Suriye’de Alevi Nusayri hareketliliğinin sebepleri neler?

Suriye’de Alevi Nusayri hareketliliğinin sebepleri neler?
TT

Suriye’de Alevi Nusayri hareketliliğinin sebepleri neler?

Suriye’de Alevi Nusayri hareketliliğinin sebepleri neler?

Menaf Saad

Bazı sosyal medya hesapları, kimliği belirsiz Suriyeli bir grup tarafından yapılan açıklamayı yayınladı. Kendisine 10 Ağustos Hareketi adını veren grup, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e seslenerek kendisini ekonomi, yaşam ve hizmet düzeylerinde acil reformlar yapmaya çağırdı. 2011'de Suriye'de yaşananların tekrarlanmaması ve hükümete sadık tarafların bu grubun herhangi bir dış tarafça desteklendiğini iddia etmemesi için şiddet veya protesto ilkesini reddettiklerini bildirdi.

Bu açıklamanın güvenilirliğinden şüphe duyan birçok kişi, bu açıklamaların Suriye makamlarının ülkenin son aylarda yaşadığı ekonomik çöküş ve Suriye lirasının değer kaybetmesi nedeniyle yaşadığı derin gerilimi azaltmak için yaptığı bir ‘rahatlatma’ olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Açıklamanın yayınlanmasının bir gün ardından, Banyas, Cebele, Tartus ve Lazkiye sokaklarında 10 Ağustos Hareketi imzalı basılmış bildiriler bulundu. Üzerlerinde “Her mezhepten Suriye halkı bu kadar aşağılamanın yeterli olduğunu söylüyor. Suriye halkının geleceği sizin elinizde bir oyun değil” ifadeleri yer aldı.

Bildirilerin atıldığı tüm şehirlerde Alevi / Nusayri çoğunluk vardı. Lazkiye'deki Rus hava üslerinden ve Suriye kıyısındaki Tartus'taki deniz üslerinden kilometrelerce uzakta bulunuyordu.

Bu sırada kendilerini “Özgür Alevi Subaylar Hareketi” olarak adlandıran bir grup da açıklama yayınladı. Açıklama sahipleri, Suriye kıyılarındaki köylerden, bilhassa Devlet Başkanı Hafız Esed’in ailesinin memleketi olan Kardaha'dan konuştuklarını söylüyordu.

Söz konusu iki açıklamanın birbiriyle bağlantılı olup olmadığı bilinmiyor. Özgür Alevi Subaylar Hareketi İran’ın Suriye’den çekilmesi, geçiş adaletinin kurulması, savaş suçlularının, ‘kan ve din’ tüccarları sorumlu tutulması talebinde bulunurken 10 Ağustos Hareketi ise siyasi taleplere değinmedi. Bu açıklamaların ülke dahilinden mi yoksa ülke haricinden mi yapıldığı da bilinmiyor. Söz konusu iki açıklama da 10 yıl önce Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 12'sini oluşturan Alevi nüfusa hitap ediyordu.

10 Ağustos Hareketi’nin açıklamasından günler önce, aktivist Lama Abbas yayınladığı bir video kaydında insanlardan sokaklara çıkıp ekonomiyi ve yaşam koşullarını protesto etmelerini istedi. Alevi/Nusayrî ve rejim yandaşı olmasına rağmen güvenlik yetkilileri kendisini tutuklamaya çalıştı. Ancak mahkemeden izin almadıkları için onları kovan Abbas, tutuklanma girişimini kaydederek Facebook'ta yayınladı.

Ebû Şuayb Muhammed b. Nusayr en-Nemîrî (ö.883) tarafından 9. yüzyılda kurulan Nusayrîliğin kutsal metni Kitâbu’l-Mecmû’dur.

Türkiye’deki Türkmen ve Kürt Aleviler’den farklı olarak Nusayrîler, Lübnan'da Şii İmam Musa Sadr'ın 1973'te yayınladığı bir fetvada belirtildiği üzere Şii Müslümanlardan ayrılarak kurulan küçük bir mezhep sayılıyor. Arap Aleviler olarak da anılan Nusayrîler Türkiye’nin Adana ve Hatay illerinde, Lübnan’ın kuzeyinde ve yoğunlukla da Suriye’de yaşayan Nusayrîlerin Suriye tarihinde özellikle de Fransız mandası döneminde (1925-1946) birçok dini ve siyasi lider çıkarttığı biliniyor. Ancak 1970 yılında Hafız Esed’in düzenlediği askerî darbe sonrası Mahluf aşireti ve Esed aşireti arasındaki evlilikler nedeniyle Alevî liderlerin ve figürlerin çoğu sahneden silindi.

Baba Esed, saltanatı boyunca tüm Arap Alevilerin ilk ve son referansı oldu. 1984'teki başarısız darbe girişiminin ardından tecrit edilip ülke dışına sürgün edilen Muhafız Alayı komutanı kardeşi Rıfat haricinde kimse onunla boy ölçüşüp rekabet edemedi.

Annesinin cenazesine katılmak için döndüğü 1992 yılına kadar sürgünde kalan Rıfat Esed, ağabeyinin yönetiminin son yıllarında ülkeye geri dönüp yeniden yurtdışına çıktı. 1992'de memleketi Kardaha'ya gittiğinde, bazı Aleviler “lider Rıfat” lakaplı bu kişiyi karşılamak üzere ateş açmaya kalkıştı. Bazıları ise onun Hafız Esed’in en büyük oğlu Basil'in 1994'te ölümü ardından Suriye'nin gelecekteki başkanı olacağını düşündü. Ancak Beşşar Esed’in 2000 yılında başkanlığa katılımı, onu ve destekçilerini önledi.

csdv
Rıfat Esed’in arşiv fotoğrafı (AP)

Rıfat zaman geçtikçe yaşlandığı ve sadakat kazanmak için büyük meblağlar ödeyemediği için Alevi köylerinde unutuldu. Nüfuzu ve kabiliyetlerindeki düşüşün en büyük kanıtı, 2022'de Suriye'ye dönmesi ardından son yıllarını her türlü siyasi, askeri ve partizan faaliyetten uzak, sessizlik içinde geçirmesidir.

aswef
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in kuzeni Rami Mahluf

Beşşar Esed 23 sene önce iktidara geldiğinden bu yana, Alevi mezhebinin ana destekçisi ve Alevilere en çok işveren haline gelen kuzeni iş insanı Rami Mahluf'un gerek sahibi olduğu Syriatel" şirketinde, gerek ise Şam'daki ekonomik projelerde rolü arttı. Ancak savaştan önce binlerce Alevinin istihdam edildiği, askeri bir milis gücüne dönüştüren Al Bustan Yardım Derneği kuruldu. Derneğin üyeleri 2011 itibariyle rejimi savunmak için silaha sarıldı.

Rami Mahluf’un rolü, ekonomik ve sosyal düzeylerde büyük ölçüde arttı. Silahlı milisler ve onu satın alan bir siyasi parti (Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi) ile güçlü ekonomik kurumları mevcut hale geldi. Mahluf ailesinin tarihsel olarak bu partiye mensup olduğu biliniyor.

2020'de aniden Rami Mahluf fenomeninin ortadan kaldırılmasına karar verildi. Parasına el konulurken partisi ise feshedildi. Al Bustan Derneği’ne el konurken Mahluf ise zengin ve nüfuzlu bir iş adamından basit bir Facebook karakterine dönüştü. Ara sıra videolar yayınlayan Mahluf, daha çok dini ve ahlaki vaazlar veriyor.

O tarihin ardından Alevi bölgeleri ise korkunç bir ekonomik çöküşe, Mahluf'un yokluğundan kaynaklanan mali boşluğa tanık oldu.

Buna karşılık Suriye Devlet Başkanı'nın eşi Esma'nın rolü pekişti. Bir dizi Arap ülkesindeki resmi gezilerinde Esed’e eşlik eder hale geldi. Oğlunun bir Rus üniversitesinden mezuniyeti sırasında Moskova'da önde gelen bir gazeteci yer aldı.

xad
Suriye Devlet Başkanı'nın eşi Esma Esed, 12 Ağustos'ta Şam'da bir konuşma yaparken (Suriye Devlet Başkanlığı)

Çeşitli yönleriyle devlet kurumları, Baas Partisi ve bakanlıklar, Suriye Devlet Başkanı'nın eşi Esma’ya odaklanmaya başladı. Suriye başkentindeki bir Arap diplomatın ifade ettiğine göre, kendisi Suriye başkanlığının önde gelen bir parçası haline geldi.

Suriye'nin merkezindeki Humus'tan İngiltere'ye göç eden Sünni bir aileye mensup Esma, geniş bir siyasi ve ekonomik nüfuz ağına sahip. En son yangınlardan etkilenen yukarı kırsal kesime olmak üzere farklı bölgelere bireysel saha gezileri yapıyor.

Savaş, derin bir yoksulluk içinde olan Aleviler de dahil olmak üzere tüm Suriyelileri etkiledi, savaş başladığından bu yana binlerce Suriyeli öldürüldü. Ölü sayısını belirlemek için nüfus sayımı yapılmadı. Savaş, Sünni şehir ve köylerinde binlerce genç erkek, kadın, yaşlı ve çocuğun hayatına mal oldu. Nüfusun yarısı evlerinden edildi. Yaklaşık 8 milyon mülteci ve sığınmacı ülke dışına çıktı.

Aleviler arasından ise ordu, milis grupları ve silahlı tugaylar gibi yardımcı güçlere bağlı oldukları bilinen 18-40 yaşları arasındaki gençler öldürüldü. Bugün ocağı sönmemiş bir Alevi köyü ve bir veya birden fazla çocuğunu kaybetmemiş bir Alevi aile mevcut değil.

csdf
Suriye ordusundan ölen birinin Lazkiye'deki cenazesi (internet)

Alevi Nusayrîler, Esed gittiği taktirde kendileri ve çocuklarını belirsiz bir geleceğin bekleyeceği korkusuyla Esed’e sadık kaldılar. Zirâ 2011’deki devrimin sloganlarından birinin “Aleviler tabuta, Hıristiyanlar Beyrut'a” olduğunu asla unutmadılar. Muhalifler ise bu sloganlarının gerçekliğini sorguluyor ve rejim tarafından Nusayrîleri muhalefetten uzak tutmak üretildiği düşünülüyor.

Yandaşlar, muhalefet gruplarının kendilerine güvence vermediğini, hatta bir mezhep olarak kendilerine yönelik sık sık saldırılar düzenleneceği korkusunu artırdığına inanıyor. Bu yönde Müslüman Kardeşler’i, en-Nusra Cephesi (Heyetu Tahriru'ş Şam) veya DEAŞ gibi diğer radikal İslamcı örgütleri örnek veriyorlar.

Bu, muhalefette Alevi figürlerin olmayışını, 2011 öncesi eleştirel duruşlarıyla tanınan Alevi isimlerin muhalefete girmeyi reddetmesini açıklıyor.

Ancak Alevi Nusayrî çoğunluk, iktidardaki rejime verdikleri destek için herhangi bir ödül almadıkları gibi bugün durumlarının neredeyse bugüne dek Suriye’deki en kötü durum olduğunu görüyor. Bu desteği daha ziyade milli görev olarak kabul ediyorlar. Bir mezhep olarak kendilerini savunmak için silaha sarılacakları, aksi takdirde muhalefet tarafından soykırıma tabi tutulacakları söyleniyor.

Nitekim Alevilerin yaşam koşulları son yıllarda oldukça kötüleşti. Zirâ dolar karşısında değeri 14 bine ulaşan Suriye lirası, savaş başladığından bu yana en düşük değerde. Alevi Nusayrî, Hristiyan veya Sünnilerden bir devlet memurunun maaşı sağlık, okul, ısınma ve elektrik gibi temel yaşam ihtiyaçlarını karşılamak için yetersiz hale geldi.

Tüm Suriye coğrafyasında elektrik düzenlemeleri yoğunlaşıyor. Ancak Şam’da durağanlık mevcut. Elektriğe üç saat ulaşım ile üç saat kesinti ve elektriğe iki saat ulaşım ve üç saat kesinti arasında değişiklik gösteriyor.

Lazkiye ve çevresinde yani ülkenin kuzeybatısında yer alan Alevi bölgelerinde ise soğuk kış aylarında ve bunaltıcı yazlarda düzenleme saatleri tam günü aştı. Geçimlerini sağlayacak başka yolları bulunmuyor. Köylerinde iş fırsatları veya üniversiteler yer almazken daha iyi bir gelecek için umutları da mevcut değil.

Tüm bunlar onlar için kabul edilebilir aralıkta. Ancak Alevilerin karşı çıkmaya başladıkları şey ise ülkenin içine düştüğü durumdan ve başlarına gelen felaketlerden kendilerinin sorumlu tutulması.

* Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Ankara, Şam ve SDG arasındaki yakınlaşmayı bir tehdit mi yoksa bir fırsat olarak mı görüyor?

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart'ta aralarında anlaşma imzalarken (Sosyal medya platformları)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart'ta aralarında anlaşma imzalarken (Sosyal medya platformları)
TT

Ankara, Şam ve SDG arasındaki yakınlaşmayı bir tehdit mi yoksa bir fırsat olarak mı görüyor?

Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart'ta aralarında anlaşma imzalarken (Sosyal medya platformları)
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart'ta aralarında anlaşma imzalarken (Sosyal medya platformları)

İsmail Derviş

Şam, 10 Mart 2025 akşamı, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed Şara ve yanında Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi sürpriz bir şekilde ortaya çıkıp SDG'yi on beş yıllık savaş ve otoriter rejimin düşüşünün ardından yeniden inşa edilen yeni Suriye devletine dahil edecek bir anlaşma imzaladılar.

Suriye ile Türkiye arasındaki ilişkiler, devrik Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin düşüşü sonrası gizlenmedi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Şam'a ilk gelen isim oldu. Suriye ile bu yeni ilişkiler, Türkiye'yi İdlib'i kontrol eden Suriyeli muhalifler ile bir araya getiren eski ilişkilerin öncüsüydü. Bu yüzden Şam'ın kapıları Ankara'ya açıktı.

Kürt silahlı örgütlerin Türkiye'nin Suriye'deki bir numaralı düşmanı olduğu herkes tarafından biliniyor. Daha önce Halep, Rakka ve Haseke kırsalında hava ve kara operasyonları düzenlemişlerdi. Türk Hava Kuvvetleri de Kamışlı'da Kürt silahlı örgütlerin bazı liderlerini ortadan kaldırmak için operasyonlar düzenledi. Ancak SDG'nin Şam ile yaptığı anlaşma ve PKK'nın kendini feshettiğini açıklaması, askeri gerilimin durdurulmasına ve diyalog diline başvurulmasına katkıda bulundu. Yine de parmaklar halen tetikte duruyor.

Söz konusu anlaşma mart ayında duyurulduğunda Türkiye anlaşmayı resmi olarak memnuniyetle karşıladığını açıkladı ve birçok kez anlaşmanın uygulanmasını istedi. Fakat Türkiye, bu anlaşmanın tüm maddelerini kabul ediyor mu? Anlaşmanın uygulanmasına gerçekten katkıda bulunuyor mu yoksa engel mi oluyor? Gerçekten rahat mı yoksa ulusal güvenlik endişeleri karar alma sürecini hâlâ etkiliyor mu? Türkiye, SDG'nin yeni kurulan devletin inşasında ortak olmasını gerçekten kabul ediyor mu? SDG, kurulduğu günden bu yana Ankara tarafından Türkiye'nin güvenliğine doğrudan tehdit oluşturan bir terör örgütü olarak sınıflandırılıyor. Independent Arabia, bu ve benzeri soruları bir dizi uzmanla birlikte bu makalede yanıtlamaya çalışacak.

Değişim umuduyla oyalama

Kürt araştırmacı ve siyasetçi Ali Temi, SDG'nin Türkiye'nin askeri harekat düzenlemesini önlemek için Suriye hükümetiyle müzakere masasına oturduğunu düşünüyor. Ankara, bu harekata gerçekten hazırlanıyordu, fakat SDG'nin müzakere masasına oturması harekatın başlamasını engelledi. Buna karşın SDG, liderlerinin Suriye'deki siyasi manzarada bir değişiklik olmasını umarak zaman kazanmaya çalıştıklarından anlaşmayı sahada uygulamakta hala tereddüt ediyor. Temi, “Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarına göre Türkiye'nin anlaşmayı uygulamak istediğini ve desteklediğini düşünüyorum. Bundan dolayı SDG'nin anlaşmayı sahada uygulamayı geciktirmesi, 2018 yılında Afrin'de olduğu gibi Türkiye'nin askeri müdahalesi için güçlü gerekçeler oluşturuyor” değerlendirmesinde bulundu.

Adana Anlaşması'nın uzatılması

Ancak Türkiye'nin Suriye'de kendi projesi olduğunu, bunun da Abdullah Öcalan ile başlatılan barış süreci, PKK üyelerinin silahlarını teslim etme sürecinin bu planın bir parçası olduğunu ve SDG'nin bu sürecin bir parçası olduğunu düşünen Kürt araştırmacı, herhangi bir kaçışın, Türk ordusunun Türkiye'nin ulusal güvenliğine yönelik bir tehdit olması durumunda Suriye topraklarına 5 kilometre derinliğe kadar girmesine izin veren Adana Anlaşması'nın değiştirilmesine yol açacağını vurguladı. Bununla birlikte eğer anlaşmada bir değişiklik yapılırsa, yeni değişiklik Türkiye'nin 35 kilometre derinliğe kadar girmesine izin verecek. Temi, Adana Anlaşması'nın değiştirilmesinin, Şam ile SDG arasındaki anlaşmanın uygulanmasının başarısız olması durumunda Türkiye'nin alternatif seçeneklerinden biri olduğunu ve böylece Suriye ve Türk orduları arasında ortak bir askeri operasyon başlatılması durumunda meşru bir gerekçe ve hava desteği sağlanacağını söyledi.

En düşük maliyetli çözüm

Gazeteci Abdulcebbar Cevvaş’a göre Ankara bugün, SDG ile Şam hükümeti arasındaki anlaşmayı, Suriye'nin kuzeydoğusuyla ilgili ulusal güvenlik sorununu çözmek için en az maliyetli çözümlerden biri olarak masaya yatırıyor. Bu anlaşmayı, Türkiye’nin şartları çerçevesinde uygulanması halinde iyi bir çözüm olarak görüyor ve bu şartların başında SDG’nin herhangi bir siyasi adem-i merkeziyetçilik veya federalizm biçimini reddetmesi geliyor. Bu yüzden SDG’nin Şam yönetimine entegrasyonunun gerçekleştirilmesi için atılan adımları, bu entegrasyonun biçimini ve düzenlemeleri konusunda süren müzakereleri yakından takip ediyor.

Türkiye'nin bir yandan Suriye hükümetine diplomatik baskı uygularken, diğer yandan SDG'ye karşı güç kullanma tehdidinde bulunarak güvenlik hedeflerine uygun olmayan herhangi bir anlaşmayı engellemekten çekinmeyeceğini vurgulayan Cevvaş, Türkiye’nin eğer SDG ile Şam arasındaki görüşmelerdeki bazı maddelerin değiştirilmesine yol açmazsa, anlaşmanın mevcut haliyle uygulanmasına karşı çıkmayacağını, hatta bu anlaşmayı, Kürt meselesini çözmek için Suriye deneyimini kopyalamak ve PKK ile olan mücadelesinin sona ermesinden sonra Türkiye'deki Kürt meselesini nihai olarak çözmek için bir fırsat olarak görebileceğini belirtti.

Detaylar olmadan genel başlıklar

Abaad Araştırma Merkezi'nden araştırmacı Firas Faham, Türkiye'nin SDG ile yapılan anlaşmayı bozma niyetinde olmadığını belirterek “Tam tersine, Türk hükümeti anlaşmanın uygulanmasını destekliyor ve sürekli ve açık bir şekilde anlaşmanın uygulanması gerektiğini talep ediyor. Çünkü anlaşma Suriye topraklarının bütünlüğünün teyit edilmesiyle ilgili, Türkiye için çok önemli bir madde içeriyor. Ancak diğer yandan anlaşma çerçeve niteliğinde ve genel başlıklar halinde olup ayrıntılara girmiyor ve SDG'nin Suriye ordusuna nasıl entegre edileceği konusunda net bir ifade içermiyor. Dolayısıyla Ankara, anlaşmanın sahada nasıl uygulanacağını izliyor, çünkü SDG'nin bağımsız bir yapı olarak kalması ve Şam ile koordinasyon içinde olması ne Suriye hükümeti ne de Ankara için uygun değil” değerlendirmesinde bulundu.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Türkiye'nin alternatif seçeneklerine değinen Faham, Türk yetkililerin askeri seçeneği masaya koyduklarını ve bunu dışlamadıklarını, bunun bir baskı aracı olarak kullanıldığını belirtti. Faham’a göre SDG, Türkiye'nin askeri tırmanışla başa çıkamayacağının, özellikle de Türkiye'nin insansız hava araçları (İHA) endüstrisindeki gelişmeler de dahil olmak üzere sahip olduğu savaş kabiliyetleri sayesinde kadroları ve liderleri hedef alabileceğinin farkında. Bu yüzden Ankara, anlaşmanın uygulanmasını sağlamak için askeri seçeneği her zaman masada tutuyor ve bu seçeneği dışlamıyor. Ayrıca Türkiye'nin Trump yönetimi ile temasları ve Ankara ile Washington arasındaki güçlü ilişkiler de SDG üzerinde baskı oluşturabilir.

Değişen öncelikler

Bir başka bakış açısı olarak Suriyeli araştırmacı Muhammed es-Sukeri, Suriye'deki Kürt meselesini Türkiye'deki meseleyle ilişkilendirerek Türkiye'deki Kürt meselesinin çözümü veya Türkiye'deki aşırı sol demokratik akımla ilgili iç politikadaki gelişmelerin Suriye'deki benzerlerinden ayrı düşünülemeyeceğini, çünkü bu iki meselenin büyük ölçüde kesiştiğini belirtiyor. Türkiye, bölgedeki siyasi gerçekliğin ve Washington'ın önceliklerinin değişmesi sonrasında PKK'yı kendi kendini feshetmeye zorlarken, SDG'yi Şam ile diyalog kurma seçeneği ile karşı karşıya bıraktı. Sukeri, Türkiye'nin, Şam ile SDG arasında ABD'nin desteğiyle bir uzlaşma sağlanması halinde askeri harekat istemediğini, uzlaşmanın adem-i merkeziyetçilik üzerine olması ve kantonlar üzerinde olmaması halinde Ankara'nın bunu kabul edemeyeceğini, yani Türkiye'nin uzlaşmanın SDG'nin yapısal projesini ortadan kaldıracak şekilde olduğu sürece uygulanmasını istediğini söyledi. Buna karşın SDG'nin orduya entegre olarak değil, ayrı birlikler olarak olarak özel statüsünü koruyan önerilerde bulunması ya da adem-i merkeziyetçilik konusunun anlaşmayı tehdit edebileceğini belirten Sukeri’ye göre Ankara da Washington ile uzlaşma sınırları içinde mümkün olanı elde etmeye çalışıyor ve orta vadede projeyi tamamen ortadan kaldırmaya odaklanıyor. Çünkü askeri seçenek, özellikle Suveyda’daki çatışmalardan sonra hem Şam hem de Ankara için maliyetli olacağı kesin.

Her ne kadar Türkiye'nin resmi açıklamaları Ankara'nın anlaşmanın tam olarak uygulanması şartıyla anlaşmadan memnun olduğunu söylese de bu şart, yıl sonuna sadece dört ay kalmasına rağmen henüz uygulanmadı. Oysa anlaşma entegrasyonun 2025 yılı sonuna kadar tam olarak uygulanmasını öngörüyor. Gözlemcilere göre anlaşmanın uygulanması hızlandırılmazsa Türkiye, iki nedenden dolayı diğer seçeneklerine yönelebilir. Bunlardan birincisi, Türkiye'nin bu anlaşmadan temel olarak memnun olmaması, ikincisi ise anlaşmanın belirlenen sürede uygulanmaması.

Kum saati

Bilgi sahibi kaynaklara göre Türkiye başlangıçta bu anlaşmadan memnun değildi, ancak ABD ve Suriye'nin ısrarı Ankara'yı bunu kabul etmeye zorladı. Öte yandan imzalanan anlaşmanın aylardır sahada herhangi bir yansımasının olmaması Türkiye'nin tutumunu daha da sertleştirdi. Bir Türk diplomatik kaynak, SDG'ye anlaşmanın 2025 yılının ağustos ayı ortalarından önce hızla uygulanması gerektiği, aksi takdirde başka seçeneklerin masaya yatırılacağı bildirildiğini belirtti. Kaynak, geçen hafta Ürdün'ün başkenti Amman'da ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile SDG lideri Mazlum Abdi'nin bir araya geldiğini açıkladı. Kaynak, Barrack’ın anlaşmanın hızla uygulanması gerektiği konusunda Türkiye ile hemfikir olduğunu ve SDG'nin anlaşmanın 2026 yılı sonlarına kadar uzatılması talebini, Ankara ve Şam'ın da bu talebi reddettiğini ekledi.

SDG’li liderler arasında anlaşmaya dair birtakım anlaşmazlıklar olduğunu belirten aynı kaynaklara göre Mazlum Abdi, anlaşmanın uygulanmasını isterken, İlham Ahmed daha fazla kazanç ve güvence elde etmek amacıyla anlaşmanın ertelenmesini istiyor. Kaynaklar, Mazlum Abdi'nin Şam'a, SDG’nin ağustos ayı içinde Deyrizor'un tamamından ve Rakka'nın büyük bir kısmından çekilmeye hazır olduğunu bildirdiğini belirtiyor.

Sonuç olarak gözlemciler, Türkiye'nin anlaşmayı engellemek istediği konusunda hemfikir değiller ve çoğu, Ankara'nın belirlenen süre içinde uygulanması şartıyla anlaşmayı desteklediğini belirtiyor. Kaynaklarsa SDG'nin entegrasyona başlaması için tanınan sürenin birkaç hafta olduğunu, bu sürenin entegrasyon gerçekleşmeden sona ermesi halinde başka seçeneklerin masaya yatırılacağını, bunların başında ABD'nin baskısını artırmasının, sonunda ise halen olasılığı düşük olan askeri müdahalenin geldiğini söylüyorlar.