Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Bugünkü manzara 1975 arifesinden farklı

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
TT

Lübnan dilinde mezhepçilik alevlendi: Bu, yeni bir iç savaşın işareti mi?  

Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)
Lübnan’da 1975- 1990 yılları arasında patlak veren iç savaşın otuz üçüncü yıldönümü anılıyor (AFP)

Joudy el-Asmar

Bir kenara bırakılan ‘çatışan kimlikler’ yarası, Lübnanlılar tarafından yeniden kaşınıyor; sanki iç savaş, 1990’da sona ermesine rağmen, insanlara her an alev alabilecek temas hatları aşılamış gibi. Lübnanlılar, Gazze’deki savaş ve çatışmaların kendileri üzerindeki etkisine ilişkin bugün yaşanan her türlü siyasi mesele veya kamusal söylem karşısında mezhepçi fanatizmlerini yeniden üretmekten çekinmiyor. Bu da Kahaleh’teki kamyon kazası (Ağustos 2023), Ayn er-Remmaneh olayları (Ekim 2021) ve Halde’de silahlı gerginlikler gibi hiçbir şeyin sivil mücadeleyi caydıramayacağı korkusunu sürdürüyor. Sosyal medyadaki sürekli linç kampanyasından bahsetmeye gerek yok.

Bu mezhepsel tezahürlerin yayıldığı bir ortamda Maruni Patriği Beşara er-Rai’nin son dönemdeki tavrı, krizin kaynağına ilişkin soruları gündeme getiriyor. Daha sonra ise Patrik, kamuoyu mantığının anlayamayacağı bir saldırı ve aşağılama kampanyasına maruz kaldı. İsraillilerle devam eden çatışmalar nedeniyle güneydeki köylerden uzaklaştırılanlar için kilise sinilerinde bağış toplanması çağrısı, Lübnan’daki mezhepler arasında bir yakınlaşmayı teşvik ediyor. Ya da tam tersi.

“Burası mezhepsel ve bölgesel bölünmeye dayalı Lübnan’dır” şeklindeki donuk inanç hiçbir şey sunmuyor. Kendi içinde bölünmüş Lübnan haritasını ve Hizbullah yanlısı kamuoyuyla tırmanan sorunu okumak gerekiyor. Peki mezhepler nasıl birleşir ve Lübnanlılar hangi nedenlerle hâlâ birbirlerine karşı bazı önyargılı görüşlere sahip? İç savaşın patlak vermesine yol açan tüm bu faktörler ışığında Lübnan, barış ve savaş arasındaki sınırı nasıl koruyor? Statükoyu değiştirebilecek bir ruh hali ve düşünce yaratan Lübnan’daki durumu yeniden canlandırmak mümkün mü?

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati dikey bir bölünmenin hakimiyetinde ve bu da onun rolünü zayıflatıyor. ‘Vatandaki ortaklar’ sloganı görmezden geliniyor.

Maruni kilisesinin rolü

Tarihçi ve siyaset bilimi araştırmacısı Dr. İmad Murad, Patrik er-Rai’ye yönelik saldırı dalgasını yorumladı. Murad, Al-Majalla’ya yaptığı açıklama “Patrik’in çağrısının amacı, kurtarma planının teorik düzeyde kaldığı ve Lübnan’ın kapsamlı bir savaşı kontrol altına almaya hazır olmadığı ortaya çıktıktan sonra Lübnan devletinin başarısızlığını örtbas etmekti. Bu tavır, ihtiyaç sahibi ailelere destek olmak veya savaşlardan ve doğal afetlerden etkilenenlere yardım etmek için bir gün ayırmayı gerektiren bir kilise geleneğinden hareketle ortaya koyuldu” dedi.

Murad, saldırılara ve sözlü tacizlere verilen tepkileri iki kısma ayırırken, “Bazı insanlar anlayışsızlıktan dolayı duyguları tarafından yönlendiriliyordu ve bu, ortaya çıkan iftirayı açıklıyor ama haklı çıkarmaz. İkinci kısım ise hazır ve bilinçli bir tepkiyi bünyesinde barındırıyor. Çünkü bu, Patrik’in Hizbullah’ın silahları konusundaki tutumlarının reddedilmesinin, otoritenin yolsuzluğunun, Lübnan ordusunun güçlendirilmesinin, ordunun liderliği ve devletteki Hıristiyan konumlarından taviz verilmemesinin bir ifadesidir” şeklinde konuştu.

zxscdfr
Patrik Beşara er-Rai, 27 Şubat 2021’de destekçilerini selamlıyor (AFP)

Bu kapsamında Lübnan Hizbullahı destekçilerinin, 2022 yazında Piskopos Musa el-Hac’a karşı, ‘Nasıra kasabasına ulaşmak için Lübnan- Filistin sınırını geçmesi ve Lübnan’daki ihtiyaç sahibi ailelere kilise bağışlarını aktarması’ nedeniyle öne sürdüğü ihanet dalgasını ve işbirliği suçlamalarını hatırlayabiliriz.

Lübnan toplumunu oluşturan ideolojik bloklar arasındaki uçurum genişledikçe Murad, bir grup Lübnanlıyı ‘Hizbullah’ın yönelimlerini kabul etmeyen herkese İsrail için çalıştığı yaftasını yapıştırmaya’ iten suçlamadan üzüntü duyduğunu ifade etti. Bu saldırı, Maruni Kilisesi’nin tarih boyunca önemli olaylarda oynadığı bağımsız, kültürel ve sosyal rolü açığa çıkarıyor. Bu noktada Lübnan’ı genişletmek ve ele geçirilen toprakları geri vermek amacıyla 1919’da barış konferansına katılan Patrik Hovayek’i ve Patrik Arida’nın 1943’te tüm Lübnanlılar için Fransa‘dan bağımsızlık talebini hatırlayabiliriz.

Hıristiyan- Hıristiyan bölünmesi

Lübnan’daki Hıristiyan cemaati, araştırmacı Murad’ın ‘Hıristiyanlığın rolünü zayıflatan iç faktörler’ kategorisine yerleştirdiği dikey bir bölünmenin hakimiyetindedir. Ayrıca Hizbullah’ın sahip olduğu güç fazlasını örtbas etmek için içi boş bir akışkanlığı ifade eden ‘vatandaki ortaklar’ sloganını görmezden geliyor. Bu işlevsiz denklem, iki taraf arasında kalıcı gerginliklere zemin hazırlıyor.

Aynı şekilde Hıristiyan bölünmesini, ataerkil konumun kendi kendine zayıflaması olarak görüyor. Ona göre bu bölünme, Hıristiyan siyasi güçleri ve kendisine sadık halk tabanlarını harekete geçirerek taleplerini hayata geçirmesine yardımcı olacak baskı bloğuna sahip değil.

​Murad, Mar Mikhael Anlaşması’nın, iki tarafı olan Özgür Yurtsever Hareket ve Hizbullah arasındaki çıkar ilişkisine rağmen, Hıristiyan toplumunda yeni bir çatlak noktası oluşturduğunu belirtti. Çünkü onlar, açıkça İslam devleti kurmaya çalışan, Özgür Yurtsever Hareketin laikliğine aykırı bir partiyle ittifak yaptı. Bu durum, General Avn’ın 2005 seçimleri sırasında tüm mezheplerin temsilcilerini içeren bir liste oluşturma konusundaki istekliliğiyle de doğrulandı.

Murad, birbiriyle çatışan Hıristiyan ikiliklerinin yeni olmadığını ve bunun Yıpratma Savaşı (1990), Safra Savaşı (1980) ve Ehden katliamı (1978) da dahil iç savaştan (1975-1990) bu yana Lübnan’daki Hristiyan topluluğunu kemirdiğini dile getirdi.

Öte yandan İmad Murad, 2005’te Suriye işgaline son veren Sedir Devrimi, 1943’te Lübnan’ın bağımsızlığı ve 1919’da Büyük Lübnan devletinin ilan edildiği Versay konferansına katılım dahil Hıristiyan birliğinin ortak yarara hizmet ettiğini belgeleyen anlara da dikkati çekti.

Bu görüş, Beyrut Amerikan Üniversitesi’nde yardımcı araştırmacı olan Vahib Maaluf tarafından da desteklendi. Öyle ki Maaluf, Hıristiyanların 1982’de Beşir Cemayel suikastından sonra ortaya çıkan ‘Hıristiyan hüsranını’ hatırlattığını söyledi. Ona göre General Mişel Avn’un dönüşü ve Lübnan Kuvvetleri’nin kurucusu Samir Caca’nın 2005 yılında hapishaneden serbest bırakılması, iktidar bloklarına bir umut ışığı vermiş olsa da bu umut hızla dağıldı.

İç savaşta olduğu gibi Hıristiyan tabanından yeni liderlerin yükselişini beklemediğini belirten Maaluf, geleneksel yapısının baskın kalmasının muhtemel olduğunu dile getirdi. Maaluf, “Lübnan’daki durumun değiştirilmesi, o dönemde savaş koşulları nedeniyle göç etmek zorunda kalan genç Hıristiyan diasporasıyla derin ilişkiler tarafından şekillendirildi. Ancak yurtdışındaki siyasi faaliyetlerini yoğunlaştırdı ve kadroları bugün egemen siyasi sınıfın parçası haline geldi. Savaş sonrası dönemde toplumsal dönüşümlerin haritasını çıkardı” dedi.

Hariri, Lübnan ulusal projesini yürüttü. Yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı.

Sünniler ve denklemin dışı

Lübnan’daki Şii- Hıristiyan kutuplaşması, 7 Mayıs 2008 olaylarından sonra tırmanan Şii- Sünni kutuplaşmasıyla paralellik gösteriyor ve Suriye’deki savaş, bu durumu Sünniler arasında ‘mazlumiyet’ duygusu şeklinde güçlendirdi.

2022 parlamento seçimlerine katılım rakamları Sünnilerin acısının somut yüzünü gösteriyor. Öyle ki İçişleri Bakanlığı ve Belediyeler, Sünni çoğunluklu İkinci Kuzey Bölgesi’nde oy oranının 2018’deki yüzde 45’e kıyasla 2022’de yüzde 40’a, ülke genelinde ise yüzde 49’a düştüğüne dikkati çekti. Bu, Beyrut Birinci Bölge’deki Hıristiyanların ve azınlıkların katılımından sonra ikinci en düşük yüzde olarak sayılıyor.

“Lübnan’daki Sünniler, imrenilecek durumda değil” diyen Murad, bu durumun eski Başbakan Refik Hariri’nin 2005 yılında suikasta uğramasından bu yana moralin düştüğünü gösterdiğini vurguladı.

sxcdfe
Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri suikastının dokuzuncu yıldönümü anma töreni sırasında, 14 Şubat 2014 (AFP)

Bu suikast Murad’a göre son 18 yılda kimsenin doldurmadığı bir boşluğa neden oldu. Murad’a göre son 18 yılda hiç kimse Refik Hariri’nin yerini onun zekasına, karizmasına, dış ilişkilerine ve iş başarısına eşit bir kişiyle dolduramadı. Hariri, Lübnan ulusal projesi yürüttü ve yakın zamana kadar Arap, Nasır ve Suriye uyruklu toplulukların yanı sıra Sünni toplulukların bağlarını değiştirmeyi başardı. Sünniler bugüne kadar onun suikastının adaletsizliğini hissediyorlar. Çünkü bugün Lübnan, ulusal projeye suikast düzenleyenler tarafından yönetiliyor ve Hariri’ye suikast düzenleyenler de onlardı.

İç savaş ihtimali

Sokak çatışmaları, mezhepçi söylemlerin yoğunlaşması ve Filistinli-Suriyeli bileşenlerin varlığının yanı sıra federalizm talepleri de dahil olmak üzere yeni bir iç çatışmanın patlak vermesi için tüm faktörler mevcut. Bununla birlikte Lübnan’da iç savaş söylemi henüz olgunlaşmadı. Soru ise hâlâ geçerliliğini koruyor; Bu savaş çıkmadan Lübnan’ı her zaman iç savaşın eşiğinde kılan şey nedir?

İmad Murad, savaşa girme kararının siyasi aktörler tarafından alındığı ve Lübnan’daki ekonomik, mali ve siyasi çöküş göz önüne alındığında bunun hiçbir partiye faydası olmadığı yönündeki tarihin gidişatına güveniyor. Kendisi, savaştan kaçınma konusunda birleşen çeşitli güç dengelerinin iradesini analiz etti.

Mezhepsel gerilimin en güçlü tarafı olan ve Lübnan devletinin tüm eklemlerini kontrol eden Hizbullah, İran’ın desteğine ve 40 yıldır devam eden askeri hazırlıklarına rağmen savaşın kendisine zarar vereceğini biliyor. Kararı ise şu düşünceye dayanıyor; “Eğer Sünnileri zayıflatmak, Hıristiyanları yerinden etmek, Dürzileri bir azınlık grubuna sürüklemekse, ben projemi gerçekleştirmeyi başardım. O zaman savaş neden?”

Ayrıca iç savaşın uluslararası toplumu Hizbullah’a karşı askeri olarak harekete geçirebileceğini ve partinin varlığını tehdit edebileceğini belirtiyor.

Hizbullah, aynı zamanda son dönemdeki bazı anlaşmazlıklarda muhalif sokağın tepkilerini test edecek bir alan buldu. Ayrıca öyle görünüyor ki teslim olmadı ve Haldeh’te Araplar, Ayn er-Remmaneh’te Hıristiyanlar ve Raşaya’da Dürzilerle karşı karşıya gelebilir. Hizbullah, Lübnan’ın kendisinden uzak bölgelerde karmaşık ve kontrol edilemeyen bir arena olduğunun farkında. Lübnan, hâlâ dar ve farklı dokulardan nüfuz edilmesi zor mezhepsel coğrafyalardan oluşuyor.

Öte yandan silah ve güç açısından en zayıf taraf olan muhalefetin, iktidar fırsatını kaybetmesine neden olacağı ve uluslararası destekten yararlanamadığı için savaş istemediği açıkça görülüyor.

Muhalefet hiçbir siyasi konuda uzlaşı sağlayamıyorsa da onları birleştiren şey, Hizbullah’a atfedilen ‘yasa dışı silahların’ reddedilmesidir. Bu cephede Lübnan Kuvvetleri, Ketaib ve Özgür Yurtsever partilerinden 31 milletvekili, üç Değişim Bloğu milletvekili ve üç Yenilenme Bloğu milletvekili ve bazı bağımsızlar yer alıyor.

Murad, Dürzi ve Sünni halk tabanının muhalefete sempati duyduğuna dikkati çekiyor. Dürziler, 14 Mart ilkelerine yakın ve Velid Canbolat’ın Suriye hegemonyasına ve Lübnanlı müttefikinin silahlarına karşı tutumundan memnun. Ancak Sünni sokakları, özlemle Müstakbel Hareket’in popülaritesini harekete geçiren 14 Mart aşamasındaki ilk formunu bekliyor.

Araştırmacı Vahib Maaluf ise, iç savaş ile şimdiki zaman arasındaki iki karşıt kampta temel farklılıklar olduğu söylerken, bu durumun da yeni bir savaşın olmayacağına dair güvence verdiğini dile getirdi.

Maaluf, “Filistin silahlarıyla desteklenen Ulusal Hareket kampı ve lider Kemal Canbolat’ın vizyonu ile karşı tarafta sağcı Hıristiyan partilerin etrafında toplandığı Lübnan Cephesi kampı arasındaki bölünmeler açıktı. Bölünmeler eşitti ve her iki kampta da silahlı milisler oluştuğundan, savaşın patlak vereceği konusunda uyarıda bulunuyordu. Hazırlıklar ve eğitimler savaşın başlamasından yıllar önce duyuruldu ve iki kamp bölgesel güçler tarafından desteklendi” dedi.

Sol, Lübnan’da tüm koşulların mevcut olmasına rağmen olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstleniyor. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bugün sadece Hizbullah, silah üstünlüğüne sahip. Muhalefet bile homojen bir blok oluşturamamış muhalif gruplardan oluşuyor. Ketaib Partisi, iç savaş sırasında 2-3 bin kişinin öldüğünü, bu deneyimi tekrarlamak istemediğini ve silahların yalnızca meşru müdafaa için çekileceğini açıkladı.

Maaluf, Lübnan’ın, kuruluşundan bu yana uzlaşmaya dayalı olduğunu ve en son özelliklerinin Taif Anlaşması’nda somutlaştırıldığını belirtti. Ayrıca uyumluluğun bir güvenlik patlamasını önlediğini ve durumu kabul edilebilir sınırlar içerisinde kontrol etmeyi başardığını söyledi.

Ancak bu fikir birliğinin mezhepsel gerilimi körükleyen olumsuz bir geri bildirimi var. Maaluf, “Hükümetlerde, savaş ve barış kararlarında söz sahibi olmadıklarını düşünen gruplar var. Lübnan’ın bugün yaşadığı gibi bir uzlaşı, nefreti körüklüyor ve verimsiz. Güçlü olan taraf bunu şantaj ve engelleme yoluyla baskı uygulamak için kullanıyor. Bu durum, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık gibi diğer mezhepleri ilgilendiren pozisyonlarda, piramidin en altına kadar boşluklar dayatıyor” ifadelerini kullandı.

Solun alternatifleri

Sol sorunu, Lübnan’daki tüm toplumsal gelişmelerde yenileniyor. Favvaz Trablisi, Dar Riad Al-Rayes yayın evi tarafından yayınlanan ‘Yeni Solun Zamanı’ adlı kitabında solun iç savaştaki deneyimini değerlendirdi. Ayrıca savaş ve barış meselesinin yönetilmesinde solun rolünün, tükenmemiş ve zamanın etkisiyle yenilenip gözden geçirilmeye açık bir konu olduğu kesin.

Sol, toplumsal çatışmalara ve kaygılara dayanan statükodaki bir devrimi temsil ediyor. Bu tanımda ise sol, kendini yeniden şekillendiremeyen, yarım bırakılmış bir deneyimdir. Bu durum ise Lübnanlıların eylem ve tepkilerini ve ardından tüm Lübnan’ın gidişatını belirlemede mezhepçi mantığın hakimiyetinin devam ettiğini gösteriyor.

Vahib Maaluf, olaylara ve organik verilere dayanarak soldaki bu durgunluğun öngörülemeyen bir süre boyunca devam edeceğine dikkati çekti.

2019’daki başarısız olan ayaklanma girişimini hatırlatan Maaluf, başarısızlığın, hareketin Hizbullah’ın silahları konusundaki bölünmesinden ve popüler kaygıları iletmeye ve insanların hayatlarıyla bağlantılı bir söylem önermeye yetecek anlamlı sorular sormadaki başarısızlığından kaynaklandığını söyledi. Ona göre bu zayıflık, 2015’teki ayaklanma hareketinden sonra ve öncesinde de 2011’de Arap Baharı dalgasına katılan ‘Mezhepçi Sistemi Feshetme’ yürüyüşlerinde de devam etti.

dvf

Geniş bir halk bloğunu bünyesine katmaya aday olan Lübnan’daki Demokratik Sol Hareket’in gerilemesinden sonra bu tecrübelerin yarıda kesildiğini dile getirdi. Maaluf’a göre bu hareketin ortadan kaldırılması, ister Samir Kasir’in 2005’te öldürülmesi, ister hareket kadrolarına yönelik devam eden taciz ve tehditler aracılığıyla olsun sistematik bir şekilde gerçekleşti.

Komünist Parti’ye gelince, küresel projesinin sona ermesinin yanı sıra yerel nabzı da baskıcı rejimleri destekleyen direniş projesine katıldı. Bu da temelindeki ‘sol’ fikriyle çelişiyor.

Maaluf, ciddi solun, koşullar müsait olmasına rağmen Lübnan’da olmayan bir toplumsal mücadeleyi üstlendiğine dikkati çekti. Çünkü Lübnan halkının mezhepsel dosyası, ekonomik ve sınıfsal dosyasından daha önemlidir.

Bu eğilim, ideolojilere yatırım yapmayı ve iç savaşın yaralarını kışkırtmayı alışkanlık haline getiren geleneksel mezhepçi liderlerle halk sınıflarının çıkarlarını koruyor.

Lübnan’daki kimlik çatışması, toplumsal çatışmadan çok daha güçlü ve şu anda yeni bir sol rolün ortaya çıkmasından bahsetmek zor.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



Dürzi liderliğinde gerilim: Suveyda’da ‘darbe girişimi’ iddiasıyla din adamları gözaltına alındı

Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
TT

Dürzi liderliğinde gerilim: Suveyda’da ‘darbe girişimi’ iddiasıyla din adamları gözaltına alındı

Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)
Suriye Kızılayı, Suveyda'dan tutukluların teslim edilme işlemlerini takip ediyor (SANA)

Şarku’l Avsat’a konuşan Suriye’nin Suveyda şehrinden Dürzi kaynaklar, Ulusal Muhafızlar’ın yaklaşık 10 kişiye yönelik tutuklama operasyonunun, Suriyeli Dürzilerin ruhani lideri Şeyh Hikmet el-Hicri'nin politikalarına ve projelerine karşı ‘darbe’ girişiminde bulunmak amacıyla ve ‘paralel bir akım’ oluşturmaya çalıştığı suçlaması çerçevesinde gerçekleştirildiğini açıkladılar. Kaynaklar, Suveyda’da ‘çatışma’ çıkmasından endişe duyduklarını ifade ettiler.

Kimliklerinin açıklanmamasını tercih eden yerel kaynaklar, ‘Ulusal Muhafızlar’ın, şehirde gerginliğin yüksek ve güvenlik önlemlerinin yoğun olduğu bir ortamda cumartesi günü geniş çaplı bir tutuklama kampanyası başlattığını’ söylediler.

Tutuklananlar arasında din adamı Şeyh Raid el-Mutni, Asım Ebu Fahr, Gandi Ebu Fahr ve Zeydan ailesinin bazı fertleri de vardı. Kaynaklar, Zeydan ailesinin Dürzi lider Leys el-Belus’un amcaları olduğunu belirtirken, Mutni ve Ebu Fahr ailelerinin kalabalık Dürzi aileler olduklarını ve ‘bu tutuklamaların Dürzi-Dürzi iç savaşının patlak vermesine yol açabileceğinden korkulduğunu aktardılar.


Batı Şeria'daki operasyonlarına devam eden İsrail ordusu Gazze'de Gazi Hamad'ın oğlunu öldürdü

Cuma günü Batı Şeria'nın Tarkumiye köyünde Filistinlilerin tarım alanlarına ulaşmasını engellemek için harekete geçti İsrailli askerler, (DPA)
Cuma günü Batı Şeria'nın Tarkumiye köyünde Filistinlilerin tarım alanlarına ulaşmasını engellemek için harekete geçti İsrailli askerler, (DPA)
TT

Batı Şeria'daki operasyonlarına devam eden İsrail ordusu Gazze'de Gazi Hamad'ın oğlunu öldürdü

Cuma günü Batı Şeria'nın Tarkumiye köyünde Filistinlilerin tarım alanlarına ulaşmasını engellemek için harekete geçti İsrailli askerler, (DPA)
Cuma günü Batı Şeria'nın Tarkumiye köyünde Filistinlilerin tarım alanlarına ulaşmasını engellemek için harekete geçti İsrailli askerler, (DPA)

İşgalci İsrail ordusu, Tubas’tan güçlerini çekmesine rağmen dün Batı Şeria'nın çeşitli bölgelerinde saldırılarına devam etti ve Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta silahlı dört unsurun öldürüldüğünü duyurdu.

Batı Şeria'nın Salfit, Beytullahim, El Halil, Nablus ve Ramallah şehirlerinde çok sayıda Filistinliyi gözaltına alan işgalci İsrail ordusu, Cenin Mülteci Kampı’nda 24 evi yıkmaya başladı. Cenin'in Barta’a beldesinde beş Filistinliden oluşan bir hücrenin üyelerini gözaltına aldığını duyuran İsrail ordusu, bu kişilerin yakında bir eylem hazırlığında olduğunu iddia etti.

İşgalci İsrail ordusu, Genel Güvenlik Servisi (Şabak) ve İsrail polisi tarafından yapılan ortak açıklamada, Yamam Özel Birimi’nin Menaşi Tugayı’ndan gelen ve Şabak'ın yönettiği güçlerin desteğiyle dün akşam Barta'a beldesinde bir operasyon düzenlediği ve ‘yakın gelecekte’ eylem hazırlığındaki bir hücrenin üyelerini tutukladığı belirtildi. Ancak eylemin niteliği veya hangi aşamada olduğu hakkında daha fazla ayrıntı verilmedi.

İşgalci İsrail ordusu geçtiğimiz hafta sonu Batı Şeria'nın kuzeyinde bir operasyon başlattı. Bu operasyon kapsamında Batı Şeria'nın kuzeyindeki Tubas vilayetindeki Tamun ve el-Fara’a’da yüzlerce ‘hedefe’ baskın düzenlendi. İşgalci İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamada ‘İsrail vatandaşlarına yönelik her türlü tehdidi’ önlemek ve engellemek için ‘önleyici tedbirler almaya devam edileceği’ belirtildi.

rft56y
Filistinli Yusuf Asasa ve el-Muntasir Abdullah'ın Batı Şeria'nın Cenin kentinde öldürülmeden önce İsrailli askerlerin önünde ellerini kaldırdıklarını gösteren bir video görüntüsü (AFP)

İşgalci İsrail ordusu, operasyon sırasında Arap ve uluslararası kamuoyunun kınamasına neden olan bir hareketle, soğukkanlılıkla infaz edilen Yusuf Asasa ve el-Muntasir Abdullah da dahil olmak üzere çok sayıda Filistinliyi öldürdü. Bu arada İsrail'in aşırı sağcı Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Sınır Polisi'nin gizli biriminin komutanını, biriminin üyeleri Cenin şehrinde Filistinli Yusuf Asasa ve el-Muntasir Abdullah'ı infaz ettikten sonra albay rütbesine terfi ettirmeye karar verdi.

Abdullah Hamad

İşgalci İsrail ordusu Batı Şeria'daki saldırılarına devam ederken dün geçtiğimiz ekim ayında varılan ateşkes anlaşması kapsamında geri çekildiği Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta silahlı dört unsuru öldürdüğünü duyurdu.

İsrail ordusu tarafından yapılan açıklamaya göre bahsi geçen dört kişi bir yeraltı tünelinden çıktı.

The Times of Israel gazetesinin haberine göre öldürülenler arasında Hamas'ın Doğu Refah Taburu Komutanı ve yardımcısı da bulunuyordu.

Hamas’tan kaynaklar daha sonra, Hamas lideri ve müzakere heyetinin üyesi Gazi Hamad'ın oğlu Abdullah Hamad'ın Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta öldürüldüğünü doğruladı.

Muhammed Hamad, kardeşi Abdullah'ın Refah tünellerinde ‘etrafı sarıldığını ve İsrail askerleriyle girdiği çatışmada öldürüldüğünü söyledi.

Tünellerde mahsur kalanlar

Şarku’l Avsat’ın Fransız Haber Ajansı AFP'den aktardığı habere göre bu gelişmeler, Refah’taki tünellerde mahsur kalanların akıbeti konusunda müzakerelerin sürdüğünü belirten çeşitli kaynakların açıklamalarına eşlik etti.

Refah sorunu, cesetler meselesi ile birlikte ikinci aşamaya geçişi geciktiriyor.

frgt
Pazar günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta bir çadırın önünde bir mülteci yemek hazırlıyor (EPA)

Katar Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Macid el-Ensari, İsrail'in iki rehinenin cesetlerinin halen Filistin topraklarında tutulduğunu bahane ederek Gazze'deki ateşkes planının ikinci aşamasına geçişi geciktirmemesi gerektiğini söyledi.

Ensari, Katar ve bölgedeki ortaklarının şu an, birinci aşamadan ikinci aşamaya geçerek Gazze Şeridi'ndeki savaş durumunu kapsamlı bir şekilde sona erdirecek sürdürülebilir bir barışa ulaşma çabasında olduğunu söyledi.

Öte yandan pazar günü Gazze Şeridi’ndeki belediyeler, İsrail'in Gazze’deki hayati tesislerin çalışması için yeterli miktarda dizel yakıtın girişini engellemesi üzerine, hızla kötüleşen yakıt krizi nedeniyle temel hizmetlerin yakında çökebileceği uyarısında bulundu.

Gazze Şeridi Belediyeler Birliği, Han Yunus Belediye Başkanı Alaa el-Bata'nın basın toplantısında okuduğu açıklamada, ateşkesin başlamasından bu yana 50 gün içinde gelen yakıtın, yolları açmak, enkazları kaldırmak ve yerinden edilmiş kişilerin hareketliliğini kolaylaştırmak amacıyla sadece beş günlük çalışma için yeterli olduğunu belirtti.

Bata, “Krizin devam etmesi, halkın hayatını tehdit ediyor” ifadelerini kullandı.


Papa Francis: Filistin devleti, İsrail ile yaşanan çatışmanın "tek" çözümüdür

Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
TT

Papa Francis: Filistin devleti, İsrail ile yaşanan çatışmanın "tek" çözümüdür

Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)
Papa 14. Leo, Beyrut Uluslararası Havalimanı'na varışında, (Vatikan- EPA)

Papa 14. Leo dün yaptığı açıklamada, İsrail ile Filistinliler arasında on yıllardır süren çatışmanın tek çözümünün bir Filistin devletinin kurulmasını içermesi gerektiğini belirterek, Vatikan'ın bu konudaki tutumunu teyit etti.

Vatikan'ın ilk Amerikalı Papa'sı Leo, Türkiye'den Lübnan'a gitmek üzere bindiği uçakta gazetecilere yaptığı açıklamada, "İsrail'in bu çözümü hâlâ kabul etmediğini hepimiz biliyoruz, ancak bunu tek çözüm olarak görüyoruz" dedi.

Şarku'l Avsat'ın Reuters'ten aktardığı habere göre Papa İtalyanca olarak yaptığı konuşmada, "Biz de İsrail'in dostuyuz ve iki taraf arasında arabulucu bir ses olarak, herkes için adaleti sağlayacak bir çözüme yaklaşmalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz" ifadelerini kullandı.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, en yakın müttefiki olan ABD'nin Filistin bağımsızlığını desteklediğini belirtmesine rağmen, Filistin devletine karşı olduğunu yineledi.

Papa, sekiz dakikalık kısa basın toplantısı sırasında yaptığı açıklamada,perşembe günü başlayıp pazar gününe kadar devam eden Türkiye ziyaretine odaklandı. Papa, mayıs ayında Katolik Kilisesi lideri olarak seçilmesinden bu yana ilk yurt dışı seyahatini gerçekleştirdi.

Papa, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail-Filistin ve Ukrayna-Rusya çatışmasını görüştüğünü belirterek, Türkiye'nin her iki savaşın da sona ermesinde önemli bir rol oynadığını vurguladı.

Papa Leo Türkiye ziyareti sırasında, dünyadaki olağanüstü sayıdaki kanlı çatışma nedeniyle insanlığın geleceğinin tehlikede olduğu konusunda uyarıda bulundu ve din adına işlenen şiddet eylemlerini kınadı.

Gazze'deki İsrail ordusuna eleştiri

Genellikle temkinli ve diplomatik bir dil kullanmayı tercih eden Papa Leo, bu yılın başlarında İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki askeri harekatına yönelik eleştirilerini artırdı.

Türkiye, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen, aynı zamanda dünyadaki 260 milyon Ortodoks Hristiyan'ın ruhani lideri Patrik Bartholomeos'a da ev sahipliği yapıyor.

Papa, Türkiye'yi dinsel birlikteliğin bir örneği olarak övdü. Papa Leo, yarına kadar Lübnan'ı ziyaretini sürdürecek ve ardından Roma'ya dönecek.

Papa Leo, "Farklı inançlara sahip insanlar barış içinde yaşayabilir... Sanırım bu, hepimizin dünya çapında dört gözle beklediği bir örnek" ifadelerini kullandı.