Hizbullah: ABD-İran mesajları ışığında ‘meydanların’ ayrılması…

Gazze’deki belirsizlik, Lübnan’ın güneyine de yansıyor

AP
AP
TT

Hizbullah: ABD-İran mesajları ışığında ‘meydanların’ ayrılması…

AP
AP

Elie el-Kusayfi

Özellikle İsrail’in Gazze Şeridi’ne ve sınırlarına kara saldırısının zamanına ilişkin belirsizlik hali, İsrail ile Hamas arasındaki savaşın genel tablosunun önemli bir parçasını oluşturmaya devam ediyor. Boyutuna ve sonuçlarına bağlı olarak böyle bir işgal, savaşın Lübnan-İsrail sınırındaki cephe başta olmak üzere başka cephelere sıçramasına yol açabilir.

Buna karşılık sahadaki manzaraya ve savaşın tarafları arasındaki siyasi ve diplomatik mesajlaşmalara bakarak denebilir ki savaşın gelişmeleri, belirli bir statükoya dayanıyor. Tabi bu, sahadaki ve diplomasi koridorlarındaki değişkenlere bağlı olarak her an düşebilecek ikinci dereceden bir statükodur.

O zaman Hizbullah ile İsrail arasındaki cepheye, kesinlikle ikinci bir cephe ya da İsrail ile Hamas arasındaki ana cephenin arka planı olarak bakılamaz. Yani Lübnan’ın güney sınırındaki cephede yaşanan gelişmeler, bu savaştaki ve özellikle de savaşın dolaylı tarafları olan ABD ile İran arasındaki güç dengelerine büyük oranda yansıyor.

Dolayısıyla sıklığı ve zamanlamaları itibarıyla Hizbullah ile İsrail ordusu arasındaki karşılıklı bombardımanlar ve çatışmalar, savaşın İran’ın müdahalesinin sınırlarıyla ilgili siyasi ve diplomatik haritasının bir yansımasıdır. Zira bu müdahaleye sadece askerî bir bakış açısıyla bakılamaz. Nitekim Tahran bu savaşı, ABD ile açık müzakereleri için diplomatik stratejisi kapsamında kullanmaya başladı.  

O halde Lübnan’ın güney sınırında konuşlanan Hizbullah ile savaşın genel bağlamında İran’ın diplomatik stratejisi arasında ayrım yapılamaz. Bu, belirli sınırlar içinde Güney Lübnan cephesi ile Gazze Şeridi cephesi arasında ayrım yapmayı gerektiriyor. Yani bu iki cephe arasında kesin bir ayrım yapmak mümkün değilse de tamamen birbirine bağlamak da mümkün değil.

Abdullahiyan’ın mesajları

Bu yönelime sevk eden iç içe geçmiş birçok etken var. Şöyle ki bir yandan İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın, Tahran’ın iki ana eksenden en az iki ABD mesajı aldığını açıklaması dikkat çekiciydi. Buna göre ABD, savaşın yayılmasını istemiyor ve İran’dan kendini tutmasını talep ediyor. Abdullahiyan ayrıca, Umman Sultanlığı’nın tüm tarafların nükleer anlaşmaya dönmesi yönündeki girişiminin halen ortada olduğuna da işaret etti.

Hiç şüphesiz Tahran’ın bu Amerikan mesajlarını alması ve Umman’ın arabuluculuğu sürdürdüğünü teyit etmesi, İran’ın krizi diplomatik olarak ‘kullanmaya’ hazır olduğunu gösteriyor. Bir diğer deyişle İran, kırmızı çizgilerini çizmek ve savaşın ‘ertesi günü’ düzenlemeleri için Washington’la müzakereye hazır. Bu pratikte Tahran’ın 7 Ekim’den sonra Gazze Şeridi’nde durumun eskisi gibi olmayacağını kabul ettiği anlamına gelir. Çarşamba günü ABD Başkanı Joe Biden da böyle söyledi.

Elbette İran’ın ‘Hamas’ı ezmek’ istediği veya böyle bir şeyi kabul ettiği düşünülemez. Ancak Gazze Şeridi’nde yeni bir gerçekliği kabul etmeye de hazır. Birleşmiş Milletler’in (BM) önemli bir role sahip olacağı siyasi ve diplomatik bir düzenlemeye göre bu gerçeklikte Hamas hareketinin Gazze Şeridi’ndeki askerî ve siyasi varlığı kısıtlanacak. Bu, 1701 sayılı kararın çıkarılması ve Lübnan’ın güneyinde, güvenli bölgeye benzer şekilde ‘teorik’ olarak Hizbullah için yasaklı bir coğrafi bölge kapsamında ek uluslararası güçlerin konuşlandırılması açısından, Hizbullah ile İsrail arasındaki Temmuz 2006 Savaşı’ndan sonraki düzenlemeleri anımsatıyor.

Ancak bu düzenlemeler, sonraki yıllarda Hizbullah’ı askerî ve siyasi olarak zayıflatmadı. Yeni bir gerçekliğe ayak uydurmak zorunda kalsa da Filistin sahnesindeki siyasi ve askerî varlığına bakıldığında Hamas için de aynı durum tekrarlanabilir.

Bununla birlikte şu an Gazze savaşını çevreleyen bölgesel ve uluslararası koşulların, Temmuz Savaşı’nı çevreleyen koşullardan daha karmaşık olduğu göz ardı edilemez. Ki bu, Hamas’ı, Hizbullah’ın 2006’dan sonra yüzleştiği durumdan daha büyük bir zorlukla karşı karşıya bırakıyor. Ancak İran, Hamas’ın askerî varlığını sınırlamayı kabul ederse de Filistin sahnesindeki siyasi rolünü zayıflatmayı asla kabul etmeyecektir. Zira Hamas, bir bütün olarak Filistin siyasi düzeyindeki bir geçiş anında elinde tuttuğu önemli bir kart.  

Nasrallah’ın mesajı

25 Ekim Çarşamba günü Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın, Hizbullah’ın 7 Ekim’den sonraki şehitlerinin Kudüs uğrunda şehitler olarak anılması için Hizbullah’ın medya kurumlarına ve birimlerine gönderdiği mektup yoluyla, yavaş yavaş kendini göstermeye başlaması dikkat çekiciydi. Hizbullah daha sonra Hasan Nasrallah’ın İslami Cihad örgütünün lideri Ziyad en-Nahhale ve Hamas’ın Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri ile yaptığı görüşmenin haberini verdi.

Foto: Nasrallah, 25 Ekim’de Beyrut’ta Aruri ve Nahhale ile bir araya geldi (EPA)
Nasrallah, 25 Ekim’de Beyrut’ta Aruri ve Nahhale ile bir araya geldi (EPA)

Hizbullah’ın müttefikleri tarafından ve örgütün teşvikiyle ortaya konan siyasi bir harekete ek olarak Nasrallah tarafından atılan bu iki adım, güney sınırındaki çatışmada ve Hizbullah’ın bir bütün olarak savaştaki konumunda yeni bir aşamaya işaret ediyor. Sembolik ve duygusal bir anlam kazandırmak için Nasrallah’ın el yazısıyla dağıtılan mektupta Hamas’ın ve Gazze Şeridi’ndeki savaşın bahsi geçmedi. Parti literatüründe olduğu gibi ‘Gazze’ye destek’ veya ‘Filistinlilere destek’ gibi tabirler kullanılmadı ve daha ziyade ‘Lübnan sınırlarında Allah yolunda verilen kurbanlar’ anıldı. Bu, Hizbullah’ın, yukarıda anlatılanlar çerçevesinde iki cephe arasında ayrım yapma çabasına işaret ediyor ya da en azından bu ihtimalin önümüzdeki günlerde takip edileceği varsayılıyor. İran hareketine ve tutumlarına dair bir okumanın yanında bu ihtimali güçlendiren şey, Nasrallah’ın savaşın başlamasından bu yana ilk kez güney sınırında ve iç siyaset sahnesindeki gelişmelerin yaşandığı zamanda ortaya çıkmasıdır.

“İran’ın ‘Hamas’ı ezmek’ istediği veya bunu kabul ettiği düşünülemez. Ancak Gazze Şeridi’nde yeni bir gerçekliği kabul etmeye de hazır. BM’nin önemli bir role sahip olacağı siyasi ve diplomatik bir düzenlemeye göre bu gerçeklikte Hamas hareketinin Gazze Şeridi’ndeki askerî ve siyasi varlığı kısıtlanacak”

Güney Lübnan’daki Filistinli örgütlerin İsrail hedeflerine yönelik saldırı sıklığının yok denecek kadar azalması dikkat çekiciydi. Buna karşılık Lübnan’daki Cemaat-i İslami’ye bağlı Fecr güçlerinin sınırlara bir füze saldırısında bulunduğu duyuruldu. Aynı şekilde Beyrut’ta Sünni çoğunluğa sahip Tarık el-Cedide bölgesinden kovulan Şakir el-Bercavi’nin liderlik ettiği Arap Hareketi Partisi’nin (Hizbu’t-Teyyari’l-Arabi) askerî bürosu da savaşa müdahaleye hazırlık için bir askerî tatbikatın yapılacağını açıkladı. Arap Hareketi’nin tatbikatı gülünç olsa da bu tür Sünni grupların ortaya çıkışındaki hedef, güneydeki çatışmalara buradaki Filistin etkisinden uzak olarak genel bir Sünni-Şii ve Lübnanlı şeklinde bir İslami özellik kazandırmaktır.

Bu, Hizbullah müttefiklerinin söylemlerindeki şu yeni sihirli cümleyle ifade ediliyor: “Direniş”, Lübnan’ın çıkarı için çalışıyor ve onu kapsamlı bir savaştan uzak tutmak istiyor. Hatta Nasrallah, ilişkilerindeki gelgitlere rağmen müttefiki (Maruni Hristiyan) Özgür Yurtsever Hareket (ÖYH) Lideri Cibran Basil’le şahsi olarak iletişime geçti. Daha sonra Basil de ezeli rakibi Marada Hareketi Lideri Süleyman Franciyye’yi ziyaret etti. Tüm bunlar, Direniş Ekseni’ne dahil olmasına karşılık (ya da bununla eşzamanlı olarak) Hizbullah’ın ‘Lübnanlılığını’ takdir eden bir siyasi hava oluşturmak için.

Foto: 25 Ekim’de bir İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Lübnan’ın Marun er-Ras kasabasındaki evlerden yükselen duman (AFP)
25 Ekim’de bir İsrail bombardımanına maruz kaldıktan sonra Lübnan’ın Marun er-Ras kasabasındaki evlerden yükselen duman (AFP)

Hizbullah’ın hem Nahhale hem de Aruri ile görüşmesi hakkında dağıttığı açıklamada bile ifadeler, Hizbullah’ın savaşa katılımı tekrar değerlendirme aşamasında olduğu anlaşılacak şekilde özenle seçilmişti. Aruri daha sonra ‘Hizbullah’taki kardeşlerin bu savaşa her düzeyde katıldıklarını’ açıkladı. Bu, özellikle Hamas hareketinin yurtdışındaki siyasi bürosunun eski başkanı Halid Meşal’in, “Hizbullah’ın yaptığı şeyler kayda değer, ama yeterli değil” sözlerinden sonra Hizbullah’ı, savaş meydanlarının birliği ilkesini ihlal etme suçlamalarından temize çıkarma çabasıdır. Bütün bunlar Hizbullah’ın, savaşın genel bağlamına göre, Güney Lübnan ile Gazze cepheleri arasında belirli bir ayrım yapılması şeklinde yeni bir gerçeklik oluşturma çabasına işaret ediyor.

Hizbullah 45 militanını kaybetti

Tüm bunlar yaşanırken, 7 Ekim’den 26 Ekim Perşembe sabahına kadar Hizbullah’ın verdiği ölü sayısı 45’e yükseldi. Yine de bu nispeten yüksek rakamın, Hizbullah üzerinde büyük bir siyasi ve halk baskısı oluşturmaya başlamadığı görülüyor. Hizbullah bu rakamı iki yönde olumlu şekilde kullanmaya çalışıyor. Şöyle ki bir yandan kendi edebiyatı ve müttefiklerinin söylemleri üzerinden bunu tamamen Lübnanlı bir çerçeveye yerleştirmeye çalışıyor. Diğer yandan da Direniş Ekseni’ndeki önemli bir taraf olarak savaşa katılım boyutunun bir delili olarak göstermeye çalışıyor. Hizbullah’a yakın olanlar da diyor ki: Bu kadar Hizbullah militanının ölmesinin nedeni, Hizbullah’ın İsrail bombalamasın ve siviller tehlikeye düşmesin diye meskûn köylerden füze fırlatmaktan kaçınarak sınıra yakın bir mesafeden fırlatması ve böylece İsrail’in savaşçıları hedef alma imkânının artmasıdır. Hizbullah ayrıca, medyasında sınır boyu operasyonlarındaki başarısına ve İsrail ordusu saflarında doğrudan neden olduğu kayıplara odaklanıyor ve bu propaganda ile kayıpları üzerinden kahramanlık anlatısı üretmeye çalışıyor.

“Hasan Nasrallah, ilişkilerindeki dalgalanmalara rağmen müttefiki Ulusal Hareket Lideri Cibran Basil’le bizzat iletişime geçti. Ardından Basil, ezeli rakibi Merede Hareketi Lideri Süleyman Franciye’yi ziyaret etti. Tüm bunlar, Direniş Ekseni’ne dahil olmasına karşılık (ya da bununla birlikte) Hizbullah’ın ‘Lübnanlılığını’ takdir eden siyasi bir iklim oluşturmak için”

Ancak kesin olan şu ki özellikle yürürlükteki angajman kuralları her geçen gün tamamen çökme noktasına doğru ilerlerken Hizbullah’ın sürekli dillendirdiği ‘korku dengesi’ düştü ya da düşmek üzere. Halbuki 2019 yılında Nasrallah, İsrail’in öldürdüğü her bir Hizbullah üyesi karşılığında bir İsrail askerinin öldürüleceği yönünde bir denklem kurmuştu. Bu denklem mevcut savaş için geçerli olmasa bile, 2006 yılındaki savaşa kıyasla bu savaşta Hizbullah tarafında bir halk seferberliğinin olmaması dikkate değer. Güneyli çevrelerin, genel halk izlenimi hakkında söylediklerine bakılırsa insanlar sanki bu savaşla ilgilenmiyormuş gibi. Bu, bir bakıma Lübnan’daki ekonomik krizin dayattığı dönüşümlerden kaynaklanıyor. Aynı şekilde Suriye savaşından ve hem Hizbullah’ın hem de Hamas’ın bu savaştaki muhalif rolünden sonra henüz sona ermeyen Sünni-Şii geriliminin gölgesinde Hamas’a ve genel olarak Filistinlilere yönelik sempati, sorunlu biçimlere bürünüyor. Dahası şu anki Gazze savaşı, bu gerilimin derinleştiğini gözler önüne serdi. Bu, Beyrut’tan Tahran’a varana kadar halkın savaştaki gelişmelerle etkileşimi bağlamında da gözlemlenebilir.

Foto: 24 Ekim’de Lübnan’ın güneyinde öldürülen bir Hizbullah unsurunun cenazesi
24 Ekim’de Lübnan’ın güneyinde öldürülen bir Hizbullah unsurunun cenazesi

Bununla birlikte olayların siyasi sonucuna bakınca denebilir ki ABD’nin Gazze Şeridi’ne karadan saldırıyı frenlemesine karşılık İran da Hizbullah’ın İsrail’e karşı kapsamlı bir savaşa girişini frenliyor. Tek farkla: İran bu frenlerin bedelini tahsil etmek istiyor. Bu da Lübnan’ın güneyindeki çatışmaları, Washington ile Tahran arasındaki diplomatik mesajlaşmalar bağlamında bir baskı aracına dönüştürüyor. İran yanlısı grupların Irak ve Suriye’deki Amerikan hedeflerini bombalaması da bir yandan hedefin bakışlarını Gazze cephesinden ve özellikle de Güney Lübnan cephesinden uzaklaştırmak ve diğer yandan İran’ın diplomatik baskısına hizmet etmek içindir.

* Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Suriye’nin işgal altındaki Golan Tepeleri’nde artık bir tampon bölge yok

Stratejik öneme sahip Şeyh Dağı'nın zirvesindeki İsrail askerleri (Reuters)
Stratejik öneme sahip Şeyh Dağı'nın zirvesindeki İsrail askerleri (Reuters)
TT

Suriye’nin işgal altındaki Golan Tepeleri’nde artık bir tampon bölge yok

Stratejik öneme sahip Şeyh Dağı'nın zirvesindeki İsrail askerleri (Reuters)
Stratejik öneme sahip Şeyh Dağı'nın zirvesindeki İsrail askerleri (Reuters)

Halil Musa

İsrail ordusu, ‘ileri savunma cephesi’ kurmak amacıyla Suriye'nin işgal altındaki toprakları Golan Tepeleri’ndeki tampon bölgede askeri üsler kurmaya devam ediyor. Bu üsler, tampon bölgenin ötesine geçerek Golan Tepeleri’nin doğusundaki Suriye topraklarının derinliklerindeki köylere kadar ilerliyor.

Söz konusu askeri üsler, Şeyh Dağı'nın (Hermon Dağı) kuzeyinden batıya doğru Dera'nın batı kırsalındaki Yermuk Havzası’na kadar uzanan Suriye-Ürdün-İsrail sınır üçgeninde yer alıyor.

İsrail'in 8 Aralık 2024 tarihinden bu yana Suriye’de işgal ettiği toprakların yüzölçümü 500 kilometrekareyi aşarak Golan Tepeleri’nin yarısı kadar bir alana ulaştı.

En büyük ve stratejik açıdan en önemli üs, deniz seviyesinden 2 bin 814 metre yüksekliğindeki Şeyh Dağı'nın zirvesinde yer almakta ve başkent Şam’a, Lübnan'ın Bekaa Vadisi’ne ve İsrail’in kuzeyine hâkim bir konumda.

İsrail ordusu, bu üssü Suriye ordusunun geçen yılın sonunda Esed Beşşar rejiminin düşüşüyle birlikte çekilmeden önce kullandığı yerlerde kurdu.

Üs, 1974 yılında İsrail ile Suriye arasında imzalanan Ayrışma Anlaşması ile kurulan tampon bölgenin dışında yer alıyor.

Her sabah Şam'da

Birkaç ay önce üssü ziyaret eden İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz, “Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara’nın her sabah Şam'daki başkanlık sarayında gözlerini açtığında İsrail Savunma Ordusu'nun onu Şeyh Dağı'nın tepesinden izlediğini ve bizim burada, Suriye’nin güneyindeki tüm güvenlik bölgesinde Golan Tepeleri ve Celile halkını onun tehditlerinden korumak için bulunduğumuzu hatırlayacak” ifadelerini kullandı.

İsrail’in söz konusu askeri üslerinde, İsrail ordusunun üç tugayı konuşlu. Bu tugaylar 210. Bölgesel Bashan Tümeni'ne bağlı. İsrail, Şeyh Dağı'nın eteklerinden Dera’nın batı kırsalındaki Hamma bölgesine (Yermuk Nehri havzası) kadar uzanan 70 kilometre uzunluğundaki tampon bölge boyunca 10'dan fazla askeri üs kurdu.

Üsler, Cibata el-Haşeb, el-Hamidiye, Kuneytra, Kahtaniye, Tel Kuna, Tel el-Ahmer eş-Şarki ve Tel el-Ahmer el-Garbi köylerine kuruldu.

jı8uk

İndependent Arabia’ya konuşan kaynaklar, İsrail ordusunun şu anda Kenitra kırsalındaki Kudna kasabası yakınlarındaki Tel Ahmer’in doğusunda bir askeri üs inşa ettiğini ve bu üssün Tel Ahmer'in batısındaki başka bir askeri üsse ekleneceğini söyledi.

İsrail ordusu, bu askeri üslerin yakınlarındaki evleri yıkıyor. Son haftalarda, Kuneytra kırsalında yer alan Hamidiye köyünde 16 evi yıktı.

İsrail ordusu, Dera’nın batı kırsalında güvenlik ve askeri operasyonlar yürütmek üzere Mariye beldesi yakınlarında bir askeri üs kurdu.

İsrail, bu üsleri kurarak ordusunun bölge üzerindeki kontrolünü güçlendirmeyi ve iki taraf arasındaki ‘çatışmayı önleme anlaşmasına’ aykırı olarak Suriye'nin güneyinde yeni bir gerçeklik oluşturmayı hedefliyor.

Birleşmiş Milletler Ateşkes Gözlem Gücü (UNDOF), Kuneytra’daki başlıca karargahı ve Nebe el-Fevvar köyündeki başka bir karargahı ile Şeyh Dağı eteklerindeki diğer karargahları aracılığıyla tampon bölgede çalışmalarını sürdürüyor.

Dişleri olmayan bir ülke Suriye

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre Suriye’nin Golan Tepeleri’nde kontrol ettiği bölge, bin 800 kilometre karelik yüzölçümüyle Suriye'nin yüzölçümünün yaklaşık yüzde birini oluşturuyor. İsrail 1967 yılında Golan Tepeleri’nin bin 160 kilometre karelik kısmını ele geçirmişti. Son aylarda ise kontrolünü 500 kilometre karelik bir alana daha genişletti.

İsrail ordusu bu üsler aracılığıyla kuzeyde Şeyh Dağı'ndan güneyde sınır üçgenine kadar uzanan onlarca Suriye köyüne baskınlar ve aramalar düzenleyerek, ‘terörizmin altyapı tesisleri’ olarak adlandırdığı yerleri hedef alıyor ve ‘kuzey cephesinden gelebilecek tehditleri önlemek’ için askeri faaliyetlerde bulunuyor.

İsrail ordusu, birkaç gün önce ‘Suriye'nin güneybatısındaki Ummu el-Lahs ve Ayn el-Bustali bölgelerinde İran'a bağlı dört silahlı kişiyi’ tutukladığını duyurdu.

İsrail ordusundan yapılan açıklamada, ‘İsrail'in kuzey sınırlarının güvenliğini sağlamak için tampon bölgede ve ona yakın birkaç ek noktada faaliyet gösterildiği’ belirtilirken nerelerde konuşlandığına değinmekten kaçındı.

Suriyeli kaynaklara göre İsrail ordusu birkaç hafta önce bu köylerde, özellikle de Yermuk Havzası'nda bulunan Dera ilinin batı kırsalında ve Kuneytra kırsalında nüfus ve sosyal araştırmalarını tamamladı.

İsrail ordusu, Suriye'nin güneyindeki güvenlik bölgesinin silahsız ve tehditlerden arındırılmış olmasını sağlamak amacıyla Suriye'de süresiz olarak kalmaya hazır olduğunun altını çizdi.

Suriyeli stratejist Fayez el-Esmer, “İsrail, Beşşar Esed rejiminin düşüşünü fırsat bilerek Suriye'yi dişsiz ve pençesiz hale getirmeye ve Golan Tepeleri’ndeki kontrol alanını genişletmeye çalışıyor” yorumunda bulundu.

Tel Aviv'in bunun durumun perde arkasında Ayrışma Anlaşması dışında yeni bir anlaşma dayatmak istediğini düşünen Esmer, “Bu anlaşma, Tel Aviv'e tampon bölgede erken uyarı istasyonları kurma ve güvenliğini sağlama bahanesiyle bölgeye ABD askerleri konuşlandırma imkanı verecek” dedi.

Suriyeli stratejist, İsrail’in Ahmed eş-Şara liderliğindeki yeni Suriye yönetimine güvenmediği için tıpkı 7 Ekim 2023'te Hamas'ın İsrail'e düzenlediği Aksa Tufanı Operasyonu gibi bu kez Suriye topraklarından yeni bir saldırı düzenlenmesinden çekindiğini söyledi.

1974 tarihli Ayrışma Anlaşması’nın çöküşü

Stratejist Anan Vehbi ise İsrail'in bu üsler aracılığıyla güvenlik tehditlerine karşı önleyici saldırılar düzenlemeye dayanan yeni çatışma kuralları dayatmak istediğini düşünüyor. Bu yeni üslerin çatışmanın devam etmesini sağlamak, ancak büyük bir savaşa değil, düşük yoğunluklu bir çatışmaya yol açmak amacıyla kurulduğunu söyleyen Vehbi, “İsrail ordusunun bu bölgelerden çekilmesini imkânsız görüyorum, çünkü Tel Aviv bu bölgelerden hareketle Suriye'nin güneybatısının tamamında güvenlik hakimiyeti kurmak istiyor” değerlendirmesinde bulundu.

8ı
Netanyahu, Golan Tepeleri konusunda Ayrışma Anlaşması’nın çöktüğünü açıkladı (Reuters)

Öte yandan Suriye Dışişleri Bakanlığı, Tel Aviv'in Şam ile ilişkilerin ‘normalleştirilmesi’ konusundaki ilgisini dile getirmesinin ardından, Suriye'nin 1974 yılında İsrail ile imzalanan Ayrışma Anlaşması’na geri dönmek için ABD ile iş birliği yapmaya hazır olduğunu açıkladı.

Suriyeli yetkililer, İsrail'in Suriye'nin askeri cephaneliğine yüzlerce hava saldırısı düzenlemesi ve Beşşar Esed rejiminin düşmesinden sonra ülkenin güneyine girmesinin ardından ‘tansiyonu düşürmek için’ İsrail ile dolaylı müzakereler yürüttüğünü kabul etti.

ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Suriye ve İsrail'in ABD'nin arabuluculuğunda ‘sınırlarında sükuneti yeniden tesis etmeyi amaçlayan’ ciddi görüşmeler yaptığını doğruladı.

Suriye'den resmi bir kaynak ise ‘İsrail ile barış anlaşması imzalanacağına dair açıklamalar yapmak için zamanlamanın doğru olmadığını, ancak Tel Aviv'in 1974 tarihli anlaşmaya tam olarak uyması ve işgal ettiği bölgelerden çekilmesi halinde yeni anlaşmaların müzakere edilebileceğinden söz edilebileceğini’ söyledi.