Hamas’ın kamikaze dronlarını yapan Tunuslu mühendis: Muhammed ez-Zevvari

Gölgede yaşadı, farklı başkentler arasında seyahat etti, suikasta uğradığı güne kadar Hamas'la olan bağlantısı bilinmiyordu

Albane Simon
Albane Simon
TT

Hamas’ın kamikaze dronlarını yapan Tunuslu mühendis: Muhammed ez-Zevvari

Albane Simon
Albane Simon

Kevser Zentur

Muhammed ez-Zevvari 1973 ekiminde henüz altı yaşlarında küçük bir çocukken ağır bir astım hastalığı geçirdi. Zevvari, ilk okula başlamıştı, ancak geçirdiği hastalıktan bitkin düşen bedenindeki sağlık sorunlarından dolayı annesi onu her gün okula sırtında götürüyor ve sonra Tunus’un Safaks şehrinin merkezindeki mütevazı evlerine dönmesini bekliyordu.

Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından ‘Aksa Tufanı’ saldırılarının başlatılmasından bir gün sonra yapılan yazılı açıklamada, Hamas’ın hava kuvvetlerinin Aksa Tufanı saldırılarında İsrail’e karşı tüm cephelerde, direnişçilerin işgal altındaki bölgelere geçiş yolunun açılmasına katkıda bulunan 35 adet ‘Zevvari’ tipi kamikaze insansız hava araçları (İHA) kullandığının belirtilmesi, Muhammed ez-Zevvari'nin devam eden çatışmayla ilgili gelişmeleri aktaran çeşitli basın kuruluşlarının ilgi odaklarından biri haline gelmesi için yeterli oldu.

Zevvari’yi Tunus’ta ‘1990’lı yılların çilesini çeken’ İslami hareketin gençlik çevreleri dışında tanıyan yoktu. ‘Özgürleşme Girişimi’ adıyla bilinen bu dönemde yüzlerce genç tutuklandı, bazılar ise sahte pasaportlarla yurtdışına kaçtı.

Tıpkı diğer birçok kişi gibi Tunuslular da Mühendis Muhammed ez-Zevvari’yi bundan 9 yıl önce 15 Aralık 2016'da Tunus'ta evinin önünde silahlı iki kişi tarafından suikasta uğradığında tanıdı. Zevvari, üç merminin hayati bölgelerine isabet etmesi sonucu yaşamını yitirdi. Hamas Hareketi, Zevvari’nin öldürüldüğünü açıkladığında, suikasttan İsrail gizli servisi Mossad’ı sorumlu tuttu. Açıklamada, Zevvari'nin Hamas Hareketi’nin liderlerinden ve ‘Ebabil’ adlı İHA projesinin yanı sıra uzaktan kumandalı denizaltı projesinin başındaki isimlerden biri olduğu vurgulandı.

O dönemde Tunus İçişleri Bakanlığı, suikastın arkasında yabancı bir ülkenin istihbarat teşkilatının olduğunu açıkladı. Tunus’un resmi anlatısına göre suikast 11 kişi (3 Tunuslu, 8 yabancı) ile Tunus sınırları dışında planlandı ve suikast için büyük bir bütçe ayrıldı.

Safaks’tan Sudan’a

Muhammed ez-Zevvari’yi Tunus’ta ‘1990’lı yılların çilesini çeken’ İslami hareketin gençlik çevreleri dışında tanıyan yoktu. ‘Özgürleşme Girişimi’ adıyla bilinen bu dönemde yüzlerce genç tutuklandı, bazılar ise sahte pasaportlarla yurtdışına kaçtı. Zevvari, o dönem Tunus’un güneyinde Safaks şehrinde Mühendislik Fakültesi'nde öğrenciydi. Kendi kuşağından birçok genç gibi o da siyasi düşüncenin en önemli merkezlerinden biri olan üniversitede siyasi faaliyetlere ve fikri çatışmalara dahil oldu.

Filistin’de 1980’li yılların sonlarında başlayan Birinci İntifada, Tunus'taki İslami hareketin gençlerine ilham veren olaylardan biri oldu. Bu da Zevvari’nin de aralarında olduğu gençlerden bazılarının önce Tunus'tan Libya'ya kaçmalarını ve sonra yeni kurulan Hamas Hareketi’ne katılmanın bir yolunu bulmaya çalışmalarını açıklıyor.

Ağabeyi Rıdvan’ın Majalla’ya anlattıklarına göre ‘çocuksu yüz hatlarına’ sahip, yeşil gözlü, küçük ve muhafazakâr bir ailenin en küçük ve en çok şımartılan oğlu olan Zevvari, 1967 doğdu. Geçirdiği ağır astım hastalığı nedeniyle eğitimini zorlukla tamamladı. Ağabeyi, küçük Muhammed'in okula tek başına zar zor gidebildiğini, bedeni güçlenene ve derslerdeki parlak başarısı artana kadar annesinin, kendisinin de sağlık sorunları olmasına rağmen yıllarca her gün oğluna eşlik ettiğini söyledi.

Zevvari’nin 1991 yılında güvenlik güçlerinden kaçmaya başladığı dönemde aylarca kendisiyle aynı evi paylaşan ev arkadaşlarından biri olan Kerim Abdusselam’a göre ise Muhammed, dahi, utangaç ve yardımsever bir gençti. Abdusselam, Zevvari’nin o dönem, Tunus emniyeti tarafından, Tunusluların hafızasında yer edinen Bab Suveyka olayının ‘planlayıcısı’ olarak takip edildiğini ve ‘çok tehlikeli biri’ olarak sınıflandırıldığını söyledi. Bab Suveyka olayında Tunus’un dönemin iktidar partisi Anayasal Demokratik Birlik partisinin Bab Suveyka Mahallesi’ndeki genel merkez binası hedef alınmış, bina içindekilerle birlikte ateşe verilmişti. Olayda iki kişi hayatını kaybederken, Zevvari, İslami çizgideki Nahda Hareketi üyesi olması ve iktidarla yaşanan çatışmalar sırasında okullardaki ve üniversitelerdeki şiddet olaylarına karışması nedeniyle arananlar listesine alındı.

Safaks’ın Zeyt ilçesine bağlı küçük bir evde, çeşitli şehirlerden İslami harekete mensup 15 genç bir araya geldi. Ayrı ayrı hepsinin bir hikayesi, bir davası, bir hayali vardı. Hepsi, 1991 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Hamas Hareketi’nin kurucusu Şeyh Ahmed Yasin'den etkilenmişti. Filistin’de 1980’li yılların sonlarında başlayan Birinci İntifada, Tunus'taki İslami hareketin gençlerine ilham veren olaylardan biri oldu. Bu, Zevvari’nin de aralarında olduğu bu gençlerden bazılarının önce Tunus'tan Libya'ya kaçmalarını ve sonra yeni kurulan Hamas Hareketi’ne katılmanın bir yolunu bulmaya çalışmalarını açıklıyor.

Nahda Hareketi’nin Müslüman Kardeşler’den (İhvan-ı Müslimin) uzaklaşmasını kabul etmeyen Zevvari, bazı kaynakların tanıklığına göre Nahda Hareketi içinde hesap verilebilirliğin olması talebinde bulunması ve mali yolsuzluk ve göçmenlere verilen hibelerdeki dengesizlikle ilgili eleştirileri nedeniyle ağır bir bedel ödedi.

Şarku’l Avsat’ın Majalla’dan aktardığı habere göre gençler Hamas Hareketi’ne katılmak için hazırlıklara başladığında güvenlik güçleri daha hızlı davranarak grubun tüm üyelerini tutuklayıp hapse attı. Arkadaşı Kerim Abdusselam'ın Majalla’ya anlattığına göre daha sonra Zevvari’nin de aralarında olduğu üç genç kaçmayı başardı.  Abdusselam, “Muhammed'in bir güvenlik görevlisine saldırıp hapishaneden kaçması, ardından gizlenmesi ve Libya'ya gitmesi arkadaşları da dahil herkesi şaşırttı” ifadelerini kullandı.

Libya’da birkaç ay kalan Zevvari, o dönem İslami hareket üyelerinin hoş karşılandığı Sudan'a gitti. Sudan, Zevvari’nin hayatında bir dönüm noktasıydı. Hatta hayatını alt üst etmişti. Zevvari burada kendisini, Nahda Hareketi'nin daha sonra reddettiği Özgürleşme Girişimi sürecine katıldıkları gerekçesiyle güvenlik güçlerinin işkence ettiği bir grup genç arasında buldu. Yaşları 15 ile 26 arasında değişen binlerce genç, haklarında verilen ağır cezaların ardından cezaevine gönderildi ve arkalarında ‘terörist aileleri’ olarak etiketlenen ve zulüm gören aileler bıraktı.

Zevvari’nin Nahda Hareketi ile anlaşmazlığı

Nahda Hareketi’nin Müslüman Kardeşler’den (İhvan-ı Müslimin) uzaklaşmasını kabul etmeyen Zevvari, bazı kaynakların tanıklığına göre Nahda Hareketi içinde hesap verilebilirliğin olması talebinde bulunması ve mali yolsuzluk ve göçmenlere verilen hibelerdeki dengesizlikle ilgili eleştirileri nedeniyle ağır bir bedel ödedi. Aynı kaynaklar, Zevvari’nin Tunus dışında olduğu dönemde verilen mücadelenin sahte ve bunun bir ulusal meseleden çok gençlerin yakıt olarak kullanıldığı bir iktidar mücadelesi olduğunu anlamış gibi göründüğünü söylediler.

Çok az konuşan ve sesi neredeyse hiç duyulmayan biri olduğundan ailesinin, Hamas Hareketi’yle olan ilişkisini ancak suikasta uğradığı gün öğreneceği kadar gizemli bir insan olan Zevvari’nin hayatına dair tüm detayları öğrenmek son derece güç.

Zevvari'nin Nahda Hareketi ve genel olarak siyasetle ilişkisi sona erdi. Bu ‘kopuş’ ketum bir kişiliğe sahip olan ve insanların kalplerinde ve akıllarında derin izler bırakan Muhammed'i tanıyan herkesin cezalandırılmasına neden oldu. Muhammed de tacize ve şiddete maruz kaldı, Sudan'ın ‘ara sokaklarında’ yaşadı. İçinde bulunduğu aşırı yoksulluk, özellikle makine mühendisi olarak mezun olmak üzereyken okulu bırakan Zevvari’nin dehası ve akademik başarısı sayesinde kendisini bekleyen gelecekten uzak atölyelerde çalışmaya zorladı.

‘İzzeddin el-Kassam Tugayları Mühendisi’ Muhammed ez-Zevvari iki öğrencisiyle birlikte bir dron üzerinde çalışırken
‘İzzeddin el-Kassam Tugayları Mühendisi’ Muhammed ez-Zevvari iki öğrencisiyle birlikte bir dron üzerinde çalışırken

O dönemin tanıkları kendilerini ‘Özgürleşme Girişimi döneminin kurbanları’ olarak adlandırdıklarını söylüyorlar. Muhammed ez-Zevvari de baskılara ve adam kayırmacılığa uğradığı, şahsi ve mali hesaplar adına hareket etmeye karşı çıkıp kalbinde bir dava taşıdığı ve gönülsüz işler yapmayı kabul etmediği için siyasetten koptu. Anlayışlı ve kendinden emin bakışları, her seferinde farklı adlarla yaptığı seyahat yıllarının izlerini taşıyordu. Parlak akademik başarılar elde etse ve bir dahi olsa da gerçek adını taşıyan bir diploması hiç olmadı. Abdusselam’ın söylediğine göre Zevvari’nin en çok bilinen takma adı ‘Murad et-Tunusi’ydi.

Çok az konuşan ve sesi neredeyse hiç duyulmayan biri olduğundan ailesinin, Hamas Hareketi’yle olan ilişkisini ancak suikasta uğradığı gün öğreneceği kadar gizemli bir insan olan Zevvari’nin hayatına dair tüm detayları öğrenmek son derece güç. Sakin doğası ona zarar veriyordu. Bazen yeni tanıştığı kişiler ona güvenip güvenmemekte tereddüt ediyorlardı. Ancak arkadaşları onu ‘saf ve temiz biri’ olarak nitelendiriyorlar.

İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından yapılan açıklamaya göre Muhammed ez-Zevvari, Sudan'da kaldığı süre boyunca makine mühendisliği, bilgisayar teknolojileri ve askeri endüstriye yönelik muazzam yeteneklerinin farkına vardıktan sonra 2006 yılında Kassam Tugayları’na katıldı.

Zevvari, Sudan'dayken Bosna-Hersek'te 1992-1995 yılları arasında yaşanan savaşta Müslümanları desteklemek için Bosna’ya gitti ve orada birkaç ay kaldı. Daha sonra Sudan'a döndü ve 1996 yılına kadar burada kaldı. Sudan vatandaşlığı aldı ve camilerden başlayarak Filistinliler de dahil olmak üzere farklı milletlerden İslami hareketlerle bağlantılar kurdu. Hamas'la olan hikayesi de buradan başladı.

Gölgede yaşadı

Zevvari, 1990’lı yıllar bitip 2000’li yıllara gelindiğinde Murad et-Tunusi adına aldığı pasaportla birçok başkente seyahat etmeye başladı. O sıralarda Hamas'ın askeri kanadı İzeddin el-Kassam Tugayları içindeki yeni çalışmaları nedeniyle kimliğini gizli tutmak zorundaydı. Bu yüzden gizlendiği süre zarfında gizemlerle örtülen karakterini çözmek hiç de kolay değildi. Onu tanıyanlardan birinin anlattıklarına göre olağanüstü yeteneklere sahip bir mühendis olarak edindiği deneyimlerden en dikkate değer olanı Sudan'da askeri sanayide çalışmış olması olabilir.

Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah şehrinde Muhammed ez-Zevvari’yi anma töreni düzenleyen İzzeddin el-Kassam Tugayları üyeleri, 31 Ocak 2017 (AFP)
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah şehrinde Muhammed ez-Zevvari’yi anma töreni düzenleyen İzzeddin el-Kassam Tugayları üyeleri, 31 Ocak 2017 (AFP)

İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından yapılan açıklamaya göre Muhammed ez-Zevvari, Sudan'da kaldığı süre boyunca makine mühendisliği, bilgisayar teknolojileri ve askeri endüstriye yönelik muazzam yeteneklerinin farkına vardıktan sonra 2006 yılında Kassam Tugayları’na katıldı. Zevvari, Kassam Tugayları'nın askeri sanayi birimine katıldı. Kendisine Suriye'de ve özellikle İran'da yoğun eğitim kurslarına katılarak becerilerini daha da geliştirme fırsatı verildi. Yaklaşık yarım yıllık bir eğitim sürecinin ardından Kassam Tugayları ekibiyle testlerini tamamladı. İran'dan Gazze'ye taşınan Zevvari, burada drone endüstrisinin geliştirilmesi çalışmalarına katıldı. Dron projesine ‘Ebabil-1’ adını verdi. Zevvari’nin doktora tezi ise uzaktan kumandalı denizaltı geliştirilmesi üzerineydi. Ancak suikasta uğraması projenin tamamlanmasını engelledi. Suikasttan aylar sonra saygı göstergesi olarak tez savunması yapıldı.

Muhammed ez-Zevvari, ilk gençlik yıllarındaki aksiliklerden sonra tam da istediği gibi gölgede yaşadı. Arkadaşlarının anlattıklarına göre şu ya da bu şekilde zulüm görmeye devam ettiğinden, Tunus'a dönmek onun için hiçte kolay olmadı.

Tunus’ta eski Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali iktidarının düşmesinin ardından, başarılı olduğu üniversitede akademik kariyerine devam etmek için Tunus'a dönen Zevvari, kısa sürede mühendislik diplomasını aldı. Bu kısa süre zarfında bir de kapıları güneyden gelen yetenekli gençlere açılan ‘Güney Havacılık Kulübü’nü kurdu. Kulübün hiçbir üyesi, Zevvari’nin Hamas Hareketi’nin temel taşlarından biri olduğunu bilmiyordu. Onu tanıyanlara göre Zevvari, başarılarıyla övünen ya da şöhret peşinde koşanlar biri değildi.

Muhammed ez-Zevvari, ilk gençlik yıllarındaki aksiliklerden sonra tam da istediği gibi gölgede yaşadı. Arkadaşlarının anlattıklarına göre şu ya da bu şekilde zulüm görmeye devam ettiğinden Tunus'a dönmek onun için hiçte kolay olmadı. Bazıları Majalla’ya Zevvari’nin suikasttan bir yıl önce Safaks'taki güvenlik birimlerinin kendisini takip etmelerinden şikayetçi olduğunu ve Malezya'ya yerleşmeyi planladığını söylediler.

Zevvari, Suriyeli eşinin ikametini yenilemek için her altı ayda bir Tunus'u terk etmeye zorlayan idari tacize de maruz kaldı. Eşi, suikastın ardından Tunus vatandaşlığı alabilmek için bir Tunusluyla evlendi. Ancak kaynaklar, en üst makamlardan yetkililerin verdiği sözlere rağmen yine de vatandaşlık alamadığını aktardılar.

Zevvari’nin eşine Tunus vatandaşlığı verilmemesi ve mühendislik diplomasını da zorlukla almış olması, dönemin Nida Tunus Partisi ve Nahda Hareketi koalisyonunun iktidarı için zorlu bir meydan okumaya dönüşmüştü. Tunus hükümeti, Zevvari suikastı karşısında sessiz kaldı. Halkın baskısı sonucunda ve sert eleştirilerin ardından suikasttan birkaç gün sonra dönemin Tunus Başbakanı Yusuf Şahid, bir açıklama yaparak, ‘Tunus'un şehit Muhammed ez-Zevvari’nin hakkını ödeyemeyeceğini’ söylemek zorunda kaldı.

Muhammed Ez-Zevvari'nin, öldürülmesinden yıllar sonra Majalla’ya konuşan ağabeyi, şunları söyledi:

“Nüfuzlu siyasi partiler bu suça ortak oldular. Faillerin ve Mossad ajanlarının bu suçu evinin önünde tereyağından kıl çeker gibi kolayca işlemelerine yardım ettiler.”

Kardeşinin avukatlarının dava dosyası üzerinde çalıştığını söyleyen ağabey, Zevvari’nin Mossad’ın suikast düzenlemeye hazırlandığı kişiler listesinde yer aldığına dair bilgiler edindiklerini ve bu listenin ‘uzaktan kumandalı denizaltı’ projesindeki başarısının hemen ardından İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun talimatıyla hazırlandığına dair bilgiler edindiklerini belirtti.

*Bu çeviri Şarku'l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden yapılmıştır.



Halep Savaşı: Yeni bir bölgesel çatışmaya ve 'Musul tuzağına’ karşı yapılan uyarılar

Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
TT

Halep Savaşı: Yeni bir bölgesel çatışmaya ve 'Musul tuzağına’ karşı yapılan uyarılar

Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel bölgesinde, Halep-Şam karayolu üzerinde Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in bir posterinin yanından geçen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım

Rustem Mahmud

İsrail ile Lübnan arasındaki ateşkesin yürürlüğe girmesinden birkaç saat sonra Suriye'nin kuzeybatısındaki bölgeleri askeri olarak kontrol eden Suriyeli silahlı muhalif gruplar, Halep şehrinin batı kırsalına ani bir saldırı başlattı. Muhalifler, iki günden kısa bir süre içinde şehrin batı eteklerine ulaşmayı ve bazı çevre mahallelerin kontrolünü ele geçirmeyi başardı. Ayrıca ülkenin doğusunu batısına bağlayan stratejik M4 karayolunu kapattıktan sonra Haleplilerden diğer mahalleleri terk etmelerini istedi. Halep ve Şam arasındaki stratejik öneme sahip Han el-Asel hattında onlarca köy ve beldeyi kontrol altına aldıktan sonra Suriye ordusu ve çoğu İran desteli milislerden oluşan gruplar tarafından ortak olarak kullanılan birçok askeri üssü ve istihbarat merkezini de ele geçirdi.

Operasyonda ‘Saldırganlığı Caydırma’ adı veren gruplar arasında ağırlıklı olarak Nusra Cephesi'nin omurgasını oluşturan Heyetu Tahriru'ş Şam (HTŞ) çatısı altındaki ‘radikal İslamcı’ örgütlerle Halep ilinin kuzeyinde Fırat Nehri ile Afrin arasındaki bölgeyi kontrol eden Türkiye yanlısı onlarca grup yer alıyor. HTŞ’ye bağlı tugaylar, Halep’in batı kırsalına saldırırken, Türkiye yanlısı gruplar da Halep ilinin kuzeydoğusunda yer alan ve 2015 yılına kadar kontrol ettikleri Marea beldesine saldırdı.

Gelen bilgiler, Saldırganlığı Caydırma Operasyonu hazırlıklarının geçtiğimiz eylül ayından beri devam ettiğini ve İsrail'in Lübnan'a saldırısı nedeniyle ertelendiğine işaret ediyor. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'ne (SOHR) göre Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) eylül ayı sonlarında Suriye rejiminin saldırının zamanlamasını İsrail saldırısıyla ilişkilendirerek istismar edebileceği, bunun da Suriye rejimine Suriye içinden, İran’dan, bölgeden ve Müslüman ülkelerden sempatiyle gelecek bir tepkiye yol açabileceği uyarısında bulunarak HTŞ’ye müdahale etti ve konuyu İran ve vekillerinin Lübnan’da ve Suriye'de askeri bir yenilgi almasından sonraki aşamaya bırakmayı seçti.

İran'ın zayıflaması

Yeni savaş, Suriye meselesine ve coğrafyasına müdahil olanları, başta İsrail, İran ve Türkiye'yi ve bir dereceye kadar Irak’ı ve Ürdün'ü etkileyen bölgesel değişikliklerin ardından patlak verdi. Geçtiğimiz aylarda Gazze Şeridi’ndeki ve Lübnan'daki savaşın yanı sıra İsrail ve İran arasındaki karşılıklı saldırılar gibi olağanüstü olayların baskısı altında pozisyonlarda ve güç dengelerinde değişiklikler yaşandı. Donald Trump'ın ABD başkanlık seçimlerindeki zaferinin yanı sıra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed arasında bir görüşmenin gerçekleşmesi için Rusya'nın arabuluculuğunun başarısız olması, Esed'in Ürdün/Arap girişiminin gereklerini yerine getirmemesi ve Suriye dosyasında hiç kimsenin artık arabuluculuğa soyunmaması gibi siyasi gerçekler de söz konusu.

Hizbullah üyelerinin birkaç ay önce çatışmanın yaşandığı bölgeden geri çekilmesiyle Suriye rejiminin çatışma bölgesindeki askeri savunmasının hızla çökmesi dikkati çekti.

Gözlemciler Suriyeli muhalif grupların saldırısını büyük ölçüde İsrail ile İran arasında süregelen ve tüm bölgeye yayılan ve öngörülebilir gelecekte de yayılması beklenen çatışmaya bağlıyor. İsrail, Lübnan'da ateşkesin yürürlüğe girmesine birkaç saat kala Lübnan ile Suriye arasındaki tüm sınır kapılarını bombaladı ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu Esed’i, İran'ın Hizbullah'ı yeniden silahlandırmasına yardım etmesine karşı tehdit etti. Netanyahu, televizyonda yayınlanan konuşmasında “İsrail, Suriye'yi ve Lübnan'la olan sınır kapılarını bombalayarak silahların Suriye üzerinden Lübnan'a girmesini engelleyebilir. Beşşar Esed ateşle oynadığını anlamalı” ifadelerini kullandı.

x scd
Halep'teki bazı mahallelerin muhalif gruplar tarafından ele geçirilmesini kutlayan İdlib şehrindeki gençler ve muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım (AFP)

Birçokları İsrail'in ileriki süreçte Suriye'deki durumu İran'ın nüfuzunu ve askeri varlığını ortadan kaldıracak şekilde düzenlemek ve Suriye rejimi üzerinde sonraki aşamalarda ‘cephelerin ayrılması’ dayatmalarına uymaması halinde kullanılmak üzere açık baskı aracı haline getirmek için bir ‘planı’ olduğuna inanıyor. Yetkililerinin açıklamalarına göre Suriye'nin İsrail’in Gazze Şeridi’nde ve Lübnan’da yürüttüğü savaşlarda ‘tarafsız’ kalması İsrail için yeterli değil ve Suriye rejiminin, İran ve Hizbullah arasında köprü olmaya tamamen son vermesi gerekiyor.

Hizbullah üyelerinin yanı sıra İran destekli bir grubun ya da onların himayesi altındakilerin birkaç ay önce çatışmanın yaşandığı bölgeden geri çekilmesiyle Suriye rejiminin çatışma bölgesindeki askeri savunmasının hızla çökmesi dikkati çekti.Çatışmaların yaşandığı bölge son derece karmaşık, milliyetçi ve mezhepçi eğilimlere sahip bir yer olmasına rağmen kolayca ele geçirildi. Başta Eşrefiye ve Şeyh Maksud olmak üzere Halep şehrinin kuzey mahallelerin nüfusu ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşuyor ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG) tarafından kontrol ediliyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) ‘eş-Şehba bölgesi’ olarak adlandırdığı ve şu an HTŞ’nin kontrolünde olan bölgelerle temas hattında olan Tel Rıfat ve Şeyh Hadid bölgelerinin kuzey kırsalı da  SDG’nin kontrolünde.

Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde terör örgütü DEAŞ’ın eline geçmişti.

Halep’in kuzeybatısında, Şii nüfusun çoğunlukta olduğu Nubul ve ez-Zehra beldeleri yıllarca İran'ın doğrudan kontrolündeydi. 2012-2017 yılları arasında uzun soluklu bir kuşatma altında kalan bu beldeler 2017 baharında buram buram mezhepçilik kokan ‘Dört Şehir Anlaşması’ kapsamına dahil oldu.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, resmi açıklamalarında saldırıları ‘İsrail’in Lübnan’daki ve Filistin'deki yenilgisinin ardından ABD-Siyonist planı’ diyerek kınadıktan ve Suriyeli mevkidaşıyla yaptığı telefon görüşmesinde ülkesinin Suriye hükümetini desteklediğini açıkladıktan sonra ülkesinin bu çatışmayla bağlantısının sinyallerini açıkça verdi.

“Musul tuzağı”

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı habere göre Al-Sharq Stratejik Düşünce Kurulu’ndan Hayri Derviş yaptığı değerlendirmede Halep’teki bu yeni gerçeklerin İran ve Suriye rejiminin ‘Musul tuzağının’ işlevsel bir tekrarı olma ihtimaline dair düşüncelerini dile getirdi.

Derviş, değerlendirmesinde şunları söyledi:

“Suriye rejiminin ve İranlı destekçilerinin savunmalarının kırılganlığı konusunda inanılmaz bir nokta var. Nasıl birkaç saat gibi kısa bir zamanda çökebildiler ve uzun yıllar süren kanlı savaşlar sırasında kazandıklarını kaybedebildiler? İran destekli grupların askeri yapısını etkileyen bazı zayıflıklar olsa bile bu hızlı çöküş, bunun çok ötesinde bir olay. Çatışan iki taraf arasındaki askeri dengede bazı değişikliklerin ötesine geçen bir plan olduğuna dair şüpheler uyandırıyor. Halep büyüklüğünde, üç milyondan fazla insanın yaşadığı ve olağanüstü bir kültürel, ekonomik ve siyasi ağırlığa sahip büyük bir şehir, sadece askeri dengesizlik nedeniyle düşemez. Bu şehir, Rusya’nın 2015 yılındaki müdahalesinden önce, Suriye rejiminin sahadaki zayıflığının ayyuka çıktığı dönemde onlarca silahlı gruba yıllarca geçit vermemiş bir şehir.”

Derviş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Dolayısıyla mevcut olaylar, on yılı aşkın bir süre önce meydana gelen biri güvenlik diğeri siyasi iki büyük sahneden ayrı tutulamaz. Şu an sahada yaşananlar, 2014 yazında Musul şehri ve çevresinde yaşananlara benziyor. O yaz Irak'ın neredeyse üçte biri, çok az bir direnişle birkaç gün içinde terör örgütü DEAŞ’ın eline geçmişti. Ancak daha sonra, Irak ordusunun şehirden derhal çekilmesi yönünde ani ve sebebi anlaşılmaz bir emir aldığını ve geride DEAŞ'ın yıllar boyu süren sonraki savaşlarında kullandığı milyarlarca dolar değerinde silah ve mühimmat bıraktığını kanıtlayan bilgiler ortaya çıktı. Mevcut tablo, Musul'un DEAŞ’ın eline geçmesiyle Irak'ta iktidardaki siyasi sistemin ve İran'ın elde ettiği büyük siyasi kazanımlardan ayrı tutulamaz. Bu olay, Arap Baharı sonrasında Irak siyasi sistemi üzerindeki siyasi baskıyı sona erdirdi. Halk Seferberlik Güçleri (Haşdi Şabi) aracılığıyla paralel bir siyasi/askeri sistem inşa edildi ve İran ile ABD arasında geniş bir iş birliği alanı açıldı. Tüm bu nedenlerle, Halep'teki son gelişmeler Musul'dakilere benzetiliyor. Böylece hem Suriye rejimi için arzu edilen siyasi çözüme ilişkin her türlü utanç ortadan kaldırılacak hem de başta ABD de dahil olmak üzere İran’ın Suriye topraklarından çıkmasını isteyen Batılı güçler, özelde Suriye'de genelde ise tüm bölgede yeniden İran'a ihtiyaç duyacak. Musul senaryosu, Halep gibi büyük bir şehrin yok edilmesi pahasına da olsa büyük olasılıkla gerçekleşecek.”

Türkiye'nin siyasi tutumu, özellikle de savaşın boyutu açısından net değil.

Irak’ın eski Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari, X platformundaki hesabından yaptığı paylaşımda ülkesinin bu durumun tekrarlanabileceği ve Irak'a sıçrayabileceği yönündeki korkularına atıfta bulunarak “Ahrar'uş Şam Hareketi, Suriye Nusra Cephesi ve Suriye'nin kuzeyindeki Halep ve İdlib'de ittifak halinde olan diğer silahlı ve radikal gruplar Halep ve kırsalına yönelik planlı bir saldırı başlattı. Zamanlama oldukça manidar. Aynı ideolojik gruplar terör örgütü DEAŞ'ın kuluçka merkeziydi. Bu ortamda serpildiler, Musul ve Rakka'yı işgal ettiler ve ulusal ve uluslararası bir tehdit haline geldiler. Irak hükümetinin bu grupların sınırlarımıza ve topraklarımıza ulaşmasını engellemek için önleyici ve caydırıcı tedbirler alması gerekiyor” diye yazdı.

Türkiye’nin baskı kartı

Mevcut savaşın her ayrıntısı, Türkiye'nin ülkenin kuzeybatısındaki Suriyeli silahlı gruplar kartını siyasi olarak kullanmasından, özellikle de Şam ile normalleşme sürecinden ayrı tutulamaz. Türkiye'nin görüşme ve uzlaşma çağrılarını dinlemeyen Suriye rejimi, meseleyi Türk askerlerinin Suriye topraklarından çekilmesine ya da en azından bunun için bir takvim belirlenmesine bağlamış durumda.

Bazı gözlemcilerin ‘Türkiye'nin ateşle pazarlığı’ olarak nitelendirdiği mevcut savaş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye Devlat Başkanı Esed ile görüşmek için aylardır sürdürdüğü girişimlerin ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu amaçla giriştiği arabuluculuğun başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından patlak verdi. Suriye'de sahadaki ve siyasi durumdaki durgunluk, milyonlarca Suriyeli mülteciyi Türkiye'de barındıran ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki KDSÖY’nin nüfuzunu arttıran bu döngüyü kırmak için her yolu deneyen Türkiye'nin ve özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın lehine olmadı.

xcvfbg
Suriye’nin kuzeybatısında yeni ele geçirilen Han el-Asel hattında Halep-Şam karayolunda ilerleyen muhalif grupların üyeleri, 29 Kasım (AFP)

Cumhurbaşkanı Erdoğan, daha önceki siyasi tutumlarının ve saha şartlarının çoğunu terk ettikten ve net bir takvim olmasa da Türk askerlerini Suriye’den çekme sözü verdikten sonra bile Esed ile görüşebilmek için ortak bir zemin bulamadı. Bu yüzden mevcut savaş, özellikle de muhalifler Halep şehrinin tamamını ya da büyük bir bölümünü ele geçirmeyi başarırsa, Erdoğan'ın elinde Suriye rejimi üzerinde hem fiziksel hem de siyasi baskı kurmak için güçlü bir baskı kartı olacak gibi görünüyor. Elbette bu kart, Suriye'nin kuzeydoğusunda, özellikle de Fırat Nehri'nin batısında yer alan ve SDG tarafından kontrol edilen Münbiç ve eş-Şehba bölgelerindeki KDSÖY’ne baskı yapmak için de kullanılabilir.

Türkiye'nin bu savaştaki varlığı ve rolü, Rusya-Ukrayna savaşının bir parçası olarak Ukrayna'nın Suriye dosyasına müdahil olduğuna dair benzer bilgilerin işaret ettiklerinden de ayrı görülemez. SOHR'un o dönemdeki bir haberine göre onlarca Ukraynalı subay aylar önce İdlib’in güneydoğu bölgelerine girerek HTŞ üyelerini, son savaşta kullanılan kamikaze insansız hava araçlarının (İHA) üretimi ve kullanımı konusunda, Türkiye’nin siyaset ve istihbarat makamları tarafından açıkça izin verilmeden eğitmiş olamaz. Al Majalla’ya konuşan bazı özel kaynaklar HTŞ'nin elinde bu İHA'lardan 2 bin 500'den fazla bulunduğunu ve bunları sadece Suriye rejimi ve müttefikleri karşı saldırıya geçtiğinde kullanacağını söylediler.

Türkiye'nin siyasi tutumu, özellikle de savaşın boyutu açısından net değil. Savaşın başlamasından günler sonra Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan resmi açıklamada, “İdlib'e yönelik son dönemdeki saldırıların, Astana mutabakatlarının ruhuna ve işleyişine zarar verecek boyuta ulaştığı ve ciddi sivil kayıplara yol açtığı konusunda gerekli uyarıları çeşitli uluslararası platformlarda yapmıştık” denildi. Ancak bu savaş sısnırlı bir noktaya kadar ulaşabilir. Çünkü hedefi, Halep şehrinin içini değil, ‘eski çatışmasızlık bölgesini’ ya da diğer adıyla ‘Putin-Erdoğan bölgesi’ olarak bilinen bölgeyi, yani Serakib şehri sınırları ile Şam-Halep karayolunu yeniden ele geçirmek.