İsrail’in ve İran’ın ağaçtan inişi

Aksa Tufanı operasyonundan Gazze ateşkesine

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

İsrail’in ve İran’ın ağaçtan inişi

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Halid Hamade

Gazze’de ateşkes, kendisini dayattı. İsrail ordusunun, İsrail siyasi liderliğinin hayali hedeflerine ulaşmak için belirlediği yüksek tavanlara erişememesi üzerine de kaçınılmaz bir seçenek haline geldi.

Arap medyasının İsrail’in yedi hafta boyunca işlediği cinayetin detaylarını dünya kamuoyuna başarılı bir şekilde sunması sayesinde etkili pek çok Batılı güç, Aksa Tufanı operasyonunun ardından aceleyle gösterdikleri tutumlarını geri çekti. Hal böyle olunca sahadaki başarısızlık, belirlenen zaman sınırını aştı ve İsrail’in müttefiklerini İsrail’in kendini savunma hakkı olarak gördükleri şeyden vazgeçmek zorunda bıraktı. Aynı şekilde ABD’nin İsrail’in barbarlığını örtbas etme ve haklı çıkarma girişimlerini de tüketti.

Gazze’ye karşı yürütülen savaştan her düzeyde alınacak pek çok ders var. Ancak insani bir ateşkes anlaşmasına götüren koşulları ele almak, daha cazip görünüyor. Çeşitli düzeylerde gerilimin tırmandığı bir ortamda ateşkesin sağlanması imkânsız görülüyordu. Ama barbarca saldırılara ve İsrail’in bir Filistin devletinin ve hatta bağımsız herhangi bir Filistin otoritesinin kurulmasıyla ilgili uluslararası anlaşmalara ve Arap girişimlerine karşı ısrarla karşı çıkma yanılsamasıyla sergilediği aşırılıklara rağmen ateşkes, sahneye çıktı ve kendisini tek yol olarak dayattı. Atlatılamayacak bir emrivaki olan bu ateşkes, kendini dayatmış bir Arap çerçevesi kapsamında Filistin-İsrail denkleminin yeni bir aşaması için başlangıç noktasını temsil ediyor.

Peki, bu ateşkesin bileşenleri ve sürdürülebilirlik şartları nelerdir?

Birincisi: Arapların müzakere sürecini yönetme başarısı

Gazze Şeridi ilk kez İsrail’in saldırısına maruz kalmıyor. Ama Tahran, Filistinli grupların gerçekleştirdiği operasyonlarla planlama, uygulama ve silahlandırma bakımından bir bağlantısı olduğunu ilk kez inkâr etti. Yine ilk kez İran’ın tutumu, Dinî Lider Ali Hamaney tarafından dile getirildi ve Birleşmiş Milletler’de ve tüm diplomatik ziyaretlerde Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan tarafından tekrarlandı. Üstelik İran’ın tutumu, Aksa Tufanı operasyonunun sorumluluğunu reddetmekle sınırlı değildi. İran aynı zamanda Filistinli gruplar üzerinde herhangi bir vesayeti olduğunu da kabul etmeyerek, Filistinli grupların sahaya dönük karar alma sürecinde bağımsız ve sorumlu olduklarını belirtti ve Hizbullah’ın öncü rolünü vurguladı.

Mısırlı, Ürdünlü ve Körfezli Arapların tutumu, Hamas hareketiyle ideolojik ayrılık sebebiyle sahada olup bitenleri endişeli bir şekilde gözlemleyen bir konumdan, gelişmelerle doğrudan ilgilenen bir konuma taşındı

Mısırlı, Ürdünlü ve Körfezli Arapların tutumu, Hamas hareketiyle ideolojik ayrılık sebebiyle sahada olup bitenleri endişeli şekilde gözlemleyen bir konumdan, gelişmelerle doğrudan ilgilenen bir konuma taşındı. Özellikle de İsrail’in Hamas hareketini ortadan kaldırmanın bir yolu olarak Filistinlilerin Gazze’den Sina’ya, Batı Şeria’dan Ürdün’e göç ettirilmesi yönündeki talebini ortaya koyan tutumlarından sonra.

İsrail’in bu tutumu, Arap ülkelerini hedef tahtasına yerleştirdi ve bu tutumun taşıdığı riskler, Gazze’de patlak veren durumu kontrol altına almak üzere birleşik bir Arap duruşunun ortaya çıkmasını gerektirdi. Araplar, sivillerin canının tehlikeye atılmasına karşı çıkma, uluslararası insan hakları hukukuna riayet etme ve iki devletli çözüme bağlı kalma konusunda kararlı bir tutum sergiledi. Aynı zamanda ABD’yi kışkırtmamaya ve olup bitenlerin İsrail’in uluslararası anlaşmalara uymaya kendini mecbur hissetmemesinin doğal sonucu olmasında ABD’nin sorumluluğunu vurgulamamaya da özen gösterdi.  

xcsdfvrgbth
İran Dinî Lideri Ali Hamaney, 21 Haziran’da Tahran’da Hamas Siyasi Büro Başkanı ile bir araya geldi (Reuters)

Bundan sonra Arap diplomasisi, bilhassa 11 Kasım’da Riyad’da düzenlenen Arap-İslam Zirvesi’nin ardından karar sahibi ülkelere doğru geniş bir diplomatik hareket başlatmayı başardı. Hiç kuşkusuz Arap tutumunun müzakereci rolüyle temayüz etmesi iki etkene dayanıyordu: İlki, İsrail’in kitlesel kıyım sınırlarını aşan haksız saldırganlığı ve Filistinlilerin Gazze Şeridi dışına göç ettirilmesi konusundaki ısrar. İkincisi ise Tahran’ın Gazze’de olup bitenlerle bir bağlantısı olmadığını vurgulamaya devam etmesi ve kendisini sahada ilgili tüm silahlı gruplardan uzak tutması. Ki bu, otomatik olarak Tahran’ı arabuluculuk dairesinin dışına çıkardı.  

İkincisi: İsrail’in askeri seçeneğinin düşmesi

İsrail ordusunun sahadaki operasyonel başarısızlığının sebepleri üzerine konuşmak; güvenilen birçok manevrayı belgelendirip tartışmayı ve müdahale eden birlik komutanlarının yüzleştiği ve uygulanan savaş sisteminin üstesinden gelemediği zorluklara dair tanıklıklarını dinlemeyi gerektirebilir. Ama saha gerçekleri, İsrail birliklerinin benimsediği savaş sisteminin gerekli esneklikten yoksun olduğunu ispatlıyor. Yine aynı gerçekler, komuta ve kontrol sisteminin sonradan ortaya çıkan durumları değerlendirme, yeni emirler verme ve ateş desteği ile yakın hava desteği görevlerini değiştirmenin imkânsız oluşu gibi acil durumlarla başa çıkacak şekilde savaşı yönetme konusunda başarısız olduğunu da gözler önüne seriyor.

Filistinli savaşçıların performansıyla teyit edilen bir dizi üstünlük faktörünü kayıtlara geçirmek lazım. Bu faktörlerden biri de İsrail ordusunun muazzam ateş imkânlarına rağmen sürdürülebilir çatışma kabiliyetidir

Öte yandan Filistinli savaşçıların performansıyla teyit edilen bir dizi üstünlük faktörünü de kayıtlara geçirmek lazım. İsrail ordusunun muazzam ateş imkânlarına rağmen sürdürülebilir çatışma kabiliyeti ve İsrail zırhlı birlikleriyle çatışmaya girip bu birliklerin ilerlemesini engelleme cesareti, bu faktörler arasında sayılabilir. Bu, komuta-kontrol sisteminde İsrail ordusunun başa çıkamadığı yaygın bir adem-i merkeziyetçiliğin uygulandığını gösteriyor. Her türlü ateş aracının benzersiz bir şekilde kullanımı yüzünden meydana gelen büyük yıkım, ‘yer üstü’ yeni bir boyuta alan açtı. Bunun yanı sıra tünellerin kullanımı da savaşa ek bir boyut kazandırdı.

Gazze Şeridi’nin sahne olduğu pek çok çatışma arasında yapılan bir karşılaştırma, Filistinli savaşçıların İsrail ordusunu yakın saha çatışmalarına çekmedeki başarısını gösteriyor. Bu çekilme, İsrail ordusunu güçlü yönlerinden, zırhlı ve ateş yeteneklerinden mahrum bırakıyor. Öte yandan tecrübelerin gösterdiği üzere İsrail ordusunun, Filistinli savaşçıların yenilenen savaş sistemini anlama ve gerekli önlemleri alma becerisi azaldı bu da sahada kaçınılmaz bir başarısızlığa yol açtı, açmaya da devam ediyor. Ayrıca İsrail; hassas altyapıyı, sivillerin hayatını ve kamu tesislerini tehlikeye atmadan askerî operasyonlar yürütme imkânına sahip olacağı coğrafi bir derinliğe de sahip değil. Bu coğrafi derinlik, Filistin silahlarındaki nitelikli gelişmeyle daha da azaldı. O kadar ki, yüksek değere sahip hassas İsrailli hedefler her an ulaşılabilir ve tehdit edilebilir hale geldi.

Üçüncüsü: Ateşkesin sürdürülebilirlik şartlarını taşıması

İlan edilen ateşkes, sürdürülebilirlik için yeterli koşullara sahip. Öncelikle bu ateşkes, İsrail için önü kapalı askerî çatışma tünelinden bir çıkışı temsil ediyor. Hatta bu, İsrail’in esirlerini geri almaya başlamasını ve İsrail içindeki yoğun öfke dalgasıyla yüzleşmesini mümkün kılan tek başarı oldu. Dolayısıyla sivillere karşı işlenen cinayetlerin ve Gazze Şeridi’nde meydana gelen büyük yıkımın sebep olduğu dehşete yönelik uluslararası öfkeyle yüzleşmek için ateşkese bağlı kalmak, İsrail’in siyasi bir çıkarı haline geldi. Ayrıca müzakerenin sona ermesinden sonra çatışmaların yeniden başlayacağına dair ilan edilen tutumlar da askerî seçenekten başka bir seçeneğe geçişin gerekli adımlarından biridir ve kökleri kopmuş ‘İsrail üstünlüğü’ ağacından, sessiz ve güvenli bir şekilde iniş için bir kurtuluş merdiveni mahiyetindedir.

Ateşkes hem Filistin Direnişi hem de Filistin Yönetimi için devam eden çatışmanın siyasi hedefini ilerletmek üzere bir çerçeve ve müzakerelerin yeniden başlatılması için meşru bir Arap platformu sağlıyor

Öte yandan ateşkes hem Filistin Direnişi hem de Filistin Yönetimi için devam eden çatışmanın siyasi hedefini ilerletmek üzere bir çerçeve sunuyor. Ayrıca müzakerelerin, bölgesel düzeyde kaybeden siyasi bir kart haline gelmiş radikal siyasi İslam’ın bir parçası olarak Hamas hareketini engelleyen uluslararası kınamalar ve suçlamalardan uzakta, yeniden başlatılması için de meşru bir Arap platformu sağlıyor. Takas sürecinin ikinci gününde yaşanan sınırlı tökezleme ve İsrail ile Hamas tarafından Mısır ve Katar’ın arabuluculuğuna defalarca başvurulması, savaşa dönüşe dair lafta tehdide rağmen nihai bir seçenek olarak ateşkese bağlılığın dile getirilmemiş teyidinden başka bir şey değil. İsrail’in tüm esirlerin serbest bırakılmasına duyduğu ihtiyaç göz önüne alındığında ateşkesin haftalarca sürmesi kaçınılmaz görünüyor. Bu da güvenlik ve siyaset düzeylerinde sürdürülebilir formüle doğru ilerlemeyi mümkün kılacak bir sonraki aşama için uluslararası koşulların hazırlanmasına yetecek bir süre.

İran’ın ilan edilen ateşkese dair gerçek tutumu ve bunun anlamı nedir?

Bakan Abdullahiyan’ın sahneye Gazze kapısından olmasa da Lübnan sınırı üzerinden yeniden girmek için kartları toplama çabası olarak görülen telaşlı hareketi üzerinde durmazsak olmaz. Tahran, Aksa Tufanı operasyonunun Hamas için belli bir kayba yol açacağını düşünüyordu. Dolayısıyla bu operasyonun sorumluluğunu reddetmek ve Hizbullah’a çatışmaya katılmama talimatı vermek de onun ABD nezdindeki konumunu güçlendirecek ve onu daha sonra bölgede kendisine yeni bir ortaklık ve rol tesis edecek dürüst müzakereci konumuna getirecekti.

Tahran’ın Washington’a vermek istediği asıl mesajlar, Lübnan sahnesini sahiplenmeyi sürdürmek ve Abdullahiyan’ın görüştüğü kişilere karşı bariz bir aşağılamayla yaklaşmak suretiyle verildi

Bakan Abdullahiyan 22 Kasım’da, yani Gazze’deki ateşkesin yürürlüğe girmesinden önce ve Lübnan Bağımsızlık Günü’nün yıldönümünde herhangi bir duyuru yapmadan tekrar Lübnan’a gitti. Ziyaretin asıl sebebi hem Başbakan Necib Mikati hem de Meclis Başkanı Nebih Berri ile yaptığı göstermelik görüşmeler değildi.

Tahran’ın Washington’a vermek istediği asıl mesajlar, Lübnan sahnesini sahiplenmeyi sürdürmek ve Abdullahiyan’ın görüştüğü kişilere bariz bir aşağılamayla yaklaşılmak suretiyle verildi. Abdullahiyan, onun gözünde İslam Cumhuriyeti’nin bir parçası haline gelmiş siyasi bir oluşumun bağımsızlığını kutlama nezaketinde bulunma zahmetine bile girmedi.

Söz konusu mesajların verildiği bir diğer tablo da Abdullahiyan’a göre Lübnan işlerinin sorumluları Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ile Filistinli İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad Nahale ve Hamas Hareketi Başkan Yardımcısı Halil el-Hayye ile yaptığı görüşmelerdi. Ziyaret, İranlı bakanın 15 Ekim’de Beyrut’a yaptığı daha önceki ziyaretinde “Lübnan’daki savaşı genişletme kararının Hizbullah’ın elinde olduğu” yönündeki tutumunun tekrarlanması suretiyle ‘diplomatik hadsizlik’ sınırına ulaştı.

saxdef
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan 22 Kasım’da Beyrut’ta (Reuters)

Abdullahiyan, İran’ın ateşkes dosyasına dahil olma ısrarı olarak görülebilecek bir adımla, Beyrut ziyaretinin ardından Doha’da, ateşkes ilanından önceki müzakere turlarının hiçbirinde katılımcı taraf olmayan Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile bir araya geldi. Abdullahiyan, Katar’da yaptığı basın açıklamasında, Tahran’ın sükûnet arzusunu ve ateşkesteki rolünü vurguladı. Açıklamaya göre Tahran ateşkesteki rolünü, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Filistin halkına yönelik katliamları durdurmak için kurduğu temaslar ve Tahran’ın Arap-İslam Zirvesi dahil olmak üzere İslam ülkeleriyle, BRICS liderleriyle, Katar’la, Mısır’la ve Latin Amerika ülkeleriyle koordineli olarak ortaya koyduğu girişimler yoluyla oynadı. Direniş, Tahran’dan savaş cephesini genişletmesini talep etseydi Tahran’ın nasıl bir tutum sergileyeceği sorulduğunda ise Abdullahiyan, ‘halı dokuma’ diplomasisini kullanarak şu cevabı verdi:

Filistin halkının, kaderini uluslararası hukuka göre belirlemesi gerekir. Filistin halkına yardımcı olmak ve ona siyasi destek vermek ise yasal bir harekettir. Hizbullah, Lübnan’da ve bölgede etkili bir gruptur ve Lübnan’a yönelik tekrarlanan saldırıların neticesinde Lübnan ve bölge adına oluşmuştur. Tahran’ın kendi çıkarına vekaleten faaliyet yürüten herhangi bir grubu yoktur.

Özel röportajında Abdullahiyan, sanki ateşkesi ihlal etmek ister gibi, Hamas’ın istikrarlı olup kontrolü elinde tuttuğunu, ABD’nin İsrail’e desteğine rağmen savaşı yönettiğini, onu ortadan kaldırmanın imkânsız olduğunu, Gazze’nin geleceğine halkın ve Direnişin karar vereceğini ve ABD’nin Filistin halkı adına karar alamayacağını ifade etti.

Tahran, Aksa Tufanı operasyonu konusunda zaman kaybetmeden gösterdiği tutumun meyvesini topluyor. Şimdi de 7 Ekim öncesinden bu yana Gazze Şeridi’ndeki güç denkleminin dışında kalan Hamas hareketinin sembolleri üzerinden ya da Kassam Tugayları ve İslami Cihad unsurlarını Lübnan’ın güneyine getirerek yeniden bölgesel sahneye sızmaya çalışıyor. Gerçi bu manevra, İsrail’in kuzey cephesinin istikrarını Tahran üzerinden sağlamaya yönelik uluslararası ihtiyaç çerçevesinde yatırım yapılabilir, yeni bir etken oluşturabilir.

Velhasıl Tahran, Arap girişimlerine duyulan uluslararası güven ve Tahran’ın 1701 sayılı kararı atlamak suretiyle riayetsizlik ettiği uluslararası kararlara bağlılık yoluyla, Gazze’de imzalanan ateşkes modelinin Güney Lübnan’a getirilmesinden çekiniyor.

Aksa Tufanı operasyonu, Tahran’ı yıllardır tekelinde tuttuğu Direniş ağacından gönüllü olarak inmeye sevk etti. Gazze’deki durumun izleyeceği karmaşık yolları ve gelişmeleri bir yana bırakırsak, bu operasyonun ardından gelen ateşkes de İsrail’i ‘namağlup güç’ ağacından indirdi.

Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla’dan dergisinden çevrilmiştir.



İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
TT

İsrail’in Iraklı gruplara ait ayrıntılı veri tabanı Bağdat’ta şaşkınlık yarattı

Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)
Bağdat'taki Haşdi Şabi güçleri tarafından düzenlenen gösteriden bir kare (DPA)

Şarku’l Avsat’ın edindiği bilgilere göre, Iraklı yetkililer son günlerde, İsrail tarafından hazırlanmış son derece ayrıntılı bir güvenlik veri tabanını teslim aldı. Batılı bir istihbarat servisi üzerinden iletilen dosya; silahlı Iraklı gruplara ilişkin liderlik yapıları, askerî organizasyonlar, mali ağlar ve bu yapılara bağlı devlet kurumları hakkında geniş bilgiler içeriyor.

Kaynaklar, verilerin hacmi ve doğruluk düzeyinin Iraklı yetkilileri şaşırttığını ve olası bir askerî harekâta yönelik ciddi bir uyarı niteliği taşıdığını aktardı.

Dosyanın teslimi, Irak’a yakın dost bir Arap ülkenin Bağdat’ı uyardığı süreçle eş zamanlı gerçekleşti. Söz konusu ülke, İsrail’in, ABD’nin “yeşil ışık” yaktığı bir askerî operasyon seçeneğini açıkça konuştuğunu iletti. Washington’ın, devlet dışı silahlı yapılara ilişkin sabrının azaldığı belirtiliyor. Bir Iraklı yetkili de, bu mesajların Bağdat’a ulaştığını doğruladı.

Bilgilere göre muhtemel saldırılar; eğitim kampları, füze ve İHA depoları ile bu gruplar ve Haşdi Şabi’ye bağlı finansal ve askerî etki sahibi kurum ve kişileri hedef alacaktı.

Bu gelişmeler, Irak’taki Şii ittifakı “Koordinasyon Çerçevesi” içinde silahın devlet tekelinde toplanması yönünde hızlanan tartışmaları tetikledi. İlk aşamada ağır silahların teslimi ve bazı stratejik üslerin tasfiyesi gibi seçenekler masaya geldi. Ancak uygulamanın kim tarafından yürütüleceği ve güvenlik garantilerinin nasıl sağlanacağı konularında görüş ayrılıkları sürüyor.

Öte yandan, ABD yönetimi güvenlik iş birliğini, silahlı grupların operasyonel kabiliyetlerinin kaldırılmasına dair bağlayıcı bir takvim şartına bağladı.

Bölgesel düzeyde ise NBC News’in haberine göre, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın balistik füze programındaki genişleme risklerini aktaracak ve yeni saldırı seçeneklerini görüşecek.


Türk Heyeti Şam’da: SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu masada

Şam’da bir araya gelen Ahmed Şara ve Hakan Fidan görüşmesinden bir kare  (Arşiv-Reuters)
Şam’da bir araya gelen Ahmed Şara ve Hakan Fidan görüşmesinden bir kare  (Arşiv-Reuters)
TT

Türk Heyeti Şam’da: SDG’nin Suriye ordusuna entegrasyonu masada

Şam’da bir araya gelen Ahmed Şara ve Hakan Fidan görüşmesinden bir kare  (Arşiv-Reuters)
Şam’da bir araya gelen Ahmed Şara ve Hakan Fidan görüşmesinden bir kare  (Arşiv-Reuters)

Dışişleri Bakanı Hakan  Fidan, Milli Savunma Bakanı  Yaşar Güler ve MİT Başkanı İnrahim Kalın, çalışma ziyareti için Suriye'nin başkenti Şam'a gitti. Heyetin gündeminde, iki ülke ilişkilerinin yanı sıra Şam yönetimi ile Kürtlerin öncülük ettiği YPG’nin ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri'nin (SDG) Suriye ordusuna entegrasyonu bulunuyor.

Türk Dışişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler’in gerçekleştireceği ziyarette, Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ile görüşüleceği bildirildi. Görüşmede, 8 Aralık 2024’te Beşşar Esad yönetiminin devrilmesinin ardından yürütülen ilişkilerin genel seyrinin değerlendirileceği belirtildi.

Açıklamada, tarafların ayrıca Türkiye’nin ulusal güvenlik öncelikleriyle doğrudan bağlantılı olan ve 10 Mart’ta Şam ile SDG arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasındaki ilerlemeyi ele alacağı ifade edildi.

Dışişleri Bakanı Fidan geçen hafta SDG’ye yönelik açıklamasında, entegrasyon adımlarının yeniden ertelenmesinin “ülkenin ulusal birliğini tehdit edeceğini” söylemiş, anlaşmaya tarafların “sabırlarının tükendiği” mesajını vermişti.

Ankara’nın görüşmelerde ayrıca, İsrail saldırıları nedeniyle Suriye’nin güneyinde oluşan güvenlik risklerini ve Şam yönetiminin yakın zamanda DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyona katılımını da gündeme taşıması bekleniyor.

ABD, 13 Aralık’ta Suriye’nin Palmira kentinde düzenlenen ve iki Amerikan askeri ile bir tercümanın hayatını kaybettiği saldırıdan DEAŞ’ı sorumlu tutuyor.

Türk Dışişleri, Ankara-Şam temaslarının amacının, Suriye’de oluşabilecek güvenlik boşluklarını değerlendirmeye çalışan DEAŞ’ın geri dönüşünü engellemek olduğunu vurguladı.

Türkiye, 2016–2019 yılları arasında Suriye’nin kuzeyinde SDG ve DEAŞ’e karşı üç askeri operasyon gerçekleştirmişti. Ankara, SDG’nin sınır hattındaki varlığını ulusal güvenlik tehdidi olarak tanımlıyor.

Şam yönetimi ile SDG arasında 10 Mart’ta imzalanan anlaşma, SDG’ye bağlı askeri ve sivil kurumların yıl sonuna kadar ulusal yapıya entegre edilmesini öngörüyor. Ancak taraflar arasında yaşanan görüş ayrılıkları sürecin ilerlemesini yavaşlatmış durumda.

Suriye’nin kuzeydoğusunda geniş alanları kontrol eden SDG, yıllar içinde oluşturduğu yerel yönetim modeliyle bölgedeki ekonomik, askeri ve idari kurumları denetliyor. Bölge, ülkenin en büyük petrol ve gaz sahalarını da barındırıyor.


Sarı hattı etkisiz hale getirmek... Gazze anlaşmasının ikinci aşamasını tehdit eden bir pazarlık kozu

Gazze şehrindeki enkaz yığınları arasında Hamas mensupları ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) üyeleri (AFP)
Gazze şehrindeki enkaz yığınları arasında Hamas mensupları ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) üyeleri (AFP)
TT

Sarı hattı etkisiz hale getirmek... Gazze anlaşmasının ikinci aşamasını tehdit eden bir pazarlık kozu

Gazze şehrindeki enkaz yığınları arasında Hamas mensupları ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) üyeleri (AFP)
Gazze şehrindeki enkaz yığınları arasında Hamas mensupları ve Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) üyeleri (AFP)

ABD’nin Miami kentinde yapılan Gazze anlaşması çerçevesindeki dörtlü arabuluculuk toplantısının sonuçları, haftalar sürebilecek istişarelere işaret ediyor. İsrail kaynaklarından sızan bilgiler, Gazze Şeridi’nin kontrol altındaki alanının yüzde 50’sinden fazlasını kapsayan ve Hamas’ın bulunmadığı bölgede silahsızlandırma olasılığına dair ipuçları veriyor.

Sızıntılar, sarı hat bölgesinde ikinci aşamadan bağımsız kısmi bir yeniden imar planının hazırlandığını öne sürüyor. Uzmanlar, bu hamleyi, arabulucular ve Hamas üzerinde baskı kurmak için bir araç olarak değerlendiriyor; amaç, Hamas’ın kontrol ettiği bölgelerde silahlarını bırakmasını sağlamak.

Uzmanlar, tek taraflı girişimlerin, Gazze anlaşmasının ikinci aşamasını aksatabileceğini ve İsrail’in bölgeyi bölme ve tamamen çekilmeme hedeflerine hizmet edebileceğini belirtiyor. İlk aşaması 10 Ekim’de uygulamaya konulan barış planının maddeleri de bu olasılıklara işaret ediyor.

İsrail Kanal 12 televizyonuna konuşan bir güvenlik kaynağı, ordunun sarı hat bölgesinde silahsızlandırma çalışmalarını tamamlamak üzere olduğunu belirtti. Kaynağa göre, söz konusu bölge Gazze Şeridi’nin doğusunda yer alıyor ve toplam alanın yaklaşık yüzde 52’sini kapsıyor.

Ekim ayında imzalanan Gazze anlaşmasından bu yana, sarı hat içinde faaliyet gösteren altı tugay, yer üstü ve yer altındaki altyapının onlarca kilometresini yok etti. Aynı kaynak, Hamas’ın kontrol ettiği bölgelerde silahsızlandırmanın önemine dikkat çekti.

Şarku’l Avsat’ın Times of Israel’den aktardığına göre İsrail ordusu cumartesi günü, Han Yunus’un güneyinde sarı hattın İsrail tarafında Hamas’a ait tünellerin patlatıldığını ve yıkıldığını gösteren görüntüler paylaştı.

Bu adımlar, Yedioth Ahronoth gazetesinin yaklaşık bir hafta önce aktardığı habere göre, Tel Aviv’in, ABD talebi üzerine Gazze Şeridi’nde enkaz kaldırma maliyetlerini karşılamayı ve geniş çaplı mühendislik çalışmalarını üstlenmeyi ilk etapta kabul etmesinin ardından geldi. Haberde, Refah bölgesinde yeniden imar için bir alanın boşaltılmasının planlandığı ifade edildi.

Buna karşılık Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati cumartesi günü yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yeniden imar çalışmalarının acilen başlatılması gerektiğini vurguladı. Abdulati, tek taraflı çözümleri veya Filistin topraklarının demografik ve coğrafi yapısını değiştirme girişimlerini reddettiklerini ve Filistin halkının topraklarından zorla çıkarılmasına izin verilmeyeceğini belirtti.

dcfr
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hattı temsil eden beton blok (AFP)

Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesi ve İsrail konularında uzman akademisyen Ahmed Fuad Enver, sarı hattın silahsızlandırılmasıyla ilgili açıklamaların İsrail tarafından yapılan belirsiz ve baskı amaçlı beyanlar olduğunu belirtti. Enver, bu adımların ikinci aşamayı etkilemeyi amaçladığını vurguladı.

Filistinli siyasi analist Nizar Nazzal ise sızıntıları, arabulucular ve Hamas üzerinde ‘doğrudan baskı’ kurma girişimi olarak nitelendirdi. Nazzal, Hamas’ın silahsızlandırılmasının zaman alacağını ve uygulanmasının zorluklar içereceğini, ayrıca İsrail içinde sahte zafer algısı yaratmayı hedeflediğini ifade etti.

Söz konusu tartışmalar, Miami’de yapılan toplantının sonuçlarıyla eş zamanlı olarak gerçekleşti. Mısır, Katar, Türkiye ve ABD’yi temsil eden arabulucuların açıklamasına göre, ABD’nin gönderdiği diplomat Steve Witkoff’un X hesabından aktardığı mesajda, ikinci aşama görüşmelerinde Gazze’de birleşik otorite altında sivil ve kamu düzeninin korunmasını sağlayacak bir yönetim organının güçlendirilmesine vurgu yapıldığı belirtildi. Arabulucular, geçiş sürecinde sivil ve güvenlik alanları ile yeniden inşayı yönetmek üzere Barış Konseyi’nin kurulması ve aktif hale getirilmesine destek verdiklerini açıkladı.

xscdfg
Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü mensupları, 2023 yılında er-Rimal mahallesinde yıkılan bir binanın enkazı arasında ceset arıyor. (AFP)

Arabulucular, tüm taraflara yükümlülüklerini yerine getirme, itidal gösterme ve denetim mekanizmalarıyla iş birliği yapma çağrısında bulundu. Ayrıca ikinci aşamanın uygulanmasını ilerletmek amacıyla önümüzdeki haftalarda görüşmelerin devam edeceği açıklandı.

Ahmed Fuad Enver, ikinci aşama için geri sayımın başladığını belirterek, “İsrail’in bu aşamaya girmesi için zorunlu bir süreç olacak… Ocak ayında bunu görebiliriz” dedi.

Nizar Nazzal ise Miami toplantısının ikinci aşamanın ana hatlarını çizdiğini, Barış Konseyi, Gazze Yönetim Komitesi ve istikrar güçlerinin oluşturulmasının uygulamaya konduğunu söyledi. Nazzal, buna bağlı olarak İsrail’in, silahsızlandırma ve saldırıların devamı gibi engellere rağmen ABD baskısı altında ikinci aşamaya katılmak zorunda kalacağını ifade etti.