ABD’nin Cezayir politikası değişiyor mu?

AFP
AFP
TT

ABD’nin Cezayir politikası değişiyor mu?

AFP
AFP

Rabia Haris

Cezayir-Washington hattına hızlıca baktığımızda Cezayir Dışişleri Bakanı Ahmed Attaf’ın geçen Ağustos ayında Washington’a yaptığı ziyaret ve burada ABD’li mevkidaşı Antony Blinken, Dışişleri Bakanlığı ve Ulusal Güvenlik Konseyi’ndeki üst düzey yetkililerle yaptığı toplantının da gösterdiği yoğun diplomatik hareketleri yakından göreceğiz.

Cezayir ile ABD arasındaki bu siyasi temasların çerçevesinde son olarak, Cezayir Genelkurmay Başkanı Korgeneral Said Şangariha ile CIA Direktörü William Joseph Burns arasında, iki yetkilinin ilk kez doğrudan ve aleni olarak iletişim kurduğu görüşmeler gerçekleşti.

Yoğun hareketlilik

Cezayir Savunma Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Şangariha, William Burns ile telefon görüşmesinde bulunurken, iki tarafın ortak çıkar konularını ve iki ülke arasında güvenlik alanında koordinasyonun güçlendirilmesini ele aldı. Görüşme, her iki tarafın da özellikle terörle mücadele alanında güvenlik koordinasyonunun ulaştığı düzeyden duyduğu memnuniyeti ifade etmesi için bir fırsattı.

Bu görüşmeler, Cezayir Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Lounes Mokarman ile ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Josh Harris arasındaki toplantı ve doğrudan siyasi temastan yalnızca birkaç gün sonra gerçekleşti. Görüşme sırasında, iki ülke arasındaki stratejik diyaloğun gelecek Ekim ayında Washington’da düzenlenecek ve iki ülkenin dışişleri bakanlarının başkanlığında gerçekleştirilecek bir sonraki oturumuna hazırlık amacıyla Cezayir- ABD ilişkilerine ilişkin pek çok konu ele alındı.

Cezayir Genelkurmay Başkanı Korgeneral Said Şangariha
Cezayir Genelkurmay Başkanı Korgeneral Said Şangariha

Ağustos ortasında Cezayir diplomasisi başkanı Ahmed Attaf, Washington’u ziyaret etti. Dışişleri Bakanı Antony Blinken ve aralarında Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Koordinatörü Brett McGurk ve şu anda Savunma Bakan Yardımcısı olarak görev yapmaya hazırlanan Devlet Bakanı Yardımcısı Derek Scholey'nin de bulunduğu bir dizi üst düzey ABD’li yetkiliyle görüştü.

Soru işaretleri

ABD Kongresi’nin 27 üyesinin Blinken’a ‘Cezayir’e yaptırımlar uygulama ve onu ABD’nin Düşmanları Yasası kapsamına alma’ çağrısı yapmasına rağmen Washington’un son birkaç gündür Cezayir’e dikkat çekici düzeydeki odaklanması, bunun zamanlaması ve nedenleri konusunda birden fazla soru işaretini gündeme getiriyor. Bu çağrıların gerekçesi, özellikle ülkeye Rus silahlarının tedariki için 7 milyar dolar değerinde bir anlaşma yapıldığı haberlerinin ardından Cezayir ile Rusya arasındaki artan ilişkilerin devam etmesiydi.

Gözlemciler, Cezayir-ABD temaslarının son dönemdeki yoğunluğunun, Cezayir'in diplomatik açılım arzusunu ve doğuya ve batıya doğru hareket etmek için entegre bir politika formüle ederek dönüşüm sürecine ayak uydurma istekliliğini doğruladığı konusunda hemfikir. Bu bağlamda Cezayir’in Vurkla vilayetindeki Kasdi Merbah Üniversitesi Hukuk ve Siyaset Bilimi Fakültesi’nde siyaset bilimi alanında yüksek öğrenim profesörü olan Kavi Bouhania, Majalla’ya yaptığı açıklamada “Cezayir diplomasisi, konumlandırma diplomasisi değil, daha ziyade stratejileri korurken müttefikleri çoğaltma diplomasisidir” dedi.

Uluslararası dönüşümler konusunda ise uzman araştırmacıya göre hızla dönüşen, iç içe geçen ve örtüşen bir dünyadayız ve Cezayir de diğer ülkeler gibi mevcut dönüşümleri iyi ele almak ve gerçekleri iyi okumak zorunda. Araştırmacı, “Bugün bir belirsizlik ortamında yaşıyoruz ve bu da bir kriz yönetimi stratejisi gerektiriyor. Belirsizlik durumu, uluslararası düzeyde birden fazla şirket kurmayı gerektiren, çok karmaşık ve sıklıkla değişen bir durum. Korona salgınının ortaya çıkacağını kim beklerdi? Rusya- Ukrayna savaşının çıkacağını kim beklerdi? Bu radikal değişiklikler, Cezayir’in gerçekliği derinlemesine okumasını ve bunun ışığında şirketler kurmasını gerektirdi” dedi.

Stratejik müttefik

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla dergisinden aktardığı habere göre Laghouat Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü öğretim görevlisi Ali Bakşiş, Cezayir’in tüm eksenlerle ilişkilerde denge kurma arzusuna değindi. Majalla’ya konuşan Bakşiş, “Cezayir, Cezayir’in Doğu’ya, özellikle de Rusya’ya yönelmesi hususunda öne sürülenlerin aksine, kendi yeteneklerine yakışan bir pozisyon almak ve bu nedenle dengeli ilişkiler sürdürmek istiyor. İki ülke arasındaki stratejik ilişkiler, özellikle Ukrayna krizinde pek çok kişinin bu ülkeye karşı önyargılı olmasına neden oldu’ açıklamasında bulundu.

CIA Direktörü William Burns
CIA Direktörü William Burns

Cezayir, Rusya ve Çin arasındaki olağanüstü yakınlaşmaya ve hatta ABD Kongresi üyelerinin Cezayir’e yaptırım uygulanması ve ABD’nin Düşmanları Yasası kapsamına alınması talebiyle başlattığı sert saldırıya rağmen ABD, iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmek için daha fazla çalışmak üzere harekete geçti.

Ali Bakşiş, konuyla ilgili olarak “ABD, Cezayir’in stratejik konumunun ve petrol piyasasındaki ağırlığının bilincindedir. Stratejik bir müttefik olmasa da, özellikle Afrika’daki çatışmalarda arabulucu rolü oynaması nedeniyle yeri doldurulamaz bir ortaktır” dedi.

ABD dış politikası, Kuzey Afrika bölgesi de dahil olmak üzere dünyadaki ekonomik ve güvenlik hedeflerini araştırmaya ve gerçekleştirmeye dayalı hale geldi. Özellikle Cezayir, eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminin son günlerinde İsrail ile barış anlaşması karşısında Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini aniden tanımasının ardından ABD- Cezayir arasındaki ilişkiler baltalanmış ve bir yol ayrımına girmişti. Bu bağlamda Profesör Ali Bahşiş, “ABD, Cezayir arenasını Rusya ve Çin’e bırakmayı reddediyor. Özellikle Trump’ın Fas’ın Batı Sahra üzerindeki egemenliğini tanıması ve ABD’nin otuz yıldır bölge halkının referandum yoluyla kendi kaderini tayin etme hakkına verdiği desteği göz ardı etmesi nedeniyle, iki ülke arasındaki ikili ilişkilerin ciddi bir dönüm noktasına girmesinden sonra bölgenin gelecekteki durumu hakkında Cezayir ile ilişkilerini sürdürmek istiyor” dedi.

Beyaz Saray Trump’ın kırıp döktüklerini toparlamaya çalışıyor

Uzman, “Başkan Joe Biden, Trump’ın tutumundan açıkça geri adım atmamış olsa da bu adımı desteklemiyor ve Trump'ın yönetiminin son günlerinde yaptıklarını düzeltmek için uygun fırsatı bekliyor olabilir. Çünkü Amerikalı karar alıcılar, Cezayir’in stratejik öneminin ve onu Rusya- Çin kampıyla daha fazla ittifaka itmenin tehlikesinin gayet iyi farkındalar” ifadelerini kullandı.

Cezayir de diğer ülkeler gibi mevcut dönüşümleri iyi yönetmek ve gerçekleri iyi okumak zorunda kaldı.

Trump döneminde iki ülke arasındaki diplomatik iletişim zayıftı. Ekim 2020’de Cezayir’e ilk ziyaretini gerçekleştiren ABD Savunma Bakanı Mark Esper’in ziyareti dışında, güvenlik ve ekonomik iş birliği gibi ortak çıkarlar veya bugün olduğu gibi karşılıklı ziyaretler konusunda herhangi bir görüşme yapılmadı. Esper’in ziyareti, 15 yıldır bir ABD Savunma Bakanı’nın Cezayir’e ilk ziyaretiydi.

Cezayir’deki Biskra Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında yüksek öğretim profesörü olan Dr. Nur es-Sabah Aknuş da Cezayir’in ‘Amerika'nın müttefiki’ olarak kaldığına inanıyor. Aknuş, yaptığı açıklamada “Çünkü Cezayir- ABD ilişkileri iki asırdan fazla bir geçmişe sahip özgün ilişkilerdir. Bu çok özel ilişkinin niteliğini, derinliği, birikimi, şimdiki ve gelecekteki gelişimi açısından analiz ederken üzerine inşa edilmesi gereken bir unsurdur. Mevcut diplomatik dinamik ışığında iki ülke arasında, Cezayir’in dış politikasının dengeli olduğunu ve büyük güçlerle aynı mesafede, ülkenin temel çıkarlarını dikkate alan pragmatizmle ilgilendiğini teyit eden stratejik bir ortaklığa varılması bekleniyor” dedi.

Siyasi analiste göre Cezayir’in ABD açısından stratejik önemini artıracak yeni faktörlerden de söz edilebilir. Bu faktörler, terörle mücadele ve silahlı grupların Kızıldeniz’den Atlantik Okyanusu’na kadar uzanan Afrika kıyılarında yayılması öncelikleriyle ilgili ve unların hepsi Washington için endişe kaynağı. Bu nedenle ABD, Cezayir’i bölgesel bir güç ve askeri ve teknik yetenekleri sayesinde bölgeyi yeni sınır ötesi tehditlere karşı güvence altına alacak hayati bir güvenlik ortağı olarak görüyor. Aynı zamanda Sahra Çölü’nde olup biten her şeyin tamamen farkında olması Cezayir’i, uzun vadede ABD’deki karar alma kurumları ve düşünce kuruluşları için bir güven ve itibar kaynağı haline getiriyor.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
TT

BM, bağışçı fonlarında keskin düşüş yaşanması üzerine insani yardım çağrısını yarı yarıya azalttı

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'ta yaşanan kıtlık sırasında, bir hayır kurumunun aşevinden yemek almayı bekleyen Filistinli bir kız çocuğu (Reuters)

Birleşmiş Milletler (BM) bugün, önümüzdeki yıl için insani yardım çağrısını bu yılki hedefinin yaklaşık yarısına düşürdü. Bu adım, bağışçı finansmanının gerilediğinin ve insani ihtiyaçların benzeri görülmemiş biçimde arttığının açık bir itirafı olarak değerlendiriliyor.

Şarku’l Avsat’ın Reuters’tan aktardığına göre BM, 23 milyar dolarlık yardım çağrısının, fon yetersizliği nedeniyle yalnızca en acil durumlara odaklanmak zorunda kalacağı ve bu nedenle on milyonlarca en savunmasız kişinin destek dışında kalacağını açıkladı.

Bu gelişme, insani yardım kuruluşlarının, çatışma bölgelerindeki güvenlik koşullarının kötüleşmesi ve saha personelinin ihtiyaç sahiplerine ulaşmakta yaşadığı güçlükler gibi ek zorluklarla karşı karşıya olduğu bir dönemde geldi.

BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Tom Fletcher, düzenlediği basın toplantısında, “Finansman kesintileri, bizi bu zor ve acı verici kararları almaya zorluyor. Büyük bir yük altındayız, kaynaklarımız ciddi şekilde yetersiz ve saldırılara maruz kalıyoruz. Dünyayı temsilen yangının ortasına bir ambulans sürüyoruz ve aynı anda yangını söndürmemiz bekleniyor… ama su tankı boş” ifadelerini kullandı.

Geçen yıl BM, 2025 yılı için yaklaşık 47 milyar dolar toplamayı hedefliyordu. Ancak bu rakam, ABD Başkanı Donald Trump ve Almanya gibi diğer Batılı bağışçıların yardım kesintilerini açıklamasının ardından düşürüldü.

Kasım verilerine göre BM bugüne kadar yalnızca 12 milyar dolar topladı; bu, son on yılın en düşük insani yardım finansmanı seviyesini oluşturuyor ve bildirilen ihtiyaçların ancak dörtte birinden biraz fazlasını karşılıyor.

2026 yılı için belirlenen 23 milyar dolarlık yeni yardım çağrısı, öncelikli ve hayati tehdit altında olan 87 milyon kişiyi hedefliyor. Ancak BM, dünyada yaklaşık 250 milyon kişinin acil yardıma ihtiyaç duyduğunu ve teorik olarak 33 milyar dolarlık finansmanla 135 milyon kişiye ulaşılabileceğini belirtiyor.

En büyük tek seferlik yardım çağrısı 4 milyar dolar ile işgal altındaki Filistin topraklarına yönlendirilmiş durumda. Bunun büyük kısmı, son iki yıldır İsrail ile Hamas arasında süren çatışmalar nedeniyle yıkıma uğrayan Gazze Şeridi’ne ayrıldı. Gazze Şeridi’nde yaklaşık 2,3 milyon kişi, barınaksız ve neredeyse tamamen yardımlara bağımlı olarak ciddi bir insani çöküş içinde yaşıyor.

Gazze Şeridi’ni, insani yardım ihtiyacı açısından Sudan ve Suriye izliyor.

Fletcher, insani yardım kuruluşlarının karşı karşıya olduğu ‘karanlık tabloya’ dikkat çekerek, açlığın yayılması, hastalıkların artışı ve şiddet seviyelerinin benzeri görülmemiş biçimde yükselmesi gibi sorunlara işaret etti.

Fletcher, “Yardım çağrısı, savaşlar, iklim felaketleri, depremler, salgınlar ve mahsul kayıpları gibi en zorlu kriz bölgelerinde hayat kurtarmaya odaklanıyor” dedi.

BM insani yardım ajansları, çoğunluğu Batılı ülkelerden gelen gönüllü bağışlara dayanıyor ve ABD, en büyük bağışçı konumunda bulunuyor. BM verilerine göre ABD, 2025 yılına kadar yardımda lider konumunu koruyacak olsa da, katkısı büyük ölçüde azaldı.


Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
TT

Şam ile Tel Aviv arasında sessiz bir savaş: ABD’den Netanyahu’ya fren baskısı

İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)
İşgal altındaki Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki sınır yakınlarında ilerleyen İsrail zırhlı araçları, Aralık 2024 (AP)

Suriye’nin güneyi, Beşşar Esed rejiminin bir yıl önce devrilmesinden bu yana, Şam’ın ‘1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’na karşı bir İsrail darbesi’ olarak nitelendirdiği gelişmelere sahne oluyor. İşgal altındaki Golan Tepeleri sınırlarını düzenleyen anlaşma, yaklaşık yarım yüzyıl boyunca bölgedeki hukuki ve güvenlik çerçevesini oluşturmuştu. Ancak Tel Aviv, son gelişmeleri fırsat bilerek benzeri görülmemiş bir askeri tırmanışa girişti ve bu süreçte ülkenin güneyindeki Kuneytra ve Dera’daki yeni alanları kontrolü altına aldı.

Suriye’deki yeni yönetim ise İsrail’in Esed sonrası işgal ettiği bölgelerden çekilmesini öngören bir güvenlik anlaşması yapmaya çalışıyor. Bu kapsamda Şam yönetimi, Washington’ın etkin bir rol üstlenmesini bekliyor. Konuya hâkim kaynaklara göre, ABD’nin İsrail’i böyle bir anlaşmaya ikna edebilecek en güçlü taraf olduğu düşünülüyor; zira Tel Aviv, şimdiye kadar bu anlaşmayı imzalamaya yanaşmadı.

İşgalin genişlemesi

Şam’ın yaklaşık 60 kilometre güneybatısında yer alan ve İsrail tarafından Haziran 1967 Savaşı’nda işgal edilen Golan Tepeleri cephesi, uzun yıllar boyunca hem Hafız Esed hem de oğlu Beşşar Esed dönemlerinde sakinliğini korudu. Bu durum, 1973 Ekim Savaşı sonrasında Suriye ile İsrail arasında imzalanan Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması sayesinde mümkün olmuştu. Anlaşma, toplam bin 860 kilometrekarelik Golan’ın üçte ikisinin İsrail işgali altında kalmasını fiilen kabul ediyordu.

Ancak 8 Aralık 2024’te Beşşar Esed rejiminin devrilmesi ve Esed’in Moskova’ya kaçmasının ardından, dünya çapında yankı uyandıran bu gelişmeden sadece saatler sonra İsrail, anlaşmanın çöktüğünü ilan ederek Suriye topraklarındaki tampon bölgeyi ele geçirdi. Yaşananlar, sessiz fakat kesintisiz bir savaşın başlangıcı olarak değerlendiriliyor.

Söz konusu anlaşmayla oluşturulan tampon bölge, Golan’ın kuzeyinden güneyine doğru yaklaşık 75 kilometre boyunca uzanıyor; Dera vilayetindeki Yermuk Vadisi’ne komşu bu hattın genişliği bazı yerlerde birkaç yüz metreden 14 kilometreye kadar çıkıyor. Bölgenin toplam yüzölçümü yaklaşık 235 kilometrekare.

İsrail savaş uçakları, Esed rejiminin devrilmesini izleyen ilk günlerde yüzlerce hava saldırısı düzenleyerek askeri hava üslerini ve Suriye ordusunun elinde kalan ağır silahları imha etti. İsrail sadece tampon bölgeyi işgal etmekle yetinmedi; Kuneytra ve Dera kırsalının doğu kesimlerine doğru ilerleyerek kontrol alanını genişletti. İsrail ordusu bölgede her gün yeni operasyonlar düzenliyor, kontrol noktaları kuruyor ve sivilleri gözaltına alıyor.

fgt
Golan Tepeleri'nde İsrail ile Suriye arasındaki tampon bölgede hareket eden İsrail güçleri, 10 Aralık 2024 (EPA)

Suriyeli yetkililer, İsrail’in geçtiğimiz yıl aralık ayından bu yana ülke içine binden fazla hava saldırısı düzenlediğini ve güney vilayetlerine yönelik sınır ötesi kara operasyonlarının 400’ü aştığını belirtti. Çalışmalara göre Esed rejiminin devrilmesinin ardından başlayan süreçte İsrail’in kontrol altına aldığı Suriye topraklarının toplamı 460 kilometrekareyi geçiyor. Bu alanlarda dokuz askeri üs ile gözetleme ve kontrol noktaları kuruldu. Ayrıca İsrail, Cebel eş-Şeyh’teki Suriye gözlemevini de ele geçirerek Suriye ve Lübnan içindeki hareketliliği, hatta Irak sınırına kadar uzanan bölgeleri izlemeye başladı.

Esed’in kaçışından sonra İsrail’in Suriye’deki tutumu için çeşitli değerlendirmeler yapılıyor. Suriyeli askeri uzman İsmet el-Absi’ye göre Tel Aviv, 1974 Kuvvetlerin Ayrıştırılması Anlaşması’nın artık kendi güvenlik çıkarlarına hizmet etmediğini düşünüyor. Özellikle Suriye’nin uluslararası arenaya dönüşü ve bölgesel etkisinin artması bu değerlendirmede belirleyici oldu.

El-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in son tırmanışının olası herhangi bir anlaşma öncesinde sahada yeni bir gerçeklik dayatma amacı taşıdığını vurguladı. El-Absi’ye göre Tel Aviv, operasyonel özgürlüğünü sınırlayabilecek herhangi bir kısıtlamaya bağlı kalmayacağını göstermek, ayrıca uluslararası toplumun ve ABD’nin Golan’daki olası ihlallere vereceği tepkiyi test etmek istiyor.

İsrail hükümeti, eski rejim güçlerinin çekilmesinin ardından tampon bölgenin işgalini ‘Golan’daki yerleşimlerin güvenliğini sağlama’ gerekçesiyle savunuyor. Ancak birçok gözlemci, Suriye’nin yeni yönetiminin İran destekli milisleri, Hizbullah’ı ve diğer silahlı grupları ülkeden çıkarmayı başarması ve kalan uyuyan hücreleri takip etmeyi sürdürmesi nedeniyle bu gerekçeyi ikna edici bulmuyor.

Dürzileri koruma bahanesi

Temmuz 2025’te Suriye’nin güneyindeki çoğunluğu Dürzi olan Suveyda’da, Dürzi silahlı gruplar ile Bedevi aşiretlerine mensup silahlı unsurlar arasında kanlı çatışmalar patlak verince, Suriye ordusu ve güvenlik birimleri tarafları ayırmak için harekete geçti. Bu gelişme, İsrail’in ‘Dürzileri koruma’ gerekçesiyle yeni bir askeri müdahalede bulunması için ek fırsat yarattı.

Bu müdahale, özgürleşme sürecinden sonra İsrail’in yeni Suriye yönetimine yönelik en sert askeri operasyonu oldu. İsrail savaş uçakları 16 Temmuz 2025’te Şam merkezindeki Genelkurmay binasını ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresini vurdu. Aynı saatlerde Suveyda kentinde ve çevresinde İçişleri ve Savunma bakanlıklarına bağlı unsurlara ait araçlar hedef alındı. Saldırılar, onlarca asker ve güvenlik mensubunun hayatını kaybetmesine yol açtı. Buna paralel olarak Dera ve Kuneytra’da da benzer hava saldırıları düzenlendi.

İsrail’in kendisini Suriye’deki Dürzilerin ‘koruyucusu’ gibi göstermeye yönelik çabaları sürerken, uzmanlar sahadaki gelişmelerin Tel Aviv’in hedeflerinin çok daha geniş olduğunu ortaya koyduğunu belirtiyor. Analistlere göre İsrail’in asıl amacı, ‘yeni Suriye’yi zayıflatmak için ülkeyi parçalamak, Suriye ordusunun güney illerinde (Dera, Kuneytra ve SUveyda’da) hatta Şam’ın güneybatı kırsalında varlık göstermesini engellemek.’ Nitekim İsrailli yetkililer bu hedefi daha önce birçok kez açık şekilde dile getirdi.

Gözlemcilere göre İsrail, Dürzi şeyhi Hikmet el-Hicri’yi planlarını uygulamak için uygun bir araç olarak gördü. İsrail, Hicri’nin Suveyda’nın Suriye’den ayrılmasını savunan çağrılarını destekledi. Hicri ise bu desteğe sürekli teşekkür etti. Hicri’nin takipçileri sokak ve meydanlarda İsrail bayrakları ile Netanyahu’nun fotoğraflarını açtı. Bu adımlar, Hicri’nin, vilayetteki Dürzi silahlı gruplar ve çeşitli milislerden oluşan Ulusal Muhafızlar’ı kurmasının, kontrolü elinde tutmasının ve muhalifleri susturma politikasını uygulamasının ardından geldi.

sdcfrgt
Aktivistler tarafından paylaşılan bir fotoğrafta, 2025 yılının mayıs ayında hükümet ile vilayet liderleri arasında imzalanan anlaşma uyarınca Suveyda girişinde konuşlandırılan kamu güvenlik güçleri görülüyor.

Gözlemciler, Hicri’nin projesinin artan zorluklarla karşı karşıya olduğunu, Arap, bölgesel ve uluslararası aktörlerin Suriye toprak bütünlüğüne bağlılıklarını sürdürdüğünü ve ayrılıkçı adımlara karşı çıktığını vurguluyor. Ayrıca Suveyda’daki çeşitli toplumsal kesimlerin projeye güçlü şekilde karşı çıktığı ve bunun Hicri’yi muhalifleri tasfiye etmeye yönlendirdiği belirtiliyor.

Ulusal Muhafızlar, 23 Ağustos 2025’te Suveyda merkezli olarak kurulan, vilayetteki silahlı Dürzi unsurları bir araya getiren yarı askeri bir grup olarak biliniyor.

Tıkalı müzakereler

Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera göreve gelir gelmez hükümetinin önceliklerini, Suriye’nin Arap, bölgesel ve Batılı ülkelerle ilişkilerini onarmak, izolasyondan çıkarmak ve yaptırımların kaldırılması yoluyla yabancı yatırımların akışını sağlayarak yeniden imarı hızlandırmak olarak açıkladı.

Şera, İsrail’e dolaylı bir mesaj vererek, ‘yeni Suriye’nin daha fazla savaş istemediğini’ vurguladı.

Geçen ay gerçekleştirdiği ve Başkan Donald Trump ile görüştüğü tarihi Washington ziyaretinde Şera, Washington Post gazetesine verdiği röportajda, Suriye’nin İsrail ile güvenlik anlaşması müzakerelerine başladığını ve önemli mesafe kat ettiğini belirtti. Şera, “Ancak nihai bir anlaşmaya varmak için İsrail’in 8 Aralık’ta işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekiyor” dedi.

Şera, ABD’nin müzakerelerde Suriye ile birlikte olduğunu ve birçok uluslararası aktörün bu tutumu desteklediğini vurguladı. Şera, “Bugün Başkan Trump’ın da görüşümüzü desteklediğini gördük. Bu konunun çözümü için en kısa sürede harekete geçecek” ifadelerini kullandı.

İsmet el-Absi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail ile yürütülen müzakerelerin temel zorluklarının karşılıklı güven eksikliği ve İsrail içindeki bölünmelerden kaynaklandığını belirtti. Bazı kesimler kapsamlı bir çatışmayı önlemek için anlaşmayı gerekli görürken, bazıları sert şartlar dayatmak için tırmanışı tercih ediyor. El-Absi, buna rağmen Amerikan açılımının, gerçek bir siyasi irade mevcutsa anlaşmalara ulaşmak için bir pencere açabileceğini ifade etti.

grt
Birleşmiş Milletler (BM) gözlemcileri tarafından Güney Kuneytra kırsalındaki bir İsrail askeri üssünün karşısına göndere çekilen UNDOF (BM’nin Golan Tepeleri'ndeki Ateşkes Gözlem Gücü) bayrağı (Arşiv – Şarku'l Avsat)

El-Absi, Netanyahu’nun Trump baskısı karşısında nasıl bir tutum alacağı sorusuna yanıt verirken, “Amerikan baskısını görmezden gelmek, İsrail Başbakanı’nı doğrudan Washington ile karşı karşıya getirebilir ki, bu iç krizleri göz önünde bulundurulduğunda isteyeceği bir durum değil” dedi.

Bu nedenle el-Absi’ye göre Netanyahu’nun muhtemel yaklaşımı, ‘müzakerelere şeklen açık görünmek, ama pratikte imkânsız şartlar koyarak süreci engellemek’ şeklinde olacak.

Olası senaryolar

El-Absi’ye göre İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun anlaşmayı imzalamakta ısrar etmemesi halinde Suriye’nin güneyinde üç olası senaryo gündeme gelebilir: İsrail’in askeri tırmanışı sürdürerek sahada yeni bir gerçeklik dayatması, uluslararası aktörlerin (özellikle Rusya ve ABD’nin) krize doğrudan müdahale ederek kapsamlı bir çatışmayı önlemesi, ya da yerel direnişin İsrail güçlerine karşı güçlenmesi.

Bunların yanı sıra, anlaşmanın başarısızlığı direniş ekseninin yeniden etkinleşme olasılığını artırabilir ve İsrail’i uzun vadeli stratejik zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Güvenilir kaynaklara göre, Güney Suriye’deki gelişmeler ve bölgenin yeniden istikrara kavuşturulma çabaları, Lübnan, İran ve Irak başta olmak üzere bölgesel ve uluslararası ortamda yaşanan derin dönüşümlerden bağımsız değil.

Adının açıklanmasını istemeyen kaynaklar, ABD aracılığıyla yürütülen Şam-Tel Aviv müzakerelerinin yazılı bir güvenlik anlaşmasına ulaşılmasını sağladığını, söz konusu anlaşmanın eylül ayında BM Genel Kurulu çerçevesinde imzalanmasının planlandığını, ancak Netanyahu’nun imzayı reddettiğini belirtti.

Kaynaklar, Güney Suriye’deki durumu ‘son derece endişe verici’ olarak nitelendirirken, Şam’ın eski durumu yeniden tesis etmek için ABD’nin etkin bir rol üstlenmesini beklediğini vurguladı. Zira Başkan Trump’ın, İsrail üzerinde baskı kurarak güney Suriye’deki tırmanışı sona erdirebilecek tek aktör olduğu ifade ediliyor.


Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar
TT

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Ani bir telefon ve belgelerin imha edilmesi: Esed rejiminin düşüşünün arifesinde İran'ın geri çekilmesinin ardındaki sırlar

Eski memurlar ve çalışanlar yaşananları anlatırken Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, sınır geçişlerinde sekiz saatlik bekleme sürelerine neden olan benzeri görülmemiş bir tıkanıklığa işaret ediyor

Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan üç kaynak, İran’ın müttefiki eski Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed rejiminin devrildiği 8 Aralık 2024 tarihinden iki gün önce, Suriye'deki diplomatik misyonunu ve güçlerini geri çekti.

Bir yıl önce, Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara liderliğindeki İslamcı gruplar, muhalefetin ülkenin kuzeybatısındaki kalesinden düzenlenen sürpriz bir saldırının ardından Şam'a ulaşmış ve birkaç gün içinde, elli yılı aşkın bir süredir ülkeyi demir yumrukla yöneten Esed rejimini devirmeyi başarmıştı.

Ani bir bağlantı

Tahran, çatışma yıllarında (2011-2024) Esed'in en önemli destekçisiydi ve İran Devrim Muhafızları Ordusu (DMO), danışmanlar ve askerler göndererek sahada yer aldı. Özellikle Lübnan Hizbullahı, Irak ve Afganistan’dan İran yanlısı gruplar da Esed güçlerini desteklemek için Suriye’ye konuşlanırken şiddetli çatışmalara girip önemli savaş cephelerini ellerinde tuttular.

DMO’nun Şam'daki karargahlarından birinde çalışan ve güvenliğinden endişe duyduğu için kimliğinin gizli tutulmasını isteyen eski bir Suriyeli subay, 5 Aralık 2024'te İranlı komutanlardan, eski rejimin düşmesinden üç gün önce, 6 Aralık 2024 Cuma sabahı ‘önemli bir konu’ için Şam'ın doğusunda Mezze semtindeki operasyon karargahına gitmesini isteyen bir telefon aldığını söyledi.

bgnmh
Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı (AFP)

O sırada gruba komuta eden ve Hac Ebu Ibrahim olarak bilinen İranlı komutanın, İran komutası altında görev yapan yaklaşık 20 Suriyeli subay ve askere ‘DMO bugünden sonra Suriye'de olmayacak’ dediğini aktaran Suriyeli subay, onlara, “Biz gidiyoruz” diyerek bu şok edici haberi verdiğini belirtti. Suriyeli subaya göre İranlı komutan, personelden ‘kritik öneme sahip belgeleri onun önünde yakıp imha etmelerini ve bilgisayarlardaki tüm sabit diskleri çıkarmalarını’ istedi. Ardından kendilerine ‘her şey bitti, artık sizden sorumlu olmayacağız ve birkaç gün içinde sivil kimliklerinizi alacaksınız’ bilgisi verildiğini ifade etti.

Subay şöyle devam etti:

“Sanki önceden planlanmış gibi görünüyordu ama bizim için sürpriz oldu. İşlerin iyi gitmediğini biliyorduk ama bu kadar kötü olduğunu bilmiyorduk."

O dönemde eski rejim, Halep'ten Hama'ya kadar sahada arka arkaya kayıplar veriyordu. Subay ve silah arkadaşları, şok içinde dağılmadan ve evlerine dönmeden önce bir aylık maaşlarını peşin olarak aldılar. İki gün sonra, 8 Aralık şafağında rejim çöktü ve Esed ülkeden kaçtı.

Tam geri çekilme

Bunu doğrulayan bir başka ifadeye göre İran’ın Şam Büyükelçiliği konsolosluk bölümünde çalışan iki eski Suriyeli çalışan, konsolosluğun 5 Aralık 2024 akşamı tamamen boşaltıldığını, diplomatik misyonun ülkeyi terk ederek Beyrut'a gittiğini söyledi. İki Suriyeli eski konsolosluk çalışanlarına göre kendilerine ‘evlerinde kalmaları’ söylendi ve üç aylık maaşları peşin olarak ödendi.

Kimliğini açıklamayan bir çalışan, “İran vatandaşı olan bazı Suriyeli meslektaşlarının, DMO’dan üst düzey subaylar eşliğinde gece birlikte ayrıldıklarını” söyledi. Büyükelçilik ofisleri, konsolosluk bölümü ve tüm İran güvenlik merkezleri ertesi gün tamamen boşaltılmıştı.

O dönemde Suriye-Lübnan sınırındaki sürücülerin ve çalışanların ifadeleri, perşembe ve cuma günleri Cedide Yabus-Masna’a sınır kapısında benzeri görülmemiş bir yoğunluk yaşandığını ve sınır geçişi için sekiz saat beklemek zorunda kalındığını gösteriyor.

Halep’in güneyinde İran güçlerinin ana operasyon odası olarak kullanılan bir üssün içinde, Suriye Savunma Bakanlığı'ndan Albay Muhammed Dibu, AFP’ye yaptığı açıklamada, “Halep düştükten sonra İran başka hiçbir yerde savaşmadı” dedi. Şarku’l Avsat’ın AFP’den aktardığı habere göre Dibu, “Hızlı çöküşün ardından ani bir şekilde geri çekilmek zorunda kaldı” ifadesini kullandı.

fgthy
Halep saldırısının başlangıcında İranlıların öldürüldüğü operasyondan (AFP)

Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) liderliğindeki gruplardan ‘üç intihar bombacısı’ Halep saldırısının başlangıcında İranlıların ölümüne yol açan bir saldırı düzenledi.

Halep’in batı yakası, İran güçleri ve askeri üsleri ile Lübnan Hizbullahı ve Irak’taki İran yanlısı silahlı gruplar gibi güçlerin yoğun konuşlandığı bir merkezdi. Ayrıca Halep’in güney kırsal bölgesi, Nubl ve Zehra beldeleri ile şehrin doğusundaki Neyrab Askeri Havaalanı da bu güçlerin kontrolündeydi.

Terk edilmiş üs

2024 yılının kasım ayı sonlarında İran basınında yer alan haberler, Halep'te İran destekli grupların mensuplarının öldürüldüğünü doğruladı. Öldürülenler arasında, çok sayıda DMO yetkilisinin katıldığı bir törenle Tahran'da toprağa verilen tanınmış askeri danışman Serdar Purhaşimi de bulunuyordu.

Muhammed Dibu, şunları söyledi:

“(Halep'teki) karargahlarına girdiğimizde, İranlı subaylara ait kişisel belgeler, pasaportlar ve kimlik kartları bulduk. Onlar bunları almaya zaman bulamamışlardı.”

Bir AFP muhabiri, duvarları yıkılmış terk edilmiş üssün içindeki bir duvarda Hizbullah ve İran sloganları ile İsrail bayrağını delen bir kılıç resmi gördüğünü aktardı.

İdlib'den Şam'a muhalif gruplara eşlik eden Dibu, Halep’in ele geçirilmesinden sonra ‘yaklaşık 4 bin İranlı savaşçının sığındıkları Rus Hmeymim Hava Üssü üzerinden tahliye edildiğini, diğerlerinin ise Lübnan ve Irak’a kaçtığını’ belirtti.

Kimliğinin açıklanmasını istemeyen Suriyeli bir subay, 5 Aralık 2024'te ‘Hac Cevad’ adıyla bilinen bir İranlı komutanın, bir grup İranlı milis ve subayla birlikte Hmeymim Hava Üssü’nden Tahran’a tahliye edildiğini söylediği ifadesiyle örtüşüyor.

Hizbullah’tan bir saha kaynağı, 8 Aralık günü sabaha karşı Hizbullah üyelerine Humus ve Şam civarındaki mevzilerinden çekilmeleri talimatını verdiğini söyledi.

Tahran’a sadık gruplar, Şam ve çevresindeki kritik öneme sahip noktalarda, özellikle Mezze, Seyyide Zeyneb Mahallesi ve Şam Havaalanı çevresinde, ayrıca Lübnan ve Irak sınırları boyunca, askeri operasyonları, eğitimi ve eski rejim güçleriyle doğrudan koordinasyonu denetledikleri noktalarda konuşlandırılmıştı.

Çatışma şiddetlendikçe ve Suriye rejim ordusunun savaş yıllarında kapasitesi azaldıkça, İran'ın nüfuzu güvenlik merkezleri, silah depoları ve eski Suriye ordusuyla ortak üsleri kapsayacak şekilde genişledi. Bu üsler, son yıllarda İsrail’in yüzlerce kez tekrarladığı hava saldırılarının hedefi oldu. İsrail, sınırlarına yakın bölgelerde Tahran yanlısı güçlerin bulunmasına karşı olduğunu defalarca dile getirdi.