1973 Arap-İsrail Savaşı: İsrailliler ABD’lilere şantaj yapmak için nükleer silahlara başvuracaklarını ima etti

Savaş sırasında yapılan temaslar ve toplantılarla ABD tutanakları

1973 Arap-İsrail Savaşı: İsrailliler ABD’lilere şantaj yapmak için nükleer silahlara başvuracaklarını ima etti
TT

1973 Arap-İsrail Savaşı: İsrailliler ABD’lilere şantaj yapmak için nükleer silahlara başvuracaklarını ima etti

1973 Arap-İsrail Savaşı: İsrailliler ABD’lilere şantaj yapmak için nükleer silahlara başvuracaklarını ima etti

Mısır ve Suriye'nin 6 Ekim 1973'te İsrail'e karşı başlattığı 1973 Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı), Arap ve yabancı araştırmacılar arasında popüler bir konu olmaya devam ediyor. Savaşın ilk kıvılcımının üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen halen savaşın ayrıntılarıyla ilgili yeni bilgilerin sızdırılması ve bazı ülkelerde kanunen yayınlanması gereken bazı belgelerin ortaya çıkması bu ilgiliyi daha da artırıyor. Bu belgelere bazen savaşın sonucuna ilişkin farklı ve belki de şok edici açıklamalar eşlik ediyor.

Ancak öyle ya da böyle modern tarihin ender olaylarından biri olan bu savaş, iki farklı anlatı arasında tam bir çatışma noktasına varacak kadar çok kafa karışıklığıyla ve tartışmalarla belgelendi. Birinci anlatıda savaş, Arap ülkelerinin desteklediği Mısır ve Suriye ordularının askeri zaferi olarak aktarılıyor. Bu anlatıda ayrıca diplomasi savaşında en az İsrail'in cephede sahip olduğu Batı yapımı tanklar ve savaş teknolojileri kadar etkili olan petrolün silah olarak kullanılmasının önemi vurgulanıyor.

İkinci anlatı ise İsrail’in anlatısı. Yom Kippur Savaşı’nda (Tevrat’ta geçen bir terim) Tel Aviv’in, Mısır ve Suriye ordularının Sina ve Golan Tepeleri’nde rehavete kapılan İsrail ‘işgal’ güçlerini hava saldırılarıyla şaşırttığı anlatılıyor. İsrail’in yaşanan sürpriz karşısında verdiği tepkiyi ve daha sonra kahramanca Süveyş Kanalı'nın doğu kıyısına geçerek Bar-Lev Hattı'nın ya da bir diğer deyişle İsrail basını tarafından bir ‘efsaneye’ dönüştürülen toprak setin kurulmasını övüyor.

Belki de Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki çatışmanın gidişatında ‘stratejik’ bir dönüm noktası olduğuna karşı çıkmanın güç olduğu bu tarihi savaşta, gerçekte neler olduğuna dair ayrıntılar ve gerçekler kaybolmuş yahut çarpıtılmıştır. Savaşın 50’nci yıl dönümü yaklaşırken ne Mısır ne de Suriye henüz savaşla ilgili ellerindeki belgeleri yayınladı. Belgelerin ve tutanakların özellikle de ABD’nin en ünlü dışişleri bakanı olan Henry Kissinger'ın savaş sırasında dünya liderleri ve üst düzey diplomatlarla arasındaki temaslar ve mektuplaşmalarla ilgili belgelerin yanı sıra o dönem yapılan ABD Ulusal Güvenlik oturumlarının tutanaklarının da acilen yeniden okunması gerekiyor gibi görünüyor.

Başarısızlık mı yoksa aşırı güven mi?

Arapların yaptıkları sürprizle İsrail’e yaşattıkları şok, Süveyş Kanalı cephesi dışındaki birçok cephede büyük kafa karışıklığına neden oldu. Öyle ki Kissinger, 23 Ekim'de, savaş henüz sürerken Washington'ın, resmi kurum ve kuruluşlarından herhangi biri aracılığıyla savaşa ilişkin bir uyarı alıp almadığını ve eğer aldıysa bunu görmezden gelip gelmediğini teyit etmeye çalışmakla meşguldü.

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 23 Ekim 1973 tarihli toplantı tutanaklarını özetleyen 63 nolu gizli belgeye göre Henry Kissinger, savaşın hemen öncesindeki tüm istihbarat bilgilerini bizzat inceledi ve savaşın çıkma ihtimaline dair hiçbir belirti bulunmadığını teyit etti. Aynı belgede, Kissinger'ın ABD-İsrail ilişkilerinin özel önemi üzerine oluşturulan stratejiyi yardımcılarıyla yaptığı toplantılarda bizzat tekrarladığı “İsrail'in mağlup edilmesine asla izin vermeyeceğiz. Ancak bunu yaparken (dış) politikamızı da İsraillilerin eline bırakacak değiliz” sözleriyle özetlendiği de açıkça görülüyor.

fgr
İsrail Başbakanı Golda Meir, ABD Başkanı Richard Nixon ve Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın Beyaz Saray'ın önünde çekilen bir fotoğrafı, Kasım 1973

Dönemin ABD Dışişleri Bakanlığı İstihbarat Departmanı Direktörü Ray Steiner Cline, ABD istihbaratının savaşı henüz patlak vermeden çok önce öngörme (ve sonra önleme) konusundaki başarısızlığını “Tıpkı kendi beyinlerini yıkadıkları gibi bizim de beynimizi yıkayan ve bir yanılsama içinde yaşayan İsraillilere güvendik” diyerek açıkladığı bu duruma bağlıyor. Mısır ve Suriye'nin 1973 Eylülünden itibaren kısa bir süre içinde bir ortak askeri harekat düzenleme niyetine ilişkin uyarılar yapılmaya başladı. Gerçekten de Ürdün Kralı Hüseyin, İsrail Başbakanı Golda Meir'i -eylül ayı sonlarında- Suriye güçlerinin savaş pozisyonu aldığı konusunda uyarmıştı.

Savaşın başlamasına saatler kala

Dönemin ABD Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi William Quandt tarafından Ulusal Güvenlik Konseyi’nden üstü Brent Scowcroft’a, 6 Ekim 1973 Cumartesi sabahı gönderilen bir notta, Washington Çalışma Grubu üyelerinin ‘Henry Kissinger yokken’ Beyaz Saray’da acilen toplandıklarına işaret ediliyor. Not, toplantıda yaşanan kargaşanın boyutunun ve Mısır ile Suriye’nin İsrail'e savaş açma olasılığına ilişkin göstergelerin ciddiyetinin yanı sıra bu saldırının ve Sovyetler Birliği’nin o dönemde Mısır ve Suriye’deki uzmanlarının ailelerini, Kahire ve Şam'dan tahliye etme kararının önemi ile ilgili yapılan tartışmalardaki atmosferi yansıtıyor.

Toplantıya katılan CIA ajanlarından biri, Sovyetler Birliği’nin kararının kısa vadede bir savaş olasılığı anlamına gelmeyebileceği, daha ziyade Arap ülkeleri ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişkilerde bir bozulmaya işaret edebileceği şeklinde yorumladı! Belgede ‘askeri güç dengesi eşitlenmediği sürece Arap ülkelerinin İsrail'le savaşa girmeye hazır olmadıklarına dair bir fikir birliği olduğu açıkça görülürken ‘İsrail'in askeri ve teknolojik üstünlüğünün bölgede savaşın patlak vermesinin önündeki 'birincil engel' olduğu inancı’ da ortaya çıkıyor.

Sovyetler Birliği’nin mesajı

Sovyetler Birliği, ABD Başkanı Nixon ve Dışişleri Bakanı Kissinger'a (6 Ekim 1973 Cumartesi günü, Washington saatiyle öğleden sonra saat 14.00’da) bir mesaj göndererek Washington'ın düşünce hattına dahil oldu. Mesajda, ‘Sovyetler Birliği Devlet Başkanı Leonid İlyiç Brejnev'in Mısır ile Suriye’nin aldığı savaş kararı karşısında tıpkı ABD’liler gibi şoke olduğu’ belirtildi.

ABD’nin ifadesine göre Sovyet lider, savaşın ‘büyük bir yanlış hesap ve korkunç bir siyasi hata’ olduğunu düşünüyordu. Sovyetler Birliği’nin ‘Arap ordularının büyük bir yenilgiye uğramasını beklediği’ de açıktı. Ayrıca Brejnev'in Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu'daki rolünü aktif tutmak ve müttefikleri Mısır ve Suriye’nin askeri ya da siyasi bir felakette uğramaktan kaçınmaları konusunda son derece istekli olduğu da ortadaydı.

İlk değerlendirme

Ulusal Güvenlik Konseyi, saat farkını dikkate alarak Washington saatiyle öğleden sonra saat 15.00’da, Ortadoğu'daki gelişmelere ilişkin Acil Müdahale Odası ile toplantı yapıyordu. Toplantı tutanağının aşağıdaki metnine göre, savaşa saatler kala yaşananlara dair bir ön değerlendirme yer alıyordu.

Toplantı tutanağında şu ifadeler yer alıyordu:

İsrailliler Yom Kippur'u (Yahudilerin Kefaret Günü) kutlarken, Mısırlılar ve Suriyeliler, Suriye güçlerinin başlattığı hücumla eş zamanlı olarak Süveyş Kanalı'nın doğusunda İsrail güçlerinin etrafını saran 100 bin Mısır askeri ve bin tanktan oluşan bir güçle atağa geçti. O sırada Golan Tepeleri'ndeki İsrail mevzilerinde 35 bin asker ve 800 tank bulunuyordu.

sdfegr
1973 yılında Suriye'nin Golan Tepeleri'ndeki bir bölgede konuşlu İsrail askerleri (AFP)

Toplantıdakiler, ‘Arap ülkelerinin petrol ihracatını durdurulmalarından doğacak sorunlar, Sovyetler Birliği’nin olası hamleleri ve Araplar için yeni bir ağır yenilginin sonuçları’ gibi çeşitli değerlendirmeleri masaya yatırdılar.

Kissinger ve Eban

ABD’ye ait bir başka belge ise İsrail Dışişleri Bakanı Abba Eban ile ABD Dışişleri Bakanı Kissinger arasında Washington saatiyle sabah 09.00’da bir görüşme yapıldığını ortaya koyuyor. Belgeye göre Kissenger, görüşme sırasında Eban’a ‘Washington'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne (BMGK) hemen gitmeyeceğine’ söz verdi.

Abba Eban ile Kissinger'ın Yardımcısı Lawrence Eagleburger arasında yapılan başka bir görüşmeye ilişkin belgede Eban’ın, BM’nin savaşla ilgili herhangi bir adım atmasını ya da BMGK’dan gelecek ateşkes önerisini (8 Ekim) pazartesi gününe kadar ertelemek istediği anlaşılıyordu. Çünkü İsrail böylece Sina ve Golan Tepeleri’ndeki durumu değiştirebilecekti.

Ateşkes adımı hem Sovyetler Birliği hem de dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esed tarafından memnuniyetle karşılandı. Esed’in memnuniyetinin nedeni, durumun olduğu gibi kalması ve Golan Tepeleri’nin fiilen geri alınması anlamına geliyordu. Dönemin Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ise Mısır ordusunun Sina'nın derinliklerinde sağlam bir şekilde mevzilenmeden savaşı durdurmaya niyetli gibi görünmüyordu.

Çinlilerle birlikte

Kissinger, aynı gün akşam saat 21.00'da Washington'da, Çin'in Washington Büyükelçisi Huang Jun ile bir görüşme yaptı. ‘Gizli’ olarak sınıflandırılan görüşmeye ilişkin belgeye göre Kissinger, Çinli diplomata, ‘Washington'ın bu aşamadaki stratejik hedefinin, Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da liderliği ele geçirmesini engellemek’ olduğunu söyledi.

Yaklaşık yirmi dakika süren görüşmenin detaylarından Kissinger’ın, İsrail'in Mısır ile Suriye'nin sürpriz saldırısını birkaç gün içinde askeri yenilgiye dönüştürebilecek askeri beceriye sahip olduğundan emin olduğu anlaşılıyor.

Kissinger, görüşmede alaycı bir tavırla “Sovyetler Birliği’nin desteğine güvenen kimse hedefine ulaşamaz” diyor. Kissinger yine aynı görüşmede, Arapların sahada kazanımlar elde ederek ve ardından BM’nin bu kazanımlarını korumalarını sağlayacak bir ateşkes kararı çıkarmasına çalışarak, başarmaya çalıştıklarını görmek istemediğini vurguluyor.

ABD Dışişleri Bakanı, amacını şu sözlerle açıklıyor:

Durumu savaş başlamadan önceki haline, yani 1967 sınırlarına döndürecek bir ateşkes anlaşmasını kabul etmeleri gerekiyor.

Belgedeki konuşma metninden “Çinlilerin Arap davasına sempati duyduğu” anlaşılıyor.

Belki de Kissinger'ı Çin’in Washington Büyükelçisi’ne garanti vermeye iten neden, Çinli diplomata söylediği, “Bir dereceye kadar İsrail’den farklı bir tutum sergilememiz gerekiyor. Ancak bu, Washington'ın ateşkes sonrası yeni sınırların çizilmesi için güvenlik garantileri sağlaması durumunda mümkün olabilir” şeklindeki sözlerden anlaşılıyordur.

İkinci gün

Savaşın üzerinden yarım asır geçmesine rağmen Kissinger’ın, savaşın ikinci günü, 7 Ekim Pazar saat 20.30'da, İsrail’in Washington Büyükelçisi Simcha Dinitz ile yaptığı görüşmeye ilişkin belgenin, ABD’nin Sidewinder havadan havaya füzelerinden ve fırlatma rampalarından oluşan silah sevkiyatı hakkındaki ‘karalamalar’ dışında ilk sayfasının yayınlanmasına halen izin verilmiyor.

rtg

Ancak belgenin ilerleyen bölümlerinde, Kissinger'ın ‘ne olursa olsun, ilk saldıran siz olmayın’ şeklindeki açık uyarısına karşı İsrail hükümetinin, Mısır ve Suriye'ye önleyici saldırılarda bulunmaları gerektiğinde ısrar etmesi sonucu yaşanan hararetli tartışmalar gibi 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın ilk anlarına ilişkin heyecan verici detaylar yer alıyor. Kissinger’ın uyarısı, dönemin İsrail Başbakanı Golda Meir’in düşünceleri üzerinde önemli bir etkisi oldu. İsrail tarafı, savaşın başlamasından kısa bir süre sonra ABD’den acil askeri yardım talebinde bulundu. Öncelikle Sidewinder havadan havaya füzeler, uçaklar, mühimmat ve savaş uçağı yedek parçaları istedi. Kissinger, savaş sırasında İsrail'e savaş uçağı temin edilebileceğinden emin değilse de söz konusu füzelerin yanı sıra mühimmat da gönderilebileceğine inanıyordu.

Berbat bir gün

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki Ortadoğu’yla ilgili operasyon merkezi’nde 7 Ekim 1973, Washington saatiyle 23.00’da gelişmelere dair bir toplantı yapıldı.

rtg
ABD Dışişleri Bakanı Kissinger ve İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ın 1974'te Tel Aviv'de bir araya geldikleri bir kare (AFP)

Toplantı tutanağı, savaşın ilk gününde Suriyelilerin (işgal altındaki) Golan Tepeleri’ne, Mısırlıların da Süveyş Kanalı’nı geçip Sina'ya girmesiyle Arap kuvvetlerinin önemli kazanımlar elde ettiğini söylüyor. Tutanakta Golan Tepeleri’nin İsrail’deki yerleşim yerlerine yakın olması nedeniyle İsrail için stratejik öneminden dolayı askerlerini önce buraya yönlendirdiği belirtiliyor. Merkezin savaşın ikinci gününün sonunda toplananlara sunduğu raporun özetinde sahada durumun vahim göründüğü, her iki tarafın da büyük kayıplar verdiği ve İsrail ordusu için çok berbat bir gün olduğu ifade ediliyordu.

Ayrılma noktası

ABD'nin sahada İsrail'i askeri olarak destekleme noktasında ağırlığını koymasından önce 9 ve 10 Ekim günleri, çatışmaların gidişatında bir ‘dönüm noktası’ olarak değerlendirilebilir. Siyasi açıdan, Mısır ve Suriye ordularının Sina ve Golan Tepeleri’nin kontrolünü geri almaya çalışan İsrail’i ezici bir yenilgiye uğratarak BM salonlarındaki ve dünyanın nüfuzlu ülkelerinin kulislerindeki herkesi şaşırttı. İsrail, ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ı hayrete düşüren ve Washington’ın hesaplarını karıştıran’ bir hezimete uğradı.

İsrail'in Washington Büyükelçisi Dinitz, 9 Ekim Salı sabahı çok erken saatler Kissinger’ı arayarak ‘İsrail güçlerinin önceki gün (yani 8 Ekim) başlattıkları karşı saldırının başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından (çok zor) bir durumla karşı karşıya kaldığını ve İsrail ordusunun ağır kayıplar verdiğini’ söyledi.

Kissinger ve Dinitz, meseleyi derinlemesine ele alabilmek için aynı gün sabah 8.30’da bir araya geldi. Dinitz, İsrail ordusunun Mısırlılar karşısından 400’den fazla, Suriye cephesinde ise 100'e yakın tank kaybettiğini itiraf etti. Dinitz, Mısır’ın zırhlı araçlarının ve karadan havaya füzelerinin etkili olduğunu, bu yüzden İsrail hükümetinin ‘savaşta ordunun sahip olduğu tüm teçhizat ve uçakları kullanmaya’ karar verdiğini açıkladı. Gizli belgeye göre Kissinger, İsrail büyükelçisinin sözleri karşısında şoke olmuştu. Çünkü savaşın başladığı ilk andan itibaren, İsrail'in ilk günlerde kaybettiği toprakları geri almak için ABD’nin daha fazla askeri yardımda bulunmasına ihtiyaç duymayacağına inanıyordu.

Yahudi olan Kissinger öfkelenmişti. İsrailli diplomata sesini yükselterek, “Bana Mısırlıların bir savaşta dört yüz tankınızı nasıl yok edebildiğini açıklayın!” diye bağırdı.

Kissinger, o dönemde ABD’nin İsrail'e büyük miktarda askeri yardımda bulunmasının Washington için diplomatik düzeyde feci sonuçlar doğurabileceğinin farkındaydı. Kissinger ve Dinitz’in kapalı kapılar ardında görüştükleri belirtilen belgede, iki diplomatın İsrail Başbakanı Meir'in, ABD Başkanı Nixon’la gizlice görüşmesi ve acil askeri yardımda bulunulması talebini’ görüşmek için bir dakika dahi kaybetmek istemedikleri vurgulandı. Ancak belgeye göre Kissinger bu talebi, ‘Moskova'nın Arap dünyasındaki nüfuzunu artmasına neden olacağı korkusuyla’ reddetti.

Nükleer iması

Belgede ‘İsrail'in umutsuzluğa kapıldığı sırada Büyükelçi Dinitz’in bir tür şantaj olarak nükleer silah kullanma tehdidinde bulunabileceklerini ima ettiği’ aktarılıyor. İsrail Başbakanı Meir, ordunun nükleer silah kullanma önerisini -gerektiğinde kullanılmak üzere- reddederken, en azından Washington üzerinde baskı oluşturmak için (İsrail'in nükleer silah olarak güvendiği temel sistem olan) Jericho füzelerinin hazırlanmasını emretti.

Belgeye göre Kissinger, hiçbir zaman İsrail'in nükleer silahları hakkında açıkça konuşmadı. Aynı zamanda gizliliği kaldırılmış ABD belgelerinin hiçbirinde 1973 savaşı sırasında İsrail'in nükleer durumuna ilişkin bir bilgi yer almıyor. Daha sonra ABD Dışişleri Bakanlığı’ndaki Ortadoğu’yla ilgili operasyon merkezi, İsrail’in askeri durumuyla ilişkili bir değerlendirme çerçevesinde, Washington'ın dikkatleri üzerine çekmediği sürece Tel Aviv’i silahlandırması’ tavsiyesinde bulundu. Kissinger, aynı günün akşamı yapılan bir toplantıda İsrail büyükelçisine, Başkan Nixon'ın İsrail'in talep ettiği askeri yardım listesindeki mühimmatın (lazer bombaları hariç) tamamını göndermeyi kabul ettiğini bildirdi. Kissinger, bunun yanında İsrail'e (gerekirse) kaybettiklerini telafi etmek için tankların ve savaş uçaklarının da temin edilebileceğini belirtti. Silah tedarikinde gizliliğin sağlanması için İsrail'e gönderilen sevkiyatlar üzerinde ABD’ye dair her türlü simge ve işaretin kaldırılmasında anlaşıldı. Tedarikin ticari (sivil) uçaklarla taşınması için gerekli prosedürlerin yerine getirilmesi kararlaştırıldı. Dinitz, akşam yapılan toplantıda Kissinger’a İsrail'in Golan’da büyük bir ilerleme kaydettiğini ve Suriye ordusuna ait çok sayıda tankın imha edildiğine dair aldığı yeni haberi aktardı.

Petrol tehdidi

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan ve Ulusal Güvenlik Konseyi'nden bir ekibin ortak hazırladığı raporda şöyle deniyor:

İsrail ve Arap (Mısır ve Suriye) orduları karada yeniden konuşlanırken, İsrail ve Suriye hava kuvvetleri şiddetli bir hava muharebesine girişti. İsrail savaş uçakları Şam Uluslararası Havalimanı'nı bombaladı. Öte yandan Yunanistan, İsrail ve ABD istihbaratları, Sovyetler Birliği'nin Arap müttefiklerine hava yoluyla sevkiyat yaptığına dair sinyaller yakaladı. İsrail bunu ‘füze ​​sevkiyatı’ olarak tanımladı. Sovyetler Birliği, Arap ülkeleri arasındaki nüfuzunu artıracağı düşüncesiyle savaşın ilk günlerinde Araplara (askeri) yardım gönderme kararı almış gibi görünüyor. Ancak bu, yalnızca Suriye ve Mısır'ı savaşı sürdürmeye teşvik ederek değil aynı zamanda Washington'ın, meseleyi kendi gücüne karşı bir meydan okuma olarak görmesini sağlayarak savaşın gidişatına yönelik önemli boyutları ve etkileri olan bir adım.

Raporda daha sonra ABD basınında Virginia eyaletindeki Norfolk Askeri Üssü’nde bulunan bir havaalanında füze ve bomba yükleyen bir İsrail Boeing 707'si ile ilgili çıkan haberlere değiniliyor. Son olarak raporda, dönemin Suudi Arabistan Petrol Bakanı Ahmed Zeki Yemani’nin ABD'nin İsrail'e askeri yardımda bulunmasına tepki olarak petrol üretimini azaltma tehdidinde bulunduğu açıklamalarının önemi vurgulanıyor.



Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
TT

Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için ABD tarafından sunulan Güneşin Doğuşu Projesi, kapsamlı Arap planını geciktirecek mi?

Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki yıkılmış binaların enkazı arasında yürüyen Filistinli bir adam (AFP)

ABD kaynaklı sızıntılar, Gazze Şeridi’nin bir bölümünün yeniden inşasına yönelik Güneşin Doğuşu Projesi adlı bir planın hazırlandığına işaret etti. Planın, ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı Jared Kushner’ın liderliğindeki bir ekip ile ABD’nin Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff tarafından hazırlandığı belirtiliyor. Bu gelişme, Gazze’de ateşkes anlaşmasının şu aşamada tıkanan ikinci safhasının en önemli unsurlarından biri olan ‘kapsamlı Arap planının’ hayata geçirilmesinde yaşanan aksaklıklar sürerken gündeme geldi.

Söz konusu ABD planı, Mısır’ın Washington ile ortaklaşa Gazze Şeridi’nin tamamının yeniden inşasının finansmanı için bir konferans düzenlemeyi değerlendirdiği bir dönemde ortaya çıktı. Kasım ayı sonunda ertelenen bu girişime ilişkin olarak Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, bunun ‘Mısır ve Arap dünyasının reddine rağmen Filistinlilerin yeniden yerinden edilmesine yönelik planların geri dönüşü’ anlamına geldiğini savunuyor. Uzmanlara göre bu durum üç olası senaryoyu gündeme getiriyor: ABD’nin kısmi planının Filistin’in Refah bölgesinde uygulanması ve Arap planının ertelenmesi; iki planın yerinden etme olmaksızın birleştirilmesi; ya da ateşkes anlaşmasının tamamlanamaması nedeniyle her iki planın da askıya alınması.

ABD’de yayımlanan Wall Street Journal gazetesi cuma günü yayımladığı haberinde, Kushner ve Witkoff tarafından hazırlanan ve Güneşin Doğuşu Projesi olarak adlandırılan planın, yabancı hükümetler ve yatırımcıların iş birliğiyle Gazze’nin enkazını gelecekte bir sahil destinasyonuna dönüştürmeyi hedeflediğini yazdı. Planda, Gazze halkının ‘çadırlardan lüks dairelere’ ve ‘yoksulluktan refaha’ taşınmasından söz edilirken, yeniden inşa süresince yerinden edilmiş yaklaşık iki milyon Filistinlinin nerede yaşayacağına dair net bir bilgi yer almadı.

Taslak metne göre projenin toplam maliyetinin on yıl içinde 112,1 milyar dolara ulaşması öngörülüyor. ABD’nin bu süre zarfında ‘önerilen tüm çalışma alanları’ için hibe ve borç garantileri sağlamayı taahhüt edeceği ifade ediliyor. Ancak gazeteye göre, yeniden inşa sürecinin Hamas’ın silahsızlandırılması ve tüm tünellerin imha edilmesi şartına bağlanması, projenin önündeki en büyük zorluklardan biri olarak öne çıkıyor.

Yeniden imarın dört aşamada gerçekleştirilmesi planlanıyor. Çalışmaların güneyde Refah ve Han Yunus’tan başlaması, ardından orta kesimdeki mülteci kamplarına ve son olarak Gazze kentine doğru ilerlemesi öngörülüyor. ‘Yeni Refah’ başlığını taşıyan bölümlerden birinde, bu bölgenin Gazze’de ‘yönetim merkezi’ haline getirilmesi ve 500 binden fazla kişiye ev sahipliği yapması tasarlanıyor. Söz konusu şehirde 100 binden fazla konut, 200’ü aşkın okul, 75’ten fazla sağlık tesisi ile 180 cami ve kültür merkezinin yer alması planlanıyor.

Bu sızıntılar, Yediot Aharonot gazetesinin internet sitesinin yaklaşık sekiz gün önce bir İsrailli yetkiliye dayandırdığı açıklamaların ardından geldi. Haberde, Tel Aviv’in ABD’nin talebi üzerine Gazze Şeridi’ndeki enkazın kaldırılmasının maliyetini üstlenmeyi ve bu büyük mühendislik operasyonunun sorumluluğunu almayı prensipte kabul ettiği, yeniden imar amacıyla da Gazze’nin güneyindeki Refah’ta bir bölgenin tahliyesine başlanacağı aktarılmıştı.

fr
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinin önünde yemek almak için kabıyla birlikte bekleyen yerinden edilmiş bir Filistinli çocuk (AFP)

21 Ekim’de İsrail’de düzenlenen bir basın toplantısında konuşan Jared Kushner, İsrail ordusunun kontrolü altındaki bölgelerde Gazze’nin yeniden inşasının ‘titizlikle planlandığını’ söyledi. Kushner, “İsrail ordusunun kontrolündeki alanlarda, güvenliğin sağlanması hâlinde inşaata başlanması için şu anda değerlendirmeler yapılıyor. Bu bölgeler, Filistinlilere gidecekleri, çalışacakları ve yaşayacakları bir yer sunmak amacıyla ‘Yeni Gazze’ olarak tasarlanıyor” dedi. Kushner, Hamas’ın kontrolü altındaki bölgelere ise yeniden imar için herhangi bir fon ayrılmayacağını vurguladı.

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve eski Dışişleri Bakan Yardımcısı Reha Ahmed Hasan, Trump’ın barış planının en başından itibaren ABD ve İsrail’e daha geniş bir hareket alanı tanıdığını belirterek, Washington’ın gündeme getirdiği yeniden imar planının ‘Filistinlilerin bir kez daha yerinden edilmesi hedefini gerçekleştirmeye yönelik bir girişim’ olduğunu savundu.

Filistinli siyasi analist Abdulmehdi Mutava, Güneşin Doğuşu Projesi’nin, ABD’nin Gazze nüfusunun kısmen yerinden edilmesi fikrinden vazgeçmediğini gösterdiğini ifade ederek, planın İsrail’in güvenliğini önceleyen ve gayrimenkul yatırımlarına dayanan bir yaklaşım içerdiğini dile getirdi.

Wall Street Journal’a göre, Güneşin Doğuşu Projesi’ni inceleyen bazı ABD’li yetkililer, planın uygulanabilirliği konusunda ciddi şüpheler taşıyor. Yetkililer, Hamas’ın silahsızlanmayı kabul etmesinin zor olduğunu, bunun gerçekleşmesi hâlinde bile ABD’nin, savaş sonrası bir bölgenin yüksek teknolojiye sahip kentsel bir alana dönüştürülmesinin maliyetini üstlenecek zengin ülkeleri ikna edip edemeyeceğinin belirsiz olduğunu kaydediyor.

Bu şüphelere paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, cuma günü yaptığı açıklamada, “İki ya da üç yıl içinde yeni bir savaş çıkacağına inanılıyorsa, kimseyi Gazze’ye yatırım yapmaya ikna edemezsiniz” dedi. Rubio, uzun vadeli yeniden imar ve insani destek için bağışçıların bulunacağına dair güçlü bir güven taşıdıklarını da sözlerine ekledi.

Reha Ahmed Hasan ise Rubio’nun, Hamas’ın silahsızlandırılması konusunda İsrail’in söylemini tekrar ettiğini belirterek, ‘istikrar güçlerinin konuşlandırılması ve Hamas’ın silahsızlandırılması gibi yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçmenin zor olduğunu’ ifade etti.

ABD kaynaklı bu sızıntılar, Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati’nin, yaklaşık 17 gün önce Berlin’de Alman mevkidaşı Johann Wadephul ile düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından geldi. Abdulati, “Yeniden imar konferansı için ABD ile ortak bir başkanlık oluşturulması konusunda istişarelerde bulunuyoruz ve ortaklarla iş birliği içinde bu konferansın en kısa sürede yapılması için uygun bir tarih üzerinde uzlaşmayı umuyoruz” demişti.

dfgt
Han Yunus'taki bir yardım kuruluşunun aşevinden sıcak yemek almak için toplanan yerlerinden edilmiş Filistinliler (AFP)

Bunun ardından Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman Al Sani, kısa süre önce Doha Forumu’nda düzenlenen bir oturumda, “Filistin halkını desteklemeyi sürdüreceğiz, ancak başkalarının yıktığını yeniden inşa etmeyi finanse etmeyeceğiz” dedi. Şarku’l Avsat’a konuşan uzmanlar, söz konusu Katar açıklamalarını, ‘Washington’a İsrail’i çekilmeye zorlaması ve yeniden imar sürecini başlatması yönünde bir baskı’ olarak değerlendirdi.

Kahire’nin kasım ayı sonunda düzenlemesi planlanan Gazze Şeridi’nin yeniden imarına ilişkin konferans ise gerekçe açıklanmaksızın ertelenmişti. Mısır Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf, geçtiğimiz ayın sonunda Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, konferansın ertelenme nedenine ilişkin bir soruya yanıt olarak, Kahire’nin ‘Gazze Şeridi’nde erken toparlanma ve yeniden imar konferansının başarılı olması için bölgesel ve uluslararası ortaklarla uygun ortamı hazırlamak üzere çalıştığını’ ifade etmişti.

Reha Ahmed Hasan, ABD tarafından gündeme getirilen planların ‘kapsamlı Arap yeniden imar planı’ çerçevesindeki süreci geciktirebileceği görüşünü dile getirerek, yeniden imar konferansının aksamasını birinci aşamanın tamamlanmaması ve İsrail’in çekilmemesiyle ilişkilendirdi. Yeni yeniden imar planına ilişkin olası senaryoları değerlendiren Hasan, Filistinlilerin yerinden edilmemesi şartıyla Arap ve ABD planlarının birleştirilebileceğini söyledi.

Abdulmehdi Mutava ise yeniden imarın geleceğine dair üç ihtimal üzerinde durdu. Mutava’ya göre, ABD planının tek başına hayata geçirilmesi ve kapsamlı Arap planının ertelenmesi, ya da birinci aşamanın tamamlanmaması nedeniyle sürecin tıkanıklığının sürmesi ve her iki planın da uygulamaya geçememesi olasılıklar arasında yer alıyor.


İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
TT

İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’da düzenlediği saldırılarda 5 Filistinli hayatını kaybetti

Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)
Filistin sivil savunma ekipleri, Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin cenazelerini aramak için Han Yunus’taki bir evin enkazını kaldırıyor (EPA)

Gazze Şeridi’nin doğusundaki Şucaiyye Mahallesi’nde İsrail ordusunun bugün (pazar) sabah saatlerinde düzenlediği hava saldırısında üç Filistinli yaşamını yitirdi. Batı Şeria’da ise iki Filistinli, İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu öldürüldü.

Filistin resmi ajansı WAFA’nın sağlık kaynaklarına dayandırdığı habere göre Şucaiyye’de İsrail insansız hava aracının sivillerin bulunduğu bir topluluğu hedef alması sonucu bir kişi hayatını kaybetti.

Aynı kaynaklar, İsrail savaş uçaklarının Mansura Caddesi üzerindeki Şeva akaryakıt istasyonu yakınında iki sivili öldürdüğünü bildirdi.

Bu ölümlerle birlikte, 11 Ekim’de yürürlüğe giren ateşkes anlaşmasından bu yana can kaybı 404’e, yaralı sayısı ise 1108’e yükseldi.

Öte yandan İsrail ordusu, Batı Şeria’nın kuzeyinde yürütülen operasyonlarda iki Filistinliyi öldürdüğünü duyurdu.

Kuzeydeki Kabatiya bölgesinde bir Filistinli gencin askerlere taş attığını belirten ordu, askerlerin ateş açtığını ve gencin öldüğünü açıkladı. Ramallah’taki Filistin Sağlık Bakanlığı, hayatını kaybeden kişinin 16 yaşında olduğunu belirtti.

Diğer yandan Silat el-Harithiya bölgesinde bir Filistinlinin askerlere el yapımı patlayıcı attığı gerekçesiyle öldürüldüğü bildirildi. Filistin Sağlık Bakanlığı, 22 yaşındaki gencin göğsünden vurularak öldüğünü açıkladı.

Gazze Savaşı’nın Ekim 2023’te başlamasının ardından Batı Şeria’daki gerilim belirgin şekilde yükseldi. İsrail ordusu bu süreçte, bölgede faaliyet gösteren silahlı gruplara karşı operasyonlarını yoğunlaştırdı.

Filistin Sağlık Bakanlığı verilerine göre, son iki yılda Batı Şeria’da 1030 Filistinli öldürüldü; bunların 235’i yalnızca bu yıl içinde gerçekleşti.


Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
TT

Iraklı gruplar, silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısına katıldı

Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)
Bağdat'taki Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) unsurları tarafından düzenlenen bir tören (DPA)

Iraklı milis gruplarının liderleri son günlerde silahların devletin elinde sınırlandırılması çağrısı yapmaya başladı. Bu gelişme, yerel düzeyde sürpriz, soru işaretleri ve eleştirileri beraberinde getirdi. Zira söz konusu isimler, kısa süre öncesine kadar direniş eksenine mensup oldukları gerekçesiyle silahlarını açıkça sergiliyor, devlete meydan okuyor; ABD karşıtlığını vurgulayarak Amerikan güçlerinin Irak’tan çekilmesini talep ediyordu.

Yerel analizlerde bu olgu, Irak’taki Amerikan baskıları, olası bölgesel dönüşümler ve bu grupların yeni parlamentoda sandalye kazanmalarının ardından siyasi alana yönelme arayışlarıyla ilişkilendiriliyor.

Diğer yandan Ulusal Hikmet Hareketi lideri Ammar el-Hekim’in çağrısına ek olarak, son iki gün içinde ABD’nin yaptırım ve terör listesinde yer alan, fraksiyonlarla bağlantılı üç tanınmış isimden de silahların devletin elinde sınırlandırılması yönünde çağrılar geldi.

Üç grup

Bu isimlerin başında, yaklaşık 27 sandalyeyle parlamentoda güçlü bir varlık elde eden Asaib Ehli’l Hak Hareketi Genel Sekreteri Kays el-Hazali geliyor. Hazali cuma günü yaptığı açıklamada, “Silahların devletin elinde sınırlandırılmasına inanıyoruz ve bunu gerçekçi adımlarla hayata geçirmek için çalışacağız” dedi. Aynı yönde açıklamalar, Ensarullah el-Evfiya Hareketi Genel Sekreteri Haydar el-Garavi ile İmam Ali Tugayları lideri Şibl ez-Zeydi’den de geldi.

Üç grubun liderlerini ortak paydada buluşturan unsurlar, Şii Koordinasyon Çerçevesi güçleri çatısı altında yer almaları ve ABD’nin terör listesinde bulunmaları olarak öne çıkıyor. Bu durum, söz konusu isimlerin, silahlı gruplara mensup unsurların yeni kurulacak hükümette yer almasına karşı çıkan Washington’a yönelik siyasi manevra arayışında oldukları yorumlarını güçlendiriyor.

Irak’ta en yüksek yargı organının başkanı dün yaptığı açıklamada, silahların devletin elinde sınırlandırılması konusunda silahlı grupların liderlerinin iş birliğine onay verdiğini duyurdu.

Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Faik Zeydan, yayımladığı açıklamada, ‘hukukun üstünlüğünün sağlanması, silahların devletin elinde sınırlandırılması ve askeri çalışmaya duyulan ulusal ihtiyacın ortadan kalkmasının ardından siyasi faaliyete geçilmesi’ yönündeki tavsiyesine olumlu yanıt verdikleri için ‘kardeş fraksiyon liderlerine’ teşekkür etti.

Washington'ın ciddiyeti

İslamcı gruplar üzerine çalışan araştırmacı Nizar Haydar, fraksiyon liderlerinin silahların devletin elinde sınırlandırılmasına yönelik çağrılarının, ‘Şii güçler ve tüm fraksiyonların, fraksiyonları içeren yeni bir hükümetle anlaşmayı reddeden Amerikan tutumunun ciddiyetini hissetmeye başlamasından’ kaynaklandığına inanıyor.

Haydar, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Fraksiyonlar, ABD’nin Irak Özel Temsilcisi Mark Savaya’nın Bağdat’a gelmesinden önce Washington’a iyi niyetlerini kanıtlamak için şu sıralar zamanla yarışıyor” ifadesini kullandı.

Haydar, silahlı fraksiyonları iki gruba ayırıyor. İlk grup, siyasi ve seçim sürecine çeşitli aşamalarda dahil olan, son olarak da son parlamento seçimlerine katılan ve geçmiş hükümetlerde bir ya da daha fazla bakanla temsil edilen fraksiyonlardan oluşuyor. Bu gruplar, devlet otoritesi dışında silahlı bir güç olmaktan çıkarak, güvenlik başta olmak üzere devlet kurumlarının bir parçası haline gelmeyi hedefliyor.

Haydar’a göre bu ilk grup, ‘uluslararası ve bölgesel toplum nezdinde, özellikle de ABD’de kabul görmek amacıyla bugün silahların devlet elinde sınırlandırılmasını savunan kesim’ olarak öne çıkıyor.

İkinci grup ise son parlamento seçimlerine katılmış olmalarına rağmen kendilerini hâlâ siyasi sürecin içinde görmeyen, ‘direniş’ söylemini kullanmaya devam eden ve devlete tam entegrasyonunu ilan etmeden önce mümkün olan en büyük siyasi, mali ve güvenlik kazanımlarını elde etmeye çalışan fraksiyonlardan oluşuyor.

Aşamalı taktik

Siyasi Düşünce Merkezi Başkanı İhsan eş-Şemmeri de ABD’nin fraksiyonlar üzerindeki baskısının önem ve etkisi konusunda aynı görüşü paylaşıyor ve bu baskının, söz konusu grupları devlet çerçevesi dışında silah taşımaktan vazgeçtiklerini açıklamaya zorladığını belirtiyor.

Şemmeri, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, “Silahsızlanma çağrıları; ABD’nin silahların dağıtılması ve devlet ile silahlı kuvvetler başkomutanının denetimi altında toplanması yönündeki şartlarıyla ve Savaya’nın Irak’a gelişinin yaklaşmasıyla eşzamanlı olması bakımından ele alınmalı” dedi.

Bu çağrıların aynı zamanda yeni hükümetin kurulmasına yönelik müzakerelerin zamanlamasıyla da bağlantılı olduğunu ifade eden Şemmeri, “Bu gruplar, ABD’nin bu yöndeki itirazlarının boyutunu bilerek yeni hükümete dahil olmayı hedefliyor” değerlendirmesinde bulundu.

defrt
Ketaib Hizbullah üyeleri, Eylül 2024'te Bağdat'ta düzenlenen bir geçit töreninde (Reuters)

Şemmeri, söz konusu çıkışların, ‘ABD’nin bu tür çağrılara vereceği tepkiyi ölçmeyi amaçlayan geçici ve taktiksel bir bağlamda’ gündeme gelmiş olabileceğini, aynı zamanda bu fraksiyonların Washington ile doğrudan müzakerelere girmesi için bir kapı aralayabileceğini de dile getirdi.

Iraklı fraksiyonların çağrılarının, Hizbullah’ın söyleminden bağımsız ele alınamayacağını vurgulayan Şemmeri, bu tutumun Hizbullah’ın silahsızlanmaya ilişkin şartlarıyla örtüştüğünü belirterek, “Amaç, silahsızlanma sürecinin ABD ve dış baskıların sonucu değil, yerel ve iç düzenlemelerin bir parçası gibi görünmesini sağlamak” dedi.