Gizli Suriye belgeleri: ABD’nin İsrail’le normalleşmeden İran’la ‘ayrılığa’ kadar değişen öncelikleri

Al Majalla, ABD’nin bir barış anlaşması imzalamaya yönelik son iki girişiminin taslaklarını, Şam’daki değişikliklerin boyutunu ve Tel Aviv ile Washington arasındaki öncelik farklılıklarını yayınlıyor.

Majalla
Majalla
TT

Gizli Suriye belgeleri: ABD’nin İsrail’le normalleşmeden İran’la ‘ayrılığa’ kadar değişen öncelikleri

Majalla
Majalla

İbrahim Hamidi

2000 yılında merhum Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed’e ve 2011 yılında Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e sunulan son iki anlaşmanın taslaklarına göre ABD Başkanı Bill Clinton’ın önceliği, 23 yıl önce Cenevre’de buluştuklarında Esed’i, Tel Aviv’le ‘gerçek anlamda bir normalleşme’ için ikna etmekti. Al Majalla’nın ulaştığı metne göre 2011 yılında bu ‘Amerikan rüyası’ Şam’ın, 2005 yılında Suriye güçlerinin çekilmesinden önce Lübnan’daki Hizbullah ve Tahran’la ‘ittifakından’ vazgeçmesine evrildi.

1991 yılında Madrid Konferansı’ndaki barış sürecinin başlamasından sonra ABD ve Avrupa’da Suriye ile İsrail arasında siyasi, güvenlik ve askerî alanda gizliden ve açıktan pek çok müzakere turu gerçekleşti. 1993 yılında İsrail Başbakanı İzak Rabin’in ilişkilerin normalleşmesi ve güvenlik düzenlemeleri karşılığında Golan’dan tamamen geri çekilme sözü vermesi ise bir dönüm noktası oldu.   

İsrail Başbakanı’nın, ABD Dışişleri Bakanı Warren Christopher tarafından Esed’e iletilen bu taahhüdü, ‘Rabin’in Teminatı’ olarak biliniyordu. 1993’teki Filistin Oslo Anlaşması ve 1994’teki Ürdün Vadi Arabe Anlaşması sebebiyle yaşanan donukluktan sonra, Tel Aviv’deki hükümet değişikliğiyle birlikte Suriye yolunda başka ABD girişimleri de görüldü.

“Şara ve Barak barışın sağlanması yönündeki ‘derin arzuyu’ ortaya koydu. Suriye tarafı, İsrail’in 1993 yılında Christopher aracılığıyla Esed’e iletilen ve 4 Haziran sınırlarının arkasına çekilme taahhüdünü içeren ‘Rabin’in Teminatı’na uyma yükümlülüğüne odaklandı”

Müzakereler, barış anlaşmasının ‘masanın dört ayağı’ olarak bilinen şu unsurlarına göre ilerliyordu: İsrail’in 1967’de işgal edilen Golan’dan çekilmesi, iki taraf arasında güvenlik düzenlemeleri, ikili ilişkilerin normalleşmesi ve barış anlaşmasına özel unsurlar arasında zaman çizelgesi. Bu atılımlardan biri olarak Suriye Genel Kurmay Başkanı Hikmet eş-Şihabi, 1994 yılının sonunda mevkidaşı Ehud Barak ve 1995 yılının ortalarında Amnon Şahak ile iki ülke arasında, eşit ve denk olacak güvenlik düzenlemelerine dair bir ilkeler belgesi temin etti. Bu belge, Rabin’e baskı yapmak üzere Ehud Barak tarafından sızdırıldı.

Müzakereler, 1996-1999 yıllarında Binyamin Netanyahu döneminde de devam etti. Bununla birlikte İşçi Partisi’nin seçimleri kazanıp iktidarı Ehud Barak’ın devralmasından sonra Başkan Clinton, Suriye’de bir barış anlaşması gerçekleştirmeye yönelik çabalarını yeniden yoğunlaştırdı. Bu esnada Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed’in sağlık durumu kötüleşmiş ve ardından iktidara Beşşar Esed’in gelmesi için hazırlıklar hızlandırılmıştı.

Rabin’in Teminatı

15 Aralık 1999’da Clinton, Barak ile Suriye Dışişleri Bakanı Faruk eş-Şara arasındaki görüşmelere ev sahipliği yaptı. Suriye ile İsrail arasındaki en üst düzey siyasi görüşmede ikili, Dışişleri Bakanı Madeleine Albright’ın da katılımıyla yüz yüze görüştü. İki ülkenin genelkurmay başkanları da 1994’ün sonları ile 1995’in ortalarında gizli ve açık olarak bir araya gelmişti.

Şara ve Barack barışın sağlanması yönündeki ‘derin arzuyu’ ifade etti. Suriye tarafı, İsrail’in 1993 yılında Christopher aracılığıyla Esed’e iletilen ve 4 Haziran sınırlarının arkasına çekilme taahhüdünü içeren ‘Rabin’in Teminatı’na uyma yükümlülüğüne odaklandı. Şara ayrıca, üzerinde anlaşmaya varılan ‘güvenlik belgesine’ de bağlılık talep etti. Suriye de barışın gerekliliklerini yerine getirmeye ve İsrail’le normal ilişkiler kurmaya hazırdı. Buna karşılık Barak, güvenlik meselelerine ve İsrail’in endişelerine odaklandı. Ayrıca geri çekilme meselesini, barışçıl ilişkiler ve bunların derinliği meselesine bağladı. Taraflar, zaman çizelgesi konusunda görüş ayrılığına düştü. Şöyle ki; Şara kısa sürede sonuca bağlanmasını isterken Barak, uygulama için iki yıllık bir süre tercih etti. Bununla birlikte tartışma, gerginlikten uzak bir havada yürütüldü ve iki isim de ‘ABD’nin himayesinde Washington’da yürütülen mevcut müzakerelerin gidişatından oldukça memnun olduklarını’ dile getirdi. Bu, müzakerelerin 3 Ocak’ta Batı Virginia eyaletindeki Shepherdstown’da yeniden başlatılması konusunda cesaret verdi.

ABD’nin iş planı

Clinton, 3 Ocak’ta görüşmeleri başlattı. Zorluklar ve müzakerelerin sekteye uğrama ihtimali karşısında ABD tarafı, anlaşmazlık yaşanan ana meseleler üzerinde çalışma grupları oluşturma önerisinde bulundu. Şart ise şuydu: Gruplar eş zamanlı olarak toplanacak ve bir komitede anlaşmaya varılması, tüm komitelerdeki bütün meselelerde anlaşmaya varılmasıyla bağlantılı olacak. Oluşturulan komiteler ise şunlardı:

- 4 Haziran 1967 Sınırlarını Çizme Komitesi

- Eşit Güvenlik Düzenlemeleri Komitesi

- Barışçıl İlişkiler Komitesi

- Su Komitesi.

Majalla
Majalla

Komitelerin toplantıları için belirlenen tarihte, sınırların çizilmesine ilişkin komitede İsrail heyeti üyeleri başarısız oldu ve bu bir krize yol açtı. Ardından görüşmeler yeniden başlatıldı, ancak konuya ciddi bir giriş yapılamadı. Bu tıkanıklık karşısında ABD heyeti, iki tarafın tutumlarını özetleyen bir belge sundu. Belgenin metni şöyleydi:

“İsrail Devleti Hükümeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti Hükümeti

Güvenlik Konseyi’nin 242 ve 338 sayılı kararları temelinde, 31 Ekim 1991’de Madrid’de tarafların BM Sözleşmesi hedefleri ile ilkelerine inandıklarını teyit etmeleriyle başlayan barış süreci çerçevesinde ve yan yana birbirleriyle, aynı şekilde güvenilir ve kabul edilmiş sınırlar çerçevesinde diğer ülkelerle de barış içinde yaşama hakları ve sorumluluklarını kabul ederek Ortadoğu’da adil, kalıcı ve kapsamlı bir barış hedeflendi. Karşılıklı saygının tesis edilmesi ve dengeli, dostane ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirilmesi arzusundan hareketle iki ülke (İsrail ve Suriye), bu anlaşma uyarınca aralarında kalıcı bir barış tesis etmeye karar verdi ve böylece aşağıdaki hususlarda anlaşmaya vardık:

Birinci madde: Tanınmış sınırlar kapsamında barış ve güvenliğin tesisi

- İsrail ile Suriye arasındaki savaş durumu böylece sona erecek ve aralarında barış sağlanacak. Taraflar, aşağıda açıklanacak üçüncü maddede belirtilen zorluklar gereği normal barış ilişkileri kuracak.

- İsrail ile Suriye arasındaki daimî, güvenli ve tanınmış uluslararası sınırlar, aşağıda açıklanacak ikinci maddede belirtilmiş sınırlardır. (4 Haziran 1967 sınırlarına odaklanan) Suriye ile İsrail arasında üzerinde anlaşmaya varılan sınır noktası, taraflar için güvenlik endişelerinin ve hayati önem taşıyan diğer hususların yanı sıra tarafların hukuki değerlendirmeleri de dikkate alınarak belirlendi. İsrail Devleti, bu anlaşmanın eki uyarınca, tüm askerî güçlerini ve sivillerini çekerek bu sınırların arkasına konuşlandıracak. Bu noktadan itibaren her bir taraf, bu anlaşmada kararlaştırılanlar da dahil olmak üzere uluslararası sınırların kendine ait kısmında tam egemenlik sahibi olacak.

- İki tarafın da güvenliğini artırmak ve desteklemek için üzerinde anlaşmaya varılan güvenlik belgeleri ve prosedürleri, aşağıda verilecek dördüncü maddeye göre uygulanacak.

- Takvim (Zamanında ve koordineli bir uygulama için üzerinde anlaşmaya varılan bir zaman çizelgesi oluşturulacak), bu madde ve anlaşmanın diğer maddeleri için eşzamanlıdır.

İkinci madde: Uluslararası sınırlar

- İsrail ile Suriye arasındaki uluslararası sınırlar, haritalarda ve ayrıntılı alan koordinatlarında belirtilene uygun olacak. Bu sınırlar, İsrail ile Suriye arasında kalıcı, güvenli ve tanınmış uluslararası sınırlardır ve aralarında daha önce çizilen herhangi bir sınırın ya da ateşkes hattının yerini alacaktır.  

- Taraflar bu sınırlara ve her iki tarafın kara bölgelerinin, bölgesel sularının ve hava sahasının bütünlüğüne saygı gösterir.

- Görevi ve çalışmaları ekte belirtilen bir ortak sınır komitesi oluşturulacaktır.

Üçüncü madde: Normal barış ilişkileri

- Taraflar, kendi aralarında BM Sözleşmesi’nin şartlarını ve barış döneminde ülkeler arasındaki ilişkilere ilişkin uluslararası hukuk ilkelerini, özellikle de şunları uygulayacaklardır:

Taraflardan her biri, diğer tarafın egemenliğini, coğrafi bütünlüğünü, siyasi bağımsızlığını, güvenli ve tanınmış sınırlarda barış içinde yaşama hakkına saygı duyar ve tanır.

Taraflar, iyi komşuluk ilişkileri kuracak ve geliştirecek, birbirlerine karşı doğrudan veya dolaylı olarak güç tehdidinde bulunmaktan veya güç kullanmaktan kaçınacak, bölgelerinde barış, istikrar ve gelişme konusunda iş birliği yapacak ve ortaya çıkan her türlü anlaşmazlığı barışçıl yollarla çözecektir.

- Taraflar, karşılıklı yerleşik büyükelçi bulundurma da dahil olmak üzere aralarında tam anlamıyla diplomatik ve konsolosluk ilişkileri kuracaklardır.

Her iki taraf, karşılıklı saygıya dayalı dürüst ve iyi komşuluk ilişkilerinin doğasında olan karşılıklı yarar ve avantajları kabul eder ve bu amaçla:

İki ülke arasında insanlara, mallara ve hizmetlere serbest ve kapsamlı hareket izni verme de dahil olmak üzere karşılıklı yarar sağlayan ticari ve ticari ve ekonomik ilişkileri geliştirecek ve teşvik edeceklerdir.

Normal ekonomik ilişkilerin kurulması önündeki tüm engelleri kaldıracak, karşı tarafa yönelik her türlü ekonomik boykotu durduracak, adaletsiz mevzuatı iptal edecek ve iki taraftan birine karşı üçüncü bir tarafça uygulanan ekonomik herhangi bir boykota son vermek için iş birliği yaparlar.

İki ülke arasında uluslararası taşımacılık alanında ikili ilişkilerin kurulmasını teşvik edecek, bir taraftan diğerine taşınan deniz taşıtları ve sevkiyatlar için limanlara normal erişimi sağlayan demiryolu ağlarının genişletilip geliştirilmesi konusunda iş birliği yapacak ve sivil havacılık alanında normal ilişkilerin kurulmasına başlarlar.

Geçerli uluslararası norm ve kurallara uygun olarak, adaletsiz olmayan bir temelde iki taraf arasında posta, telefon, teleks, bilgi faksı, telli ve kablolu iletişim, televizyon hizmetleri, radyo ve uydu yoluyla normal iletişimler kurarlar.

İki ülke arasında karşılıklı ve de başka ülkelerden turizmi kolaylaştırmak ve teşvik etmek için turizm alanında iş birliği kurmaya çalışacaklar.

“İsrail ile Suriye arasındaki uluslararası ilişkiler, haritalarda ve ayrıntılı alan koordinatlarında belirtildiği gibi olacak. Bu sınırlar, İsrail ile Suriye arasında daimî, güvenli ve tanınmış uluslararası sınırlardır ve aralarında daha önceki herhangi bir sınırın ya da ateşkes hattının yerine geçecektir”

Bu ilişkilerin kurulması ve geliştirilmesi için üzerinde anlaşmaya varılan prosedürleri İsrail ile Suriye belirler. Bu prosedürlere, ilgili anlaşmaların gerçekleştirilmesine yönelik zaman çizelgesi ve 1’inci madde uyarınca İsrail askerî güçlerinin tahliye edeceği bölgelerdeki İsrailli nüfusa ve İsrail yerleşimlerine ilişkin düzenlemeler de dahildir.

Taraflardan her biri, diğer tarafın vatandaşlarının kendi yargı ve mahkemelerinde yeterli yasal süreçten yararlanabilmelerini sağlamayı taahhüt eder.

-  Normal barış ilişkilerinin ek tartışma gerektiren unsurları şunlardır: kültürel ilişkiler, çevre işleri, elektrik bağlantısı, enerji sorunları, sağlık ve tarım.

- Göz önünde bulundurulabilecek diğer bazı alanlar şunlardır: suçla mücadele, uyuşturucu, kışkırtmaya karşı iş birliği, insan hakları, tarihi ve dini yerler, anıtlar, adli iş birliği ve kayıp kişilerin aranmasında iş birliği.

Dördüncü madde: Güvenlik

A) Güvenlik düzenlemeleri

Kalıcı barışın ve istikrarın önemli bir temeli olarak güvenliğin her iki taraf için de önemli olduğunu kabul eden iki taraf, bu anlaşma uygulanırken karşılıklı güven temelleri inşa etmek ve ikisi için de kaçınılmaz güvenlik ihtiyaçlarını karşılamak için aşağıdaki tüm güvenlik düzenlemelerini yapacaklar. En önemli düzenlemeler şunlardır:

- Kuvvetlerin boyutunu ve yeteneklerini belirleme alanları arasında hazırlık, işletme ve silahlanma yeteneğinin, silah organizasyonlarının ve askerî yapının belirlenmesi yer alacaktır.

-  Kuvvetlerin ve yeteneklerinin belirlendiği bölgelerde silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulacak ve silahsızlanma sınırın her iki tarafında eşit olacaktır. Bu bölge, İsrail güçlerinin çekileceği bölgelerle 31 Mayıs 1974’te İsrail ve Suriye orduları arasındaki ateşkes anlaşmaları (Bu anlaşmaya ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, 1973 yılındaki savaştan sonra vardı) çerçevesinde belirlenen mevcut temas bölgesini de içerecektir. Ekte açıklandığı gibi silahsız bölgede taraflardan herhangi biri hiçbir askerî güç, mühimmat, silah sistemi, askerî yetenek veya askerî yapı konuşlandıramaz ve bölgede yalnızca sınırlı sayıda sivil polisin varlığına izin verilir. Taraflar, silahsızlanmış bölgenin hava sahasında, özel bir düzenleme olmaksızın uçak uçurmamak üzere anlaşmaya vardı.

Majalla
Majalla

- Hermon Dağı’na (Cebelü’ş-Şeyh) erken uyarı istasyonu da dahil olmak üzere aktif bir askerî varlıkla erken uyarı sistemi yerleştirilecek ve uyarı istasyonu, yalnızca onların gözetimi ve sorumlulukları altında ABD ile Fransa tarafından işletilecektir. Bu istasyon, ekte açıklananlara uygun olarak daimî ve verimli bir şekilde işletilecektir.

- Uluslararası bir varlık aracılığıyla bölgede her iki tarafça bir video takip ve kontrol sistemi kurulacak ve çok uluslu ekipler ve otomatik araçlar içerecektir. Bu sistemin görevi, güvenlik düzenlemelerinin uygulanmasını takip ve kontrol etmek olacaktır. Bu güvenlik düzenlemelerinin veya başka herhangi bir güvenlik düzenlemesinin boyutlarına, konumlarına ve niteliklerine ilişkin ayrıntılar ekte belirtildiği gibi olacaktır.

“Ekte belirtildiği gibi taraflardan biri, silahsızlanmış bölgede herhangi bir askerî güç, mühimmat, silah sistemi, askerî yetenek veya askerî yapı konuşlandıramaz ve bölgede yalnızca sınırlı sayıda sivil polis varlığına izin verilir. Taraflar, silahsızlanmış bölgenin hava sahasında, özel düzenlemeler olmaksızın uçak uçurmama konusunda anlaşmaya varmıştır.”

B) Diğer güvenlik araçları

Taraflar ister iki taraf arasında ister taraflardan birine ait bölgede olsun, saldırgan eylemlerin tam olarak durduğundan emin olmak için ek adımlar olarak aşağıdakileri taahhüt edecektir:

- Her bir taraf, askerî mahiyette düşmanca bir ittifak çerçevesinde üçüncü bir tarafla iş birliği yapmama sözü verecektir. Taraflardan birine bağlı bölgenin, kim olursa olsun üçüncü bir ordunun güçleri tarafından ve mühimmat ve teçhizat da dahil olmak üzere ikinci tarafın güvenliğini olumsuz etkileyecek şekilde kullanılmayacağı teminatı verilmelidir.

- Her iki taraf ne olursa olsun ikinci tarafa ya da bu tarafın vatandaşlarına ve mal varlığına karşı herhangi şiddet eylemi veya şiddet tehdidi organize etmek, kışkırtmak, alevlendirmek, yardım etmek veya katılmaktan uzak durmakla ve kendi topraklarından ya da onun egemenliğine tâbi topraklardan bu tür faaliyetlerin yürütülmeyeceğinden ve bu topraklarda yaşayan insanlar tarafından desteklenmeyeceğinden emin olunması için yeterli önlemleri almakla yükümlüdür. Bu yüzden her bir taraf, kim olursa olsun herhangi bir örgüt veya grubun kendi topraklarına girmesini, varlık göstermesini, herhangi bir faaliyet yürütmesini ve şiddete başvurarak ya da şiddete başvurulmasını teşvik ederek ikinci tarafın güvenliğini tehdit edecek bir yapı kurmasını önlemek için gerekli ve etkili tüm önlemleri almalıdır.

- Taraflar, her türlü uluslararası terörün milletlerin güvenliği için bir tehdit teşkil ettiğini kabul eder ve dolayısıyla bu sorunla yüzleşmek için ortak uluslararası araçların güçlendirilmesinde ortak çıkarlara sahiptir.

C) Bu anlaşmada belirtilen güvenlik düzenlemelerinin uygulanmasını kolaylaştırmak için taraflar, ekte de açıklandığı gibi aralarında doğrudan bir irtibat ve koordinasyon sistemi oluşturacaktır. Bu sistemin görevleri şöyle olacaktır: Güvenlik işleri ve uluslararası sınırlarda sürtüşmeleri en aza indirme konusunda gerektiğinde doğrudan iletişim, uygulama sürecinde doğabilecek sorunların takibi, hataların veya yanlış yorumların ortaya çıkmasını önlemede iş birliği; takip, kontrol ve video sistemiyle doğrudan ve sürekli iletişim kurmak yer almaktadır.

Beşinci madde: Sular

İki taraf, aralarında su üzerine yaşanan mevcut tüm anlaşmazlıkları tam anlamıyla çözüme kavuşturmanın uygun uluslararası ilkeler temelinde, istikrarlı ve kalıcı barışın sağlanması için temel bir kaide oluşturduğunu kabul etmektedir. Taraflar, İsrail’in 1’inci madde uyarınca ve ekte de belirtildiği üzere teslim alınacak ya da İsrail güçlerinin çekileceği bölgelerdeki su depolarından ve yeraltı sularından belli miktarda su kullanmaya devam etmesini temin edecek düzenlemeler yapma konusunda anlaştı. Bu düzenlemelerin biyolojik veya kimyasal kirliliği ya da Taberiye Gölü ile Ürdün Nehri’nin ve ikisinin kaynaklarının kurumasını önleyecek tüm yolları içermesi gerekiyor.

- Bu maddenin ve ekin uygulanması gerektiği için taraflar, ekte belirtildiği şekilde ortak bir su komitesi, kontrol ve uygulama sistemi ve ortak bir idari kurul oluşturacaktır.

- Taraflar, ekte belirtildiği gibi suya ilişkin konularda iş birliği yapmak üzere anlaşmıştır. Bu iş birliği, kaynağı Suriye’de olan sulara ilişkin başka anlaşmalar çerçevesinde İsrail’e tahsis edilen suların miktarının ve kalitesinin garanti edilmesini de içermektedir.

Altıncı madde: Haklar ve sorumluluklar

- Bu anlaşma, her iki tarafın BM Sözleşmesi çerçevesindeki haklarını ve sorumluluklarını değiştirmez ve hiçbir durumda değiştirileceği şeklinde yorumlanamaz.

- Her iki taraf da herhangi bir üçüncü tarafın faaliyetinin varlığıyla bir ilgisi olmaksızın ve anlaşma kapsamında yer almayan herhangi bir taraftan bağımsız olarak, bu anlaşmaya göre yükümlülüklerini tam ve doğru bir şekilde yerine getirmeyi taahhüt edecektir.

- Taraflar, ikili ilişkileri çerçevesinde imzaladıkları çok taraflı anlaşmaların hükümlerini uygulamak için gerekli tüm tedbirleri alma sözü verecektir. BM Genel Sekreteri ve bu türden anlaşmaların sekreterlerine uygun bildirimde bulunmak da buna dahildir. Taraflar ayrıca taraflardan birinin, ikisinin de mensup oldukları uluslararası kuruluşlara bu kuruluşların yönetim kurallarına uygun olarak katılma hakkını etkileyecek faaliyetlerden kaçınacaktır.  

- Taraflar, bu anlaşmaya aykırı sözleşmelere imza atmamayı taahhüt edecektir.

- BM Sözleşmesi’nin 103’üncü maddesine göre tarafların bu anlaşmadaki yükümlülükleri ile başka yükümlülükleri arasında bir çatışma çıkması halinde bu anlaşmada açıklanan yükümlülükler ağır basacaktır.

Yedinci madde: Mevzuat

Taraflar, anlaşmanın uygulanması gerektiği için ihtiyaç duyulan her türlü mevzuatı uygulamayı ve anlaşmayla örtüşmeyen herhangi bir mevzuatı yürürlükten kaldırmayı taahhüt edecektir.

Sekizinci madde: Anlaşmazlıkların halledilmesi

Taraflar arasında mevcut anlaşmanın yorumlanması ya da uygulanmasına dair anlaşmazlıklar, müzakere yoluyla giderilecektir.

Dokuzuncu madde: Son maddeler

- Bu anlaşma, her iki tarafın izlediği yasal prosedürlere uygun olarak taraflarca onaylanacak, taahhüt evrakının karşılıklı tesliminden sonra yürürlüğe girecek ve iki taraf arasında daha önce yapılan ikili herhangi bir anlaşmanın yerini alacaktır.

- Bu anlaşmaya yapılan ekler anlaşmanın ayrılmaz bir parçasıdır.

- Anlaşma, usule uygun olarak tescil edilmesi için BM Genel Sekreteri’ne teslim edilecektir.

ABD tarafının kendi evrakını sunmasının ardından Şara, Suriye’nin mülahazalarını ve Barak da İsrail’in değişikliklerini sundu.

“Anlaşmanın sızdırılması İsrail’de ve Suriye’de büyük bir gürültü kopardı ve bu, kararlaştırıldığı gibi müzakerelerin yeniden başlamasının ertelenmesine, özellikle de Şam’ın, Barak’ın Golan’dan 4 Haziran hattına çekilme taahhüdünden ‘vazgeçtiğini’ düşünmesine sebep oldu.”

Faruk eş-Şara’nın Şam’a dönüşü ve erteleme

Anlaşmanın o zaman sızdırılması İsrail’de ve Suriye’de büyük bir gürültü kopardı ve bu, yeniden başlaması planlanan müzakerelerin ertelenmesine, özellikle de Şam’ın, Barak’ın Golan’dan 4 Haziran hattına çekilme taahhüdünden ‘vazgeçtiğini’ düşünmesine sebep oldu.

19 Ocak’ta Şam’da İsraillilerle müzakerelerin sonuçlarını tartışmak için bir liderler toplantısı düzenlendi. Al Majalla’nın eriştiği, Suriye’ye ait resmî bir belgeye göre toplantıda Şara şöyle konuştu:

- Clinton ve Dışişleri Bakanı iyiler, yanımızdalar ve bizim tutumumuzu destekliyorlar. Başkan Clinton, Cumhurbaşkanı Esed’e iletmem için bir mesaj gönderdi.

- Barak, barış istiyor ve bana, durumunu düzeltmesi için ona üç ay süre vermemizi söyledi. Barak’ın söylediğine göre Cumhurbaşkanı Esed, İslam’ın doğuşundan bu yana Biladü’ş-Şam’ın* tanıdığı en önemli lider.  

Ardından görüşmelerin gidişatını şu şekilde aktardı:

İsraillilerle öncelikler konusunda anlaşmazlık yaşandı. Suriye, 4 Haziran çizgisinin arkasına çekilmeyi ele almak istiyor, İsrail ise güvenlik, su ve barışçıl ilişkiler meselelerini tartışmak istiyor.

ABD’nin müdahalesinden sonra dört çalışma grubu oluşturulması üzerinde anlaşıldı, ancak komiteler herhangi bir anlaşmaya varamadı.

Clinton, Cumhurbaşkanı Esed’e, ABD’nin 4 Haziran çizgisinin ötesine çekilme konusundaki kararlılığına dair mesajını teyit etti.

“Taraflar, ekte de belirtildiği gibi sulara ilişkin meselelerde ikili iş birliği üzerinde anlaştı. Bu iş birliği, kaynağı Suriye’de olan sulara ilişkin diğer anlaşmalar çerçevesinde İsrail’e tahsis edilen suların miktarının ve kalitesinin garanti edilmesini de içeriyor.”

Clinton, Suriye tarafından su sorununun çözülmesini talep etti. O zaman 4 Haziran meselesi de çözülecekti, zira İsrail’i endişelendiren şey su meselesidir. Ayrıca ABD’nin Suriye için Türkiye’den su satın almaya hazır olduğunu da belirtti. Bakan Şara Türklerin bunu kabul etmeyeceğini söyleyince, Clinton şöyle karşılık verdi: “Suyun ederi neyse onlara ödeyeceğiz. O zaman kimse itiraz etmeyecektir.” Suriyeli Bakan ise şu yanıtı verdi: “Şu an size bir cevap veremem.”

Güvenlik konusunda da Suriye tarafı, daha önce 1995 yılında üzerinde anlaşmaya varılan ve sınırın her iki tarafında güvenliğin denk ve eşit olmasını ifade eden belgede ısrarcı oldu ve Şam’ı etkileyecek herhangi bir güvenlik tedbiri reddedildi.

Bakan Albright, ekonomik süreçler konusunu gündeme getirince aldığı cevap, bir baskı unsuru oluşturmaması için bu konunun tartışılmaması oldu.

Son şans

Çalışma grupları toplantılarının ertelendiği duyurulduktan sonra müzakereler durduruldu. 7 Mart 2000’de Başkan Clinton Cumhurbaşkanı Esed’i arayarak, Cenevre’de bir görüşme teklif etti. Zira Esed’e bizzat iletmek istediği ‘önemli şeyler’ vardı. Hafız Esed bu teklifi kabul etti ve toplantı 26 Mart’ta gerçekleştirildi. ABD’li bir yetkiliye göre Esed’in hasta olduğu anlaşılıyordu. Hatta ABD’li koordinatör Dennis Ross, sağlık durumunun zayıf olduğundan emin olmak için Esed’in omuzlarına dokunarak bunu anlamaya çalıştı.

Suriye’ye ait başka bir belgeye göre “Clinton, barış sürecinden ve Esed’in Madrid Konferansı’nda bu sürecin başlatılmasındaki rolünden bahsetti. Ayrıca Suriye ile İsrail arasında barışın gerçekleşmesi halinde, bölgede güvenlik ve istikrar adına elde edilecek büyük kazanımlardan bahsedildi. Sonra Esed’e haritalar sundu.” Suriye tarafının ifadesine göre bu haritalar, 200 metre genişliğinde bir göl şeridini kapsıyordu.

Suriye’ye ait belgede şu ifade yer alıyor:

“Esed, haritalara baktı ve Taberiye kıyısındaki el-Butayha bölgesinde 4 Haziran hattını aşan bir sınır çizgisi gördü. Aynı şekilde Baniyas bölgesindeki hatta da bir sapma fark etti. Başkan Clinton’a dönerek şöyle dedi: ‘Bu ne? Bu ABD’nin değil, İsrail’in haritası. Bana iletmek istediğiniz şey buysa söyleyeceğim ve üzerinde tartışacağım bir şey yok demektir.’

Clinton şu yanıtı verdi: ‘Dışişleri Bakanınız bu haritayı onayladı.’ Bakan Şara, hiçbir şey söylemeden ayakta duruyordu.

Esed tekrarladı: ‘Söyleyecek veya tartışacak bir şeyim yok. Bu harita İsrail’e ait ve ben tek bir toprak parçasından vazgeçmeyi kabul etmeyeceğim.’

“Cumhurbaşkanı Beşşar iktidara geldikten sonra İsrail’le bir barış için girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerin en öne çıkanı Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri suikastından sonraki yalnızlık döneminde ortaya kondu. Türkiye, 2007-2008 yılları arasında bu girişime aracılık etti ve Esed ile İsrail Başbakanı Ehud Olmert arasında doğrudan bir görüşme ayarlamayı önerdi. Önerinin reddedilmesinden sonra Olmert, Gazze’ye yönelik saldırı başlattı”

Clinton çıktıktan sonra Şara, Esed’in yanına gelerek şöyle dedi: ‘Sayın Cumhurbaşkanım, küçük bir devletin başkanının yalan söylediğini biliyordum da büyük bir devletin başkanının yalan söylemesini beklemezdim.’ Cumhurbaşkanı başını salladı ve cevap vermedi.” Suriye Cumhurbaşkanı Vekili Abdülhalim Haddam’ın resmî bir belgede ek olarak belirttiğine göre “ABD’liler Cumhurbaşkanı Esed’in sağlık durumunu izliyor ve istenen tavizleri vermeye hazır hale geleceğine inanıyorlardı. Ama ülkenin menfaati her şeyden önemliydi ve Cumhurbaşkanı aşırıya kaçmadan, taviz vermeden ve aşırılıkla tavize yol açmadan vefat etti.”

İsrail, Mayıs 2000’de Lübnan’ın güneyinden çekildi ve Esed, 10 Haziran 2000’de vefat etti. Onun ardından iktidarı oğlu devraldı.

Beşşar Esed ve İran…

Cumhurbaşkanı Beşşar iktidara geldikten sonra İsrail’le bir barış için girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerin en öne çıkanı Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri suikastından sonraki yalnızlık döneminde ortaya kondu. Türkiye, 2007-2008 yılları arasında bu girişime aracılık etti ve Esed ile eski İsrail Başbakanı Ehud Olmert arasında doğrudan bir görüşme ayarlamayı önerdi. Önerinin başarısızlıkla sonuçlanmasından sonra Olmert, Gazze’ye yönelik saldırı başlattı.

Şam, yalnızlıktan kurtulduktan sonra Barack Obama yönetimi çözümle tekrar ilgilenmeye başladı ve Senatör George Mitchell elçi ve Fred Hoff da onun yardımcısı olarak atandı. Nisan 2009 ila Mart 2011’in ortalarında, 4 Haziran hattını çizen kişi olarak tanınan ABD’li diplomat ve elçi sürece odaklanıyordu. Deneyimlerini de Washington’daki Amerikan Barış Enstitüsü tarafından yayımlanan, Yükseklere Varmak: Suriye-İsrail Barışı İçin Gizli Bir Girişimin Hikâyesi (A Path to Peace: A Brief History of Israeli-Palestinian Negotiations) adlı kitabında aktardı.

Mitchell ile Hoff’un Şam ve Tel Aviv’e yaptığı keşif turlarından sonra ABD’nin çabası 2010’da yoğunlaştı. Mitchell ve Hoff,  Esed’i, Rabin’in Teminatı’nın uygulanması için ‘bölgesel yanların’ yani Suriye’nin İran ve Hizbullah’la ilişkisinin açıkça konuşulmasını içeren yeni bir yaklaşıma ikna etmek için eylül ayında Şam’a gitti.  

Bunun öncesinde 22 Mayıs 2010’da ABD Senatosu’ndaki Dış İlişkiler Komitesi Başkanı John Kerry, ‘İsrail’in 4 Haziran hattına tamamen çekilmesi karşılığında, Esed’in İsrail’in tüm taleplerini karşılayan bir barış anlaşmasına açık olduğunu’ öğrenmişti.

Washington, Scud füzelerinin Hizbullah’a ulaşmasından endişeleniyor ve Suriye-İran bağlantısını koparmak için çalışıyordu. Bununla birlikte Kerry’nin Esed’in imzalaması için hazırlanmış bir mektup taslağını yanında taşıması dikkat çekiciydi. Bu taslağı Hoff, İsraillilerle yapılan görüşmelerin ardından hazırlamıştı ve Başkan Obama’ya iletilecekti. Mektubun metni şöyle:

- Suriye ile İsrail arasında Suriye’nin Haziran 1967’de kaybettiği toprakları tamamen geri almasını yansıtan sınırlar da dahil olmak üzere yapılan barış anlaşması; Suriye’nin, İsrail’in güvenliğini hem devletler hem de devlet dışı unsurlar tarafından tehdit eden iş birliğine, eylemlere ve politikalara verdiği tüm desteği bitirecektir.

- Bu barış anlaşması, İsrail ile Suriye arasındaki çatışmayı sona erdirecek ve anlaşmanın imzalanmasından önceki hadiselerden kaynaklanan tüm sorunların çözümünü de içerecektir.

Majalla
Majalla

- Bunun sonucunda büyükelçiliklerin açılması da dahil olmak üzere diplomatik ilişkiler normalleşecektir.

- Suriye’nin devletler ve devlet dışı unsurlarla ilişkileri, her iki tarafın da içine sinecek şekilde belirlenen anlaşma yükümlülükleri ve İsrail’e karşı yükümlülükleriyle tamamen tutarlı olacaktır.

- İsrail’le bir barış anlaşmasına varılması halinde Suriye, Arap Barış Girişimi doğrultusunda, İsrail ile Filistinliler ve İsrail ile Lübnan arasında barış anlaşmalarının temin edilmesi ve bunun sonucunda İsrail ile tüm Arap Birliği ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesi de dahil olmak üzere kapsamlı bir Arap-İsrail barışının gerçekleşmesi için tam desteğini ve iş birliğini sunacaktır.  

Bu, Rabin’in Teminatı’na alternatif bir ABD Teminatı gibiydi. Suriye tarafı Obama’dan, İsrail’in Suriye’ye ait Golan’dan 4 Haziran hattına çekilmesi sözünü de içeren yazılı bir taahhüt almaya çalıştı. Bunun üzerine Kerry,  Esed’e şöyle dedi: “ABD’nin tutumunun, Golan’ın 1967 hattına tamamen geri dönmesini gerektirdiğini Başkan Yardımcısı (Joseph Biden) ile teyit ettim.”

ABD’nin Şam ile Tel Aviv arasındaki barış çabaları devam etti. 27 Şubat 2011’de, yani gösterilerin ve Arap Baharı’nın başlamasının ardından Hoff Şam’a gitti ve ertesi gün Esed’le buluştu. ABD’li elçi Suriye-İsrail anlaşmasının taslağını sundu. Hoff, dipnotlarla birlikte kâğıdı Esed’e teslim etti. Kâğıtta şunlar yazıyordu:

“Bu anlaşma (muhtemel çerçeve anlaşması/muhtemel barış anlaşması), Suriye ile İsrail arasındaki savaş durumunu sona erdirecek ve barışı tesis edecektir. Bu yeni gerçekliğe uygun olarak her iki tarafın ikili bir ilişkinin yanı sıra, diğer tüm etkin taraflarla da ilişkiler kurma yönünde adımlar atmasını gerektirecektir.

“Taraflar, kapsamlı bir Arap-İsrail barışı gerçekleştirme hedefini paylaşıyor ve bunun Filistinliler ile İsrailliler ve Lübnan ile İsrail arasında barış anlaşmalarının imzalanmasını ve Arap Birliği’ne üye tüm ülkeler ile İsrail arasındaki ilişkilerin de normalleşmesini gerektirdiğini biliyor.”

Dolayısıyla yürürlükteki uluslararası hukuk ilkelerine ve BM belgesine göre taraflardan herhangi biri, başka bir devleti temsil eden veya bir devleti temsil etmeyen bir tarafın, taraflardan birinin veya vatandaşlarının güvenliğini ve selametini tehdit edecek herhangi bir eylemine, çabasına veya planına doğrudan veya dolaylı olarak destek vermeyecek, tehditte bulunmayacaktır. Özellikle bu anlaşma yürürlüğe girdiğinde:

- Taraflar, birbirlerine karşı doğrudan veya dolaylı olarak tehdit uygulamaktan ya da güç kullanmaktan kaçınacak ve aralarındaki tüm anlaşmazlıkları ve çatışmaları barışçıl yollarla çözmek için çalışacaktır.

- Taraflar, iki tarafın topraklarında ya da vatandaşları tarafından, taraflardan birine ya da vatandaşlarına zarar vermek için çabalayan düzenli, düzensiz ya da paramiliter güçlere yardımcı olan her türlü faaliyeti sona erdirecek ya da yasaklayacaktır. (Dipnot: 1)

- Taraflardan herhangi biri, bir devleti temsil eden veya etmeyen herhangi bir tarafla yapılan sözleşme ya da anlaşma kapsamında, diğer tarafa karşı toplu güç kullanımı hakkını kullanmayacaktır. Yahut böyle bir anlaşma, sözleşme veya yükümlülük kapsamında diğer tarafa karşı güç kullanma ya da tehdit uygulama ya da diğer tarafa karşı düşmanca bir ittifaka katılma veya katılımı sürdürme konusunda herhangi bir yardım talebine olumlu yanıt vermeyecektir. (Dipnot: 2)

- Taraflardan herhangi biri, Lübnan hükümetinin resmî güvenlik güçlerine gönderilenler dışında, Lübnan’a silah veya askerî mühimmat taşımayacak ya da kendi toprakları üzerinden böyle operasyonların yapılmasına izin vermeyecektir. (Dipnot: 3)

- Taraflar, kapsamlı bir Arap-İsrail barışı gerçekleştirme hedefini paylaşıyor ve bunun Filistinliler ile İsrailliler ve Lübnan ile İsrail arasında barış anlaşmalarının imzalanmasını ve Arap Birliği’ne üye tüm ülkeler ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini gerektireceğini biliyor. Her iki taraf da bu hedefe ulaşmak için elinden geleni yapacaktır.

Dipnotlar ve açıklamalar

Özel durumlar için dipnotlar:

- Pratikte bu grupların mevcut politikalarına bakıldığında Suriye; Suriye ve Lübnan’daki Hizbullah’a ve İsrail’e ve İsraillilere yönelik şiddet eylemleri planlayan, bunlara destek ve katılım sağlayan diğer Filistinli gruplarla birlikte Hamas’a silah, çift kullanımlı malzemeler, eğitim ve istihbarat da dahil olmak üzere askerî ve mali yardım sunmaktan kaçınmalıdır. Bu gruplara ya da yasaklı faaliyetleri yürütmek için Suriye topraklarını kullanan başka herhangi bir gruba mensup tüm kişiler, Suriye’den Lübnan dışındaki ülkelere sınır dışı edilmelidir.

- Suriye’nin İran, Hizbullah ve Arap Birliği’ndeki taraflarla, bu gereklilik kapsamına girebilecek toplu güvenlik anlaşmalarının olduğu söyleniyor. Örneğin Suriye, Kudüs Gücü de dahil olmak üzere İran Devrim Muhafızları ile ilişkisini bitirmeli ve Muhafızlarla, teçhizatının Suriye topraklarından ya da Suriye hava sahasından geçişini engellemelidir. Aynı şekilde varsa İsrail’e ve İsrail vatandaşlarına karşı tehdit ya da güç kullanımına izin veren her türlü anlaşmayı bitirmesi de gerekecektir.

- Buna dayalı olarak Suriye’nin gerek Lübnan’daki Hizbullah’a ve gerekse Lübnan’a çift kullanımlı malzemeler dahil her türlü silah ve askerî mühimmat sevkiyatı operasyonlarına katılımına ve bu operasyonları kolaylaştırmaya son vermesi gerekecektir. Ayrıca Lübnan’daki Filistinli gruplara silah akışını durdurması ve onları silahsızlandırmaya dönük çabaları desteklemesi gerekmektedir.

Hoff’un kitabına göre Esed, dipnotlara değinmeden önce beş noktanın çeşitli yönlerini daha iyi anlamak istediğini dile getirdi. İlk dört noktanın Lübnan’a özel atıflar içerdiğine, ancak sadece dördüncü noktada ülkenin adının açıkça zikredildiğine işaret etti. Ardından Suriye-İsrail barış anlaşması metninde Lübnan’ın adının zikredilmesinin uygun olup olmadığını sorguladı.

Tartışmada sunulan metnin tüm yönleri ele alındı. Hoff, Esed’in şu sözlerini aktarıyor: “Hem Suriye hem de İsrail bir barış anlaşmasına vardığını ilan eder etmez Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın kurallara uyma hızına herkes şaşıracak.” Hoff, şunu ekliyor: “Ben de şöyle yanıt verdim: En çok şaşıran insanlardan biri de ben olacağım. Cumhurbaşkanı’na, Nasrallah’ın İran’a ve İran İslam Devrimi’ne olan bağlılığı ortadayken nasıl böyle bir kanaate vardığını sordum. Bunun üzerine Esed, Nasrallah’ın İranlı değil, bir Arap olduğunu belirtmekle başladı ve Suriye ile Lübnan’ın Arap-İsrail barış sürecinin bir parçası olması gerektiğine işaret etti. Zira Lübnan’ın yolu Suriye’ye bağlıydı. Esed, Hizbullah’ı da ‘tek gerçek Lübnanlı siyasi parti’ olarak tanımlayarak, onun Lübnan’daki en büyük mezhep grubu olan Şiilerin temsilcisi olduğuna ve Lübnan’ın iç siyasetinde liderlik rolü oynamaya mahkûm bir kurum olduğuna dikkat çekti.”

Tartışmada Beyrut’un, Lübnan’a ait olduğunu ve İsrail’in 2000 yılında Lübnan’ın güneyinden çıkmasından sonra Hizbullah’ın orayı yeniden ele geçirmek istediğini söylediği Güney Lübnan’daki Şeba çiftliklerine de değinildi. Hoff şöyle diyor: “Esed’e, Nasrallah’ın direniş dünyasından çıkışının, Suriye’nin İsrail’in Golan Tepeleri bölgesini boşaltmasından hemen sonra, Şeba çiftliklerini Lübnan’a iade etmesini gerektirip gerektirmeyeceğine dair görüşünü sordum. Esed, şu an Şeba çiftliklerindeki hakkından bahsetmese de bana, haritalara bakıldığında Şeba çiftliklerinin Suriye toprağı olduğunun görüldüğünü, belki gelecekte Lübnan’la bir düzenleme yapılabileceğini, ancak soruya konu olan toprakların Suriye’ye ait olduğunu belirtti.

“Hoff’un kitabına göre Esed, dipnotlara değinmeden önce beş noktanın çeşitli yönlerini daha iyi anlamak istediğini dile getirdi. İlk dört noktanın Lübnan’a özel atıflar içerdiğine, ancak sadece dördüncü noktada ülkenin adının açıkça zikredildiğine işaret etti. Ardından Suriye-İsrail barış anlaşması metninde Lübnan’ın adının zikredilmesinin uygun olup olmadığını sorguladı”

Esed kendiliğinden, Suriye’nin İran’ın güdümünde bir devlet olmadığının ve İsrail ile yapılan barış anlaşmasının İran’a değil, Suriye’ye ait bir mesele olduğunun altını çizdi. Daha sonra Türkiye’nin barış anlaşması için arabuluculuk çabaları başladığında İran’ı aklına getirmediğini belirtti.” Rapora göre Esed, Hoff’a şöyle dedi: “Suriye’nin de kendi kamuoyu var. Suriyelilerin, topraklarının tamamen geri alındığına ikna olması gerekiyor.”

Hoff, Şam’dan iyimser bir şekilde ayrıldı. Sokaklarda başka bir gelişme yaşanıyordu. Suriye’deki gösteriler yayıldı ve güvenlik güçleri onlara karşılık verdi. Washington arabuluculuğunu askıya aldı. Mitchell, 13 Mart’ta Ortadoğu’da barış için özel elçilik görevinden istifa etti. Aynı ayın 19’unda Obama, Dışişleri Bakanlığı’na hitaben “Esed ya Suriye’nin demokrasiye geçişine liderlik etmeli ya da iktidardan çekilmeli” dedi. 18 Ağustos’ta Obama, ‘Esed’in çekilmesi için vaktin geldiğini’ ilan etti.

Ortadoğu Barış Ekibi’nde olan Hoff da Dışişleri Bakanlığı ile Yakın Doğu Ofisi’ne kötüleşen Suriye krizi konusunda danışmanlık görevine geçiş yaptı.

Halihazırda ABD, Rusya, İran, Türkiye ve İsrail ordularının faaliyet yürüttüğü Suriye, üç ‘devletçiğe’ bölünmüş durumda.

2018 yılı sonunda Birleşik Arap Emirlikleri gibi Arap ülkeleri, Şam’la ilişkilerini yeniden başlattı. Arap normalleşmesi süreci devam etti ve Şam, Arap Birliği’ne döndü.

İran’ın Suriye’den çıkarılması gerektiğine dair Arap önerileri yinelendi. Bazıları Şam’ın Arap-İsrail normalleşmesi sürecine katılacağını düşünüyor.  

* Bilâdü'ş-Şâm: Suriye, Filistin, Lübnan ve Ürdün’ü içine alan tarihî bölgenin adıdır.

* Bu özel haber Şarku’l Avsat okuyucuları için Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
TT

Bağımsız Filistin devleti projesinin aşamaları ve dönüşümleri

Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)
Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze Şeridi'nin batısındaki Cibaliye Mülteci Kampı’nın batısındaki es-Saftavi mahallesinde, İsrail'in hava saldırısı sonucu hasar gören bir evi inceleyen Filistinli bir kız çocuğu, 9 Haziran 2025 (AFP)

Macid Kayali

Filistin ulusal hareketinin 60 yıllık çağdaş tarihi boyunca, Filistin kimliği projesi, İsrail ile olan çatışmaya ilişkin Arap ve uluslararası koşulların değişmesi sonucunda Filistin siyasi düşüncesinde birçok aşama ve dönüşüm geçirdi. Bunun sonucunda Filistinli liderler, güç dengesinde İsrail lehine ciddi bir dengesizlik olduğu konusunda ikna oldular. Bunun yanında Filistinlilerin acılarını, fedakarlıklarını ve kahramanlıklarını siyasi başarılara dönüştürmelerine engel olan Arap ülkeleri ve uluslararası toplumun dayattığı birtakım kısıtlamalar ve sınırlamalar da söz konusu. Bu da Filistinlilerin hedeflerini ve çalışma biçimlerini bu kısıtlamalara ve sınırlamalara göre uyarlama gerekliliğini doğuruyor.

Gördüğümüz üzere o dönemde Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ilişkiler düşmanlık veya çatışma durumundan kabul veya tanıma durumuna geçerken 1948 dosyası, yani İsrail'in kurulması ve mülteci sorununun doğuşu olan Nekbe (Büyük Felaket) dosyası hakkındaki tartışmalardan 1967 dosyasına, yani işgalin sona erdirilmesi ve sadece İsrail'in varlığı şeklindeki çatışmaya dönüştü. Aynı dönemde, iki kutuplu dünya da sona erdi. ABD, tek süper güç olarak ya da birkaç kutup arasında, uluslararası ve bölgesel olarak hakim kutup haline gelirken İsrail, Batı'nın güvenliğini ve çeşitli açılardan üstünlüğünü garanti altına alan bir ülke olarak konumlandı.

Kurtuluş projesinden devlet projesine

1967 tarihli Altı Gün Savaşı'ndan önce kurulan Filistin Ulusal Hareketi, ‘kurtuluş’ hedefiyle ortaya çıkmış ve Filistin meselesini ortadan kaldırmayı amaçlayan tüm alternatif çözümleri reddetmişti. Bu ret, ‘Filistin'in bölünmesi’ kararını (1947) reddetmeyi ve İsrail'i tanımamanın yanı sıra o dönemde Filistin siyasi düşüncesinde kurtuluş hedefi, geri dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve nehirden denize kadar bağımsız bir Filistin devleti kurulmasını içeriyordu.

Burada kurtuluş hedefinin 1960'lı yılların sonlarında tarihi Filistin'de seküler bir demokratik devlet kurmak anlamına geldiğini hatırlatmak gerekir. Ancak bu anlam Filistin siyasi düşüncesinde olgunlaşmış veya yerleşmiş değildi, daha çok Filistin ulusal hareketini uluslararası alanda meşrulaştırmak için ortaya atılmıştı.

Ancak siyasi düşüncede ve Filistinlilerin ulusal seçeneklerinde niteliksel bir değişim 1974 yılında, yani ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra başladı. 1973 Arap–İsrail Savaşı'nın (Yom Kippur Savaşı) ve o dönemdeki Sovyetler Birliği ile ilişkilerin etkisiyle kabul edildi.

Siyasi düşüncede niteliksel değişim ve Filistinlilerin ulusal tercihleri, ulusal hareketlerinin başlamasından yaklaşık on yıl sonra, 1974 yılında başladı. O dönemde ‘On Madde’ programı kabul edildi.

Ancak bağımsız bir Filistin devleti düşüncesindeki en derin veya en keskin dönüşüm, 1993 tarihli Oslo Anlaşması'nın imzalanması ve İsrail'in şartlarına göre Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde ulusal otoritenin kurulmasıyla gerçekleşti. Bu şartlar arasında Batı Şeria topraklarının üç bölgeye bölünmesi de vardı. İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) arasındaki otoriter bağımlılık ve yerleşim, sınırlar, Kudüs ve nihai çözümün niteliği gibi konuların ertelenmesi de buna dahildi. Belki de bu dönüşümü öncekinden ayıran en temel fikir, Filistin liderliğinin, nihai müzakerelerde gündeme getirilen konular hariç, herhangi bir şart koşmadan İsrail'in tanıması şartıydı. Ayrıca bu dönüşüm sadece siyasi bir öneri olarak kalırken, üçüncü dönüşüm olan Oslo Anlaşması, FKÖ'nün tüm Filistinlileri ve onların davasını temsil eden manevi veya sembolik siyasi yapı olarak kabul edildiği halde, FKÖ'nün yerine Filistin Yönetimi'nin kurulmasıyla pratik olarak hayata geçirildi.

Sonuç olarak, Oslo Anlaşması Filistin ulusal hareketi için bir ‘tuzak’ ya da varoluşsal hedeflerinin bir kafesi gibiydi. Çünkü bu anlaşma Filistin’i sadece sınırlı egemenliğe sahip ve işgal altındaki bir siyasi varlık olarak sundu. FKÖ marjinalleştirilirken, Filistin devleti projesi, İsrail hükümetlerinin, özellikle de Netanyahu hükümetlerinin yarattığı gerçekler nedeniyle, herhangi bir uzlaşmada Filistin boyutunu zayıflatma, nehirden denize kadar İsrail'in hakimiyetini pekiştirme, Batı Şeria'daki yerleşim birimlerini güçlendirme ve Gazze'yi ondan ayırma doktrinini benimsemesi nedeniyle, çıkmaza girmiş ve boğulmuş durumda. Bu durum, Batı Şeria ve Gazze'deki işgal altındaki topraklarda olup bitenlerin yanında yaklaşık iki yıldır süren İsrail'in yok etme savaşını da açıklıyor.

Demokratik devlet, varoluş ve kurtuluş sonrası

Tek demokratik laik devlet fikri, Filistinlilerin siyasi düşüncesinde ulusal hareketlerinin başlangıcında değilse de 1960'lı yılların sonlarında bazı açıklamalarda, bildirilerde ve Ulusal Konsey oturumlarının bazı kararlarında ortaya çıktı. Çünkü bu hareket, İsrail'in varlığını ve İsrail toplumunu bir tür inkâr ve tanıma reddiyle ele alıyordu. Bu yönde herhangi bir yaklaşım, şüphe uyandırabilir ve Filistin halkının ulusal ve tarihi hakları pahasına İsrail'in varlığını meşrulaştırabilirdi. Bununla ilgili FKÖ’nün tüzüğünde yer alan yer alan tek paragraf, ‘Siyonist işgalin başlamasına kadar Filistin'de normal bir şekilde yaşayan Yahudiler Filistinli sayılırlar’ ifadesidir.

Ancak Filistin direnişinin güçlenmesi, 1960'lı ve 1970'li yıllara hakim olan solcu ve ilerici fikirlere açık olması, dünya kamuoyunda faaliyetlerinin genişlemesi ve davasına sempati duyulmasını sağlama ihtiyacı, Filistin siyasi düşüncesinde değişiklikler yapılmasını gerekli kıldı. Yahudilere karşı tutum, Yahudiler ile Siyonizm arasında ayrım yapma, Filistin ulusal hareketinin geleceğe ilişkin vizyonu ve Siyonist olmayan Yahudi güçlere açılma gerekliliği gibi konularda değişiklikler yapılması gerekiyordu.

8ı9o0
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, haftalık kabine toplantısında Maliye Bakanı Bezalel Smotrich ile konuşurken, 7 Ocak 2025 (AP)

Bu önemli gelişme, 1969 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in altıncı oturumunda alınan kararda “Filistin mücadelesinin amacı, Filistin halkını vatanına geri döndürmek ve tüm Filistin topraklarında her türlü ırk ayrımcılığı ve dini bağnazlıktan uzak, demokratik bir Filistin devleti kurmaktır” şeklinde ifade edildi. 1970 yılında yine Kahire’de düzenlenen Ulusal Konsey'in yedinci oturumunda ise bu karar, “Filistin mücadelesinin amacı, tüm vatandaşların eşit hak ve yükümlülüklerle bir arada yaşadığı bir toplum içinde Filistin'in tamamen kurtarılmasıdır” şeklinde ifade edildi. Bu ifade, 1971 tarihinde Kahire’de gerçekleşen sekizinci oturumda dikkat çekici bir şekilde şu şekilde tekrarlandı:

Filistin'in silahlı mücadelesi, Yahudilere karşı etnik veya mezhepsel bir mücadele değildir. Bu nedenle, Siyonist sömürgecilikten kurtarılmış Filistin'de kurulacak gelecekteki devlet, barış içinde yaşamak isteyenlerin eşit hak ve görevlere sahip olduğu demokratik bir Filistin devleti olacaktır.

Ulusal Konsey'in 13’üncü oturumundan itibaren, yani ‘Aşamalı Program’ın kabul edilmesinden sonra, Siyonist olmayan Yahudi güçlerle ilişkiler konusunda fikirler ortaya atılmaya başlandı. O dönemde, ‘işgal altındaki Filistin toprakları içinde ve dışında Siyonizm'e karşı mücadele eden demokratik ve ilerici Yahudi güçlerle ilişki ve koordinasyonun öneminin’ vurgulandığı bir karar alındı. 1981 yılında Suriye’nin başkenti Şam’da gerçekleşen 15’inci oturumda alınan karar şu şekilde ifade edildi:

“Ulusal Konsey, işgal altındaki vatanında Siyonizm ideolojisine ve uygulamalarına karşı çıkan demokratik ve ilerici Yahudi güçlerin oynadığı olumlu rolü vurgulamakta, FKÖ'yü halkımızın tek ve meşru temsilcisi olarak ve Filistin halkının değişmez ulusal haklarını tanımakta ve dönüş hakkı, kaderini tayin hakkı ve ulusal topraklarında bağımsız bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere, Siyonizmi doktrin ve uygulama olarak benimseyen taraflarla yapılan her türlü teması kınamaktadır.”

Reddetme ve varoluşsal meşruiyet sorunu

Ancak, o dönemde Filistin ulusal kimliği fikrini güçlendiren en önemli göstergelerden biri, Filistin Ulusal Şartı'nın 24’üncü maddesinin, Filistin Ulusal Şartı'nın yerine geçen yeni şartta çıkarılmış olmasıydı. Bu madde, “Ne bir şerit ne de bir bölge, örgütün faaliyetleri sadece ulusal düzeyde, halkın katılımıyla, siyasi, örgütsel ve mali alanlarda yürütülmektedir” hükmünü içeriyordu:

Bu durum, Filistin ulusal hareketi için garip bir öneri olmakla birlikte, kendi toprakları dışında faaliyet gösteren bir ulusal hareketin meşruiyet ve varlık hakkını kazanmak için bir manevra olarak anlaşılabilir.

Aslında bu madde Filistinlilerin siyasi düşüncesinde büyük bir boşluk oluşturmuş ve kendi toprakları üzerindeki hak ve sorumluluklarından vazgeçtiklerini ifade etmiştir. Şimdi, Filistin topraklarının 1967 yılındaki işgalinden önce siyasi sistemin Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nde kendi devletlerini kurmalarına izin verdiği bir gerçekliği hayal etmek zor olsa da böyle bir senaryo onların Arap ve uluslararası arenadaki konumlarını ve kendileri hakkındaki algılarını ne kadar etkilerdi?

İşgalden sonra Filistinlilerin toprak haklarını teyit etmek için Filistin siyasi düşüncesindeki bu boşluğu doldurmak her halükarda mümkün ve elverişli hale geldi, ancak bu çok geç ve insani, maddi ve siyasi olarak çok ağır bedellerle, Arap, uluslararası ve İsrail gerçeklerinin imkansızlığı altında gerçekleşti.

Tüm bunlardan, birçok değişimin Filistin siyasi düşüncesindeki karışıklığı yansıttığı görülebilir. Bu karışıklık, Filistin, İsrail, Arap ve uluslararası koşulların ve verilerin değişmesi sonucu Filistin'in ulusal haklarının aleyhine gelişti. Bu durum, hedefler ile gerçekler, adalet ile imkânlar, hak ile hakka sahip olma gücü arasında büyük çelişkiler olduğunu ortaya koydu.

Netanyahu-Smotrich-Ben Gvir hükümeti, siyasi ve ekonomik araçların yanı sıra yerleşim birimleri ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistin unsurunu ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımını sürdürüyor.

Örneğin, 1960'lı yılların sonlarında ve 1970'li yılların başlarında Filistinliler arasında hakim olan eğilimler, Filistin'in tam olarak kurtarılması dışında tüm alternatif çözümleri açıkça reddediyor, aynı zamanda ‘5 Haziran 1967 saldırısından sonra işgal altındaki topraklarda sahte bir Filistin varlığı oluşturmaya yönelik şüpheli çağrıları’ reddetmeye çağırıyordu.

Bu, İsrail devletine meşruiyet ve kalıcılık kazandırır ki bu da Filistin halkının tüm vatanı Filistin'de yaşama hakkıyla tamamen çelişir. Bunun yanında, Filistin Ulusal Konseyi'nin 1968 yılında Kahire’de yapılan dördüncü oturumunda, 5 Haziran'dan sonra işgal altındaki topraklarda İsrail'in Filistin devrimine karşı koymak için dayandığı bir Filistin Arap yönetimi oluşturuldu. Böylece, Kahire’deki 1972 tarihli 10’uncu oturumda “Filistinlilerin vatanını kurtarma davasını ortadan kaldırmayı veya bu davayı Filistin topraklarının bir kısmında Filistin devleti veya oluşumları projeleriyle çarpıtmayı amaçlayan tüm uzlaşı projelerine karşı mücadeleye devam etme” kararı alındı.

Ancak Filistinli liderliği, Oslo Anlaşması'nı imzaladı ve devletten daha az bir yapı olan Filistin Yönetimi'ni kurdu. Bu karar, Ramallah'ta düzenlenen Filistin Ulusal Konseyi’nin 1996 tarihli 21’inci oturumunda onaylandı. Daha sonra Ulusal Konsey, 2018 yılında Ramallah’ta yapılan 23’üncü ve son oturumunda bunu tekrarlayarak, daha önce kabul edilen tüm kararları gözden geçirdi. Son oturumda alınan kararda, “Halkımızın ve devletimizin İsrail ile ilişkisi, halkımız ve işgal altındaki devletimiz ile işgalci güç arasındaki çatışmaya dayalı bir ilişkidir ve bununla çelişen tüm taahhütlerin yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor. Doğrudan hedef, Filistin devletinin bağımsızlığıdır. Bu hedef, özerk yönetim aşamasından bağımsızlık için mücadele eden devlet aşamasına geçmeyi ve 4 Haziran 1967 sınırları içinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin egemenliğini somutlaştırmaya başlamayı zorunlu kılıyor” denildi.

fvghyju
Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, ABD Başkanı Bill Clinton ve İsrail Başbakanı İzak Rabin, Beyaz Saray bahçesinde Oslo Barış Anlaşması'nı imzalarken, 13 Eylül 1993 (AFP)

Filistinliler, Filistin siyasi düşüncesinin tüm gerilemeleri ve gözden geçirmelerine, uluslararası toplumun ve İsrail'in güvenini kazanmak için yapılan tüm girişimlere rağmen nehirden denize kadar Filistin'in her santimetrekaresi için mücadeleye devam ediyorlar. Netanyahu- (Betzalel) Smotrich- (Itamar) Ben-Gvir hükümeti altında, siyasi ve ekonomik araçlarla, yerleşim birimleriyle ve silah gücüyle, uzlaşmada veya bölgenin bölgesel yapısında Filistinlilerin varlığını ortadan kaldırmaya yönelik yaklaşımlarını sürdürüyor.

Filistin devleti hedefi, Filistin liderliğinin gündeminde ve uluslararası gündemde meşru bir hedef olarak kalmaya devam edecek olsa da en azından öngörülebilir gelecekte bu hedef bir proje olarak kalacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.