Kadim dünyanın bahçesi ve modern Irak'ın çatışma kaynağı: Ninova Ovası

‘Hegemonya denklemi’ artık Ninova'daki gerçek demografik ve siyasi dengeyi yansıtmıyor.

Ninova’nın girişinde birçok konreol noktası bulunuyor. (AFP)
Ninova’nın girişinde birçok konreol noktası bulunuyor. (AFP)
TT

Kadim dünyanın bahçesi ve modern Irak'ın çatışma kaynağı: Ninova Ovası

Ninova’nın girişinde birçok konreol noktası bulunuyor. (AFP)
Ninova’nın girişinde birçok konreol noktası bulunuyor. (AFP)

Rüstem Mahmud

Al-Majalla’nın Musul şehrinin doğusundaki Hamdaniye ilçesinin merkezi olan Karakuş kasabasına girmeye çalıştığı gün, Haşdi Şabi'nin 50. Tugayı'na ait bazı kontrol noktaları, Ninova Metropoliti Konseyi'nin çağrısıyla yapılacak bir gösteriyi önlemek amacıyla şehre gelenlerin kimlik belgelerini kontrol ediyor ve kent dışından gelenlerin girişini engelliyordu. Söz konusu gösterilerin Musul'un doğu ve kuzey bölgelerinde, geleneksel olarak ‘Ninova Ovası’ olarak bilinen bölgedeki Hıristiyanlara ve bölgelerine yönelik ‘demografik ve coğrafi değişim’ kampanyalarına karşı gerçekleştirilmesi planlanıyordu.

Ninova Metropoliti Konseyi ve bölgenin birçok sivil, ekonomik ve toplumsal Hristiyan lideri, Haşdi Şabi'nin 50. Tugayı'nı ve lideri Riyan Keldani'yi, Irak'ın merkezi Şii partilerinin gündemi ve politikalarıyla bağlantılı olmakla suçluyor. Bu partiler, Ninova Ovası’nı ‘Şiileştirmek’ istiyor. Bu amaçla, bölgenin Hristiyanlarına ait vakıf mülklerine, kilise kurumlarına, resmi makamlara ve temsili koltuklara el koymak için çalışıyorlar. Haşdi Şabi'nin bu silahlı kolu ve siyasi kanadı ‘Babylon (Babil) Hareketi’, bu stratejiye yanıt olarak, Hristiyan topraklarını ve mülklerini belirli kişilere satmaya ve sonuç olarak, bölgedeki çoğu Hristiyan köy, kasaba ve ilçenin ‘dini, kültürel, sosyal ve ulusal’ kimliğini değiştirmeye çabalıyor.

Hristiyan kilise kurumları ve siyasi/askeri örgüt arasındaki bu ‘çatışmaya’ ilişkin ayrıntılar, bölgesindeki silahlı siyasi ve toplumsal güçler arasındaki çeşitli hassasiyetlerin, dengelerin ve karşılıklı suçlamaların birer küçük örneğini oluşturuyor. Ninova Ovası, Musul şehrinin kuzeyinde, doğuda Büyük Zap Nehri ile batıda Dicle Nehri arasında kalan coğrafyanın tamamına yayılıyor. Yaklaşık beş bin kilometrekare yüzölçümüne sahip olduğu tahmin edilen bölge, yarım milyonun üzerinde nüfusa sahip. Bu bölgede Araplar, Kürtler, Şebekler, Asuriler ve Türkmenler, Sünni ve Şii Müslümanlar ve Hristiyanların tüm mezhepleri, Yezidiler, Kakailer ve Yarsanlar gibi çok çeşitli gruplar bir arada yaşıyor. Bu gruplar, Musul'un kuzeyinin üç ilçesi olan Hamdaniye, Şeyhan/Başika ve Telkeyf'te komşu ve iç içe yaşam sürüyor.

Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre son yıllarda bu bölgede korkunç ‘güvenlik zaafları’ yaşandı. Bu olaylar, 2014 yılında DEAŞ’ın bölgedeki geniş toprakları ele geçirmesi ve Hristiyanlara, Ezidilere, Kakailere, Şiilere ve hatta bölge nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bazı Sünni Arap aşiretlerine karşı vahşi suçlar işlemesi sonucunda gerçekleşti.

Majalla’nın Ninova Ovası'ndaki çeşitli köy, kasaba ve ilçeleri gezerken tanıştığı birçok gözlemci ve bölge halkının bildirdiğine göre bölgenin DEAŞ’tan ‘kurtarılmasından’ yıllar sonra kamusal yaşam, halen patlamaya hazır ulusal, dini, mezhepsel ve bölgesel hassasiyetlere dayanıyor.

Son yıllarda, bu bölgede korkunç ‘güvenlik zaafları’ yaşandı. Bu olaylar, DEAŞ’ın bölgedeki geniş toprakları ele geçirmesi ve Hristiyanlara, Ezidilere, Kakailere, Şiilere ve hatta bölge nüfusunun çoğunluğunu oluşturan bazı Sünni Arap aşiretlerine karşı vahşi suçlar işlemesi sonucunda gerçekleşti.

Eğer yerel halkın uzun bir ‘ortak yaşam’ tarihi olduğu doğruysa, son yıllarda yaşanan olaylar, halk arasında açıkça psikolojik ve sosyal çatlaklar yaratmıştır. Sonuç olarak bölgenin üzerinde hüküm süren ‘güç denklemi’, gerçek demografik ve siyasi dengeyi yansıtmaz hale geldi. Bölgenin coğrafi konumu ve çevresindeki çok sayıda siyasi güç ve gündem, bu ‘toplumsal çeşitliliği’, açık bir kanlı çatışmanın merkezine dönüştürebilir.

Sivil grup ilişkileri araştırmacısı ve Ezidi Belgeleme Teşkilatı yöneticisi Hüsam el-Abdullah, Al-Majalla’ya verdiği uzun demeçte bölgedeki yerel halk arasındaki dengeleri, hassasiyetleri ve karşılıklı korkuları anlattı.

Abdullah'a göre, Ninova Ovası bölgesindeki etnik, dini ve mezhepsel hassasiyetlerin siyasi bir araç olarak kullanılması, Irak'ın eski rejimine kadar uzanıyor. Eski rejim, bu bölgenin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ve ‘merkezi’ Musul şehri arasında bir geçiş bölgesi olmasının ve uluslararası güçler ve kurumlar tarafından takip edilmesinin öneminin farkındaydı. Örneğin, Musul'un hemen doğusunda bulunan Hamdaniye ilçesi, iki nahiyeye ayrılıyor. Bu nahiyelerden her ikisi de son yıllarda önemli bir demografik değişim yaşadı. Narmrud Nahiyesi tamamen Arap ve Sünni bir nüfusa sahipti, ancak şimdi bu nahiyeyi kontrol eden Şii Haşdi Şabi fraksiyonlarının baskısı nedeniyle ekonomik, sembolik ve siyasi olarak marjinalleştirildi.

Aynı şekilde, Ninova Ovası bölgesindeki Süryani ve Asuri Hristiyanlarının yerel başkenti ve tarihi kiliselerinin merkezi olarak kabul edilen Bartella Nahiyesi de benzer bir değişim yaşadı. Ancak, nahiyenin genel kimliği ve meskun bölgeleri değişti. Şii bir etnik grup olan Şebekler, 2003'ten sonra bu nahiyede ekonomik ve siyasi bir güç haline geldiler ve bölgenin mülklerine ve ekonomik alanına hakim oldular. Bu, Şebeklerin ‘kendi başlarına milliyetçi’ olarak görmeye başlamaları, dillerinin Kürt lehçelerinden biri olmaması ve merkezi ‘Şii’ partilerin desteğiyle özel bir siyasi proje yürütmelerinin ardından gerçekleşti.

Fotoğraf Altı: 12 Mart 2022'de Kuzey Irak'taki Musul şehrinde yıllardır süren çatışmaların yol açtığı yıkımın fotoğraflarını çeken bir turist. (AFP)
12 Mart 2022'de Kuzey Irak'taki Musul şehrinde yıllardır süren çatışmaların yol açtığı yıkımın fotoğraflarını çeken bir turist. (AFP)

Şii Şebeklerin siyasi güçlerinin gerçekleştirdiği ‘yeniden yapılanma’ operasyonları, Hristiyanların bölgeyi terk etmesiyle eşzamanlı olarak gerçekleşti. Hristiyanlar, IKBY ve Batı ülkelerine doğru göç etmeye devam ediyor. Kilise cemaatleri ve Babylon Hareketi arasındaki son çatışma, Hristiyanların geri kalan mülklerinin kontrolünü ele geçirmek için verilen mücadelenin ‘son halkası’ oldu. Hristiyan nüfusun demografik ağırlığının tamamen azalması nedeniyle, Şii Şebekler şu anda tek siyasi örgütlenme, ekonomik yaşamın tüm anahtarlarını elinde bulunduruyor. Hamdaniye ilçesinin tamamındaki Sünni ve Hıristiyan Arapları askeri ve güvenlik açısından kontrol ediyorlar. Tabii ki, ‘Şii karakterli’ birçok türbe, kurum ve etkinliği yeniden canlandırarak, kamusal alanda bir tür sembolik egemenlik yaratmaya çalışıyorlar.

Ninova Ovası’nın coğrafi merkezi ve en yoğun nüfuslu bölgesi olan Şeyhan ilçesinin etnik ve dini hassasiyetleri, iki alana ayrılmıştır. Ezidilerin tüm türbelerini ve kutsal yerlerini içeren Baadra, Laliş ve Kasruk köyleri, şu ana kadar idari olarak Ninova (Musul) ilinin bir parçası olmasına rağmen fiilen IKBY’ye bağlıdır.

Irak ordusu ve resmi güvenlik kurumları, tüm bu bölgede fiilen marjinalize edilmiş durumda. Öte yandan, Hristiyanlar, Sünni Araplar, Kürtler, Kakailer ve Ezidiler, güvenlik meselesinde herhangi bir varlığa veya katkıya sahip değiller. Bu nedenle, onlar da kamusal alanda tamamen marjinalize edilmiş durumdalar.

Ancak bu kuzey bölgelerinin yargı açısından IKBY’ye bağlı olması, 1991'den bu yana Iraklı yetkilileri ‘Başika Nahiyesini doğrudan Ninova’nın merkezine bağlamaya ve Kendine ait hukuki, kültürel ve ekonomik bir şahsiyete sahip olmamak amacıyla özel yargıya dönüşmesini engellemeye sevk etti. İlçe sakinlerinin çoğunluğu, Şeyhan ilçesinin kuzey bölgesi gibi aslında IKBY bölgesine katılmak istiyor. Nahiye, 54 büyük köyden oluşuyor. Bu köylerde Sünni Müslüman Kürtler ve daha az sayıda Arap yaşıyor. Nahiyenin merkezi olan Bahzani kasabasında ise sadece Kürt Ezidiler yaşıyor. Açık yönelimleri nedeniyle, il merkezinin ‘nüfuzundan’ ve kararlarından göreceli olarak bağımsız olmanın ayrıcalıklarından mahrum.

Kuzeyinde Telkeyf Nahiyesi, Musul Barajı, Musul şehri ve Badra kasabasındaki Ezidi dini türbeleri arasındaki endişeli üçgende yer alıyor. Telkeyf bölgesi tarihsel olarak Hıristiyanlar ve Ezidiler ile azınlık Müslüman Kürtlerin bir arada yaşama merkeziydi. Bu nahiyenin hassasiyeti, IKBY, Musul şehri, Türkmen Telafar ilçesi ve Sincar ilçesinin Ezidi bölgeleri arasındaki iletişim kavşağına ‘kontrolü’ elinde bulundurmasında yatıyor. Bu nahiyenin gelecekteki statüsü, Kuzey Ninova'nın (Musul) tamamı üzerinde kontrol sahibi olacak tarafı belirleyecektir.

Güvenlik nüfuzu

Al-Majalla, çeşitli köy ve kasabaları dolaştı. Babylon Hareketi’nin 50. Tugayı’nın, ovanın batı kemerinde, Kuş kasabasının güneyinden başlayarak Taşköprü şehrine kadar uzanan bölgede, tüm Hristiyan nüfuslu köy ve kasabalarda güvenlik ve askeri olarak kontrol sahibi olduğunu gözlemledi. Ovanın geri kalan bölgelerinin ise esas olarak Şii Şebeklerden oluşan 30. Tugay ve Asaib Ehl-i Hak fraksiyonlarına bırakılmış durumda olduğunu gördü.

Irak ordusu ve resmi güvenlik kurumları, tüm bu bölgede fiilen marjinalize edilmiş durumda. Diğer yandan Hristiyanlar, Sünni Araplar, Kürtler, Kakailer ve Ezidiler, güvenlik meselesinde herhangi bir varlığa veya katkıya sahip değiller. Bu nedenle, onlar da kamusal alanda tamamen marjinalize edilmiş durumdalar.

Yerel halk, Haşdi Şabi fraksiyonlarına, özellikle 2017 yılında DEAŞ terör örgütünün yenilgisi ve Kürt Peşmerge güçlerinin bölgeden çekilmesinden sonra o bölgeyi yeniden kontrol altına alma kampanyaları sırasında, yerel halk tarafından es-Sekrab Operasyonları olarak adlandırılan eylemler nedeniyle geniş çapta suçlamalarda bulunuyor.

Telkeyf nahiyesini sakinleri arasındaki Asuri Hristiyanlarından mühendis Nehru Yuhanna, 2018 baharında bölgeye döndükten sonra, tüm ev eşyalarını yeniden satın almak zorunda kaldığını anlattı. Silahlı gruplar, su depoları ve elektrik tesisatları dahil her şeyi yağmalamıştı. Bu eşyalar, şehrin çevresindeki bölgelerde, bu gruplara ait özel pazarlarda satılıyordu.

Mühendis Yuhanna, Majalla’nın röportaj yaptığı birçok bölge sakini gibi, ovada meydana gelen üç iç faktör nedeniyle sivil çatışmalardan korkuyor.

Haşdi Şabi'ye bağlı silahlı gruplar, o bölgedeki ekonomiyi, yönetimi ve hayatın her yönünü tamamen kontrol ediyor. Bu kontrol, yasa dışı haraç alma, kamu ekonomisinin döngüsünü, özellikle devlet kurumlarına ayrılan paraları ve IKBY ile olan sınır kapılarını kontrol etmeyi içeriyor. Bu düzene göre, Kürtler, Sünni Araplar ve Asuri Hristiyanlar tamamen marjinalize ediliyor ve o bölgeden göç etmeye ve yerinden edilmeye zorlanıyor.

Musul'un Eski Şehri'ni kontrol altına almak için 2017'de DEAŞ'a karşı verilen kararlı savaşta yıkılan binaları gösteren, havadan alınan görüntü. (AFP)
Musul'un Eski Şehri'ni kontrol altına almak için 2017'de DEAŞ'a karşı verilen kararlı savaşta yıkılan binaları gösteren, havadan alınan görüntü. (AFP)

Ayrıca, ‘demografik, kültürel ve sosyal değişim’ süreçleri çok yoğun bir şekilde devam ettiğinden, Ninova Ovası bölgesindeki baskın güçler, bölgenin ‘özünü’ değiştirmek için büyük çaba sarf ediyorlar. Bu, nüfusun dengesini, dini kurumları ele geçirmeyi, belirli bir etnik veya dini gruba ait türbe ve mezarlıkları yeniden canlandırmayı ve inşa etmeyi, geri kalan hassasiyetlere siyasi, ulusal ve mezhepsel bir ideoloji empoze etmeyi ve kasabaların merkezlerini ve verimli toprakları satın almak için büyük miktarda para ödemeyi içeriyor.

Son olarak, bu bölge için kalıcı çözümler bulmak için herhangi bir siyasi ufuk olmadığı için bölge, Irak anayasasının 140’ıncı maddesine göre IKBY ile merkezi hükümet arasında ‘tartışmalı bölge’ olarak sınıflandırılıyor. Anayasa'da, merkezi hükümetin kararlarının iptal edilmesi gibi, tabiiyetini belirleyen bir dizi mekanizma ve standart bulunuyor. Bu mekanizmalar, önceki Irak rejiminin kararlarını iptal etmeyi, bölgede genel bir nüfus sayımı yapmayı ve son olarak yerel halkın hangi Irak tarafını tercih ettiğini belirlemek için bir referandum düzenlemeyi içeriyor.

Irak merkezi hükümeti, 2005 yılından bu yana söz konusu anayasal hükümlerin hiçbirini uygulamadı. Ancak, 2017'den sonra, mevcut durumu bir ‘emrivaki’ olarak görmeye başladı. Peşmerge güçlerinin ovanın kuzey ve batısından çekilmesiyle IKBY’nin baskı aracı kalmadı ve yerel halk kendi kaderine terk edildi.

Benzer şekilde, merkezi Irak siyasi güçlerinin hiçbiri, Haşdi Şabi grupları ve büyük ölçüde bölgesel devletlerin baskısı altındaki federal hükümet ister özel bir eyalet ister Irak'ın küçük bir bölgesi olarak olsun, bu bölge için herhangi bir özel statü kabul etmiyor. Bu ikili inatçılık, halka uygulanan güvenlik baskılarının doğasıyla birleştiğinde bir çatışmanın kaynağı olabilir.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
TT

Rusya, yeniden yapılanmanın başlamasıyla birlikte Suriye arenasına geri dönüyor

Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)
Şeybani, Moskova'da Lavrov ile görüşmesinde güçlü bir diplomatik beden dili sergiledi (AFP)

Mustafa Rüstem

Sonunda ilk kez, birbiri ile savaşan eller tokalaştı. Rusya'nın siyasi karar alma süreçlerinin mutfağı olan Moskova Dışişleri Bakanlığı'nın lüks salonundaki beyaz masanın etrafında, on yıldır birbirine hasım olan gözler buluştu. Bu, Suriye Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani’nin, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mahir eş-Şara'nın da aralarında bulunduğu üst düzey bir heyetin eşlik ettiği ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile bir araya geldiği bu türden ilk ziyaretiydi.

Bu ziyaret, on yıllardır ittifak dilinin baskın olduğu iki ülke arasındaki diplomatik kartların yeniden karılması açısından son derece önemli görünüyor. İttifak, Beşşar Esed rejiminin devrilmesinin akabinde Moskova'ya kaçmasının ardından değişti. Ancak Kremlin’in kapıları, Esed iktidarını devirme hareketinin başlamasıyla birlikte katıldığı Suriyeli muhalif güçlerin saflarındaki siyasi ve askeri mücadelesinin başlangıcından bu yana, “Ebu Ayşe” lakaplı Bakan Şeybani'ye açıldı.

Yeni bir beyaz sayfa

Siyaset dünyasının en meşhur sözü olan “bugünün düşmanı yarının dostu olabilir” doğrudur. Mutlak anlamda ne düşmanlık ne de dostluk vardır. Ancak görüşmelerdeki beden dili söyleyeceğini söyledi ve Rus diplomasisinin, Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara'yı 15 Ekim'de Moskova'da yapılması planlanan Rus-Arap zirvesine davet ederek de olsa, Suriye topraklarına ve Akdeniz'e erişimini koruma konusundaki “aceleci” tavrını özetledi.

 Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)Rusya, Esed'in devrilmesinden bu yana Moskova'ya yaptığı ilk ziyarette Şeybani'yi ağırladı (AFP)

Suriyeliler, Lavrov ve Şeybani arasındaki görüşmede genel bir diplomatik denklik tablosuna ulaşmadan önce, Esed Suriyesi döneminde alışılan itaatkarlıktan uzak olduklarını açıklayan bir beden dili benimsemeye çalıştılar. Suriye Dışişleri Bakanı, ülkesinin Moskova'nın Esed rejimiyle ekonomik, güvenlik ve askeri alanlarda imzaladığı tüm önceki anlaşmaları kapsamlı bir şekilde yeniden değerlendirmeye çalıştığını gizlemedi. Bu yeniden değerlendirme, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceğini şekillendirmeyi amaçlıyor.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ise ülkesinin, Suriye halkının tercihlerine saygı duyduğunu ve Moskova'nın Şam'daki yeni yönetimle iş birliği yapma isteğini dile getirdi. Hatta yaptırımların kaldırılması çağrısında bulundu.

Şantaj mı yoksa oyunun kuralları mı?

GSM Merkezi Direktörü Dr. Asıf Melhem, The Independent Arabia'ya verdiği röportajda, “sözlü destek” sınırları içinde kalan Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması ve benzeri konularla ilgili özel görüşmelere rağmen, mevcut Suriye hükümetinin ABD ve Batılı ülkelere her zaman kesin olarak güvenmenin imkânsız olduğunu anladığını söyledi.

Melhem, iki yönetim arasındaki gergin tutumlarda gözle görülür bir değişim olduğunu ve Şam'ın Esed rejimine verdiği destek sebebiyle Moskova'ya şantaj yapmaya çalışırken, Rusların bir miktar esneklik gösterdiğini belirtiyor. Melhem, “Yeni hükümet, ‘sizin yardımınız olmasaydı Esed çoktan devrilmişti’ demek istedi ve bu nedenle Rus yönetiminden tazminat ödemesini ve Esed'i teslim etmesini talep etmeye başladı” diye devam etti.

Ciddi Suriyeli yetkililer, Suriye'deki askeri üslerin Rusya için acil bir ihtiyaç ve Moskova tarihinde bir dönüm noktası olduğuna inanıyor. Ama durum böyle değil. Rusya'nın ihtiyacı olduğu doğru, ancak beklendiği kadar acil ve kaçınılmaz değil.

Rus GSM Merkezi’nin Direktörü, siyasette her pozisyonun bir bedeli olduğuna inanıyor. Rusya, Suriye'deki üslerini elinde tutmakla ilgileniyor ve bunları korumanın yanı sıra, Esed iktidarından önce bile Suriye ile iyi olan ilişkilerini sürdürmek istiyor.

Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)Haberler, Rus bombardımanı nedeniyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koyuyor (AFP)

Direktör şu açıklamada da bulundu: “Her halükarda, üsler Moskova için bir ölüm kalım meselesi değil. Örneğin Suriye kıyılarını ele alırsak, Ruslar açısından Akdeniz'e erişimin tek yolu Karadeniz, Cebelitarık Boğazı veya Süveyş Kanalı’dır. Bu koridorlar ise belirli anlaşmalara tabi. Bu nedenle, özellikle Rusya, herhangi bir bölgede yaşanabilecek beklenmedik gelişme korkusuyla askeri varlığını çeşitlendirmeye başladı. Sudan, Libya ve Eritre'de askeri üsler kurma girişiminde bulundu. Zira üslerinin bulunduğu ülkelerde bazı siyasi değişiklikler yaşanabileceğinin ve bu durumda üslerini korumanın zorlaşabileceğinin farkında.”

Ekim 2011'de Moskova, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olarak, eski Suriye devlet başkanı Beşşar Esed'in istifasını isteyen Batı destekli kararlara karşı veto yetkisini kullanmaya başladı. Bu veto, 8 Aralık 2024'e kadar süren Suriye savaşı boyunca tekraren devam etti. Eylül 2015’te de askeri müdahalede bulundu. O dönemde Rus güçleri, DEAŞ ve terör örgütü olarak tanımladığı el-Kaide'nin Suriye kolu Nusra Cephesi de dahil olmak üzere muhalif grupları hedef aldıklarını kabul ettiler.

Bununla birlikte haberler, özellikle Kuzey Suriye'de Rus bombardımanları sebebiyle sivillerin zarar gördüğü olaylarda artış olduğunu ortaya koydu. Bu durum, milyonlarca insanın Türkiye yakınlarındaki veya sınırındaki kamplara göç etmesine yol açtı. Bu arada, Ekim 2016'da Moskova, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki koltuğunu kaybetti.

Rusya-Suriye ilişkileri, Suriye'nin bağımsızlığını tanıyan ilk rejim olan eski Sovyetler Birliği dönemine kadar uzanıyor. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre iki ülke arasında kurulan diplomatik ilişkiler ve stratejik ittifak, Hafız Esed'in Suriye'de iktidara gelmesiyle (1970'ten 2000'e) zirveye ulaştı.

Ekonomik ilişkiler

Tüm bunların bir uzantısı olarak Moskova, Şam ile ilişkilerini korumaya çalışıyor. Son görüşme de yeni bir koordinasyon aşamasının başlangıcı sayıldı. Rusya yalnızca siyasi ve askeri düzeylerde değil, ayrıca Suriye'nin yeniden inşası ve istikrarının sağlanması konusunda da kapsamlı yardım sunma isteğini dile getirdi.

Gözlemciler, bu görüşmenin kanlı bir dönemin ardından açık oynamaya ve yeni bir sayfa açmaya yönelik daha geniş bir çabanın parçası olduğuna inanıyor. Bu adımlar, sivillerin ölümüne ve geniş bir bölgede köy ve kasabalarda hâlâ görülebilen yıkıma yol açan bombardımanlar sebebiyle Rusya'nın kendileriyle karanlık bir geçmişe sahip olduğunu düşünen Suriyelilerin kızgınlığına rağmen atılıyor. Rusya'nın yeniden inşaya katılması yakıp yıktıklarını telafi etmenin, diğer yandan da yatırım ve çok sayıda anlaşmanın değerlendirilmesi yoluyla sıcak sulara dönüşün bir yolu olabilir.

 Dr. Asıf Melhem ise, Suriye ile Rusya arasında fosfat, petrol, doğalgaz ve Tartus Limanı alanındaki yatırımlar için imzalanan sözleşmelerin rejimin devrilmesinden çok önce iptal edildiğini vurguluyor. Bu sözleşmeler kapsamında Suriyeli şirketler ile ortak olan Rus şirketlerinin, hisselerini ortaklarına devrettiklerinin, dolayısıyla ziyaretin, bu anlaşma ve sözleşmelerin yeniden değerlendirilmesi bağlamında yapıldığının altını çiziyor.

Buna ilave olarak Rusya, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi ve uluslararası alanda önemli bir varlığa sahip. Dünyanın en büyük ikinci gücü. Melhem bunun önemli olduğuna inanıyor, zira bu sebeple Rusya’nın görüşleri dikkate alınıyor. Dolayısıyla Rusya ile ilişkiler sürdürülmeli, bu durum şüphesiz Suriye'ye fayda sağlayacaktır.

Öte yandan Şam, Rusya'nın Suriye'ye ihtiyacı olduğunu iddia ederek durumu abartmaya çalışıyor. Melhem’e göre bu doğru değil, çünkü Suriye'nin toplam yüzölçümü Moskova ve kırsalının yüzölçümünü aşmıyor ve Rusya, eğer zorunda kalırsa ve bölgede kalmasının bedelinin elde edeceği faydadan daha büyük olduğunu görürse, sonunda bu üslerden vazgeçebilir.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafından Independent Arabia'dan çevrilmiştir.