İsrail arşivlerinde Ekim Savaşı'na ilişkin neler var?

İsrail arşivleri savaşın 50’inci yıl dönümünde açıldı.

Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
TT

İsrail arşivlerinde Ekim Savaşı'na ilişkin neler var?

Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)
Suriye ordusuna destek için Golan Tepeleri'ne doğru yola çıkan Ürdün tankları. (Getty İmages)

Sami Mubayyad

Uzun yıllar boyunca Arap milliyetçileri, kanıt veya delil olmaksızın, merhum Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal'ın, 1973'teki meşhur 6 Ekim Savaşı'ndan birkaç gün önce İsrail'e oldukça doğru bilgiler verdiğini söylediler.

Bu, 1948'deki ilk Filistin Savaşı, 1956'daki Süveyş Savaşı ve 1967'deki Haziran Savaşı'ndan sonra Ortadoğu çatışma tarihindeki dördüncü savaştı. İsrail, 1967 savaşını ‘Altı Gün Savaşı’ olarak adlandırdı ve bu savaşta Golan Tepeleri, Sina Yarımadası, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü işgal etti. Ekim Savaşı (İsrail'de Yevm el-Gufran Savaşı veya ‘Yom Kippur’ olarak bilinen) yaklaşık 3 bin İsrail askerinin ölümüyle sonuçlandı. Arap tarafından ise 3 bin ila 3 bin 500 Suriyeli ve 5 binden fazla Mısırlı askerin öldüğü tahmin ediliyor.

Fotoğraf Altı: Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal. (AFP)
Ürdün Kralı Hüseyin bin Talal. (AFP)

Bu savaş, Arap liderleri, Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed ve Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat için kariyerlerinde büyük bir dönüm noktasıydı. Her ikisi de 1970'te iktidara geldi ve savaşta önemli rol oynadılar. Savaş hakkında çok şey yazıldı. Kahire'de Sedat, savaştaki başarısından dolayı ‘Barlev Hattını Aşan Kahraman’ olarak anıldı. Esed ise Şam'da ‘İki Kasım Kahramanı’ olarak anıldı. (1970 Kasım ayındaki askeri darbeyle iktidara geldi ve 1973 Ekim ayındaki savaşta önemli bir rol oynadı.)

İsrail arşivlerinde adı geçen Kral Hüseyin

Al-Jazeera kanalında ve ‘Çok Gizli’ (Sırri Lil Gaye) adlı tanınmış programında anlatılan hikâyeye göre Kral Hüseyin, 1967'deki acı deneyiminden sonra Suriye ve Mısır’ının yanında savaşa girmedi. Bu deneyim, Kral Hüseyin'e Batı Şeria ve Doğu Kudüs'ü kaybettirdi. Kanala göre Hüseyin, dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir'e telefon ederek onu Suriye-Mısır'ın Yıpratma Savaşı'ndan sonra gerçek bir savaşa girme planı konusunda uyardı. Bazı insanlar, Kral Hüseyin ve Golda Meir arasındaki hikâyeyi, daha önce tarih kitaplarında yer alan ve kesin olarak kanıtlanmış olan bir olaya dayandırıyorlar. Kral Hüseyin'in büyükbabası Ürdün'ün kurucusu Kral I. Abdullah, 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun Filistin'i taksim etme kararının ardından Golda Meir ile bir araya gelerek, İsrail'e tahsis edilen bölgelerde savaşmaktan kaçınacağını söylemişti.

6 Ekim 2023'te savaşın ellinci yıl dönümü yaklaşırken Başbakanlığa bağlı İsrail Arşiv Merkezi bugün, 1973 savaşına ilişkin binlerce belgeyi yayınladı. Aralarında bu tarihsel iddianın kanıtı, Golda Meir'in Ofis Müdürü Elie Mizrahi'nin not defteri de bulunuyor.

6 Ekim 2023'te, savaşın 50’inci yıl dönümü yaklaşırken Başbakanlığa bağlı İsrail Arşiv Merkezi bugün, 1973 savaşına ilişkin binlerce belgeyi yayınladı.

Mizrahi'nin evraklarında, Hüseyin'in 25 Eylül 1973'te Meir ile acil bir randevu talep ettiği ve bunun için İsrail'e geldiği yazıyor. İsrail İstihbarat Servisi (Mossad), Kral Hüseyin'e ‘LIFT’ veya ‘Kaldırmak’ olarak kodlanmış bir takma ad veriyordu. Buluşma, Tel Aviv yakınlarındaki bir Mossad merkezinde düzenlendi. Hüseyin, konuşmasına Suriye'nin askeri hazırlıklarından bahsederek başladı, Mısır'dan hiç bahsetmedi. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre Mizrahi'nin defterinde şu ifadelere yer veriliyor:

"(LIFT) bize, çok hassas kaynaklardan öğrendiğine göre Suriye'nin hazırlıklarının tamamlandığını ve Suriye kuvvetlerinin hava kuvvetleri de dahil olmak üzere, iki gündür tam teçhizatla hazır olduklarını söyledi."

Meir, Suriyelilerin Mısır ordusunun aktif katılımı olmadan savaşa girip giremeyeceğini sordu. Kral, buna şüpheyle baktığını ve tarafların iş birliği yapacağını söyledi. O sırada İsrail Askeri İstihbaratının Başkanı olan Eli Zeira, Kral Hüseyin'in bilgilerinin ‘yetersiz’ olduğunu ve bu değerlendirme nedeniyle ciddiye alınamayacağını belirtti.

Cemal Abdunnasır'ın damadının rolü

7 Eylül 2023'te yayınlanan belgelere göre İsrail'e ikinci bir uyarı, bu kez Mısır'ın Eski Cumhurbaşkanı Cemal Abdunnasır'ın damadı olan Eşref Mervan'dan geldi. Eşref Mervan hakkında uzun zamandır şüpheler vardı ve birçok Mısırlı yazar, onun gerçekte Mossad ile çalıştığını ancak aynı zamanda kendi istihbarat teşkilatı lehine iki taraf için çalışan ajan olduğunu belirtti. Eşref Mervan, 1973'te Cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın ofisinde çalışıyordu ve ona en yakın isimlerden biriydi. Birkaç yıl önce ‘Melek/ The Angel’ (İsrail'in onunla olan ilişkilerinde kullandığı takma ad) adlı bir kitap yayınlandı ve daha sonra Netflix tarafından aynı isimle filme dönüştürüldü.

Fotoğraf Altı: Eşref Mervan. (Getty Images)
Eşref Mervan. (Getty Images)

Yeni belgeler, Melek’in Yom Kippur Savaşı'ndan saatler önce Mossad Başkanı Zvi Zamir ile buluştuğunu ve "Savaş yüzde 99 ihtimalle yarın başlayacak" dediğini ortaya koyuyor. Zamir, askeri istihbarat başkanından daha bilinçli görünüyordu ve Eşref Mervan'ın sözlerini ciddiye aldı. Savaşın başlamasından altı saat önce, Golda Meir'e şifreli bir telgraf göndererek savaşın ‘saatler içinde’ başlayacağını söyledi. Bilindiği üzere Eşref Mervan, 27 Haziran 2007'de Londra'daki evinin balkonundan düşerek gizemli bir şekilde öldü. Bazıları intihar ettiğini, diğerleri ise öldürüldüğünü iddia etti.

Elie Mizrahi'nin not defteri

Araştırmacılar, yayınlanan belgeleri tasnif ve analiz etmeyi henüz tamamlayamadı. Arap okuyucular, belgeler İbranice olduğu için henüz okuyamadılar. Meir'in ofis müdürü ve özel sekreteri olan Eli Mizrahi'nin not defteri bin sayfadan oluşuyor. Okuyucu, sahibinin yazısının belirgin şekilde kötüleşmesi ile yorulduğunu ve bazen farklı bir renkte yeni bir kaleme geçmesiyle mürekkebinin ne zaman kuruduğunu anlayabiliyor.

Araştırmacılar, yayımlanan belgeleri tasnif ve analiz etmeyi henüz tamamlamadı ve Arap okuyucular, İbranice oldukları için bunları okuyamadı.

Örneğin, Mizrahi, 7 Ekim 1973'te Golda Meir'in Suriye cephesindeki durumun ne kadar tehlikeli olduğunu tam olarak anladığını ve 1967'den beri işgal altındaki Golan köylerinden çekilmeye karar verdiğini söylüyor. Ayrıca Meir’in komutanların görüşünü almak için 6:15'te askeri harekat odasına girdiği ve 8:05'e kadar ofisine dönmediğini belirtiyor. Yirmi dakika sonra İsrail ordusunun savaşın ilk günündeki kayıplarını telafi etmek için ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Henry Kissinger'ı aradı ve askeri komutanların raporunu ondan sakladı ve kendisine çekilme niyeti hakkında hiçbir şey söylemedi, böylece bu durum Başkan Richard Nixon yönetiminin askeri takviye gönderme kararını etkilemeyecekti.

2017'de yayımlanan belgelerle karşılaştırma

İsrail Ulusal Arşivi, 400 milyon belgeden oluşuyor. Bu belgeleri kopyalamak, analiz etmek ve tasnif etmek için 17 araştırmacı görev yapıyor. Bu araştırmacılar, hepsi Başbakanlık'a bağlı olan memurlar. Şimdiye kadar sadece 30 bin belge kopyalandı. Bunların arasında, 3 bin 500 sayfadan oluşan (bin 400 dosya, bin fotoğraf, 750 ses kaydı ve sekiz video) Ekim 1973 Savaşı ile ilgili belgeler de var. ‘Gizli’ olarak sınıflandırılan bazı belgeler, Ekim 1973 Savaşı'nın 90’ıncı yıl dönümü olan 2063 yılına kadar açılmayacak. Dünyanın çoğu ülkesi, hükümet belgelerini 30 ila 50 yıl arasında saklar. İsrail, yıllar önce Filistin'in Birinci Savaşı ile ilgili belgeleri yayınlamıştı, ancak deneyimli tarihçiler, Benny Morris, Avi Shlaim ve Ilan Pappé tarafından incelendikten sonra bunları hızla geri çekilp tekrar gizledi. Çünkü bu belgeler, o günlerde Filistin halkına karşı işlenen suçların boyutunu ortaya koyuyordu. Bu suçlar arasında, infazlar, Arapların evlerinden zorla tahliye edilmesi ve evlerinin dinamitle yıkılması yer alıyordu.

Fotoğraf Altı: Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat. (Shutterstock)
Mısır’ın eski Cumhurbaşkanı Enver Sedat. (Shutterstock)

Binyamin Netanyahu yönetimi, o gün hükümet belgelerinin gizlilik süresini 70 yıla çıkarmaya karar verdi. Bu, Nekbe’nin (Filistinlilerin 1948'de evlerinden sürülmesi) tam dosyalarının ancak 2038'de ve Nekse’nin (1973 Arap-İsrail Savaşı) dosyalarının 2057'ye kadar açılmayacağı anlamına geliyor. Bu nedenle, Ekim 1973 Savaşı arşivlerinin açılması, bir gelenek değil, bir kuralın ihlali olarak kabul edilebilir.

İsrail, 2017 yılında da benzer bir adım atmıştı. İsrail, o zaman 1967 Altı Gün Savaşı'nın 50. yıldönümünde 150 bin belge yayınladı. Bu belgelerde, İsrail'i suçlayacak herhangi bir yeni bilgi veya ayrıntı yoktu. Sadece Başbakan Levi Eşkol hükümetinin 36 oturumunun tutanaklarından oluşuyordu. Bu tutanaklara göre bu kapalı oturumlardan birinde, Eşkol, Mısır ordusu tarafından askerler üzerinde ‘gerçek bir katliam’ yapılabileceğinden endişesini dile getirdi. İsrail Genelkurmay Başkanı İzak Rabin, İsrail'in ilk ateşi açması gerektiğini söyleyerek sözünü kesti. Savunma Bakanı Moşe Dayan da ona katıldı ve "Saatler içinde Beyrut'ta olacağız" dedi. Ancak Dışişleri Bakanı Abba Eban, bunun ülkeyi ‘dinamit fıçısına’ çevireceğini söyleyerek karşı çıktı. Eşkol gülümseyerek "Bana kalsa, tüm Arapları Brezilya'ya gönderirdim" ifadelerini kullandı.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.



Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
TT

Sudan Savaşı: Londra’daki konferansın başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından şimdi ne olacak?

Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025
Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noël Barrot, İngiltere Dışişleri Bakanı David Lammy ve Afrika Birliği (AfB) Siyasi İşler, Barış ve Güvenlik Komiseri Bankole Adeoye Londra'da düzenlenen Sudan konulu barış konferansına katıldılar, 15 Nisan 2025

Emced Ferid et-Tayyib

Sudan'daki yıkıcı savaşın patlak vermesinin ikinci yıldönümünde, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın ev sahipliğinde Londra'da düzenlenen Sudan konulu konferans, Sudan kriziyle nasıl başa çıkılacağı konusunda uluslararası aktörler arasındaki derin görüş ayrılıklarını ortaya koydu. Sudan hükümeti ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) katılmadığı konferansta, uluslararası katılımcılar tarafından üzerinde mutabık kalınan bir sonuç bildirgesinin yayınlanamaması bu görüş ayrılıklarının en bariz göstergesiydi.

Sudan’daki savaş üçüncü yılına girerken insani, siyasi ve güvenlik riskleri artmaya devam ediyor. Uluslararası toplum ise Sudan kriziyle etkin ve gerçekçi bir şekilde başa çıkmak için ortak bir stratejiye ulaşıyor.

Sudan'a yönelik uluslararası yaklaşımlardaki temel sorun, Sudan ordusu ile HDK arasında sahte bir ‘eşdeğerlik’ benimsenmesinden kaynaklanıyor. Bu yaklaşım sadece analitik açıdan hatalı değil, ahlaki açıdan da kabul edilemez. HDK, Sudan devletinin bir kurumu olan Sudan ordusuyla eşit düzeyde meşru bir siyasi veya askeri aktör olarak ele alınamaz. Bunun yanında uluslararası aktörler, Ekim 2021 darbesinden bu yana hükümetin gayrimeşru olduğunu savunarak, Sudan ordusunu Sudan hükümetinden ayrı ve bağımsız bir varlık olarak ele almakta ısrar ediyor. Ancak Sudan ordusu, Sudan devletinin önemli bir parçası ve ona hükümetten ayrı muamele etmek, siyasi alanı daha da askerileştirme riski taşıdığı da bir gerçek. Bu durum, tamamen askeri bir hükümete doğru kayma riskini artırmakta, demokratikleşme beklentilerini engellemekte ve otoriter yolları güçlendirmektedir.

Londra konferansındaki çıkmaza HDK'nın Kuzey Darfur'un yönetim şehri ve Sudan ordusunun Darfur bölgesindeki son kalesi olan el-Faşir'e sadece on beş kilometre uzaklıktaki Zemzem Mülteci Kampı’na yaptığı son saldırı eşlik etti. Tanıklara göre 11 Nisan 2025 tarihinde HDK üyeleri kampı ele geçirerek etnik temelli katliamlar ve insani yardım çalışanlarına yönelik saha infazları gerçekleştirdi. Bu infazlar arasında, kampta faaliyet gösteren son tıbbi klinik olan Uluslararası Mülteci Örgütü (IRO) kliniğinden dokuz sağlık personeli de bulunuyordu. Tüm bu zulümler, HDK tarafından el-Faşir şehri ve çevresindeki Zemzem ve Ebu Şuk gibi mülteci kamplarına bir yıldan uzun süredir uygulanan ve insani durumu daha da kötüleştiren kuşatmanın ardından meydana geldi.

Geçtiğimiz yılın ağustos ayında Zemzem Mülteci Kampı’ndaki gıda güvensizliği boyutunun, Entegre Gıda Güvenliği Aşama Sınıflandırması’nın (IPC) 5. aşaması olan ‘felaket/kıtlık’ seviyesinde olduğu ilan edildi.

Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF) mülteci kampında her iki saatte bir en az bir çocuğun açlık veya hastalık nedeniyle hayatını kaybettiğini bildirdi.

Londra'daki konferansa katılan birçok ülkenin temsilcileri için HDK ile normalleşmeyi öneren ya da onu uluslararası arenada tanınan Sudan hükümeti ile eşit konuma getiren her metin danışıklı dövüş kokuyor. Bu durum, Lancaster Sarayı'nda gerçekleşen konferansa katılımın, diplomatik inceliklerin ötesinde daha derin ikilemleri ve anlaşmazlıkları gizlediğini yansıtıyordu. Bazı bölge devletlerinin HDK'ya -süregelen silah sevkiyatları ve altyapıya saldırmak için kullanılan insansız hava araçları (İHA) da dahil olmak üzere- askeri ve lojistik destek sağlamaya devam etmesi çok çeşitli uluslararası diplomatik ve siyasi çevreler tarafından kabul edilemez hale geldi. Başta Temsilci Sarah Jacobs ve Senatör Chris Van Hollen olmak üzere ABD Kongresi'nin bazı üyeleri bu desteğin altını özellikle çizdi. Bu desteğin Sudan'da devam eden savaşın ana nedeni olduğu vurgulandı.

Sudan ordusunun sicili suistimallerden arınmış değil, ancak bağımsız sayısal izleme raporları HDK milisleri ile aralarındaki büyük farkı ortaya koyuyor.

Ancak bölge ülkeleri için en tehlikeli gelişme, HDK'nın 2025 şubatında Nairobi'de diğer güçlerle birlikte Darfur merkezli Sudan hükümetine paralel bir hükümet kurmak için anlaşmasıdır.  Bu gelişme, milislerin el-Faşir’i ele geçirme çabalarının artmasını açıklarken, Sudan'ın bölünme ihtimalini arttırma tehdidi yaratıyor. Bu da diğer uluslararası aktörlerden çok yakın komşularını etkileyen jeopolitik bir risk ve savaşın uzamasına katkıda bulunan yeni bir gerçeklik yaratacak.

Konferans sırasında binlerce Sudanlı, uluslararası etkileşimin kendisini reddetmek için değil, daha ziyade Sudan'da devam eden çatışmayı körüklemekle suçlanan bazı ülkelerin katılımına itiraz etmek için konferansın gerçekleştiği binanın önünde protesto gösterileri düzenledi. Ancak bu protestolar, bazı Batılı diplomatların halkın öfkesinin gerçek bir ifadesinden ziyade Sudan hükümetinin resmî açıklamalarında yer alan görüşlerinin bir uzantısı olarak değerlendirerek, bu protestoları küçümsemeleri nedeniyle dikkate değer bir ilgisizlikle karşılandı. Oysa bunlar halkın öfkesinin gerçek bir ifadesi bile değildi. Bu durum, Sudan’daki gerçekliği kasıtlı olarak inkâr etmeye devam eden ve Sudanlıların iradesini ve ülkelerinin kaderini belirleme ve egemenliğini koruma konusundaki doğal haklarını görmezden gelen Batı'nın yanlış hesaplarını açıkça ortaya koyuyor.

cdfgrthy
HDK'nın 15 Nisan'da Kuzey Darfur'daki Zemzem Mülteci Kampı’na saldırmasının ardından etraftaki Sudanlı kadın ve çocuklar (Reuters)

Bu dinamik, Batılı aktörlerin ve uluslararası kuruluşların Sudan ihtilafını ele alma yaklaşımlarını sürekli olarak zayıflatan derin ve sistematik bir analitik başarısızlığı ortaya koyuyor. Bu aktörlerin değerlendirmeleri, çatışmayı ulusal bir trajediden ziyade kaybedilen siyasi gücü yeniden kazanmanın bir aracı olarak gören ve Batılı diplomatik çevrelerle yakın bağları olan dar bir Sudanlı elit çevresinin siyasi isteklerine bağlı kalıyor. Bu özlemler, Sudan'daki çatışmanın, Sudan ordusu ve HDK arasında sahte ve yapay bir denklik tezini desteklemeye çalışan bir uluslararası analiz merceği yarattı.

Bu yaklaşımın temel metodolojik kusuru inatçı katılığından kaynaklanıyor. Sürekli ortaya çıkan gerçeklere kayıtsız kalıyor ve kendisiyle çelişen kanıtlar artmasına rağmen değişmiyor. Uluslararası aktörler, ortaya çıkan gerçeklere uyum sağlamak yerine, gerçekler gözden düşse bile, dogmatizmin sınırlarında dolaşan ideolojik bir hararetle ilk değerlendirmelerine bağlı kaldılar. Bu bilişsel önyargı, sadece Sudan hükümeti arasında değil, Sudan halkı arasında da dış müdahalelere karşı bir şüphecilik iklimine yol açtı. Daha da önemlisi, yabancı aktörlerin çatışmanın gerçeklerine hitap eden müdahaleler tasarlama kabiliyetlerini zayıflatıyor. Bu çabaların analitik temeli en başından kusurlu ve milyonlarca Sudanlının yaşadığı gerçeklikten tamamen farklı olan çarpıtılmış bir gerçeklik algısına dayanıyor. Verimsiz ve etkisiz bir uluslararası angajman döngüsünü sürdürüyor.

Sudan ordusu ihlallere bulaşmamış değil. Ancak bağımsız nicel izleme raporları, Sudan ordusunun HDK ile arasındaki büyük farkı ortaya koyuyor. Silahlı Çatışma Konumu ve Olay Verileri Projesi'nin (ACLED) 2024 yılında HDK'ya atfedilen yaklaşık bin 300 olaya karşılık, Sudan ordusunun sivil kayıpların yaşandığı yaklaşık 200 olaydan sorumlu olduğunu bildirdi.

HDK gerçek bir terör kampanyası yürütürken, destekçileri olası bir baskıya karşı koruyucu gibi davranıyor.

Uluslararası toplumun Sudan'a yönelik mevcut tutumu, Batılı güçlerin Bosna hükümeti ile Sırp milisler arasında sistematik etnik temizlik ve soykırım uygulandığına dair açık kanıtlara rağmen sahte bir eşdeğerlik politikası benimsediği, Bosna Hersek savaşının ilk günlerindeki tutumuyla çarpıcı bir benzerlik taşıyor.

Uluslararası aktörler tüm taraflara eşit derecede suçlu muamelesi yaparak zulmü durdurmak için kararlı ve gerçekçi müdahaleyi engelledi, Sudan'dakine benzer bir denklik yanılsaması yaratarak savaş suçlularını meşrulaştırdı ve başta Srebrenitsa Soykırımı olmak üzere zulümlerin kontrolsüz bir şekilde devam etmesine izin verdi. Bu ahlaki kararsızlık sadece failleri cesaretlendirmekle kalmadı, nihayetinde müdahaleyi daha maliyetli ve karmaşık hale getirdi. Yıllar süren önlenebilir acılar, NATO’nun hava saldırıları ve Dayton Anlaşmaları’nın imzalanmasıyla sona erdi. Bu olay, açık bir saldırganlık karşısında diplomatik tarafsızlığın, dünyanın bir daha asla müsamaha göstermemeye yemin ettiği suçları nasıl mümkün kılabileceğine dair çarpıcı bir ders niteliğindeydi. Yine de 2023 yılında HDK tarafından Masalitlere karşı etnik temizlik gerçekleştirmesi, kısa bir süre önce Zemzem Mülteci Kampı’na saldırması ve bunlar arasında sayısız sistematik zulümde bulunmasından sonra bile, dünya halen kayıtsız kalmaya devam ediyor.

Bu dengesizlik, bilginin ve alternatif anlatıların silah haline getirilmesi ve bir savaş aracı olarak kullanılmasıyla körüklendi. Bunun belki de en belirgin tezahürü, bu savaşı Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve radikal İslamcılara karşı bir savaş olarak göstermeye çalışan medya kampanyasıdır. Kıtlık ve soykırım Darfur bölgesini kasıp kavururken, Müslüman Kardeşler'in HDK saflarındaki ve üst düzey lideri arasındaki köklü varlığı görmezden geliniyor. Radikal İslamcılık hayaleti, uluslararası toplumun dikkatini işlenen zulümlerden uzaklaştırmak ve HDK'ya verilmeye devam eden dış desteği meşrulaştırmak amacıyla stratejik bir sis perdesi olarak kullanılıyor. Bu anlatı, Batı'yı radikal siyasal İslamcılığın ve terörizm hayaletinin Sudan'da yeniden ortaya çıkması konusunda korkutmayı amaçlarken, HDK'nın toplu katliam, etnik şiddet, cinsel kölelik ve sivil altyapının tahribatı gibi sistematik terör eylemleri gerçekleştirdiği gerçeğini görmezden geliyor. İronik olan ise HDK gerçek anlamda terör estirirken, destekçilerinin potansiyel bir terör kampanyasına karşı koruyucuymuş gibi davranması. Gerçeğin bu şekilde kasıtlı olarak çarpıtılması sadece uluslararası toplumu yanıltmakla kalmıyor, aynı zamanda soykırımın 'terörle mücadele' gibi yanıltıcı bir söylemin arkasına gizlenmesine de olanak sağlıyor.

dfgtrhy
Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Abdulfettah el-Burhan Port Sudan'daki savaş kurbanlarının ailelerine destek için bir girişim başlattı, 26 Nisan 2025 (AFP)

Bu anlatının, özellikle de milislerin destekçileriyle ilişkili Sudanlı politikacılar arasında yaygın bir şekilde desteklenmesi sadece mantığa aykırı olmakla kalmıyor, aynı zamanda medya etkisinin ve stratejik mesajlaşmanın meşruiyet üretmek için ne ölçüde silah haline getirildiğini de ortaya koyuyor. Medya üzerindeki hegemonya ile dikkatlice gizlenen bu çelişkiler, Batı'nın Sudan krizine ilişkin algılarını derinden çarpıtırken, politik tepkilerinin tutarlılığını ve güvenilirliğini zayıflattı. Böyle bir atmosferde dış aktörlerin sahadaki gerçekleri doğrulamak için çabalarını iki katına çıkarmaları gerekiyor.

Dahası, Batılı politika çevreleri, eski Başbakan Abdullah Hamduk liderliğindeki Tekaddum İttifakı’nı kurup finanse ederek, Sudan'da müdahaleleri için tercih edilen bir ortak olarak kontrollü bir siyasi koalisyon oluşturmaya ve finanse etmeye çalıştı. Bu yaklaşım, saflarında HDK sempatizanları olduğuna dair açıkça yapılan uyarılara rağmen devam etti.

Sonuç ise tahmin edilebilir ve yıkıcıydı. Önemli miktarda mali ve uluslararası destek ve siyasi meşruiyet elde eden Tekaddum İttifakı bölündü ve yerini ‘Kuruluş’ adında yeni bir siyasi oluşuma bıraktı. Bu oluşum, mevcut çatışmadaki en ciddi zulümlerden sorumlu olan aynı milislerle paralel bir hükümet kurmak amacıyla HDK ile açık bir siyasi ve askeri ittifak ilan etti. Batı'nın sivil tarafı güçlendirme bayrağı altında bu sonucu desteklemesi, sahadaki açık sinyalleri görmezden gelmeyi seçen uluslararası aktörlerin bilgeliği ve stratejisi hakkında acil yanıt bekleyen soru işaretlerini ortaya koydu. Daha da önemlisi, bu durum nasıl düzeltilebilir?

Dünya şimdi Sudan’la ilgili bir gerçeklik anıyla karşı karşıya. Sudan ordusu ve HDK arasındaki yapay, sahte ‘denkliğe’, hesap verebilirliği baltalayan ve soykırım ve savaş suçları işleyen suçluları ne barışı garanti eden ne de istikrarı yeniden tesis eden siyasi vaatlerle ödüllendiren bir yaklaşıma tutunmaya devam mı edecek? Yoksa stratejisini, dış mihraklar veya vekillerle yapılan müzakerelerle değil, egemen ve sürdürülebilir bir barış isteyen sıradan Sudanlıların istekleriyle uyumlu olacak şekilde yeniden mi düzenleyecek?

Londra konferansının başarısızlığı, kısmi tedbirlerin sınırlarını gözler önüne serdi. Dünya, HDK gibi aktörlere ve onların dışarıdan destekçilerine hesap sormayarak suç işlemeye devam etmelerine izin veren kısa vadeli çözümler peşinde koşmaya devam etmekle, Sudan halkının refahına öncelik veren ilkeli, gerçeklere dayalı bir politikaya bağlı kalmak arasında seçim yapmalı. BM sürdürülebilir kalkınmayı, gelecek nesillerin kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmelerini tehlikeye atmadan bugünün ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik çabalar olarak tanımlıyor. Sudan'da sürdürülebilir barışın sağlanması da ‘barışı gelecekte riske atmadan şimdi sağlamak’ şeklindeki benzer bir düşünce yapısını gerektiriyor. Sudan'da sürdürülebilir barış, basmakalıp açıklamalarla ya da kapalı kapılar ardında yapılan güç simsarlıklarıyla sağlanamaz. Bunun için kimin savaş suçu işlediğine dair sarsılmaz bir dürüstlük, milisler tarafından gerçekleştirilen zulümlerin kategorik olarak reddedilmesi ve en çok acı çekenlerin sesleriyle gerçek bir dayanışma içinde olunması gerekir.