Gazze'ye dönemeyen Filistinli işçiler anlattı: "Orada olsam en azından ailemle ölebilirim"

Batı Şeria'da mahsur kalan işçiler, İsrail'in dönmelerini engellediğini de savundu

AFP, bazı Filistinli işçilerin, İsrail tarafından verilen çalışma izin belgelerini kaybetmemek için konuşmayı reddettiğini de aktardı (AFP)
AFP, bazı Filistinli işçilerin, İsrail tarafından verilen çalışma izin belgelerini kaybetmemek için konuşmayı reddettiğini de aktardı (AFP)
TT

Gazze'ye dönemeyen Filistinli işçiler anlattı: "Orada olsam en azından ailemle ölebilirim"

AFP, bazı Filistinli işçilerin, İsrail tarafından verilen çalışma izin belgelerini kaybetmemek için konuşmayı reddettiğini de aktardı (AFP)
AFP, bazı Filistinli işçilerin, İsrail tarafından verilen çalışma izin belgelerini kaybetmemek için konuşmayı reddettiğini de aktardı (AFP)

Fransız haber ajansı AFP, işgal altındaki Batı Şeria'da mahsur kalan ve savaş nedeniyle Gazze'ye dönemeyen Filistinli işçilerle konuştu.

Tel Aviv'de elektrikçi olarak çalıştığını söyleyen ve kendisini Balata olarak tanıtan Filistin yurttaşı, cumartesi sabahı savaş çıktığında Gazze Şeridi'ndeki ailesinin yanına gitmeye çalıştığını belirtti.

42 yaşındaki işçi, "Üç arkadaşımla birlikte taksiye binip İsrail'den çıkmak istedik. Fakat Gazze'ye girebilmenin hiçbir yolu yok. Biz de Batı Şeria'ya gittik" dedi.

Batı Şeria'da tanıdığı hiç kimse olmadığını belirten Balata, "Kimse bizi evine almadı. Biz de valilik binasına gittik, onlar da bizi pansiyona yerleştirdi" ifadelerini kullandı.

Öte yandan kimliğini paylaşmayan diğer Filistinli işçilerse, İsrail askerlerinin Gazze'ye gitmelerini engellediğini ve zorla Batı Şeria'ya gönderildiklerini savundu.

Ajans, Batı Şeria'daki Ramallah ve El Bireh şehirlerinde yer alan valilik binalarında, aileleri Gazze Şeridi'nde mahsur kalan onlarca işçinin hiçbir yere gidemeden beklediğini yazdı.

Ramallah Valisi Leyla Gannam, AFP'ye şunları söyledi: 

Onlar bizim insanlarımız ve bu istisnai koşullarda onları terk edemeyiz, bu yüzden en azından temel yaşam ihtiyaçlarına sahip olsunlar diye uğraşıyoruz.

Bassem Katarana ise Gazze Şeridi'ndeki Cibaliye göçmen kampında yaşan 23 yaşındaki oğlu Süheyl'in İsrail saldırısında hayatını kaybettiğini öğrendiğini söyledi.

41 yaşındaki Filistinli işçi, İsrail askerlerinin çalıştığı yere baskın düzenlediğini, telefonuna el koyduğunu ve parmak izini aldıktan sonra kendisini Ramallah kontrol noktasında terk ettiklerini belirtti. 

Kendisini Cevad olarak tanıtan Filistinli işçiyse İsrail'deki Tiberya şehrinde bir inşaatta çalıştığını ve iş vereninin cumartesi savaş çıkması üzerine güvenli kalmaları için kendilerini bir odaya kilitlediğini söyledi. 

43 yaşındaki işçi, ertesi gün otobüse bindirildiklerini ve Batı Şeria'ya gönderildiklerini savundu. 

Filistinli işçi, durumun kendisi için küçük düşürücü olduğunu belirterek, şu ifadeleri kullandı: 

Hiç param yok. Ailem Gazze'de ve çocuklarım ağlayarak beni arıyor, ne zaman döneceğimi soruyorlar. Eğer şehit olurlarsa onları göremeyeceğim. Orada onlarla birlikte olursam daha iyi olur, böylece birlikte ölebiliriz.

İsrail ordusuna bağlı Filistin Topraklarındaki Hükümet Aktivitelerini Koordinasyon Birimi (COGAT), geçen ay Gazze Şeridi'nde yaşayan yaklaşık 18 bin 500 Filistinli işçiye çalışma izni belgesi verildiğini açıklamıştı.

İsrail'de çalışan Filistinlilerden sorumlu Filistin Çalışma Bürosu ise net bir rakam paylaşmadan, savaşın başından beri onbinlerce işçinin İsrail'deki iş yerlerinden atıldığını savunmuştu.

Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin Kassam Tugayları'nın cumartesi sabahı roket atışlarıyla başlattığı Aksa Tufanı operasyonuna İsrail, Demir Kılıçlar operasyonuyla yanıt verdi. 

Hamas militanları Gazze Şeridi'ni geçip İsrailli sivilleri rehin alırken, İsrail ordusu da Gazze'yi ağır bombardımana tutuyor. Tel Aviv, işgal altında tuttuğu Gazze Şeridi'ndeki ablukayı sertleştirerek bölgeye gıda, yakıt ve ilaç tedarikini de durdurdu. 

Çatışmalarda en az 1200 İsrailli öldürüldü, 2 bin 900 kişiyse yaralandı. Batı Şeria'da ve Gazze'deyse yaklaşık 1000 Filistinli öldürülürken, 4 bin 500 kişi yaralandı.

Independent Türkçe



Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
TT

Yeni Emeviler

Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde
Ahmed eş-Şera, Esed'in düşmesinin ardından Şam'daki Emevi Camii'nde

Husam İytani

Arap-İslam tarihinde gelip geçen hanedanlar ve devletler arasında Emeviler, Arap kimliğini canlandırma projesinin bayrağını taşıyacak aday olarak öne çıktı. Beşşar Esed ve rejiminin devrilmesinden sonra Emeviler’den daha fazla bahsedilir oldu. Öyle ki, bazıları Emevi politikası ve kültürünün propagandasını yapmaya başladı.

Bu projenin bayrağını taşımak için neden Emevilerin tercih edildiğini anlamak zor değil. Bu sebep de Esed rejimi, Hizbullah, Irak’ta otoritenin büyük bir bölümü ile Yemen'deki Husiler'in içinde yer aldığı azınlık ittifakını oluşturan “direniş ekseni”nin sonunu duyurmaktan başka bir şey değil. İran önderliğindeki eksen gücünün zirvesinde iken, Lübnan’da (Avncı) Özgür Yurtsever Hareket de destekçi sıralarında oturuyordu.

Ancak “yeni Emeviler” meselenin sadece Maşrık’ın (Levant) kaderini belirleme konusunda Arap kontrolünün yeniden sağlanması meselesinden ibaret olmadığını, aynı zamanda bu görevi Sünni Arap Müslümanların üstlenmesine, direniş ekseninin başını çeken mezhep ve dini grupların, son dönemde yaşadıkları yenilgiler ve Esed rejiminin çökmesiyle bir kenara itilmesine kadar uzandığını söylemekten kaçınıyorlar.

Ancak “tarihi” Emeviler belirsiz bir tercih gibi görünüyor. En azından bunu söyleyebiliriz.  Zira Emeviler hakkında sahip olduğumuz bilgilerin büyük çoğunluğunun devletin yıkılmasından sonra yazıldığı ve onlara karşı açıkça düşman bir tavırdan geri kalınmadığı konusunda görüş birliği vardır. Onlar hakkında elimizdeki en eski kitap, Emeviler döneminin sonlarında doğup Abbasiler döneminin başlarında kitabını yazan Halife bin Hayyat'ın kitabı olabilir. Emevi devletinin bir asır bile sürmediğini, yöneticilerinin bir yandan fetihlerle, diğer yandan da iç ve kabileler arası savaşlarla meşgul olduklarını da belirtmeden geçmeyelim. Öte yandan modern arkeoloji ve nümizmatik, Emeviler hakkında şu anda dolaşımda olanlardan farklı bilgiler sunmaktadır. Emevi tarihiyle ilgili dolaşımda olan anlatılar arasındaki çelişkilerin ayrıntılarına girmeden, Ürdün’deki Kusayr Amre’de keşfedilenler, Emevi tarihi hakkında bütün bilinenleri sorgulamak için yeterlidir.

Emeviliği canlandırmak, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan besleniyor

Dini açıdan Emevi Halifeliğinin Sünni mezhebine mensubiyeti, sadece Şiiliğin kurucusu olarak görülen İmam Ali bin Ebu Talib ile yaşadığı ihtilaf üzerinden tespit edilmektedir. Bu ise Sünnilik ve Şiiliğin ancak daha sonraki dönemlerde iki ayrı mezhep olarak ortaya çıktığı gibi bazı gerçekleri göz ardı etmektedir. Emevilerin, mutlak ve monarşik yönetimi meşrulaştırmak için Cebriyye’yi bir devlet doktrini olarak benimsedikleri doğrudur; ancak Emeviler dönemi bir bütün olarak belirli fıkıh akımlarının ortaya çıkışına tanık olmamıştır. Bunların çıkışı Abbasiler dönemine kadar ertelenmiştir.

Dini- fıkhi açıdan durum bu şekildedir. Öte yandan mevcut kaynaklara dayanırsak, Emevi imparatorluk projesinin devletlerin devamlılığı için yeterli unsurlara dayanmadığını görüyoruz. Emeviler dönemindeki fetihlerin hızı bizi şaşırtsa da örneğin, “Endülüs’ten Sind’e kadar uzanan” halifeliğin, sadece fetihlerden elde edilen ganimetlerin dağıtımının esas alındığı bir vergi sistemine dayandığını görürüz. Ancak kaynakların tükenmesi, Yezid bin Velid'in “kesintici” diye adlandırılmasına neden olan maaşlarda yaptığı kesintiler gibi devletin askerlerine karşı yükümlülüklerini yerine getirme gücünün azalması, bunun isyan ve hoşnutsuzluk hareketlerini körüklemesi sebebiyle bu fetihler de durdu.

Burada önemli olan, romantik milliyetçiliği andıran, basit bir canlandırma eğilimi ve çocuksu bir tarih anlayışı taşıyan imparatorluk projesi, bugün Suriye'de gördüğümüz türden, kuruluşu büyük engellerle karşı karşıya olan bir devletin sloganı olmaya uygun mudur?

Açıktır ki, Emeviliği yeniden canlandırmayı siyasi bir fikir olarak ortaya atanlar, bu sloganın, Endülüs ve Sind’de dalgalanan Emevi devletinin bayraklarıyla sınırlı görünen anlamını benimsemekle yetinmektedirler. İsrail tankları ülkenin güneyinde ilerlerken, devletin yeniden birleşme ve iç uzlaşı umutları şu ana kadar parlak görünmezken, ekonomide kayda değer bir iyileşmenin görülmediği bir dönemde, fetih övgüleri söylemenin anlamını hesaba katmadıkları açıktır.

Bu söylediklerimiz, mirasa, (hayali bile olsa) tarihe ya da toplumun beklenti ve hayallerine yönelik bir saldırı değildir. Bilakis söylenmesi gereken, bizi o devirlerden, köprülerin altından çok suların aktığı bin iki yüz yılı aşan bir zamanın ayırdığıdır. Geçmişe dönmenin çoğu zaman tarihe nesnel olarak bakıldığında hiçbir temeli olmayan yanılsamalara yatırım yapmak olduğudur. Dahası bu, Emeviliği canlandırmanın, geçmişi geleceğe rehber kılan bir rüya haline getiren Baas ideolojisiyle aynı kaynaktan beslendiğini göstermektedir. Baas Partisi’nin sonu ise kötü bir şekilde devrilene kadar geçmişi, bugünü ve geleceği mahveden Irak ve Suriye Baası olarak ikiye bölünmek oldu.

O halde yeni Emevilerin, okul kitapları, müfredat ve Feyruz'un seslendirdiği Said Akl’ın şiirleri çıkarıldığında, bu sloganlarından geriye ne kalacağını kendilerine sormaları daha iyi olmaz mı?

*Bu makale Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.