Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Bugünkü manzara 1975 arifesinden farklı

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
TT

Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)

Joudy el-Asmar

Bir kenara bırakılan ‘çatışan kimlikler’ yarası, Lübnanlılar tarafından yeniden kaşınıyor; sanki iç savaş, 1990’da sona ermesine rağmen, insanlara her an alev alabilecek temas hatları aşılamış gibi. Lübnanlılar, Gazze’deki savaş ve çatışmaların kendileri üzerindeki etkisine ilişkin bugün yaşanan her türlü siyasi mesele veya kamusal söylem karşısında mezhepçi fanatizmlerini yeniden üretmekten çekinmiyor. Bu da Kahaleh’teki kamyon kazası (Ağustos 2023), Ayn er-Remmaneh olayları (Ekim 2021) ve Halde’de silahlı gerginlikler gibi hiçbir şeyin sivil mücadeleyi caydıramayacağı korkusunu sürdürüyor. Sosyal medyadaki sürekli linç kampanyasından bahsetmeye gerek yok.

Bu mezhepsel tezahürlerin yayıldığı bir ortamda Maruni Patriği Beşara er-Rai’nin son dönemdeki tavrı, krizin kaynağına ilişkin soruları gündeme getiriyor. Daha sonra ise Patrik, kamuoyu mantığının anlayamayacağı bir saldırı ve aşağılama kampanyasına maruz kaldı. İsraillilerle devam eden çatışmalar nedeniyle güneydeki köylerden uzaklaştırılanlar için kilise sinilerinde bağış toplanması çağrısı, Lübnan’daki mezhepler arasında bir yakınlaşmayı teşvik ediyor. Ya da tam tersi.

“Burası mezhepsel ve bölgesel bölünmeye dayalı Lübnan’dır” şeklindeki donuk inanç hiçbir şey sunmuyor. Kendi içinde bölünmüş Lübnan haritasını ve Hizbullah yanlısı kamuoyuyla tırmanan sorunu okumak gerekiyor. Peki mezhepler nasıl birleşir ve Lübnanlılar hangi nedenlerle hâlâ birbirlerine karşı bazı önyargılı görüşlere sahip? İç savaşın patlak vermesine yol açan tüm bu faktörler ışığında Lübnan, barış ve savaş arasındaki sınırı nasıl koruyor? Statükoyu değiştirebilecek bir ruh hali ve düşünce yaratan Lübnan’daki durumu yeniden canlandırmak mümkün mü?

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati dikey bir bölünmenin hakimiyetinde ve bu da onun rolünü zayıflatıyor. ‘Vatandaki ortaklar’ sloganı görmezden geliniyor.

Maruni kilisesinin rolü

Tarihçi ve siyaset bilimi araştırmacısı Dr. İmad Murad, Patrik er-Rai’ye yönelik saldırı dalgasını yorumladı. Murad, Al-Majalla’ya yaptığı açıklama “Patrik’in çağrısının amacı, kurtarma planının teorik düzeyde kaldığı ve Lübnan’ın kapsamlı bir savaşı kontrol altına almaya hazır olmadığı ortaya çıktıktan sonra Lübnan devletinin başarısızlığını örtbas etmekti. Bu tavır, ihtiyaç sahibi ailelere destek olmak veya savaşlardan ve doğal afetlerden etkilenenlere yardım etmek için bir gün ayırmayı gerektiren bir kilise geleneğinden hareketle ortaya koyuldu” dedi.

Murad, saldırılara ve sözlü tacizlere verilen tepkileri iki kısma ayırırken, “Bazı insanlar anlayışsızlıktan dolayı duyguları tarafından yönlendiriliyordu ve bu, ortaya çıkan iftirayı açıklıyor ama haklı çıkarmaz. İkinci kısım ise hazır ve bilinçli bir tepkiyi bünyesinde barındırıyor. Çünkü bu, Patrik’in Hizbullah’ın silahları konusundaki tutumlarının reddedilmesinin, otoritenin yolsuzluğunun, Lübnan ordusunun güçlendirilmesinin, ordunun liderliği ve devletteki Hıristiyan konumlarından taviz verilmemesinin bir ifadesidir” şeklinde konuştu.

zxscdfr
Patrik Beşara er-Rai, 27 Şubat 2021’de destekçilerini selamlıyor (AFP)

Bu kapsamında Lübnan Hizbullahı destekçilerinin, 2022 yazında Piskopos Musa el-Hac’a karşı, ‘Nasıra kasabasına ulaşmak için Lübnan- Filistin sınırını geçmesi ve Lübnan’daki ihtiyaç sahibi ailelere kilise bağışlarını aktarması’ nedeniyle öne sürdüğü ihanet dalgasını ve işbirliği suçlamalarını hatırlayabiliriz.

Lübnan toplumunu oluşturan ideolojik bloklar arasındaki uçurum genişledikçe Murad, bir grup Lübnanlıyı ‘Hizbullah’ın yönelimlerini kabul etmeyen herkese İsrail için çalıştığı yaftasını yapıştırmaya’ iten suçlamadan üzüntü duyduğunu ifade etti. Bu saldırı, Maruni Kilisesi’nin tarih boyunca önemli olaylarda oynadığı bağımsız, kültürel ve sosyal rolü açığa çıkarıyor. Bu noktada Lübnan’ı genişletmek ve ele geçirilen toprakları geri vermek amacıyla 1919’da barış konferansına katılan Patrik Hovayek’i ve Patrik Arida’nın 1943’te tüm Lübnanlılar için Fransa‘dan bağımsızlık talebini hatırlayabiliriz.

Hıristiyan- Hıristiyan bölünmesi

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati, araştırmacı Murad’ın ‘Hıristiyanlığın rolünü zayıflatan iç faktörler’ kategorisine yerleştirdiği dikey bir bölünmenin hakimiyetindedir. Ayrıca Hizbullah’ın sahip olduğu güç fazlasını örtbas etmek için içi boş bir akışkanlığı ifade eden ‘vatandaki ortaklar’ sloganını görmezden geliyor. Bu işlevsiz denklem, iki taraf arasında kalıcı gerginliklere zemin hazırlıyor.

Aynı şekilde Hıristiyan bölünmesini, ataerkil konumun kendi kendine zayıflaması olarak görüyor. Ona göre bu bölünme, Hıristiyan siyasi güçleri ve kendisine sadık halk tabanlarını harekete geçirerek taleplerini hayata geçirmesine yardımcı olacak baskı bloğuna sahip değil.

​Murad, Mar Mikhael Anlaşması’nın, iki tarafı olan Özgür Yurtsever Hareket ve Hizbullah arasındaki çıkar ilişkisine rağmen, Hıristiyan toplumunda yeni bir çatlak noktası oluşturduğunu belirtti. Çünkü onlar, açıkça İslam devleti kurmaya çalışan, Özgür Yurtsever Hareketin laikliğine aykırı bir partiyle ittifak yaptı. Bu durum, General Avn’ın 2005 seçimleri sırasında tüm mezheplerin temsilcilerini içeren bir liste oluşturma konusundaki istekliliğiyle de doğrulandı.

Murad, birbiriyle çatışan Hıristiyan ikiliklerinin yeni olmadığını ve bunun Yıpratma Savaşı (1990), Safra Savaşı (1980) ve Ehden katliamı (1978) da dahil iç savaştan (1975-1990) bu yana Lübnan’daki Hristiyan topluluğunu kemirdiğini dile getirdi.

Öte yandan İmad Murad, 2005’te Suriye işgaline son veren Sedir Devrimi, 1943’te Lübnan’ın bağımsızlığı ve 1919’da Büyük Lübnan devletinin ilan edildiği Versay konferansına katılım dahil Hıristiyan birliğinin ortak yarara hizmet ettiğini belgeleyen anlara da dikkati çekti.

Bu görüş, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yardımcı araştırmacı olan Vahib Maaluf tarafından da desteklendi. Öyle ki Maaluf, Hıristiyanların 1982’de Beşir Cemayel suikastından sonra ortaya çıkan ‘Hıristiyan hüsranını’ hatırlattığını söyledi. Ona göre General Mişel Avn’un dönüşü ve Lübnan Kuvvetleri’nin kurucusu Samir Caca’nın 2005 yılında hapishaneden serbest bırakılması, iktidar bloklarına bir umut ışığı vermiş olsa da bu umut hızla dağıldı.

İç savaşta olduğu gibi Hıristiyan tabanından yeni liderlerin yükselişini beklemediğini belirten Maaluf, geleneksel yapısının baskın kalmasının muhtemel olduğunu dile getirdi. Maaluf, “Lübnan’daki durumun değiştirilmesi, o dönemde savaş koşulları nedeniyle göç etmek zorunda kalan genç Hıristiyan diasporasıyla derin ilişkiler tarafından şekillendirildi. Ancak yurtdışındaki siyasi faaliyetlerini yoğunlaştırdı ve kadroları bugün egemen siyasi sınıfın parçası haline geldi. Savaş sonrası dönemde toplumsal dönüşümlerin haritasını çıkardı” dedi.

Hariri, Lübnan ulusal projesini yürüttü. Yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı.

Sünniler ve denklemin dışı

Lübnan’daki Şii- Hıristiyan kutuplaşması, 7 Mayıs 2008 olaylarından sonra tırmanan Şii- Sünni kutuplaşmasıyla paralellik gösteriyor ve Suriye’deki savaş, bu durumu Sünniler arasında ‘mazlumiyet’ duygusu şeklinde güçlendirdi.

2022 parlamento seçimlerine katılım rakamları Sünnilerin acısının somut yüzünü gösteriyor. Öyle ki İçişleri Bakanlığı ve Belediyeler, Sünni çoğunluklu İkinci Kuzey Bölgesi’nde oy oranının 2018’deki yüzde 45’e kıyasla 2022’de yüzde 40’a, ülke genelinde ise yüzde 49’a düştüğüne dikkati çekti. Bu, Beyrut Birinci Bölge’deki Hıristiyanların ve azınlıkların katılımından sonra ikinci en düşük yüzde olarak sayılıyor.

“Lübnan’daki Sünniler, imrenilecek durumda değil” diyen Murad, bu durumun eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta uğramasından bu yana moralin düştüğünü gösterdiğini vurguladı.

sxcdfe
Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastının dokuzuncu yıldönümü anma töreni sırasında, 14 Şubat 2014 (AFP)

Bu suikast Murad’a göre son 18 yılda kimsenin doldurmadığı bir boşluğa neden oldu. Murad’a göre son 18 yılda hiç kimse Refik Hariri’nin yerini onun zekasına, karizmasına, dış ilişkilerine ve iş başarısına eşit bir kişiyle dolduramadı. Hariri, Lübnan ulusal projesi yürüttü ve yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı. Sünniler bugüne kadar onun suikastının adaletsizliğini hissediyorlar. Çünkü bugün Lübnan, ulusal projeye suikast düzenleyenler tarafından yönetiliyor ve Hariri’ye suikast düzenleyenler de onlardı.

İç savaş ihtimali

Sokak çatışmaları, mezhepçi söylemlerin yoğunlaşması ve Filistinli-Suriyeli bileşenlerin varlığının yanı sıra federalizm talepleri de dahil olmak üzere yeni bir iç çatışmanın patlak vermesi için tüm faktörler mevcut. Bununla birlikte Lübnan’da iç savaş söylemi henüz olgunlaşmadı. Soru ise hâlâ geçerliliğini koruyor; Bu savaş çıkmadan Lübnan’ı her zaman iç savaşın eşiğinde kılan şey nedir?

İmad Murad, savaşa girme kararının siyasi aktörler tarafından alındığı ve Lübnan’daki ekonomik, mali ve siyasi çöküş göz önüne alındığında bunun hiçbir partiye faydası olmadığı yönündeki tarihin gidişatına güveniyor. Kendisi, savaştan kaçınma konusunda birleşen çeşitli güç dengelerinin iradesini analiz etti.

Mezhepsel gerilimin en güçlü tarafı olan ve Lübnan devletinin tüm eklemlerini kontrol eden Hizbullah, İran’ın desteğine ve 40 yıldır devam eden askeri hazırlıklarına rağmen savaşın kendisine zarar vereceğini biliyor. Kararı ise şu düşünceye dayanıyor; “Eğer Sünnileri zayıflatmak, Hıristiyanları yerinden etmek, Dürzileri bir azınlık grubuna sürüklemekse, ben projemi gerçekleştirmeyi başardım. O zaman savaş neden?”

Ayrıca iç savaşın uluslararası toplumu Hizbullah’a karşı askeri olarak harekete geçirebileceğini ve partinin varlığını tehdit edebileceğini belirtiyor.

Hizbullah, aynı zamanda son dönemdeki bazı anlaşmazlıklarda muhalif sokağın tepkilerini test edecek bir alan buldu. Ayrıca öyle görünüyor ki teslim olmadı ve Haldeh’te Araplar, Ayn er-Remmaneh’te Hıristiyanlar ve Raşaya’da Dürzilerle karşı karşıya gelebilir. Hizbullah, Lübnan’ın kendisinden uzak bölgelerde karmaşık ve kontrol edilemeyen bir arena olduğunun farkında. Lübnan, hâlâ dar ve farklı dokulardan nüfuz edilmesi zor mezhepsel coğrafyalardan oluşuyor.

Öte yandan silah ve güç açısından en zayıf taraf olan muhalefetin, iktidar fırsatını kaybetmesine neden olacağı ve uluslararası destekten yararlanamadığı için savaş istemediği açıkça görülüyor.

Muhalefet hiçbir siyasi konuda uzlaşı sağlayamıyorsa da onları birleştiren şey, Hizbullah’a atfedilen ‘yasa dışı silahların’ reddedilmesidir. Bu cephede Lübnan Kuvvetleri, Ketaib ve Özgür Yurtsever partilerinden 31 milletvekili, üç Değişim Bloğu milletvekili ve üç Yenilenme Bloğu milletvekili ve bazı bağımsızlar yer alıyor.

Murad, Dürzi ve Sünni halk tabanının muhalefete sempati duyduğuna dikkati çekiyor. Dürziler, 14 Mart ilkelerine yakın ve Velid Canbolat’ın Suriye hegemonyasına ve Lübnanlı müttefikinin silahlarına karşı tutumundan memnun. Ancak Sünni sokakları, özlemle Müstakbel Hareket’in popülaritesini harekete geçiren 14 Mart aşamasındaki ilk formunu bekliyor.

Araştırmacı Vahib Maaluf ise, iç savaş ile şimdiki zaman arasındaki iki karşıt kampta temel farklılıklar olduğu söylerken, bu durumun da yeni bir savaşın olmayacağına dair güvence verdiğini dile getirdi.

Maaluf, “Filistin silahlarıyla desteklenen Ulusal Hareket kampı ve lider Kemal Canbolat’ın vizyonu ile karşı tarafta sağcı Hıristiyan partilerin etrafında toplandığı Lübnan Cephesi kampı arasındaki bölünmeler açıktı. Bölünmeler eşitti ve her iki kampta da silahlı milisler oluştuğundan, savaşın patlak vereceği konusunda uyarıda bulunuyordu. Hazırlıklar ve eğitimler savaşın başlamasından yıllar önce duyuruldu ve iki kamp bölgesel güçler tarafından desteklendi” dedi.

Sol, Lübnan’da tüm koşulların mevcut olmasına rağmen olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstleniyor. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bugün sadece Hizbullah, silah üstünlüğüne sahip. Muhalefet bile homojen bir blok oluşturamamış muhalif gruplardan oluşuyor. Ketaib Partisi, iç savaş sırasında 2-3 bin kişinin öldüğünü, bu deneyimi tekrarlamak istemediğini ve silahların yalnızca meşru müdafaa için çekileceğini açıkladı.

Maaluf, Lübnan’ın, kuruluşundan bu yana uzlaşmaya dayalı olduğunu ve en son özelliklerinin Taif Anlaşması’nda somutlaştırıldığını belirtti. Ayrıca uyumluluğun bir güvenlik patlamasını önlediğini ve durumu kabul edilebilir sınırlar içerisinde kontrol etmeyi başardığını söyledi.

Ancak bu fikir birliğinin mezhepsel gerilimi körükleyen olumsuz bir geri bildirimi var. Maaluf, “Hükümetlerde, savaş ve barış kararlarında söz sahibi olmadıklarını düşünen gruplar var. Lübnan’ın bugün yaşadığı gibi bir uzlaşı, nefreti körüklüyor ve verimsiz. Güçlü olan taraf bunu şantaj ve engelleme yoluyla baskı uygulamak için kullanıyor. Bu durum, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık gibi diğer mezhepleri ilgilendiren pozisyonlarda, piramidin en altına kadar boşluklar dayatıyor” ifadelerini kullandı.

Solun alternatifleri

Sol sorunu, Lübnan’daki tüm toplumsal gelişmelerde yenileniyor. Favvaz Trablisi, Dar Riad Al-Rayes yayın evi tarafından yayınlanan ‘Yeni Solun Zamanı’ adlı kitabında solun iç savaştaki deneyimini değerlendirdi. Ayrıca savaş ve barış meselesinin yönetilmesinde solun rolünün, tükenmemiş ve zamanın etkisiyle yenilenip gözden geçirilmeye açık bir konu olduğu kesin.

Sol, toplumsal çatışmalara ve kaygılara dayanan statükodaki bir devrimi temsil ediyor. Bu tanımda ise sol, kendini yeniden şekillendiremeyen, yarım bırakılmış bir deneyimdir. Bu durum ise Lübnanlıların eylem ve tepkilerini ve ardından tüm Lübnan’ın gidişatını belirlemede mezhepçi mantığın hakimiyetinin devam ettiğini gösteriyor.

Vahib Maaluf, olaylara ve organik verilere dayanarak soldaki bu durgunluğun öngörülemeyen bir süre boyunca devam edeceğine dikkati çekti.

2019’daki başarısız olan ayaklanma girişimini hatırlatan Maaluf, başarısızlığın, hareketin Hizbullah’ın silahları konusundaki bölünmesinden ve popüler kaygıları iletmeye ve insanların hayatlarıyla bağlantılı bir söylem önermeye yetecek anlamlı sorular sormadaki başarısızlığından kaynaklandığını söyledi. Ona göre bu zayıflık, 2015’teki ayaklanma hareketinden sonra ve öncesinde de 2011’de Arap Baharı dalgasına katılan ‘Mezhepçi Sistemi Feshetme’ yürüyüşlerinde de devam etti.

dvf

Geniş bir halk bloğunu bünyesine katmaya aday olan Lübnan’daki Demokratik Sol Hareket’in gerilemesinden sonra bu tecrübelerin yarıda kesildiğini dile getirdi. Maaluf’a göre bu hareketin ortadan kaldırılması, ister Samir Kasir’in 2005’te öldürülmesi, ister hareket kadrolarına yönelik devam eden taciz ve tehditler aracılığıyla olsun sistematik bir şekilde gerçekleşti.

Komünist Parti’ye gelince, küresel projesinin sona ermesinin yanı sıra yerel nabzı da baskıcı rejimleri destekleyen direniş projesine katıldı. Bu da temelindeki ‘sol’ fikriyle çelişiyor.

Maaluf, ciddi solun, koşullar müsait olmasına rağmen Lübnan’da olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstlendiğine dikkati çekti. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bu eğilim, ideolojilere yatırım yapmayı ve iç savaşın yaralarını kışkırtmayı alışkanlık haline getiren geleneksel mezhepçi liderlerle halk sınıflarının çıkarlarını koruyor.

Lübnan’daki kimlik çatışması, toplumsal çatışmadan çok daha güçlü ve şu anda yeni bir sol rolün ortaya çıkmasından bahsetmek zor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Mısır'ın Gazze'de kurulacak istikrar gücüne liderlik etme olasılığı risklerle dolu

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla
TT

Mısır'ın Gazze'de kurulacak istikrar gücüne liderlik etme olasılığı risklerle dolu

Görsel: Al Majalla
Görsel: Al Majalla

Amr İmam

ABD Başkanı Donald Trump'ın Gazze Şeridi'ne yönelik planının ikinci aşaması kapsamında, Ortadoğu’yu istikrara kavuşturmakla görevli uluslararası gücün başına geçmesi en olası aday Mısır gibi görünüyor. Kahire için, diğer Arap ve İslam ülkelerinden birimlerin de dahil olması beklenen bu güce katılmak ve hatta liderliğini üstlenmek, karmaşık güvenlik, ekonomi ve jeopolitik meselelerin atılmasını gerektirdiği zorunlu bir adım.

ABD ve Avrupa tarafından desteklenen ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK) yetki alacak olan bu güç, İsrail ile Hamas arasında ateşkesin ardından beklenen yeniden inşa çabalarının temel direği olacak. Bu güç, İsrail güçlerinin Gazze’den çekildiği bölgelerde güvenliği sağlamak, Hamas başta olmak üzere silahlı grupları silahsızlandırmak ve geçici bir Filistin hükümetinin kurulmasını kolaylaştırmak gibi önemli görevleri üstlenecek. Öte yandan Kahire ve Tel Aviv arasında keskin bir anlaşmazlık söz konusu. İsrail Başbakan Binyamin Netanyahu’nun açıkça belirttiği gibi İsrail, Filistin Yönetimi’nin savaş sonrası Gazze’de herhangi bir rol üstlenmesini kategorik olarak reddediyor.

gsdf
Arap Birliği'nin Kahire, Mısır'daki genel merkezi, 30 Nisan 2023 (Reuters)

Gazze’nin güneyindeki Refah’ta 19 Ekim’de Hamas’tan olduğu düşünülen silahlı kişiler ile orada konuşlanmış İsrail güçleri arasında çıkan çatışmalar, Hamas’ın üst düzey liderlerinin savaşçılarını kontrol etme yeteneğinin azaldığını ortaya koydu.

Ancak, Gazze’nin çalkantılı tarihi, Mısır'ın iç durumunun kırılganlığı ve iç içe geçmiş bölgesel manzaranın karmaşıklığı göz önüne alındığında, Kahire’nin istikrar gücüne liderlik yapması, onu bazı güvenlik, siyasi, ekonomik ve sosyal risklerle karşı karşıya getirebilir.

Uzun soluklu bir katılım

İsrail güçlerinin çekilmesi ve Hamas’ın silahlarının imha edilmesinin ardından Gazze’de bir güvenlik boşluğu oluşması muhtemel. Bu boşluk, istikrar gücü –özellikle de bu gücün belkemiğini oluşturması beklenen Mısır birlikleri– Hamas'ın kalıntıları ve muhtemelen daha sonra ortaya çıkabilecek yeni gruplar da dahil olmak üzere silahlı gruplara karşı açık operasyonlar düzenlemeye itebilir.

Hamas, savaş sırasında İsrail ile iş birliği yaptığından şüphelenilen ailelerle hesaplaşmaya başladığından, savaşın ardından şimdiden kaos yaşanmaya başladı. Gazze’nin güneyindeki Refah’ta 19 Ekim’de Hamas’tan olduğu düşünülen silahlı kişiler ile orada konuşlanmış İsrail güçleri arasında çıkan çatışmalar, Hamas’ın üst düzey liderlerinin savaşçılarını kontrol etme yeteneğinin azaldığını ortaya koydu. Saldırı, Hamas liderliği tarafından emredilmedi, ancak örgütsel direktiflerin kapsamı dışında hareket eden saha ajanlarının inisiyatifiyle gerçekleştirildi. Bu durum, sahadaki düzensizliği ve hareket içindeki iç disiplinsizliği yansıtıyor.

İsrail ordusunda kayıplara yol açan bu çatışmaların ardından Hamas, sorumluluğu reddetmek ve ateşkes ihlaline karışmadığını kanıtlamak amacıyla, mart ayından bu yana o bölgedeki savaşçılarla temas kurmadığını hemen açıkladı. Gazze’deki güvenlik boşluğu, özellikle de Hamas'ın tamamen silahsızlandırılması durumunda zamanla daha da genişleyecek gibi görünüyor. Öyle ki bu olasılık geniş çaplı şüpheler uyandırıyor.

xscdfrg
Ateşkesin yürürlüğe girmesinden bir gün sonra, 11 Ekim 2025 tarihinde Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Gazze şehrinde yıkımın ortasında yürüyen insanlar (AFP)

Bazı işaretler, Hamas’ın doğrudan iktidarı ele almadan silahlarını elinde tutma ve gölgede faaliyet gösterme konusunda Hizbullah modelini benimseyebileceğini düşündürüyor. Bu da özellikle Hamas ile çatışmaya girmeye, Filistinli gruplar arasındaki iç çatışmaları durdurmak için müdahale etmeye veya olası İsrail müdahalelerini engellemeye zorlanırsa, bu gücün misyonunun geçici bir rolden uzun vadeli ve maliyetli bir müdahaleye dönüşebileceği anlamına geliyor.

Kaosun Sina Yarımadası’na doğru yayılması korkusu

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Gazze'nin Mısır'ın kuzeydoğusunda bulunan ve İsrail ile sınır komşusu olan Sina Yarımadası'na yakınlığı, riskleri daha da artırıyor. Filistin topraklarındaki karışıklıklar, 2021 yılında Mısır silahlı kuvvetleri ve polisi tarafından ortadan kaldırılmadan önce Sina Yarımadası’nda faaliyet gösteren DEAŞ üyeleri de dahil olmak üzere aşırılıkçıların sınır ötesi saldırılarını körükleyebilir.

Bu tür olası saldırılar, DEAŞ’ın Sina'daki uyuyan hücrelerini uyandırabilir ve bu durum Mısır'ın terörle mücadele çabalarını zora sokup askeri kayıplara uğratabilir. Tüm bu endişeler, Kahire'yi Gazze'de savaşın patlak vermesinden bu yana son iki yıl içinde Sina'da bazı önlemler almaya itti. Bu önlemler arasında, bölgeye, özellikle de Gazze ile 12 kilometrelik sınır boyunca daha fazla Mısırlı asker konuşlandırılması da yer alıyor. Bu askeri konuşlandırma, Mısır'ı 1979 tarihli İsrail-Mısır Barış Antlaşması’nı özellikle de o bölgede izin verilen asker sayısına getirdiği kısıtlamaları ihlal etmekle suçlayan Tel Aviv ile gerginliklere kapıyı araladı.

Gazze’den Sina’ya yayılan şiddet aynı zamanda savaş sonrası dönemde Mısır’ın güvenlik ve askeri müdahalesine karşı halkın öfkeli tepkisine yol açacaktır. Mısırlılar savaş sırasında Filistin davasına güçlü bir sempati gösterirken, Gazze krizi toplumsal bölünmeleri derinleştirdi ve Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi'nin imajını güçlendirdi.

Ancak bazı çevrelere göre Mısır’ın Batı yanlısı olarak kabul edilen ve Filistinli grupları silahsızlandırmaya için çalışan bir gücün liderliğini üstlenmesi, İsrail veya ABD ile ‘iş birliği’ olarak görüleceğine şüphe yok. Bu durum, protestolara veya kargaşaya yol açabilir ve Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Muslimin) gibi grupların Filistin davasını istismar etmesine veya gösterilere müsamaha göstermeyen Kahire için durumu daha da karmaşık hale getirebilir. Bu da genel olarak Mısır rejiminin istikrarını tehdit eden ideolojik zorlukları yeniden canlandırabilir.

Artan mali yük

Bir başka endişe kaynağı ise, bu gücün hedeflerine ulaşamaması durumunda, bu gücün lider ülkesi olan Mısır’ın günah keçisi haline gelmesi. Bu durum, Kahire’nin Arap dünyasındaki ve uluslararası arenadaki itibarını zedeleyecek ve Gazze'deki savaşın sonuçlarından halen mustarip olan Mısır’a ek ekonomik baskılar getirecek. Bu sonuçlar, turizm sektöründe ciddi kayıplar ve ülkenin ihracat, doğrudan yabancı yatırımlar, yurtdışındaki Mısırlıların havaleleri ve turizmden sonra en büyük beşinci döviz kaynağı olan Süveyş Kanalı’ndan elde edilen gelirlerde önemli bir düşüş olarak kendini gösterdi.

Gazze’deki istikrar gücü için finansman kaynakları hala belirsizliğini koruyor, ancak bu kaynağın bölgesel ve uluslararası bağışçılardan sağlanması bekleniyor. Ancak Mısır bu fonlamaya katkıda bulunursa, bu katkı sadece güce katılan kuvvetlerinin masraflarını karşılamakla sınırlı olsa bile, zaten Sina'daki operasyonların yükü altında ezilen ordunun bütçesi üzerindeki baskı artacak ve borçların karşılandığı fon, altyapı, eğitim ve sağlık gibi hayati öneme sahip alanlardan kaynaklar başka yerlere aktarılacak.

Uluslararası bağışçılar geçici destek sağlayabilir, ancak küresel ilginin azalması Mısır’ı yeniden inşa veya lojistik hizmetlerin sağlanması için artan maliyetleri tek başına üstlenmek zorunda bırakabilir. Bu durum, Kahire’nin Filistinlilerin Sina'ya kitlesel göçü konusundaki endişelerini daha da derinleştirecek.

Korkular henüz bastırılmış değil

Başkan Trump’ın Gazze’deki savaşı sona erdirmek için hazırladığı yeni plan, bu savaşın vurduğu bölgedeki kontrolü ele geçirme ve bölge halkını Mısır ve Ürdün'e yerleştirme projesini fiilen rafa kaldırmış olsa da en azından Mısır'da yerinden edilme korkusu hala devam ediyor. Sina Yarımadası ve Gazze arasındaki Refah sınır kapısının yeniden açılması olasılığı, Gazze Şeridi yeniden inşa edilip yaşanabilir hale gelene kadar Mısır’ın Gazze nüfusunun bir kısmını geçici olarak Sina’da barındırması yönünde çağrılara yol açacaktır. Gazze'den Sina’ya mülteci akını, Mısır'ın kaynaklarını zorlayacak ve ekonomik durumu daha da kötüleştirecek.

Bu, Mısır’ın en büyük kabusunun gerçeğe dönüşeceği, yani Gazze sakinlerine kapılarını açmak zorunda kalacağı anlamına geliyor. Eğer bu gerçekleşirse, Gazze krizi tamamen Mısır'ın omuzlarına binecek ve Mısır bu krizi tek başına çözmek zorunda kalacak.

Tüm bu zorluklara rağmen Mısır’ın ilerlemekten başka seçeneği yok, çünkü güvenli ve yaşayabilir bir Gazze, bağımsız bir Filistin devleti kurma gibi daha geniş bir hedefin öncesinde, öncelikle Mısır'ın ulusal güvenlik çıkarlarına hizmet ediyor.

Bütün bu faktörler göz önüne alındığında, Mısır’ın Gazze’deki istikrar gücünün liderliği, diplomatik etki ve potansiyel yardım akışı sağlamasına rağmen, yüksek riskli bölgesel ve uluslararası ortamda potansiyel kazançlardan daha ağır basan ciddi risklerle dolu olduğu kesin olarak söylenebilir.

Ancak bütün bu zorluklara rağmen Mısır’ın ilerlemekten başka seçeneği yok, çünkü güvenli ve yaşayabilir bir Gazze, bağımsız bir Filistin devleti kurma gibi daha geniş bir hedefin öncesinde, öncelikle Mısır'ın ulusal güvenlik çıkarlarına hizmet ediyor.


Irak ve yeni Ortadoğu: Eksenlerin projelerinden uzaklaşmanın gerekliliği

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen Gazze zirvesinde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul ediyor, 13 Ekim 2025 (Majalla)
ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen Gazze zirvesinde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul ediyor, 13 Ekim 2025 (Majalla)
TT

Irak ve yeni Ortadoğu: Eksenlerin projelerinden uzaklaşmanın gerekliliği

ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen Gazze zirvesinde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul ediyor, 13 Ekim 2025 (Majalla)
ABD Başkanı Donald Trump, Şarm el-Şeyh'te düzenlenen Gazze zirvesinde Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani'yi kabul ediyor, 13 Ekim 2025 (Majalla)

İyad el-Anbar

ABD Başkanı Donald Trump, Mısır'ın Şarm el-Şeyh'te ev sahipliği yaptığı Ortadoğu barış konferansını duyurur duyurmaz, Iraklılar Irak'ın konferansa davet edilip edilmeyeceğini ve katılıp katılmaması gerektiğini tartışmaya başladı. Hükümetin muhalifleri ile siyasi çevreler, Irak'ın bölgesel bağlamdaki diplomatik varlığının önemsendiğine dair bir gerekçe olarak kullanmak için Irak'ın konferansa davet edilmemesini bekliyorlardı.

Aynı zamanda dönen bir diğer tartışma da hükümetin ve arkasındaki siyasi güçlerin şimdi çelişkili bir tutum ortaya koyduklarına odaklanıyordu. Zira Irak’ta direniş bayrağını taşıyan ve İran liderliğindeki direniş ekseniyle ilişkilerini açıkça beyan eden siyasi güçler varken, Irak, İsrail ile ilişkilerin normalleşmesinin bir ön adımı sayılabilecek, Başkan Trump tarafından desteklenen bir barış konferansına nasıl katılabilirdi?

Bağdat hükümeti, Irak'ın çıkarları doğrultusunda hareket etmek ve Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani için kazanımlar elde etmek ile Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin çelişkili tutumlarını nasıl uzlaştıracağı arasında kalmış durumda. Bu güçlerden bazıları direniş ekseni ile ilişkilerini açıkça beyan ediyor ve sadece medyatik açıklamalardan ibaret olsa bile, İsrail'e karşı savaşa girmeye hazır olduklarını deklare ediyor.

Öte yandan, gözlemciler ve Koordinasyon Çerçevesi güçleri ve hükümetine muhalif olanlar, Irak Meclisi “İsrail oluşumu” ile normalleşmeyi suç sayan bir yasa çıkarmışken, İsrail'i bir “devlet” olarak tanımayı gerektiren iki devletli çözüme dayalı bir barış anlaşması konusundaki tutumu ile ilgili hükümete sorular yöneltiyorlar.

Siyasi güçlerin seçim kampanyaları, sloganlarında ve söylemlerinde yeni Ortadoğu'ya yönelim konusunda net ve açık bir duruş sergilemiyor. Çoğu “Güçlü Irak” ve “Muktedir Irak” sloganlarını benimsese de, Irak'ın yeni Ortadoğu'ya yönelik pozisyonunun ne olması gerektiğine dair bir vizyon veya pozisyon bugünlerde tartışılmıyor.

Bu noktada belirli hipotezler ortaya çıkıyor. Bazı siyasi aktörler, bölgesel dinamikleri ve Irak'ın bunlarda nasıl bir rol oynayabileceğini veya bunların kendi topraklarına nasıl yansıyabileceğini anlama öngörüsünden belki de yoksunlar. Bazıları da, seçim sonuçlarına bağlı olan siyasi ortamdaki güçlü varlıklarının, devlete paralel silahlı, onun gölgesinde faaliyet gösteren oluşumları ortadan kaldırmayı amaçlayan yeni Ortadoğu tufanından korunmalarının bir yolu olabileceğine inanıyor olabilirler. Yahut dikkatleri Ortadoğu’dan başka yerlere kaydırabilecek değişkenleri beraberinde getirebilecek zaman faktörüne güveniyor olabilirler.

 Ancak, 7 Ekim'den iki yıl sonra, çatışma haritasının ana hatları artık İran'ın yirmi yılı aşkın süredir planladığı caydırıcılık dengesine dayanmıyor. İsrail de eskisi gibi coğrafi sınırlarını güvence altına alarak güvenliğini sağlamaya çalışmıyor. Aksine, aşırı güç kullanarak, savaşta birden fazla cephe açarak, varlığını ve mevcudiyetini tehdit edebilecek her türlü silaha karşı koyarak İsrail'in güvenliğini sağlamaya dönük yeni bir vizyona yönelerek, caydırıcılığı sağlama oyunu, yeni Ortadoğu jandarması rolünü oynayan Binyamin Netanyahu'ya cazip gelmeye başlamış görünüyor.

Buna karşılık İran Lübnan, Irak ve Yemen'de kalan nüfuz alanlarını korumak istiyor. Bu nedenle, bu ülkelerdeki varlığını tekit ediyor. Ancak bu seferki tonu, ortak ilişkilere ve çıkarlara atıfta bulunuyor. Daha önce arenalar birliğini deklare eden ve kararların İran'da alınıp direniş ekseni başkentlerinde duyurulduğunu söyleyen yüksek sesten uzaklaştı.

Bu bölgesel dinamikler karşısında, Irak'taki siyasi aktörler, net adımlarla gerçekçi bir politika formüle etmek ile ilgili bir yol haritasından yoksun duruyorlar. Bazı siyasetçiler, 7 Ekim'den sonraki dönemin İran liderliğindeki direniş ekseninin ölüm fermanını yazdığına, bunun da İran'ın sınırları içine çekilmesi ve bölgede nüfuzunu dayatmak için kullandığı önceki stratejilerden vazgeçmesi ile sonuçlanacağına bahse girebilir. Onlara göre bu değişimler, İran'dan uzaklaşmak ve yeni Ortadoğu düzenlemelerine uyum sağlamak için yeni bir strateji belirlemek amacıyla kullanılabilir.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan akatardığı analize göre İran'ın yeni Ortadoğu düzenlemelerinin şekillendirilmesinde yeri yok. Ortadoğu'da faaliyet gösteren uluslararası ve bölgesel güçlerin üzerinde anlaştığı nokta bu gibi görünüyor. Zira güç ve nüfuz haritalarını belirleyen ve yeni Ortadoğu'yu şekillendirme vizyonlarını dayatmak için yarışan üç eksen bulunuyor.

İlk vizyon, bölge ülkelerinin Doğu ve Batı'yı birbirine bağlayan bir ekonomik bütünleşme ekseni, Ortadoğu'da Çin ile ABD arasında etkili bir ortaklık modeli haline gelmelerini hedefliyor. 7 Ekim 2023 olaylarından önce ve Yeni Delhi'deki G20 zirvesi sırasında Suudi Arabistan, Hindistan'ı Ortadoğu ve Akdeniz'e bağlayan yeni bir deniz ve demiryolu koridoru geliştirme planını açıklamıştı.

gh
Hizbullah destekçileri, Beyrut'un güney banliyösünde İsrail'in Hasan Nasrallah'ı öldürmesinin birinci yıldönümünü anma töreninde Hizbullah, İran ve Irak bayrakları sallıyor, 27 Eylül 2025 (AFP)

İkinci vizyon kapsamında Türkiye müttefiki Katar ile birlikte yeni Ortadoğu haritasının şekillenmesinde aktif bir varlık göstermeye çalışıyor. Türkiye, Suriye'deki boşluğu doldurmaya çalışıyor ve İsrail ile Hamas arasındaki ilişkileri düzenleme projesine de katılacak. Dahası bu eksen, Türkiye'nin Arap çevresinde uygulamak istediği ajanda doğrultusunda etkili ve nüfuzlu bir ortak olmayı hedefliyor.

Üçüncü vizyon ise ABD ve İsrail tarafından önerilecek. Bu vizyon, Tel Aviv ile bölge ülkeleri arasında barış anlaşmalarının genişletilmesini içeriyor. İbrahim Anlaşmaları, Ortadoğu'da barışa ulaşmanın yolu olarak yeniden pazarlanacak ve ardından ABD ve İsrail'in de yer aldığı ekonomik ortaklıklara geçiş süreci başlayacak.

“Şii Hilali”, “arenalar birliği” ve “direniş ekseni”, tüm bu başlıkların yeni Ortadoğu düzenlemelerinde hiçbir yeri olmayacak. Bu nedenle, Iraklı siyasetçiler, Irak'ın bağımlı değil, etkin bir devlet olarak varlığını yeniden tesis edecek, bölgede dinî-mezhepsel ideolojilere dayalı nüfuz mücadelesi veren eksenlerin politikalarına boyun eğmeyecek ekonomik ortaklık projelerini ciddiye almalıdır.

Şii Hilali, arenalar birliği ve direniş ekseni, tüm bu başlıkların yeni Ortadoğu düzenlemelerinde hiçbir yeri olmayacak

Irak'ın dış politika ilişkileri ve yönelimleri konusunda birçok siyasi figürün çelişkili tutumlar sergilemesi ve bunların onları olumsuz etkilemesi şaşırtıcı değil. Zira bu figürlerin çoğu, Irak toplumuna silah zoruyla veya siyasi nüfuz yoluyla dayattıkları tutumlarını tanımayı, bazı bölge ülkelerinin reddettiğine inanıyorlar. Dahası bu sorun hükümetin dış politika yönelimlerini etkiliyor ve ekonomik ve hatta güvenlik alanlarında dış ilişkilerin ve iş birliği anlaşmalarının gelişimini engelleyen kısıtlamalara dönüşüyor.

dfrg
Şarm el-Şeyh'teki barış zirvesinde liderler, 13 Ekim 2025 (AFP)

Bugün, Irak için bölgesel ve uluslararası toplantı ve forumlarda dile getirilen, Irak'ın çıkarları ilkesinin uygulanmasının gerekliliğini dillendiren, siyasi ve dış çevre ile ilişkilerin “Önce Irak” sloganı temelinde olmasını talep eden birçok siyasi sloganı gerçeğe dönüştürme fırsatı her zamankinden daha uygun görünüyor. Ancak bunun gerçekleşmesi, hükümetin biçimi veya arkasındaki siyasi güçler kim olursa olsun, etkili güçlerin Irak'ın gerçekliğiyle olumlu bir arada yaşama kavramına yatırım yapma vizyon ve politikalarına bağlı olmaya devam ediyor. Bölgesel güçler, Irak'ı dışlamanın veya başarısız bir devlet olarak kalmasına izin vermenin, bölgesel çevresinin arzularına aykırı olasılıklara yol açacağını ve ülkeyi çıkarlarını tehdit eden bir arenaya dönüştüreceğini kabul etmeliler.

Irak da artık, bölgesel çevresi ile ilişkilerinde, etkileşime yönelik adımlarında netsizlik ve belirsizliği yansıtan, herhangi bir stratejik boyuttan veya genişletilmiş ortaklık ihtimalinden yoksun, tepkisel yaklaşımlarla davranmamalıdır. Zira Irak, entegrasyon ve ekonomik ortaklığın temelini oluşturabilecek birçok bileşene sahip ve Arap bölgesel güçler yakın geçmiştekinden farklı bir Irak görmek istiyorlar.

Ne var ki Irak'taki iktidar güçlerinin ne istediğini henüz bilmiyoruz. Uluslararası ve bölgesel çevresiyle aktif ve etkileşim içinde bir Irak mı istiyorlar, yoksa bölgesel güçlerin hegemonik nüfuzunu sergileyeceği bir arena olarak kalmasını mı istiyorlar? Bu sorunun cevabı, Irak'ın bölgesel ve uluslararası çevreye yönelik dış politikasının yönünü belirleyen pusula olmalıdır.


Hamas: Rehinelerin cesetlerini aramak için bugün Gazze'de yeni bölgelere gireceğiz

TT

Hamas: Rehinelerin cesetlerini aramak için bugün Gazze'de yeni bölgelere gireceğiz

Hamas: Rehinelerin cesetlerini aramak için bugün Gazze'de yeni bölgelere gireceğiz

Hamas'ın üst düzey liderlerinden Halil el-Hayye dün akşam yaptığı açıklamada, “Bugün Gazze Şeridi'nde yeni bölgelere girilerek rehinelerin cesetleri aranacak” dedi.

El-Hayye, Hamas'ın ‘Gazze Şeridi'ndeki tüm idari yetkilerini, güvenlik dahil olmak üzere geçici komiteye devredeceğini’ bildirdi.

Hamas daha önce Gazze Şeridi'nin yönetimini siyasi bağlantıları olmayan bağımsız Filistinlilerden oluşan geçici bir komiteye devretmeye hazır olduğunu açıklamıştı. Henüz böyle bir komite kurulmadı.

Hamas, ateşkes anlaşması kapsamında şu ana kadar 15 rehinenin cesedini teslim etti.

İsrail'de on binlerce kişi dün geç saatlerde, cesetleri halen Gazze Şeridi'nde bulunan 13 rehinenin naaşının iadesini talep etmek için gösteri düzenledi.

Diğer yandan Mısır'a ait ekipman ve araçlar, dün gece Refah Sınır Kapısı’ndan Gazze'ye girerek rehinelerin cesetlerini aramaya başladı.

zxcdfg
Mısır komitesinin gözetimindeki ekipman ve ekipler, rehinelerin cesetlerini arama çalışmaları kapsamında Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus'a giderken Kerem Şalom Sınır Kapısı’ndan geçti. (EPA)

ABD Başkanı Donald Trump, Hamas'a cesetleri bir an önce teslim etmesi için baskılarını artırdı. Dün sosyal medya platformu Truth Social üzerinden paylaşım yapan Trump, Hamas hakkında “Önümüzdeki 48 saatte ne yapacaklarını görelim” dedi.

Hamas'ın rehinelerin cesetlerini iade etmemesi halinde barış sürecine dahil olan diğer ülkelerin harekete geçeceğini ifade eden Trump, bazı cesetlere ulaşmanın zor olduğunu, ancak diğerlerinin ‘şimdi iade edilebileceğini’ belirtti.