Şadi Alaaddin
Lübnan’da yaşananlara dair sosyal medyada günlük olarak paylaşılan mesajlar, Gazze olayı; silahı kutsayanlar ve silahlı kişiye onu her türlü tartışmanın dışında bırakan, yaptığı şeyin sonuçlarının ve etkisinin değerlendirilmesini engelleyen ve konumunu, görevlerini ve projesini incelemeyi yasaklayan bir statü verenler ile Lübnan’ın ulusal vazifesinin Hizbullah üzerinden savaşa sürüklenmeyi önlemek olduğunu düşünenler arasında bir tartışmaya dönüştü.
Bu dönemde varılan tek fikir birliği, Reuters muhabiri İsam el-Abdullah’ın sınırda çalıştıkları esnada bir grup meslektaşıyla İsrail güçleri tarafından hedef alınmasının ardından ölmesinin sebep olduğu büyük acı dalgasında görüldü. Genç gazetecinin fotoğrafları, matem dolu görüntülerle Facebook’ta yer aldı. İsam, pek çok arkadaşının ve seveninin paylaştığı tüm fotoğraflarda daima gülümser haldeydi. Suikast hadisesine önce şaşkınlık, inanamama ve şiddetli bir üzüntü duygusuyla yaklaşıldı. Merhumun çalıştığı Reuters haber ajansının haberi, suikastı kimliği belirlenemeyen birine atfedip, bilinen İsrailli faile işaret etmekten kaçınarak sunmasıyla bu yaklaşım büyük bir öfke yaklaşımına dönüştü. Gazetecinin İsrail tarafından açılan bir ateş sonucu öldürüldüğü söylenerek, böylece failin bilmezden gelinmesi formülü daha kötü niyetli bir şekilde yeniden üretildi. Haberin sunulma biçiminde daha sonra yapılan bu sahtekârlık öfke duygularını daha da artırdı.
Uluslararası haber ajanslarının, genç gazetecinin meslektaşlarıyla hedef alınmasında İsrail’in doğrudan sorumlu olduğuna dair aktardıkları ile birlikte bu öfke Lübnanlı internet sayfalarında yayıldı. Bu hareket, durumun birliğinin bir ifadesi olarak İsrail’in Gazze’de Filistinli gazetecileri hedef almasıyla bağlantılı bir çerçeveye yerleştirildi.
“Hizbullah’ı ve onun taraftarlarını hedef alan ve Kudüs’e yürüyüş, Filistin’in kurtuluşu ve kutsalların savunulması konusunda her zaman dile getirilen büyük ve gösterişli sloganlarla alay eden yoğun kampanyalar düzenlenirken, Lübnan’ı bu olaydan ve sonuçlarından tamamen ayrı tutacak tutumlar benimsenmesi için çağrı yapıldı.”
Gazze’de patlak veren Filistin olayı ayrıca, Lübnanlı grupların birbirleriyle ilişkilerine hâkim olan tüm düşmanlık ve çatışma birikimlerini yeniden gözler önüne seren tartışmaların başlangıç noktası oldu. Şarku’l Avsat’ın Al-Majalla’dan aktardığına göre mesela Lübnan iç savaşının hatırası ve çıktıları yeniden ön plana çıktı ve genel olarak Filistinlinin katı bir şekilde şeytanlaştırılmasının işaretleri belirginleşti. Ekranlarda doğrudan izlenen soykırım sahnesi bu düşmanlığı ne bitirebildi ne de ahlaki ve insani bir başlıkla ilişkilendirebildi.
Çeşitli başlıklar ve isimler altında Filistin’e ait her şeye düşmanlığını mutlak bir şekilde ifade etme konusunda daha radikal görünen eğilimlere bakılınca bakışları kaçırmak, bu konuda en nazik ifade biçimi gibi görünüyordu. Ayrıca Hizbullah’ı ve onun taraftarlarını hedef alan ve Kudüs’e yürüyüşe, Filistin’in kurtuluşuna ve kutsalların müdafaasına dair her zamanki büyük ve gösterişli sloganlarla alay eden yoğun kampanyalar düzenlenirken, Lübnan’ı bu olaydan ve sonuçlarından tamamen ayrı tutacak tutumlar benimsenmesi için de çağrı yapıldı.
Bazı çevreler Batı medyasının Filistin’le ilgili her konuda sergilediği önyargıyı ve çarpıtmayı gözler önüne sermekle meşgul olurken, bazıları da Gazzeli yoldaşlarının ve arkadaşlarının çığlıklarını iletmek ve sempati gösterilmesi için Filistin’de olup bitenleri yeniden yayımlamak için çalıştı.
En az şahit olunan ifadelerse şu düşünceleri dile getirenlerdi: Kimse Filistinliler adına karar veremez. Olup bitenlere dair bir okuma, yaşananları kaçınılmaz kılan koşullara ve öncüllere bakmayı gerektirir. Hamas’ın operasyonunun; İsrail’in tekrarlanan saldırıları, geçim yollarının kapatılması ve Arap ve uluslararası düzeyde ihmal gösterilmesi karşısında hayatları tüm seçeneklerin eşitlendiği kilitli bir cehenneme dönüştükten sonra, kimsenin akla mantığa aykırılığından ötürü Gazzelileri sorgulama hakkına sahip olmadığı derin bir Gazze ve Filistin eğilimine bir cevap olduğu inkâr edilemez.
Kutlama ve korku arasında
Hamas’ın Aksa Tufanı operasyonunun başlatıldığını ilan etmesiyle Lübnan’da iki karşıt söylem hâkim oldu. Bu söylemlerden ilki, operasyonun gidişatını ve hızlı sunumunu coşku ve gururla takip eden ve ilgili görüntüleri ve haberleri Mahmud Derviş’in şiirlerinden kesitler veya zafer sloganları, Feyruz’un Kudüs’e ve dönüşe dair şarkıları ve bunu İsrail’in karşı koyamayacağı ve felaket etkisini sınırlayamayacağı artçı tepkiler oluşturacak bir deprem olarak gören analizler gibi hamasi şeyler eşliğinde yeniden yayınlayan duygusal, romantik ve ideolojik bir kitleyi ifade ediyor.
Bu tür bir eğilimi karakterize eden boyut, solu ve İslamcı hareketleri bir araya getiren silahlı mücadelenin kutsanması olgusuyla bağlantılı. Bu kişiler, Gazze’den başlatılan bu sahnede, İsrail tarafındaki ölü ve esir sayılarına ilişkin tek kaynak olarak İsrail medyasının peş peşe yayınladığı haberlere ve bu operasyonun onun üzerinde bıraktığı devasa ve benzersiz etkinin boyutuna bakarak kendi görüşlerinin ve düşünce biçimlerinin isabetliliğini teyit edecek bir alan buldular. Bu operasyonun etkisi, İsrail devleti tarihindeki başka herhangi bir olayla kıyaslanamaz. O kadar ki 50’nci yıl dönümünde olduğumuz Ekim 1973 Savaşı dahi şu anki olayın ciddiyetine kıyasla küçük bir olay sayılır.
“Operasyonla ilgili İsrail içeriğinin yeniden yayımlanması ve bunun bir belge olarak ele alınması dikkat çekiciydi. Bu, İsrail’in İsrailli siviller arasındaki büyük ölüm oranlarına ilişkin anlatısına ve kadınlarla çocukların kafalarının kesilmesi ve korkunç işkencelerin yapılması hakkındaki uydurmalara körü körüne hizmet etti.”
Operasyona dair İsrail içeriğinin yeniden yayımlanması ve bunun bir belge olarak ele alınması dikkat çekiciydi. Bu, İsrail’in İsrailli siviller arasındaki büyük ölüm oranlarına ilişkin anlatısına ve kadınlarla çocukların kafalarının kesilmesi ve korkunç işkencelerin yapılması hakkındaki uydurmalara körü körüne hizmet etti. İsrail medyası bu iddiaları tekrarlamaktan vazgeçmedi ve bu iddiaların doğruluğunu ispatlayan görüntüler veya belgeler olmamasına rağmen ABD’ye, Avrupa’ya ve uluslararası birçok haber sitesine bu iddiaları benimsetmeyi başardı. Bu medya, Batı’nın tüm enerjisini İsrail’i koruyup savunmak için seferber ettiği bir varoluşsal tehdit ortaya koyup, tartışmasız bir mağduriyet algısı oluşturmak için bu anlatıya dayandı. Ardından ABD, en büyük uçak gemisini bölgeye göndererek İsrail’e, kendisini savunması için açık silah desteği verdiğini duyurduktan sonra onu Birleşik Krallık ve birçok Batı ülkesi izledi.
Facebook ve diğer sosyal medya platformlarının algoritmalarının doğrudan bir destek ve kutlama hali ifade etmekle birlikte Hamas’ın operasyonunun sebep olduğu ölümlerin ve yıkımların boyutuyla ilgili haberlerin yayımlanmasını engellemedi. Hamas’a ve operasyonlarına işaret etmese bile Filistinlilerin hakkından bahseden ya da genel olarak Filistin’le dayanışma gösteren içeriği doğrudan engellemeyi amaçlaması garip görünüyordu. Bu, görünürde İsrail’in anlatısına bir destek mahiyetindeydi; Lübnan’ın bu konudaki törensel içeriği de genel olarak tehdit altındaki İsrail söylemini destekleyen ve sürdüren bir model olarak alındı.
Olaylar geliştikçe ve İsrail Gazze’yi yıkmaya başladıkça kutlama odağı kararlı durdu. Bu odağa aynı bağlama ait olan ve direnme, meydan okuma, savaşa sonuna kadar devam etme ve Hamas’ın İsrail yerleşimlerine ve şehirlerine attığı füzeleri övme çağrısı yaparak bu bağlamı tekrarlayan bir tür de dahil oldu.
Kutlama eğilimine karşılık Hizbullah’ın bu savaşa katılması ihtimaline dair bir korku eğilimi de egemendi. Ardından Lübnan’ı topyekûn yıkımdan uzak tutmak ve tarafsızlığını vurgulamak için çaba gösterilmesi gerektiğini dillendiren sesler ortaya çıktı. Bu tutumları ortaya koyan arka planlar aynı değildi. Bu arka planlar; Lübnan vatanseverliği, onun özel durumları ve Filistinliler ile İsrailliler arasındaki savaşla alakası olmadığı yönündeki vurgudan, Hamas’ı bir Arap ürünü değil de İran’ın bölgeye sızma projesinin bir parçası olarak gören bakış açısından hareketle İran’ın siyasi istismarından duyulan korkuya kadar uzanıyordu.
Görünürde birleşik olan bu bakış açıları, Lübnan’ın Lübnan vatanseverliğinin tanımlanmasına ve onu oluşturan unsurların belirlenmesine dair keskin ayrışmasını yeniden gözler önüne seriyor. Hizbullah’ın savaşa katılmasına ilişkin tutum, farklı referanslara sahip boyutlar kazanıyor. Bu boyutlar, kıvrımlarında çelişkili aidiyetleri ve kimlikleri gizliyor ki bunlardan bazıları, İsrail’in olası tepkisinin sebep olabileceği büyük can kayıplarına hiç değinmeden, sadece öngörülen ekonomik zarara dayanıyor.
Bu eğilimin gizlediği şey, İsrail’in Lübnan’da bir savaş başlatmaya karar vermesi halinde bunu belirli bir tarafa karşı başlatacağı kanaatiyle ilgili. Dolayısıyla savaştan kaçınmayı gerektiren zarar, Hizbullah’ın dahil olmasının yol açabileceği iç içe geçmiş ve karmaşık boyutlar ağını dikkate almıyor. Bu durum, öngörülen büyük yıkımın ve kurbanların ötesine geçerek, ülkenin Direniş Ekseni’nin kucağına nihai olarak düşmesine sebep olabilir. Bu da ülkenin, geleceği olmayan ve kenara atılmış bir ülke haline gelmesi demek.
Karşı tarafın argümanlarının temelinde Hamas’ın bir İran projesinin parçası olması yatıyor. İran’a bağlılık ve onun projesine hizmet çatısı altında iki taraf arasındaki yakın ilişkiye dair çok sayıda delil var. Nitekim Hizbullah’ın savaşa dahil olması, gerilimden İran’ın bölgedeki konumunu güçlendirmek ve Filistin kartını ona devretmek için fayda devşirmek üzere meydanları birleştirme rolü oynar.
“Lübnan sosyal medyasında gerek orada yaşayan Filistinliler tarafından paylaşım yapılması gerekse Gazze halkının yazdıkları ve yayınladıklarının paylaşılması suretiyle yayınlanan Filistin içeriklerine karşı bir suskunluk hâkim.”
Bu kişiler, İran Dışişleri Bakanı’nın bölgedeki hareketliliğine ve Lübnan’a gelişine dikkat çekiyor. Lübnan’da Hamas’tan, İslami Cihat’tan ve Hizbullah’tan oluşan bir heyetle karşılanan Bakanın görüşme programı, esas olarak kendi eksenine ve Hizbullah’ın halen gözlerden uzak liderine bağlı olan Hükümet Başkanı Necib Mikati ile yapılan göstermelik bir oturumla sınırlıydı. Gözlemciler ve yorumcular bu sahneyi, Lübnan’ın sadece bir operasyon sahası ya da bir posta kutusu olarak görüldüğü özel ve kapalı bir operasyon odasında yapılan bir toplantıya benzetti.
Filistin içeriği
Lübnan sosyal medyasında gerek orada yaşayan Filistinliler tarafından paylaşım yapılması gerekse Gazze halkının yazdıkları ve yayınladıklarının paylaşılması suretiyle yayınlanan Filistin içeriklerine karşı bir suskunluk hâkim. Ne bir değerlendirme ne bir mesaj ne de bir çatışma ve tartışma söz konusu. Filistin’de sözün bittiğine ve anlamın öldüğüne dair sağlam kanaati ve bir son beklemeyen açık bir acıyı ifade ederek farklı bir biçimde tekrarlanması dikkat çekici görünen kısa konuşmalardan bir suskunluk, kasvet ve üzüntü taşıyor.
Lübnan içeriğinin aksine ne siyasi bir okuma var ne de analiz. Korku da yok, coşku ve kaçınılmaz zafer söyleminin tekrarı da... Aksine siyah karelerle dolu alanlar var. Bu kareler, Gazze’de kuşatma altındaki dost ve akrabalardan gelen ve geçici olarak ölümden kurtulmakla birlikte kendilerini ölümden başka bir şeyin beklemediğini ifade eden güvence mesajlarına paralel olarak her şeyin yakıldığını söylüyor.
İfade dilinde trajedi yok. Bunun yerine Filistinlilere kendilerini yanılsama olmadan ifade etme imkânı veren son bir savunma hattı olarak bir tür sert ve acımasız ümitsizlik var.
Gazze’den gelen videolarda ve görüntülerde Gazze Şeridi halkı, başlarına gelen zulümlere karşı büyük bir kenetlenme hali sergiliyor. İçlerinden biri çocuğunun cesedini tutarken kayıt cihazına en yakın şekilde aile üyelerinin nasıl şehit edildiğini anlatıyor. Ama aynı zamanda sanki başka biri onun aracılığıyla konuşuyormuş gibi kendisi görünmüyor.
Başı ve yüzünün büyük bir kısmı yaralarla kaplı bir çocuk, yanında yatan yaralı babasına kendisinin iyi olduğuna dair güvence vermek için tarifsiz acılarla boğuşuyor. Bu sahneyi izlerken bu çocuğun babasının acısına katlanamadığını ve diğer tüm acıların geçici olduğuna inandığını biliyoruz.
Bir adam, evinin enkazı önünde konuşuyor ve o evi kırk yılda inşa ettiğini söylüyor. Bu esnada gözlerinden bir damla yaş ve göğsünden bir hıçkırık çıkıyor, ama bunu bastırıyor ve bu kaybı, herhangi bir partiye değil, Filistin’e armağan ediyor. Sınırsız ve ucu açık bir fikir olarak Filistin, sözün bittiği o anda adamın kalbine ve ruhuna yerleşmişti; onun yok olmasından sonra geriye kalan, onun ötesinde bir şey gibi…
Bazıları, ölen aile üyelerinin isimlerini sanki kendileri hayatta kaldıkları için utanç duyuyormuş gibi yorum yapmadan sıralıyor. Bazıları ise şehitlerinin isimlerini, radikal grupların söylemlerine hâkim olan hayatı küçümseme ve kahramanlık bağlamlarından uzak, şahsi ve özel açıklamalarla birlikte yayınlıyor; sanki kaybettikleri sevdiklerine dair bu yoğun ve kısa açıklamada sahip oldukları basit, sıradan ve tanıdık hayatlarıyla yeryüzünden silinmenin her türlü biçimine karşı savaşıyorlar.
*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al-Majalla dergisinden çevrildi.