalla
AP-AFP-Majalla
TT

Irak'ta mafyaların yükselişi

AP-AFP-Majalla
AP-AFP-Majalla

İyad el-Anber

Bağdat'ın merkezinde, Dicle Nehri'nin doğu yakasında yer alan Rusafa’da iki katlı köprüye gelir gelmez sizi yeşil bir alan ve rastgele serpiştirilmiş gibi görünen yüksek binalar karşılar. Dicle Nehri’nin batı yakasında yer alan Kerh tarafına geçtiğinizde ise aynı yeşil alanın karşı tarafında lüks konut siteleriyle karşılaşırsınız. Bağdat Uluslararası Havalimanı’na giderken de karşınıza site izlenimi veren gökdelenler çıkar.

Tüm bu görüntüler ilk bakışta 1990’lı yıllardan bu yana devam eden konut krizini çözmek amacıyla altyapı ve konut projelerinde yaşanan ilerlemenin bir göstergesi olduğunu düşündürebilir. Ta ki büyüyüp stratejik planlamadan yoksun bir ülkede stratejik projeler yapılmasını gerektiren gerçek bir sorun haline gelmiş oldukları anlaşılıncaya kadar. Oysa bu ve diğer projeler, gayrimenkul yatırımı, müteahhitlik, bankacılık ve finans sektörüne giren ve çalışmaları gün geçtikçe daha fazla görünür olmaya başlayan mafyaların sadece birer nişanesidir.

Bağdat’ın, Cadriye ve Mansur semtlerinin önemli kavşaklarından birinde durup sadece 15 dakika önünüzden geçen lüks arabaları sayarsanız son model Chevrolet, Range Rover, Cadillac, Mercedes (G-Class) ve BMW marka SUV araçların sayısının ne kadar fazla olduğunu ve fiyatlarını hesapladığınızda değerlerinin bir milyon doların üzerinde olduğunu göreceksiniz! Bağdat'taki ünlü restoranların önünden geçerken bu restoranların müdavimlerinin lüks otomobilleriyle karşılaşacaksınız. Bu arabalar, paralarını toplumun kesimleri arasında bir uçurumun oluşmasına yatırmak isteyen taraflar arasındaki zenginliğin ve onlar için sınıfsal özelliklerin oluşmasının birer tezahürüdür.

Neredeyse hiçbir toplum yoktur ki servet eşitsizliği ve sınıf ayrımı olmasın. Bir sosyal sınıfın sınıflandırılma biçimi ile zenginliğin elde edilmesi biçimi arasındaki ilişki açık gibi görünse de Irak toplumunda zengin, fakir ve orta sınıf şeklindeki klasik sınıf ayrımından çok uzak bir durum söz konusu. Irak'taki bu durumun nedeni, hiçbir toplumsal sınıf tanımına girmeyen mafyaların yükselişi.

Belki de Mısır, Irak ve Suriye'deki siyasi değişimle ilişkili olarak sermayesi olanların yükselişini incelemeye ve analiz etmeye çalışan en yetkin kişinin “Viladat Muta’assira: El-Ubur ila’l-Hadaseti fi Urubba ve’l-Meşrık” (Zor Doğumlar: Avrupa ve Doğu Akdeniz'de Moderniteye Geçiş) adlı kitabın yazarı Iraklı düşünür İsam el-Hafaci olduğunu söyleyebiliriz.

sxsac
Bağdat gece havadan çekilmiş bir fotoğrafı (AFP)

Irak’ta politikacılar, savaş ağaları, silahlı grupların liderleri ve iktidar partilerinin mali ofisleriyle bağlantılı kişilerin yanı sıra siyasi liderlerin akrabaları ve hükümet organları siyasi hiyerarşiyle yakın ilişkilere sahip iş adamları yükselen asalak sınıflar olarak tanımlanabilir. Bu yüzden söz konusu asalak sınıf artık mafyalar, milisler, politikacılar ve onların çevrelerinden oluşan karışık bir grup olarak karşımıza çıkıyor.

Iraklı sosyolog Falih Abdulcabbar (ö. 2018), 2009 yılında Londra merkezli Al-Hayat gazetesinde yayınlanan ‘Irak mafyasının yükselişi’ başlıklı bir makalesinde Irak’ta mafyaların yükselişine ilişkin ilk tahminde bulunan kişi oldu. Abdulcabbar, Irak mafyasının ABD’nin Irak’ı işgali sırasında doğduğunu, işgalden sonra ise zirveye ulaştığını yazdı.

Abdulcabbar, İngiliz Marksist tarihçi ve yazar Eric J. Hobsbawm (ö. 2012) “Primitive Rebels” (İlkel Asiler) adlı kitabındaki yaklaşımını benimsemişti. Hobsbawm, kitabında, “İlkel asiler, kırsal bir toplumdan yoğun bir kentsel topluma geçiş döneminde ya da merkezi bir yönetim biçiminden başka bir post-merkezi yönetim biçimine geçiş döneminde ortaya çıkarlar” der. Abdulcabbar makalesinde, “Irak iki sürecinde birleştiği yerdir. 1980'lerde ve 1990'larda çok yoğun bir kentsel topluma (toplumun yüzde 72 kentsel nüfus) dönüştü ve merkezi devlet çöktü” yorumunda bulunuyor.

Yükselen mafyaların sınıf düzeylerine değinen Abdulcabbar, “Yeni zenginlerin çoğu, geçmişte toplumun en alt tabakasındaydı. Zenginleşen yeni siyasi-bürokratik seçkinlerden değiller, daha ziyade (kimsenin ne işe yaradığını bilmediği) ticaret, bankacılık ve benzeri alanlarda başarılı olduklarını iddia ederler ve isimsiz sınıflardan gelirler. Irak’taki mafyalar, gizli dünyalarından meşru kamusal dünyaya çıkarak toplumdan kendilerine düşen zenginlik paylarını güçlendiriyorlar ve böylece toplumun zenginliği konusunda yeni bir dağılım yapılmasını zorunlu kılıyor ve iş dünyasını alt üst ediyorlar.

“Irak’taki mafyalar, gizli dünyalarından meşru kamusal dünyaya çıkarak toplumdan kendilerine düşen zenginlik paylarını güçlendiriyorlar ve böylece toplumun zenginliği konusunda yeni bir dağılım yapılmasını zorunlu kılıyor ve iş dünyasını alt üst ediyorlar.

Bu profil 14 yıl önce oluşturulmuştu. Mafyanın gerçek yükselişi ve çeşitli iş alanlarında çalıştığını iddia ederek iktidarla ya da iktidardaki isimlerin yakınlarıyla ilişkilere sahip olan mafya insanlarının ye aldığı bu asalak sınıf, 2017 yılında Musul'da DEAŞ’a karşı yürütülen savaşın sonunda sağlanan güvenlik istikrarından sonra lüks özelliklerin görülmeye başlanmasıyla ortaya çıktı.

Irak’ta çok sayıda silahlı grup, ülkeyi DEAŞ’tan kurtarmak, meşruiyet kazanmak, devlete bağlı birer organ haline gelmek ve siyasi ve ekonomik alanlarda nüfuzlarını kullanmak için çatışmalara katıldılar. Yasa dışı silahlara sahip olan bu gruplar, şimdi siyasi ve ekonomik kazanımlar elde edebilmek amacıyla bu silahları kullanılması aşamasından geçiyorlar.

​Asalak sınıfın bu yükselişi, yalnızca 2003 yılından sonra Irak'ta rejim değişikliğiyle ilişkilendirilemez. Bu yükseliş aslında General Abdulkerim Kasım darbesiyle başlamış ve her siyasi değişiklikle tekrarlanmıştır. Ordunun ve ordu ile hareket eden kişilerin siyasetten ve kaoslardan uzak bir sosyal çevreden kaynaklanan bu yükseliş, Baas Partisi’nin 1968 yılında iktidarı ele geçirmesiyle ülkenin Talib el-Hasan’ın ifadesiyle ‘köy yönetiminin’ pençesine düşmesi sonucu başladı.

Fakat mafyaların 2003 yılından sonraki süreçteki yükselişi, devletin olmayışının ve hukukun üstünlüğünün zayıflamasının bir sonucu olduğundan farklı bir durum söz konusu. Mafyalar, böyle bir ortamda adam kaçıran ve kamu ya da özel mülklere el koyan çeteler olarak ortaya çıkmaya başladılar. Bazıları eski rejimle gözlerden uzakta çalışan ya da bazı önemli şahsiyetlerle ilişkileri olan iş adamlarından, mali olarak rahat ve yönetici siyasi sınıfın liderleriyle bağlantılı iş adamlarına dönüştüler. Burada mesele, iktidarda kim varsa ona biat etmekten ibaret.

XASC
28 Kasım 2021 tarihinde Irak'ın güneyindeki Zikar vilayet merkezi Nasıriye'de ez-Zeytun Köprüsü üzerinde, 2019 yılındaki protesto gösterileri sırasında öldürülen göstericileri anmak için düzenlenen mitingde hükümet karşıtı pankartlar taşıyan Iraklılar (AFP)

Söz konusu mafya sınıfına bu değirmenin suyunun nereden geldiğini irdelemek istediğimizde yatırım alanlarını ya da bankacılık sektörünü kontrol etmesini yahut enerji ve petrol alanlarında hükümet projelerine hakim olmasını sağlayan güçlü ya da nüfuzlu taraflarla ilişkilere sahip olmasından kaynaklandığını görürüz.

Hikaye devletin petrol kaynaklarının genişletilmesi ve ahbap çavuş kapitalizminin önünü açan hizmet ve yatırım başlıklı projelere yaptığı harcamaların artmasıyla başladı. Mafya sınıfı, arazi ve bankalardan kredi almak için politikacılarla olan ilişkilerini kullandı.

Irak'taki tüm rejim değişiklikleri göz önüne alındığında yükselen mafya arasında bir ayrım yapmalıyız. Buna göre yükselen mafya ikiye ayrılır. Birinci tip, iktidar ve siyasi olarak nüfuz sahibi güçlerle ilişkilerini güçlendirerek servetlerini ve paralarını katlamaya çalışan para sahipleridir. Bu tipi mafya olarak nitelendirmek belki doğru olmayabilir, ama iş ve ekonomi dünyasında işlerini iktidar sistemiyle illegal ilişkiler dışında yürütememeleri onları mafyadan farksız kılıyor.

İkinci tip ise, toplumun en alt tabakasından çıkıp bir gecede iş adamına dönüşen, banka işleten ya da yatırım projeleri sahibi olan kişilerdir! En nihayetinde biri bir gecede servete ulaşan diğeri güç ve siyasi nüfuz merkezleriyle yasadışı ilişkiler kurarak servetine servet katan asalak birer organizma halinde genişlemeye devam etmeleri ortak noktalarını oluşturuyor.

Irak'taki hükümet sistemi ve devlet ekonomisinin yapısı, mafyaların üremesi için verimli ortamlar yaratıyor. Otoriter sistemler, devlet öncesi kavramlar güçlendirir. Bu kavramların başında da iktidarın bir ganimet olarak görülmesi gelir. Toprağa ya da topraktan elde edilenlere dayalı rant ekonomisi ise yalnızca kendisine bir çevre ya da çıkarları olan bir müşteri grubu yaratmak için devletin ekonomik gelirlerini kullanan merkezi bir otorite yahut güç merkezleri üretebilir. Dolayısıyla 2003 sonrası sürecin, mafya gruplarının ortaya çıktığı ve kendilerini siyasi, toplumsal ve ekonomik her alanda dayatmaya çalıştıkları bir dönem olması hiç şaşırtıcı değil.

“Asalak sınıfın yükselişi, yalnızca 2003 sonrası Irak'ta rejim değişikliğinden kaynaklanmıyor, ülkedeki tüm siyasi değişimlerde bu durum tekrar etmiştir.

Yükselen mafyalarla ilişkilendirilen asalak sınıftaki kesimler arasında, ekonomik ablukanın uygulandığı eski rejim döneminde ortaya çıkan ve faaliyetleri 2003'ten sonra daha da artan nüfuzlu kişiler de yer alıyor.

Bu kişiler, ekonomi alanındaki işlere doğrudan katılmayı tercih etmezler. Daha ziyade bürokratik işlemleri kolaylaştırarak, diğer iş adamlarının işlerine referans olarak ya da bunları koruyarak büyük meblağlarda rüşvetler alıp aracı rolünü oynamakla yetinirler.

Elon Musk, Mark Zuckerberg ve dünyanın en zengin diğer insanlarının servetlerini kontrol edemediklerini ve paralarını kolayca bir yerden bir yere aktarabildiklerini düşünün! Şu an onlar bile Irak'taki birçok mafya grubunun sahip olduğu nakit miktarına sahip değiller.

Irak’ın eski Cumhurbaşkanı Behrem Salih, 2003 yılından bu yana yurt dışına en az 150 milyar dolar kaçırıldığına dair bazı veriler ve göstergeler olduğundan söz etmişti! Elbette bu para, ya bazı siyasetçiler ve siyasetçilerle ilişkilere sahip kişiler tarafından paylaşılarak yurtdışına kaçırıldı ya da yurtiçinde ve yurtdışında emlak ya da yatırımlara aktarıldı. Sonra da Irak lüks bir dünyada yükselen mafyaların başkenti oldu!

Mafya gruplarının toplumdan sıyrılıp üst kademede yer almalarını sağlayan yükselişi ve yeni bir siyasi cephenin oluşması artık toplumsal değerlere ve hatta siyasi kültüre yansımış durumda. Bu asalak sınıf, toplumsal değerlerin ya da kültürel davranışların üretilmesine katkıda bulunamaz bilakis toplumdaki önemsiz insanları simgeleştirmeye ve onları sosyal olarak kabul edilebilir şahsiyetler haline getirmeye çalışır!

Kanada Quebec Üniversitesi'nde Felsefe ve Siyaset Bilimi Profesörü Alain Deneault, “La Médiocratie” (Vasatlığın İktidarı) adlı kitabında yükselen mafyaların küresel arenanın kontrolünü ele geçirip değerlerini ve davranışlarını empoze etme girişimini çok iyi anlatmıştır. Prof. Deneault, kitabında, “Modern devlet modelinin tüm eklemlerinde küçük olanın kontrolü ele geçirdiği, rejimin egemenliğine bağlı olarak daha önce eşi ve benzeri görülmemiş bir tarihsel aşamadan geçiyoruz” diyor.

Prof. Deneault, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Önemsiz insanlar birbirini destekler ve her biri diğerini yüceltir. Böylece iktidar sürekli büyüyen bir grubun eline geçer. Çünkü aynı türden kuşlar bir araya gelir. Burada önemli olan aptallıktan kaçınmak değil, aptallığı güç imgeleriyle kuşattığınızdan emin olmaktır.

SEF
25 Ekim 2022 tarihinde, Tahrir Meydanı'ndaki Özgürlük Anıtı önünde, Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin yeni hükümetine karşı düzenlenen bir protesto gösterisi sırasında, eski Başbakan Adil Abdulmehdi hükümetinin düştüğü 2019 yılındaki protestoların üçüncü yıldönümünü anarken Irak bayrakları sallayan göstericiler (AFP)

Siyaset, ekonomi ve kontrolsüz silah mafyaları ittifak kurup iktidarı ele aldığında yalnızca bir kleptokrasi sistemi (yağma düzeni) kurulabilir. Bu düzen, yetkililerin idari ve siyasi konumlarını istismar etmelerini kolaylaştırarak kamu ve özel mallarda yolsuzluk yapılmasına ve bunların çalınmasına olanak sağlar. Irak'taki mevcut sistem için en doğru tanım da kleptokrasi sistemidir.

Mafyaların ve asalak sınıfların yükselişi, devletin kırılganlığı ve devlet kadrolarında yaygın olan yolsuzluk vakalarıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu sınıflar, kanunların yokluğunda, devlet içindeki yolsuzlukların devam etmesiyle büyür ve gelişir. Bu asalak sınıflar ve mafya grupları, nüfuzlarını sürdürmenin ve servetlerini korumanın tek yolunun siyaset sahnesini kontrol etmek ve iktidarda kalmak olduğuna inandıkları sürece tüm bunları yapmalarına uygun zemin oluşturan kaosu sürdürmeye çalışacaklarına ve devlet, gücünü yeniden kazanana kadar siyasi ve ekonomik nüfuza ve güce sahip olmaya devam edeceklerine şüphe yok.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Suriye ve İsrail: Sıcak mı yoksa geçici bir barış mı?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

İbrahim Hamidi

Son zamanlarda Suriye ve İsrail arasındaki barış olasılıkları hakkında çokça konuşuluyor. Bununla birlikte, iki tarafın içerik ve zaman dilimi açısından ne ölçüde ilerleyebileceğine dair beklentiler de çoğaldı. Öyle ki bir İsrailli gazeteci, Şam'ın, Lübnan Trablusu’na karşılık Suriye’nin Golan Tepeleri şeklinde bir takas önerdiğini bile öne sürdü.

Birçok arabulucunun Şam ve Tel Aviv arasında çeşitli başlıklar taşıyan mesajlar taşıdığı tartışmasız. Bunlar arasında Suriye ve İsrail arasında 1974’te varılan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması, milislere ve güvenlik tehditlerine karşı güvenlik bilgileri paylaşımı, Suriye ve Lübnan arasındaki sınırın ve Şeba Çiftlikleri'nin geleceğinin belirlenmesi, Şam'ın İbrahim Anlaşmaları’na katılımı sayılabilir.

Her bir madde ne anlama geliyor?

Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması: 1948'deki Nekbe'den sonra Şam ve Tel Aviv arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı ve tampon bölgeler oluşturuldu. Ateşkesin uygulanması şu anda BM güçleri tarafından denetleniyor. 1973’teki savaştan sonra ise dönemin ABD dışişleri bakanı Henry Kissinger arabuluculuk yaptı ve Suriye ile İsrail genelkurmay başkanları tarafından 31 Mayıs 1974'te Cenevre'de imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nı sonuçlandırdı. Bu, Golan cephesinin gelecekteki herhangi bir askeri eylemin tarafı olmayacağı anlamına geliyordu; bunun için 10 kilometre derinliğinde bir tampon bölge ve her iki tarafta 20 kilometre derinliğinde iki askerden arındırılmış bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler Ayrılma Gözlem Gücü'nün (UNDOF) bin 250 personeli de her iki tarafın taahhütlere bağlı kalıp kalmadığını, yani anlaşmanın şartlarına göre buraya izin verilmeyen silah ve unsurların konuşlandırılıp konuşlandırılmadığını denetleyecekti.

O dönemde Tel Aviv adına Kissinger, Hafız Esed'i Golan'da “Suriyeli olmayan unsurların, yani Filistinli savaşçıların faaliyetlerinin engellenmesini” taahhüt eden yazılı bir maddeyi anlaşmaya eklemek için ikna etmeye çalıştı. Esed bunu reddetti, ancak Filistinli fraksiyonların bu bölgede herhangi bir faaliyetini yasaklayan gizli bir sözlü anlaşma ile bu maddeyi kabul etti. Bu anlaşma, onlarca yıl boyunca uygulandı ve birçok kişi Golan yakınlarında silahlı eylem düzenlemeye çalıştığı için hapse atıldı.

2011'den sonra UNDOF kuvvetleri geri çekildi ve Suriye'nin güneyindeki Golan Tepeleri yakınlarında Suriyeli muhalif gruplar, İran’a bağlı milisler ve Hizbullah'ın konuşlanmasıyla birlikte silahların yayılmasının doğurduğu bir kaos yaşandı. 2018'de Başkanlar Donald Trump ve Vladimir Putin arabuluculuk yaptılar ve “İsrail'in güvenliğinin garanti altına alınmasının” gerekliliği konusunda anlaştılar. Gerçekten de Suriye hükümet güçlerinin bölgeye geri dönmesi ve ABD'nin güneydeki silahlı Suriye muhalefetini desteklemekten vazgeçmesi karşılığında, “tüm Suriyeli olmayan unsurların” yani İran’a bağlı milislerin ve ağır silahlarının Golan Tepeleri'nden Suriye topraklarının 85 kilometre derinliğine çekilmesini içeren bir anlaşma imzalandı.

Rejimin 8 Aralık'ta devrilmesiyle birlikte İsrail, Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeye girdi, Hermon Dağı'ndaki (Şeyh Dağı) bir tepenin kontrolünü ele geçirdi, Şam yolunda çok sayıda bölgeyi işgal etti. Ayrıca Suriye'deki birçok bölgeye yüzlerce hava saldırısı düzenledi ve Suriye'nin stratejik askeri altyapısını yok etti.

İstenen, Suriye'nin Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda el-Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın silahını korumak için öne süreceği gerekçeleri ortadan kaldırmaktır

Şeba Çiftlikleri: İsrail 2000 yılının ortalarında Güney Lübnan'dan çekilmeye karar verdiğinde, Şam'da bir siyasi toplantı düzenlendi ve ardından Hizbullah'ın silahını muhafaza etmesi için bir gerekçe “yaratılmasına” karar verildi. Söz konusu gerekçe Şeba Çiftlikleri'nin Lübnan'a ait ve Hizbullah'ın da “işgal altındaki toprakları kurtarmaya çalışan bir direniş hareketi” olduğuydu.

Bu nedenle şimdi Şam'dan istenen, Şeba Çiftlikleri ve Kafr Şuba Tepeleri üzerindeki egemenliğini teyit etmesi ve şu anda Gacar köyünü bölen BM “Mavi Hattı”nın yerini belirlemektir. Yani, Suriye hükümeti Beyrut'a iki bölgenin İsrail tarafından işgal edilen Suriye toprakları olduğunu yazılı olarak teyit etmelidir. Pratikte istenen ise Hizbullah'ın gerekçelerini ortadan kaldırmaktır.

Güvenlik bilgilerinin paylaşımı: Suriye sınırlarında milislerin yayılması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığı yapılması nedeniyle, terörizm ve kaosla mücadele etmek ve bölgesel istikrarı sağlamak amacıyla Suriye ile İsrail'in de dahil olduğu bölgesel bir mekanizmanın kurulması öneriliyor.

İbrahim Anlaşmaları: Bahreyn, BAE, Fas ve Sudan ilk Trump yönetimi sırasında anlaşmalara katıldılar. ABD Başkanı şu anda Suriye'nin de bu anlaşmalara katılmasını öneriyor. Beyaz Saray bu talebi birden fazla kez duyurdu ve bunu toplu olarak duyurmak için Suriye ve İsrail liderleriyle bir zirve düzenlemeyi de önerdi.

Eğer Tel Aviv ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir

Mümkün olan nedir?

Trump yönetimi ve Batılı ülkeler Suriye hükümetine çok “kredi” verdiklerine inanıyorlar; tanınma, izolasyonunun sona erdirilmesi, yaptırımların kaldırılması ve yardım sağlanması. Bu nedenle İsrail ile ilişkiler kurma ve yeni Ortadoğu’ya yönelik bölgesel vizyonun bir parçası olarak İbrahim Anlaşmalarına katılma yolunda hızla ilerlemesini istiyorlar.

Şam'ın şu anda bu adımı atabileceğini düşünmek bir hatadır. Gerçekten mümkün olan, öncelikle acil ve gerekli adımları atmaktır. Yani Şam ve Tel Aviv'in “saldırmazlık” anlaşmasına varması, bir diğer deyişle Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na olan bağlılıklarını yenilemeleridir. Ama bu fiili olarak İsrail'in Golan Tepeleri'ndeki tampon bölgeden ve 8 Aralık'tan sonra ele geçirdiği alanlardan çekilmesini içeriyor.

UNDOF'un Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın tüm maddelerinin uygulanmasını denetlemesinin, milislerin ve disiplinsiz unsurların varlığını, Tel Aviv'in Suriye'nin güneyinde “7 Ekim senaryosunun tekrarı” olarak adlandırdığı bir hadiseyi önleyecek tüm güvenlik garantilerini sağladığına şüphe yoktur. Zira anlaşma, askeri unsurların ve silahların sayısını, türünü ve menzilini belirlemektedir. Eğer Tel Aviv, ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını isterse, büyük ihtimalle Şam da Arap ve Türk güçlerinin var olmasını talep edecektir. Bu, Kissinger'ın ABD güçlerinin UNDOF içinde konuşlandırılmasını önerdiği ve Esed'in karşılığında Sovyet güçlerinin de konuşlandırılmasını talep ettiği 1974 müzakerelerini hatırlatıyor.

Sınırın kontrol altına alınması, silah ve uyuşturucu kaçakçılığının önlenmesi Suriye’nin çıkarına olduğundan Lübnan ile sınırları belirleme, Şeba Çiftlikleri'nin Suriye'ye ait olduğunu teyit etme gücüne sahiptir. Özellikle Türkiye, Suriye ve komşu ülkeleri (Irak, Ürdün ve Lübnan) kapsayan bir blok kurmayı önerdiğinden, büyük ihtimalle bölgesel bir terörle mücadele mekanizmasına katılmaya da istekli olacaktır.

Suriye'nin İbrahim Anlaşmaları'na katılması talebi, bu anlaşmayı imzalayan diğer Arap ülkeleriyle arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller

İbrahim Anlaşmaları'na katılma konusuna gelince, bu, Suriye ile bu anlaşmayı imzalayan diğer ülkeler arasındaki farkı gündeme getirmektedir. Zira diğer dört Arap ülkesinin işgal edilmiş toprakları yok ve İsrail'e komşu değiller. Suriye'nin egemenliğini ve birliğini yeniden sağlamak, ordusunu kurmak ve yeniden inşa projesini uygulamakla meşgul olduğu doğru, ancak buna İbrahim Anlaşmaları'na katılmakla başlaması, önceliklerinin uygulanmasını kolaylaştırmaktan ziyade zorlaştıracaktır. Başka bir deyişle, yeni kurulacak askeri güçlerin birliği için bir meydan okuma oluşturacaktır.

Bu Suriye-İsrail maddelerinin ve bazı tarafların “sıcak barış” çabalarının, İran ve vekillerinin 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşadığı büyük yenilgilerden sonra yeni bir bölgesel düzen arayışıyla bağlantılı olduğuna şüphe yoktur. Ancak, “ihlallerin” kolay görülmesi, İran'a kaos yaratma bahaneleri, Türkiye'ye de Suriye'nin yeni eğilimlerini “frenlemek” için gerekçeler sunacaktır ve bu da “barışı geçici” hale getirecektir. Şam ve Tel Aviv arasındaki müzakere masasının önceliklerini düzenlemek, Suriye'nin bir eksenden diğerine geçişini sağlamlaştırmak için hayati bir gerekliliktir.