Burhan Sudan’daki iç savaşa rağmen New York’ta

Darfur Valisi, uluslararası göstergelerden hareketle Sudan’da bölünme senaryosu konusunda uyardı

Hartum / Muhammed Emin Yasin
Hartum / Muhammed Emin Yasin
TT

Burhan Sudan’daki iç savaşa rağmen New York’ta

Hartum / Muhammed Emin Yasin
Hartum / Muhammed Emin Yasin

Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Genelkurmay Başkanı Abdulfettah el-Burhan, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun (BMGK) 78’inci oturumunun çalışmalarına katılmak üzere Sudan’ı temsilen dün (20 Eylül) New York’a uçtu. Ülkesindeki iç savaş meselesi, bazı devlet ve hükümet başkanlarının BM koridorlarındaki konuşmaları ve tartışmalarının başında gelirken, Sudan’daki çatışmaların sona erdirilmesi için uluslararası ve bölgesel baskıların yoğunlaştırılmasına ilişkin çağrılar da arttı.

Şarku’l Avsat’ın Egemenlik Konseyi Başkanlığı Medya Ofisi’nden aktardığı açıklamaya göre Konsey Başkanı’nın cuma günü üst düzey toplantılarda Sudan hakkında konuşma yapması planlanıyor. Burhan bu konuşmasında gündemdeki çeşitli uluslararası ve bölgesel konularla ilgili çok taraflı iş birliğinin geliştirilmesini ele alacak. Burhan, toplantılar kapsamında dünyanın çeşitli ülkelerinin başkanları ve uluslararası ve bölgesel örgütlerin temsilcileriyle bir araya gelerek, daha istikrarlı bir gelecek inşa etmek amacıyla BM çerçevesinde ikili iş birliğinin yollarını tartışacak.

Burhan, BMGK toplantılarına katılmadan önce bir yurt dışı turu düzenleyerek beş ülkeyi ziyaret etmişti. Bunlar; Mısır, Güney Sudan, Katar, Eritre ve Türkiye. Bu ülkelerin liderleriyle, iç savaşın yansımalarını tartışmış, tüm liderler Sudan’daki krize barışçıl bir çözüm bulunması için desteklerini dile getirmişti.

Bölünmeye karşı uluslararası uyarı

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 19 Eylül salı günü yeni dönemin açılışında yaptığı konuşmada, Sudan ordusu ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) arasında devam eden ve uluslararası kaygılara yol açan savaş yüzünden Sudan’ın bölünme riskiyle karşı karşıya olduğuna dair uyarıda bulundu. Egemenlik Konseyi Başkanı, HDK’nin “isyanı” sona erdirilinceye dek savaşın durmayacağını pek çok kez tekrarlayarak bunun yakında sona erdirileceğine dair söz vermişti. Burhan’ın New York dönüşü sonrasında, kalıcı bir ateşkese varmak üzere ordu ve HDK arasındaki görüşmeleri kolaylaştırmak için ABD’nin katılımıyla Cidde Platformu’na ev sahipliği yapan Suudi Arabistan’a resmi bir ziyarette bulunması bekleniyor.

xscdf
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres konuşma yaparken (Reuters)

BM Genel Sekreteri’nin Sudan Temsilcisi Volker Peretz, savaşın geçen dört ayında Sudan’da olup bitenler hakkında BM Güvenlik Konseyi’ne brifing verdikten sonra 13 Eylül’de görevinden istifa etmişti. Peretz raporunda ordu ile HDK arasındaki çatışmaların azaldığına dair herhangi bir işaret bulunmadığını ve her iki tarafın da kesin bir askeri zafere yakın olmadığını belirtmişti. Aynı zamanda iki askeri güç arasındaki çatışmanın kapsamlı bir iç savaşa dönüşebileceği uyarısında bulunmuştu.

BM Güvenlik Konseyi, çatışmanın her iki tarafına da siyasi bir çözüme ulaşmak için diyalog ve müzakereye başlamaları konusunda baskı yaparak ateşkese varma ve saldırgan faaliyetlere son verme çağrısı yaptı. Kitlesel ihlalleri, şiddet eylemlerini, yağmayı ve altyapının tahrip edilmesini oybirliğiyle kınadı. Nisan ortasında ordu ile HDK arasında savaşın başlamasından bu yana en az 5 bin kişi öldü, on binlerce kişi yaralandı ve yaklaşık 5 milyon kişi ülke içinde ve dışında yerinden oldu.

Buna paralel olarak Darfur Valisi ve Sudan Kurtuluş Ordusu Hareketi Başkanı Minni Arko Minawi, X platformunda (eski adıyla Twitter) yaptığı bir paylaşımda “Bölünme tehlikesini her geçen gün hissediyoruz. Sudan dosyasında aktif olan uluslararası göstergelerden anlaşılacağı üzere müzakerelerin yeniden formüle edilmesi yönünde bir eğilim var” ifadelerini kullandı. Ordu ile HDK arasındaki müzakerelerin “ordu komutanları olarak değil, hükümetler olarak” yürütüldüğünü ve Güney Kordofan’da Abdulaziz el-Hilu liderliğinde üçüncü bir hükümetin ortaya çıkmasının çok da uzak olmadığını sözlerine ekleyerek topun hala Sudan sahasında olduğunu vurguladı.

Başkentte çatışma tırmanıyor

Bu arada, Sudan ordusu ile HDK arasında başkent Hartum’un çeşitli bölgelerindeki çatışmaların temposu yükseldi. Görgü tanıkları, HDK’nin Hartum’un merkezindeki ordu karargâhını toplarla bombaladığını söylediler. Bu, yolun bitişiğindeki yerleşim bölgelerindeki evlerin sallanmasına yol açtı. Sudan’ın en büyük şehri olan Omdurman kentinde ikamet eden vatandaşlar, iki taraf arasındaki şiddetli çatışmalar ve karşılıklı top atışları sonucunda Ordu Mühendisler Birliği çevresindeki mahallelerden yoğun duman sütunlarının yükseldiğini bildirdi.

cgrth
17 Eylül’deki çatışmalar sonucunda Sudan’ın başkentindeki rezidanslardan birinin füzeyle vurulduğu an (AFP)

Öte yandan ordu, Hartum’un güneyindeki Spor Şehri’ndeki HDK karargâhına ve Soba’daki askeri kamp alanlarına top ve ağır silahlarla saldırdı.

Şarku’l Avsat’a konuşan görgü tanıklarına göre orduya ait savaş uçakları, Hartum’un doğusundaki HDK’nin mevzilerine art arda hava saldırıları düzenlerken karadan füze savarlarla misilleme yapıldı.

Ülkenin batısındaki Batı Kordofan eyaletinde HDK güçleri El-Ediye bölgesine saldırarak polis güçlerine ait bir merkezi ateşe verdi, depolara el koydu ve tutukluları serbest bıraktı. Bölgedeki gazeteciler, merkeze saldıran güçlerin saldırısını ordu kuvvetlerinin püskürttüğünü bildirdi. Bunun sonucunda bölgeden çekilmeden önce HDK’nin beş muharebe aracı imha edildi.



Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Ortadoğu'nun çehresini değiştiren Suriye değişimi

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kayali

Esed rejiminin çöküşünün birçok nedenden dolayı Ortadoğu'nun tamamında, özellikle de Arap Maşrık (Levant) ülkelerinde büyük etkileri olacaktır. Bu nedenlerin arasında, çirkinlikleri ve zulmüyle o korkunç ve ürkütücü rejimin, 60 yıldır bölgedeki genel siyasi dönüşümlerde olumsuz bir siyasi aktör olması, Suriye'de ve Suriye toplumunda siyasi, ekonomik ve sosyal kalkınma olanaklarını engelleyen devasa bir engel görevi görmesi de var. Buna ilaveten, iddialarıyla, şantajlarıyla ve aşırılıklarıyla, baskıcı bir vesayet yönetimi olarak Lübnanlılar ve Filistinliler üzerinde, hatta Arap siyasi alanlarında büyük bir kontrole veya etkiye sahipti.

Karmaşık olayların ve müdahalelerin yaşandığı bu zor dönemde, Suriye'de yaşanan değişimin niteliğini veya yönelimlerini tahmin etmenin çok erken ve zor olduğu aşikar. Ancak Esed'in “ebedi rejimi”nin sonsuza kadar yıkılması nedeniyle bu değişim yalnızca kaçınılmaz bir olumlu adım olarak görülebilir. Esed rejiminin yıkılması imkansız gibiydi ve onun zulmü altında yaşayan, canavarlıklarına ve onlara yabancılaşmasına tanık olan Suriyelilerin hayal bile edemeyeceği bir şeydi. Uzun bir süredir (Lübnanlılar ve Filistinlilerle birlikte) üzerlerine çökmüş ağır bir taş kalktı ve bu da tüm çekincelere, korkulara, müdahalelere ve meşru zorluklara rağmen Suriye'de kalkınmanın yolunu döşüyor.

Ayrıca Suriye'de yaşanan değişime ilişkin olumlu bakış, ilgili güçlerin askeri çatışmalardan ve kan dökmekten uzak durmasından, sürecin sakin, sorunsuz ve barışçıl bir şekilde gerçekleşmesinden kaynaklanıyor. Şiddetli çatışmaların yaşanmaması rejimin yapısının kırılganlığı ile bünyesine yerleşmiş yozlaşmışlığı ortaya çıkardı. Bu bakış aynı zamanda Suriye'nin tüm bölgelerinde özgürlük özlemiyle yaşayan Suriyelilerin değişimi büyük bir memnuniyet ve sevinçle karşılamalarından da kaynaklanıyor. Suriyeliler rejimin vücutlarına yerleştirdiği ve ötekinden duyulan korku, nefret ve mezhepçi fanatizm ruhunun temsil ettiği çıbanı boşaltmaktan uzak durdular. Suriye şehirleri mezhepçi ve intikam amaçlı saldırılara tanık olmadı. Rejimin yandaşları dahi yaşanan dönüşümü, devlet adamı gibi davranmak yerine sadece şahsı ve yakın ailesi için endişelenen biri gibi davranan firari cumhurbaşkanının ortaya çıkan adiliğini şaşkınlıkla karşıladılar. Sonsuza kadar mirasçı bir cumhuriyet ya da bir aile çiftliği olarak görülen Esed Suriyesi’nde, 24 yıl önce başkan olması amacıyla nasıl kendisine uygun olması için anayasanın birkaç dakika içinde değiştirilmesiyle göreve geldiyse, dakikalar içinde de ülkeyi terk etti.

Esed rejiminin yıkılması, aynı zamanda ABD'nin Irak'ı (2003) işgal etmesiyle birlikte, yani 20 yıl boyunca artan İran nüfuzunu da zayıflattı.

Artık yeni bir Suriye'nin doğuşuyla birlikte, kuruluşuna ilişkin belirsizliklere ve çeşitli iç ve dış müdahalelere rağmen Ortadoğu'nun da değiştiğini belirtmek mümkündür. Suriye'deki değişim, esas olarak İran rejiminin Irak'tan Lübnan'a kadar bölgedeki statüsünün ve rolünün azalmasıyla temsil edilen bölgesel bir değişime yol açtı. Suriye, İran nüfuzunun en önemli unsuruydu ve onun temel bağlantısı olarak hizmet ediyordu.

Bunun anlamı, Esed rejiminin yıkılmasının, ABD'nin Irak'ı (2003) işgaliyle birlikte Arap Maşrık bölgesinde artan İran nüfuzunun da zayıflamasına yol açtığıdır. Maşrık ülkelerinde devlet ve toplum yapılarının yerle bir olmasına yol açan, İran'ın Ortadoğu politikalarına Amerikan (ve İsrail) yatırımı dönemi, bu politikalar kendi kendini tüketip üzerine düşeni yaptıktan sonra sona erdi. Arenalar birliği ve İsrail’in çöküşünün yakın olduğu sloganlarının, saatler veya günler içerisinde İsrail’i yerle bir edebilme gücüne dair iddialarının yanılsamalar olduğu açığa çıktı. Zira İran, İsrail Gazze'yi yok ederken, ardından Lübnan'a karşı yıkıcı bir savaşa girişirken, sonra da Suriye'ye saldırırken, kendisini tüm bunlardan uzak tuttu.

Sonuç olarak, İran'ın Arap Maşrık bölgesindeki nüfuzunu tamamen zayıflatmak veya sınırlandırmak, Lübnan'ın bu nüfuzdan ve Hizbullah’ın devlet ve toplum üzerindeki baskısından kurtulması anlamına geliyor. Bu kurtuluş Irak’ı ve hatta er ya da geç Husilerin olduğu Yemen’i de kapsayabilir.

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda güncel verilere göre galip görünen İsrail. Diğer yanda ise göz ardı edilemeyecek bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Dolayısıyla Arap Maşrık ülkelerindeki İran nüfuzunun devrilmesi anlamına gelen Suriye rejiminin devrilmesi, Türkiye'nin bölgede nüfuzunun arttığına işaret ediyor ve bu bir ilk. Bölgesel bir güç olarak İsrail 1967-2003 döneminde, Ortadoğu'da bölgesel mimarlığı üstlenirken, İran, ABD ve İsrail’in kendisine izin verdiği veya kendisini kullandığı 2003-2023 arasındaki dönemde, yani Irak’ın altın tepside sunulduğu andan Aksa Tufanı anına (7.10.2023) kadar geçen sürede, buna liderlik etti. Bugünse Türkiye, değişim için acılar çeken, fedakarlıklar yapan ve mücadele eden  Suriye halkıyla birlikte şüphesiz önemli bir katkısının bulunduğu Suriye değişimi yoluyla Ortadoğu'nun şekillenmesinde lider pozisyonunu üstlenmiş görünüyor (el-Mecelle dergisinde yayınlanan “Arap Maşrık bölgesinin yeni mimarı olarak İsrail savaşı” başlıklı makalemi inceleyebilirsiniz - 09.11.2024)

Şimdi Maşrık’ı kontrol eden iki güçlü bölgesel devletle karşı karşıyayız; bir yanda Gazze'deki direnişi çökerttiği, nehirden denize kadar Filistinliler üzerinde doğrudan hegemonyasını dayattığı, ayrıca Lübnan'da Hizbullah'ı zayıflattığı ve İran'ın bölgedeki nüfuzunu parçaladığı için güncel verilere göre galip görünen İsrail var. Diğer yanda, Suriye’deki değişim üzerinden bölgede göz ardı edilemeyecek güçlü ve etkili bir Ortadoğu ülkesi olarak itibarını yeniden kazanmış görünen Türkiye var.

Bütün bu değerlendirmelere göre pek çok şey, Suriye'deki değişimin yönelimlerine bağlı olacak. Bunlar öncelikle Suriye'de özgür ve eşit vatandaşlardan oluşan bir devlet mi kurulacağına yoksa önceki rejimin yeniden üretilmesiyle veya yeni bir Suriye'nin kuruluşunu engelleyen iç ve dış etkileşimlerin varlığıyla bu sürecin sekteye mi uğrayacağına bağlı. İkincisi, ön planda olan iki bölge ülkesi olarak İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkinin şekline bağlı. Bu karmaşık ve birçok senaryoya açık bir ilişki. Üçüncüsü, konu aynı zamanda Arap siyasi sisteminin Suriye'deki dönüşüme nasıl tepki vereceği, bunu nasıl ele alacağı, ayrıca iki bölgesel devlet, yani İsrail ve Türkiye ile ilişkilerini nasıl ele alacağı, esas olarak da Arap sisteminin kendi çıkarları ve öncelikleri konusundaki farkındalığı ile de ilgili olacak. Dördüncüsü, bu arada bölge için İsrail sömürgeci, ırkçı ve yerleşimci bir devlet olarak kalacak ve kendisi de bu durumda Batılı ülkeler tarafından desteklenen zorba bir devlet olarak Ortadoğu'da gerilim ve istikrarsızlık kaynağı olmaya devam edecek. Bu da pek çok şeyin İsrail’in Filistin halkının meşru haklarını ne kadar kabul edip etmeyeceğine bağlı olacağı anlamına geliyor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.