Sisi: Devlet projeleri ulusal güvenliği korumayı amaçlıyor

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, ‘Bir Vatan Hikayesi’ konferansı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Milli Projeler ve Altyapı oturumuna katıldı. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, ‘Bir Vatan Hikayesi’ konferansı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Milli Projeler ve Altyapı oturumuna katıldı. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
TT
20

Sisi: Devlet projeleri ulusal güvenliği korumayı amaçlıyor

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, ‘Bir Vatan Hikayesi’ konferansı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Milli Projeler ve Altyapı oturumuna katıldı. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)
Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, ‘Bir Vatan Hikayesi’ konferansı etkinlikleri kapsamında düzenlenen Milli Projeler ve Altyapı oturumuna katıldı. (Mısır Cumhurbaşkanlığı)

Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi dün yaptığı açıklamada, devletin uyguladığı projelerin ‘zor şartlar altında taşıdığı maliyete rağmen ulusal güvenliği korumayı amaçladığını’ söyledi.

Sisi, Bir Vatan Hikayesi konferansının ikinci günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen Milli Projeler ve Altyapı oturumuna katılarak, hükümete liman, demiryolları ve karayollarındaki kalkınma projelerinin en geç 2025 yılına kadar tamamlanması talimatını verdi.

Mısır Cumhurbaşkanı riskli gecekondu bölgelerinde yaşayan ailelere dayalı döşeli konutlar ve insan onuruna yakışır bir yaşam sağlamak amacıyla devletin yaklaşık 85 milyar liralık (bir dolar yaklaşık olarak 30,8 Mısır lirası9 bir maliyetle gecekondulara alternatif konut alanında harekete geçtiğine dikkat çekti.

Hükümetin yalnızca projelere 10 trilyon lira harcadığına ve Mısırlı şirketler değil de yabancı şirketlerin yatırımıyla bu projeler yapılsaydı maliyetin daha fazla olacağına dikkat çeken Sisi “Bu projeleri yabancı şirketler hayata geçirseydi maliyet 30 trilyon lirayı bulacaktı” dedi.

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre Mısır Cumhurbaşkanı, demiryolu ve metro projelerinin Mısır’ın sermayesi ve mülkü olduğunu vurgulayarak ‘bu projelerin bu şekilde yapılmasının, yabancı yatırımcılar tarafından hayata geçirilmesi durumunda beklenen bilet fiyatına kıyasla bilet fiyatının düşmesini sağladığını’ kaydetti.

Sisi, Dışişleri Bakanı Samih Şukri’ye ‘Afrika ülkelerinin vatandaşlarına petrol, elektrik ve diğer hizmetler konusunda destek sağlamadığını gösteren raporları vatandaşlara sunması’ talimatı verdi.



Esasa yönelik bir tartışma

 Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
TT
20

Esasa yönelik bir tartışma

 Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)
Lübnan'da üç Başkan Avn, Berri ve Selam’ın buluşması (AFP)

Refik Huri

Lastik gibi uzayan anlaşma ve “Şii uyanışı” oyunu herkesin bildiği şekilde sonuçlandı; anlaşmanın pozisyonunun, rolünün ve kazanımlarının teyit edilmesi. Oyun, Şii İkilisinin anayasa ve anlaşmalar dışında oynadığı yılların ardından, Cumhurbaşkanı Joseph Avn'ın çabalarıyla Başbakan Nevvaf Selam'ın Meclis Başkanı Nebih Berri ile görüşmesinden sonra söylediği gibi, “Taif Anlaşması uyarınca değiştirilen anayasa” söylemi üzerinde anlaşmaya varılmasıyla bitti. 1943’teki Ulusal Anlaşma’dan 1989’da Taif’te varılan Milli Mutabakat Belgesi’ne kadarki anlaşmaların özü okunmadan sona erdi.

1943 Anlaşması’nda “Ne Doğulu ne de Batılı hiçbir vesayet, hiçbir koruma, hiçbir ayrıcalık, hiçbir özel statü yoktur” ifadesi yer almaktaydı. Milli Mutabakat Belgesi’nde ve değiştirilen anayasada ise “Birlikte Yaşama Anlaşması’na aykırı hiçbir otoritenin meşruiyeti yoktur” denilmektedir. Anlaşmanın esasında, Lübnan çoğulculuğu içerisindeki her mezhep içinde çoğulculuğun var olması yatmaktadır. Özü ise mezhepler arasındaki ayrıntılar arasında değil, Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki bir arada yaşamadır.

Büyük anayasa uzmanı Edmond Rabbat, “Anlaşma, anayasal hedefe hizmet eden bir fonksiyon olarak var olmuştur. Dini ve bölgesel özellikleri özümseyen ve ulus-devleti kurmaya yönelen ulusal duygunun uygulanışını besleyen ulusal bir bütünleşmeye yol açmalıdır” diye yazar.

Hizbullah ve Emel Hareketi'nin arkasında durduğu mezhepsel anlaşmanın bütün bu bilimsel, pratik, anayasal ve sözleşme mantığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Şii İkilisini endişelendiren, hiç kimsenin Lübnan toplumunun herhangi bir bileşeni için istemediği veya kendisine uygulamadığı dışlanma değil aksine, hegemonya ve onu kaybetmeye yönelik korkudur. Hegemonyayı geri kalanlar ile paylaşmanın zorluğudur. Siyasi Şiiliğin ulaştığı sonuç, kendisinden önce aşamalar halinde siyasi Maronizm ve siyasi Sünniliğin ulaştığı sonucun aynısıdır; ne silahla, ne sayıyla, ne düşman İsrail ile savaşarak, ne de Velayet-i Fakih’e bağlanarak sürekli bir hegemonya kurmaya imkân yoktur.

Lübnan, Suriye, Gazze ve bölgedeki muazzam dönüşümlere ve Gazze savaşı ile Lübnan’daki destek savaşının tehlikeli ve yıkıcı deneyimine rağmen, Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, “İslami direnişin devam edeceğini” ve meselenin “dini yükümlülük” olduğunu vurguluyor. Şeyh Naim’in görüşüne göre direniş “koşullara değil, ilkelere bağlıdır.” Koşullar değişir, ancak ilkeler sabit kalır. Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre bu bağlamda Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Gücü Komutanı General İsmail Kaani'nin “İran liderliğindeki direniş ekseninin Lübnan, Suriye, Irak, Yemen ve Filistin'de İmam Mehdi'nin zuhuruna ve hükümetinin kuruluşuna kadar faaliyet göstermeye devam edeceği” yönündeki sözleri, Hizbullah ile İran projesi arasındaki ideolojik bağın en açık ifadesidir.  Nitekim Gazze ve Lübnan savaşlarında yaşananlardan, Esed rejiminin devrilmesinden ve İran'ın Suriye'den çekilmesinden sonra bile Dini Lider Ali Hamaney'in tutumunda tek bir kelime bile değişiklik olmadı.

Direniş deneyiminin derin veya yüzeysel herhangi bir öz değerlendirmesinden bağımsız olarak, Lübnan'da İslami Direniş ile tartışma işte bu noktada başlıyor. Bu her zaman üzerinden atlanıp direniş ve Filistin'in kurtuluşu konusundaki pozisyona geçiş yapılmak istenen esasla ilgili bir tartışmadır. Sanki direniş Filistin’i kurtarmaya muktedirmiş ve Filistin’i karış karış özgürleştirmek mümkünken buna karşı çıkanlar varmış gibi. Burada mesele, iki taraf arasındaki bir anlaşmazlıktır. Bunlardan biri İsrail'in ortadan kaldırılmasını reddeden ABD, Avrupa, Rusya ve Çin'in pozisyonlarını, düşmanın gücünü ciddiye almadan Filistin'i kurtarmak için kalıcı bir savaş stratejisinde ısrar eden İran projesi ve onun kıyamet silahına bağlıdır. Diğer tarafı temsil eden Lübnan'daki çoğunluk ise

 krizlerle boğuşan ve Filistin davasında en büyük bedeli ödeyen ülke için sürekli savaşı ağır bir yük olarak görmektedir.

Anlaşmazlığın nedeni, direniş güçlü olmasına rağmen Lübnan'ı, liderlerini ve çevresini koruyamaz ve tabii ki Filistin'i özgürleştiremezken, Lübnan'dan kalkınma, bilimsel ilerleme, ulus-devlet inşası, hızlı teknolojik ilerleme ve yapay zekadan feragat etmesinin istenmesidir. Bir diğer anlaşmazlık konusu, bütün evlatları için nihai bir vatan olan ortak topraklarda, diğer ortaklara bakmaksızın, bir savaşa girişilmesidir. Üçüncüsü, “halk, ordu ve direniş” üçlemesi ile ilgilidir. Çünkü direniş halk ve ordunun görüşünü almadan hareket etmektedir.

En tehlikelisi ise Lübnan'ın ya direnişin gölgesinde kalacağı ya da İsrail'in boyunduruğu altına gireceği şeklinde tehlikeli ve yanlış bir denklemin ortaya atılmasıdır. Bu, Lübnan'ın, tarihinin ve kültürünün yok sayılmasıdır. İslami direniş olmadan ayakta kalamayacağına dair bir imadır. Ama direniş, özellikle de kendisi için önemli dönüşümlerin yaşandığı ve Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın seçildiği, Nevvaf Selam'ın başbakanlığı üstlendiği bir dönemde önünde açık bir fırsat dururken, Lübnan'ın tercihi değildir.

Mara Karlin'in “Total War Is Back” adlı kitabındaki tavsiyesi şudur: “Gelecekte daha büyük savaşlardan kaçınmak için bugünkü büyük savaşlardan ders alınmalıdır.”