Çin önemli bir arabulucu güç haline gelebilir mi?

Pekin, Filistin bataklığına çekilme konusunda temkinli olacak

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Çin önemli bir arabulucu güç haline gelebilir mi?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Christopher Phillips

Gazze’deki savaş devam ederken Çin, dikkat çekici bir şekilde sessizliğini koruyor. Bu durum, Çin’in son birkaç yıldır sergilediği tutumla bir tezat oluşturuyor. Nitekim Ortadoğulu güçler, Pekin’in, bölgede ticaret, yatırım ve diplomatik faaliyet hacmini artıran bariz bir rol oynamasına alışmıştı. Sonuç olarak bazı gözlemciler, Çin’in mevcut krizde daha büyük bir rol oynayıp oynayamayacağını merak ediyor.

20 Kasım’da aralarında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan Âl-i Suud’un da olduğu Arap ve Müslüman liderlerden oluşan bir heyet, çatışmanın bitirilmesine yönelik daha fazla destek için baskı yapmak üzere Pekin’e gitti. Şi Cinping, İsrail’e kendine hâkim olma çağrısı yaptı, Filistinlilerin acılarına kayıtsız olmadığını ifade etti ve durumun kötüleşmesinden ABD’yi sorumlu tuttu. Bununla birlikte Çin, bazılarının görmeyi umduğu türde bir Çin arabuluculuğu sergilemedi. Halbuki mart ayında Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasında arabuluculuk yapmış ve bir açılıma vesile olmuştu. Bu atılımın ardından da eylül ayında Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile iki ülkenin daha genişletilmiş BRICS grubuna dahil edilmesinde öncü bir rol oynamıştı. O zamandan bu yana Pekin’in bölgesel arabuluculukta daha belirgin bir rol oynayacağına dair beklentiler arttı.

Gelgelelim ABD başta olmak üzere diğer büyük güçlerin de bildiği gibi arabuluculuk, karmaşık ve belki de tehlikelerle dolu bir diplomatik faaliyettir. Şurası muhakkak ki Çin, zaman zaman kendini aşmaya hevesleniyor. Kendisine dünya çapında ‘dürüst bir arabulucu’ olarak bakılmasının ne kadar değerli olduğunun da farkında. Ancak aynı zamanda gücünün sınırlı olması ve içgüdüsel olarak ihtiyatı elden bırakmaması, Çin’in küresel arabulucu rolü oynama imkânını kısıtlıyor. Gazze meselesinde de çok fazla risk ve çok az olumlu getiri olabilir.

İran-Suudi Arabistan yakınlaşması

Çin’in Ortadoğu’ya olan ilgisi senelerdir artış gösteriyor. Onun gözünde bölgeyi özel bir öneme sahip kılan şey, enerji susuzluğu olabilir. Nitekim Çin, İran ve Suudi Arabistan petrolünün en büyük ve BAE petrolünün de ikinci büyük müşterisi haline geldi. Ekonomik ilişki, karşılıklıydı. Çinli şirketler, sadece Körfez’e değil, Ortadoğu’ya da geniş çaplı yatırımlar yaptı. İsrail, Mısır ve Ürdün de Pekin’le olan ticaretini artırdı. Kahire dışında yer alan Yeni İdari Başkent’teki ikonik kule ve Tel Aviv Metrosu’nun Kırmızı Hattı gibi büyük altyapı projelerinin arkasında da Çinli şirketler vardı. İsrail, Ürdün ve Filistin hariç bölgedeki her bir hükümet, Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne katıldı. Bu büyük ekonomik varlığa karşın bölgeye yönelik artan askerî bir müdahale olmadı.

Çin’in ekonomik varlığı, güçlü bir askerî varlığı getirmedi. ABD’nin aksine Çin’in bölgede yalnızca bir askerî üssü var, o da Cibuti’de

Çin’den ekonomik varlığına karşılık güçlü bir askerî varlık göremiyoruz. ABD’nin aksine Çin’in bölgede yalnızca bir askerî üssü var, o da Cibuti’de. Bu üs de Çin’e, Ortadoğu’dan ziyade Afrika’daki yatırımları ve Hint Okyanusu’ndaki korsanlığın önlenmesi için hizmet ediyor. Bununla beraber ekonomik ortaklığının boyutu, ona nüfuz kazandırdı. Çin’in İran ile Suudi Arabistan Krallığı arasındaki yakınlaşmaya aracılık etme başarısından sonra, 2023 yılına tarihî bir yıl olarak bakılabilir.

Tahran ile Riyad’ın Suriye’den Yemen’e pek çok bölgesel çatışmada birbirine rakip tarafları desteklediği onlarca yıl boyunca yaşanan gerginlik, 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin kopmasıyla sona ermişti. Ancak hem İran’la hem Suudi Arabistan’la güçlü ilişkilere sahip bir devlet olarak Çin’in arabuluculuğu, bu iki bölgesel düşmanı Mart 2023’te ilişkileri yeniden başlatma taahhüdünde bulunmaya sevk etti. O zaman beri de ilişkilerdeki bu açılım genişlemeye başladı. İran, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ileride Tahran’ı ziyaret etme davetini kabul ettiğini bildirdi. Yine kısmen Çin’in çabalarıyla bu iki ülke, BRICS grubuna katılma daveti de aldı.

Çin’in arabuluculuk rolünün artması

Çin’in 2023 yılında Ortadoğu’da oynadığı önemli arabuluculuk rolü, münferit bir hadise değildi. Bu arabuluculuk, ülkenin yıllardır bulunduğu ve bölgede artan ekonomik etkinliği sayesinde kolaylaşan bir dizi müdahalenin taçlandırılması mahiyetindeydi. Bu ilişkilerin tarihi 2004 yılına dayanıyor. O dönemde Çin, Güney Sudan petrolünün ana müşterisi olma konumundan faydalanarak Sudan’ı, BM barış güçlerinin Darfur’da konuşlandırılmasını kabul etmesi yönünde etkiledi. Son dönemlerde Suriye’yle normalleşme konusunda Arap ülkeleri üzerinde de üstü kapalı bir etki gösterdi, ki bu hamle, bu yılın başlarında Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dahil olmasında rol sahibi oldu.

Çin’in arabuluculuk hevesleri, Ortadoğu’yla sınırlı değildi. Suudi Arabistan ile İran’ın bir araya gelmesinden bir ay önce Pekin, Ukrayna’daki savaşın sona ermesi için de 12 maddelik bir plan ortaya koydu. Ancak Pekin, bölgesel egemenlik ilkesini savunurken, Rusya’ya 2014 yılından bu yana ele geçirdiği topraklardan geri çekilme çağrısında bulunmadı. Ki bu, Kiev’in herhangi bir barış görüşmesinin başlangıç noktası olacak temel talebiydi. Özellikle Washington’daki eleştirmenlere göre bu barış teklifi, ciddi bir arabuluculuk çabasından ziyade, Çin’in çatışmada Rusya’nın tarafını tuttuğu yönündeki iddialardan sıyrılmak için ortaya koyduğu bir girişimdi. Yine de Pekin’in o zamandan bu yana defalarca sunduğu bu teklif, Çin’in kendisini küresel bir arabulucu güç olarak konumlandırdığının bir başka göstergesidir.

fgrtnjtr
ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 15 Kasım’da Kaliforniya’nın Woodside ilçesinde düzenlenen APEC zirvesi münasebetiyle bir araya geldi (Reuters)

Washington, kötümser tutumunda haksız olmayabilir. Zira Çin’in tamamen diğerkâm sebeplerle arabuluculuk yapması pek muhtemel değil. Ukrayna’da bir barış planı ortaya koyması, Rusya’nın güçlü bir müttefiki olarak Pekin’in imajını zedeler belki ama, Ortadoğu’nun en büyük iki petrol ihracatçısı arasında bir anlaşma için arabuluculuk yapmak, ekonomik bakımdan Pekin için mantıklı bir şey. Çünkü bu, bölgesel çatışma yüzünden tedarikin zarar görmesi ihtimalini azaltacaktır. Benzer şekilde Sudan’ı Darfur’da barış güçlerinin varlığını kabul etmeye ikna etmek, güneyden gelen petrol akışını etkileyebilecek daha sert yaptırımların dayatılması ihtimalini azaltabilir. Suriye’yle tekrar normalleşme de Çin’in Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarını etkileyebilecek bölgesel gerilimleri azaltır.

Belki de Washington kötümser tutumunda haklıdır. Zira Çin’in tamamen diğerkâmlıkla arabuluculuk yapması pek muhtemel değil

Arabuluculuğun ekonomik mantığının ötesinde Çin, jeostratejik bir avantaja da sahip. Şöyle ki son yıllarda ABD’yle gerilimler arttıkça Pekin, kendisini Batılı olmayan ve büyüyen bir dünyanın kahramanı olarak sunmaya gayret gösterdi. Bunu yaparken ABD’yi de kendi çıkarlarının peşinde yeni bir sömürgeci güç olarak tasvir ediyordu. Öne çıkan uluslararası çekişmelerdeki arabuluculuk Çin’e kendisini, taraf tutan ve müttefiklerini destekleyen ABD’nin aksine gerçek bir ‘dürüst arabulucu’ olarak gösterme imkânı veriyor. Görünüşe bakılırsa bu, Çin’in küresel sahnede kendisini ABD’ye nazaran müdahaleci olmayan ve daha adil bir alternatif olarak sunma odaklı, daha kapsamlı bir stratejinin bir parçası.

Arabuluculuğun zorlukları

Arabuluculuk her zaman kolay bir başarı sağlamaz. Dahası olumsuz yanları da olabilir. Çin’in Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasını kolaylaştırmadaki başarısı, bunun bariz bir örneğidir. Çin’in gösterdiği diplomatik çabalar, nihai boşlukların kapanması ve hem Riyad’ın hem de Tahran’ın bir anlaşmaya varmaya teşvik edilmesi konusunda hiç şüphesiz önemliydi. Ama bu arabuluculuğun her iki ülkenin de müzakereye zaten meyilli olduğu bir zamanda gerçekleştiğini belirtmek gerekir. Çin’in katılımından önce Irak ve Umman, yıllardır sessiz bir şekilde iki ülke arasında arabuluculuk ediyor ve yavaş da olsa anlamlı bir ilerleme kaydediyordu. Dolayısıyla Pekin, son aşamalarda önemli bir rol oynasa da isteksiz liderleri ikna etmek gibi bir zorlukla yüzleşmedi, zira her iki taraf da zaten müzakere yoluna girmişti. İran, devam eden Amerikan yaptırımlarının yükü altındaydı. Ayrıca 2022-2023 yıllarında Mahsa Amini protestolarının ardından bir iç muhalefetle de karşı karşıyaydı. Suudi Arabistan’ı ve diğerlerini öfkelendiren tüm bölgesel müdahalelerini sonlandırma konusunda isteksiz olsa da bazı alanlarda geri adım atıp uzlaşmaya hazırdı. Öte yandan Suudi Arabistan da yerel ekonomik çeşitliliğini artırmak üzere spor eğlencesi için küresel ve bölgesel bir merkez haline gelmek gibi hedeflerle, 2000’li yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışmalardan uzaklaşmak istiyordu. İran’la yakınlaşma, komşu Yemen’de istikrarın sağlanmasına da yardımcı olabilirdi. O dönemde Çin, kapıyı tam olarak açmadığı gibi, anahtarı bulmak için büyük bir çaba harcamak zorunda da kalmadı.

Aynı durumu başka yerlerdeki başarılı arabuluculuklarda da görüyoruz. Mesela en meşhur Amerikan arabuluculuğu örneklerinden birini ele alalım: 1979 yılında Mısır ile İsrail arasında yapılan arabuluculukta, iki düşman birbirine çok da uzak olmayan tutumlarla sürece başlamıştı. Mısır, İsrail’i tanıma karşılığında Sina’yı geri almak istiyordu. İsrail de bunu kabul etmeye hazırdı, ancak geri çekilme için belirlenen takvime itiraz etti. Mısır ayrıca, Filistinlilerin haklarının ve barış süreci koşullarının iyileştirilmesine yönelik adımların atılması için de baskı yaptı. Ancak nihayetinde Enver Sedat, kendi nihai hedeflerine ulaşmak için bu konuda taviz vermeye hazırdı. Sedat’ın derdi; Sina’nın iadesi, ABD’den ekonomik destek ve yerel meşruiyetin artırılması idi.

ABD’nin İsrailliler ile Filistinliler arasında başarılı bir arabuluculuk yapamaması, yıllar geçtikçe küresel itibarının zarar görmesine sebep oldu

Öte yandan desteğini aldığı sağcı yerleşim hareketinin muhalefetine rağmen İsrail Başbakanı Menahem Begin de bu güçlü Arap ülkesini Arap-İsrail çatışmasının dışına çıkarmak için Sina’yı gözden çıkarmaya hazırdı. ABD, Camp David’de anlaşmazlıkları gidermek ve uygulanabilir bir anlaşmaya varmak üzere arabuluculuk yapmak için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kaldıysa da yine de iki tarafın başlangıçtaki tutumları birbirine çok uzak değildi.

Ama başlangıçtaki tutumlar birbirine çok uzak olduğunda arabuluculuk yapmak daha da zorlaşıyor. ABD de daha sonra, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü ve sonra Filistin Yönetimi arasındaki müzakereleri defalarca gözetirken bu gerçekle yüzleşti. Oslo’daki ilk anlaşmalardan bu yana İsrail ile Filistin tarafları arasında halen büyük bir mesafe var.

Herhangi bir Filistin devleti, tam egemenliğe sahip olup sınırlarını kontrol edebilecek ve kendi ordusunu kurabilecek mi? Bu devlet hem Batı Şeria’yı hem de Gazze Şeridi’ni kapsayacak mı? Yerleşimlerin akıbeti ne olacak? Peki ya Doğu Kudüs? Filistinli mültecilerin dönüş hakkından ne haber?

sdegr
20 Ekim’de Refah sınır kapısında Gazze’ye gidecek insani yardım tırlarının hazırlanma aşaması

Başından beri müzakere yapan iki taraf arasındaki temel anlaşmazlık noktalarından bazıları olan bu ve diğer konular, Oslo sürecinin rayından çıkmasına, sonra da birçok müzakere girişiminin başarısız olmasına katkıda bulundu. İki taraf üzerindeki nüfuzuna ve gücüne rağmen ABD, uygulanabilir bir anlaşmaya aracılık edemediğinin farkına vardı.

Herhangi bir hükümetin kendisini arabulucu olarak sunmasının tehlikesi de burada yatıyor. ABD’nin İsrailliler ile Filistinliler arasında başarılı bir arabuluculuk yapamaması, yıllar geçtikçe onun küresel itibarını zedeledi. Aslında ABD’nin İsrail’le güçlü ilişkilerinin, bu başarısızlıkta rol oynayan etkenlerden biri olduğu düşünülüyor. Çin gibi rakip ülkeler de bunu, ABD’nin ‘dürüst bir arabulucu’ olma kabiliyetine meydan okumak için kullanıyor.

Dahası 1993’teki arabuluculuk rolü nedeniyle Washington, bugünkü Gazze savaşında da gördüğümüz üzere, şu an başarısız barış sürecinin sonuçlarına ‘katlanıyor’. İsrailliler ve Filistinliler, tüm vaatlerinden ve girişimlerinden sonra ABD’den yolun sonunda varılan trajik durumun çözümünde öncü bir rol oynamasını talep edebilir. Velhasıl, bir arabulucu olarak öne çıktıktan sonra ABD’nin otuz yıl geçse bile, itibarını ciddi anlamda kaybetmeden geri çekilmesi çok zor.  

Çin’in Gazze’deki kararsızlığı

Tüm bunlar, Çin’in neden halen Gazze’de arabuluculuk talebinde bulunmadığının cevabı olabilir. Dışarıdan bakıldığında müzakere teklifinde bulunmak, Pekin için mantıklı görünüyor. Nitekim İsrail’le güçlü ticari ilişkileri var. Filistin ekonomisindeki doğrudan katılımı daha az olsa da hem Filistin Yönetimi’nin ana destekçisi (Körfez ülkeleri) hem de Hamas’ın ana destekçisi (İran) ile yakın ilişkilere sahip. Teorik açıdan Çin, arabuluculuk için bu nüfuzu kullanabilir. ABD’nin otuz yıl boyunca başaramadığı şeyi başarırsa da bu ona büyük bir uluslararası şöhret kazandıracaktır.

Gelgelelim bu, ‘açık bir kapı’ değil ve savaşan taraflar birçok konuda halen taban tabana zıt. Üstelik Çin’le artan ticaretine rağmen İsrail, ABD safında kalmayı sürdürüyor. Pekin’in aracılık ettiği bir anlaşmaya varmak için de oradan vazgeçmeyecektir.

Çin öyle ya da böyle zorlukların üstesinden gelip de başarılı bir arabuluculuk yaptı diyelim. Ama o zaman da anlaşmanın ‘sahibi olacak’ ve ABD’nin 1993 yılından beri yaptığı gibi bu anlaşmanın yürütülmesinden sorumlu tutulacak.

Pekin, Filistin bataklığına çekilme konusunda temkinli davranacaktır. Bu, Çin’in son birkaç on yıldır benimsediği uluslararası stratejisiyle de bir çelişki arz eder. Zira Pekin, dış ortaklıklarında temkinlilik ve yüksek seçicilik hali gösterdi. O genelde sadece ekonomik veya diplomatik getiri sağlayabilecek alanlara yatırım yapıyor. Bu durum, arabuluculuğa, başarı sağlanma ihtimali yüksek ve canlı ekonomik ve stratejik faydalar sağlayacak alanlarda, sadece bir taktik olarak başvurulması gibi bir sonuç getirdi. Şurası kesin ki Pekin, arabuluculuğu yeni bir öğreti olarak benimsemedi. Bu yüzden de yalnızca Çin için açık bir fayda barındırdığında arabuluculuk yapmayı teklif eder. 

Şu an Gazze, riskten uzak duran Çin için oldukça riskli görünüyor. O yüzden Pekin, muhtemelen bu meseleden bariz bir şekilde uzak duracak.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Sadr, Irak’ta iki ilde askeri kanadını dondurdu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Sadr, Irak’ta iki ilde askeri kanadını dondurdu

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Irak’ta Sadr Hareketi lideri Mukteda es-Sadr, Salı günü yaptığı açıklamada, hareketin askeri kanadı olarak bilinen “Seraya es-Selam”ın Basra ve Vasıt (Kût) vilayetlerinde faaliyetlerinin dondurulmasına karar verdiğini duyurdu. Açıklama, hareket mensuplarının bir kamu görevlisini darp ettiği görüntülerin sosyal medyada yayılmasının ardından geldi.

Irak makamları zaman zaman, belediye mevzuatına aykırı biçimde inşa edilen yapıları yıkım kararıyla kaldırıyor. Yerel halk arasında “tecevüz” olarak bilinen bu kaçak yapılar sorunu, çoğu zaman siyasi ve toplumsal gerilimlere neden oluyor.

Son olarak, sosyal medyada paylaşılan videoda Sadr Hareketi’ne bağlı kişiler olduğu belirtilen bir grup, Basra’nın merkezinde kaçak yapıların yıkımından sorumlu Makal Belediyesi Müdürü Esir el-Ubeydi’yi darbediyor. Görüntülerde, Ubeydi’nin, hareket mensuplarına ait olduğu öne sürülen kaçak bir evi yıktığı için hedef alındığı belirtiliyor. Video ülkede geniş yankı uyandırdı ve tepkiye yol açtı.

Basra’daki kaynaklara göre, yıkılan ev Sadr Hareketi’ne bağlı din adamı Şeyh Kusay el-Esedi’ye ait. El-Esedi’nin dinî eğitim gören, cuma imamı ve Seraya es-Selam’da görevli bir isim olduğu aktarılıyor. Ev, kentin en değerli bölgelerinden birinde izinsiz olarak kullanılıyordu.

Sadr’a yakınlığıyla bilinen ve X platformunda açıklama yapan “Salih Muhammed el-Iraki” isimli hesap, Seraya es-Selam’ın Basra ve Vasıt’ta altı ay süreyle “dondurulması ve tüm merkezlerin kapatılması” talimatını duyurdu. Açıklamada, kararın, “Seraya es-Selam’ın adını kirleten ihlallerin ve hakaretlerin önüne geçmek amacıyla” alındığı belirtildi.

Iraki mesajında, söz konusu davranışların “harekete karşı dış çevreler tarafından kasıtlı olarak yapılmış olabileceğini” öne sürerek “Seraya es-Selam’ın itibarı benim için varlıklarından daha önemlidir” ifadelerini kullandı.

Seraya es-Selam mensupları, 2014’ten bu yana özellikle Samarra kentinde yoğun şekilde konuşlanmış durumda. Kentte, 2006’da El Kaide tarafından bombalanan İmam Ali el-Hadi ve İmam Hasan el-Askeri türbeleri bulunuyor ve saldırının ardından bölgede mezhepsel çatışmalar patlak vermişti.

Örgütün ayrıca Bağdat ve Şii nüfusun çoğunlukta olduğu orta ve güney vilayetlerinde yaygın merkezleri bulunuyor. Hareket mensupları geçmişte de sosyal medyada Sadr’a yönelik sert eleştiriler yapan kişilere saldırmakla gündeme gelmişti.

sdvfg
Irak'ın güneyindeki Basra kentinde bulunan Şatt el-Arab sahil şeridinin önünden araçlar geçiyor (AFP)

Sadr hareketi, son hükümette ve parlamentoda temsil gücünü kaybetmiş olsa da, Seraya es-Selam ve hareket tabanı pek çok bölgede hâlâ ciddi nüfuza sahip.

Basra Valisi Esad el-İydani, saldırı sonrasında Sadr ile iletişime geçtiğini açıklayarak, “Sadr bu ihlali reddetti ve sorumluların cezalandırılacağını söyledi” dedi.

‘Mutsuz bir durumdayım’

Saldırıya uğrayan belediye yetkilisi Esir el-Ubeydi, yaşananları “mutsuz ve trajik bir durum” olarak tanımladı. Basra valisine gönderdiği ses kaydında, “Bu muameleyi hak edecek ne yaptığımı bilmiyorum” ifadelerini kullanarak korunma talep etti.

Ubeydi, görevini güvenlik güçleri ve yıkım ekipleri eşliğinde yürüttüğünü belirterek, evinin iki gündür akrabaları tarafından korunmak zorunda kaldığını anlattı. Yaptığı açıklamada, “Dört gündür uyuyamıyorum. Şikâyet için karakola gittiğimde bile hareket mensupları benden önce oradaydı” dedi.

Basra’da kaçak yapıların sayısına ilişkin net veri bulunmasa da, kentte nüfus artışı ve çarpık kentleşme nedeniyle sorun giderek büyüyor. Yerel yönetim son dönemde çok sayıda kaçak yapıyı yıktı ancak bu operasyonlar çoğu zaman bölgede gerginliklere yol açıyor.


Gazze’de hava koşullarına bağlı olumsuzluklar nedeniyle 4’ü çocuk 17 Filistinli hayatını kaybetti

32 yaşındaki Rafet Alvan (sağda) ve ailesi, Gazze şehrinde soğuk bir sabah, sahilde kurulan geçici mülteci kampında çadırlarının önünde dururken, giysileri plastik bir örtü üzerinde kurumaya bırakılmış durumda. (AP)
32 yaşındaki Rafet Alvan (sağda) ve ailesi, Gazze şehrinde soğuk bir sabah, sahilde kurulan geçici mülteci kampında çadırlarının önünde dururken, giysileri plastik bir örtü üzerinde kurumaya bırakılmış durumda. (AP)
TT

Gazze’de hava koşullarına bağlı olumsuzluklar nedeniyle 4’ü çocuk 17 Filistinli hayatını kaybetti

32 yaşındaki Rafet Alvan (sağda) ve ailesi, Gazze şehrinde soğuk bir sabah, sahilde kurulan geçici mülteci kampında çadırlarının önünde dururken, giysileri plastik bir örtü üzerinde kurumaya bırakılmış durumda. (AP)
32 yaşındaki Rafet Alvan (sağda) ve ailesi, Gazze şehrinde soğuk bir sabah, sahilde kurulan geçici mülteci kampında çadırlarının önünde dururken, giysileri plastik bir örtü üzerinde kurumaya bırakılmış durumda. (AP)

Gazze Şeridi’ndeki Sivil Savunma Müdürlüğü Sözcüsü Mahmud Basal, bölgede etkili olan şiddetli yağışların başlamasından bu yana 17’den fazla binanın tamamen çöktüğünü açıkladı.

Şarku’l Avsat’ın Filistin Safa Haber Ajansı’ndan aktardığına göre Basal, hava koşullarına bağlı olumsuzluklar nedeniyle 4’ü çocuk olmak üzere 17 kişinin aşırı soğuktan hayatını kaybettiğini, diğer can kayıplarının ise bina çökmeleri sonucu meydana geldiğini belirtti.

erf
Gazze şehrinde yağmurlu bir günün ardından su basmış bir çadırda ağlayan yerinden edilmiş Filistinli kadın (Reuters)

Basal, 90’dan fazla konut binasında tehlikeli düzeyde kısmi çökmeler yaşandığını, bunun da binlerce kişinin hayatı için doğrudan tehdit oluşturduğunu söyledi. Basal ayrıca, Gazze Şeridi’ndeki barınma merkezlerinin yaklaşık yüzde 90’ının, sel suları ve yağmur nedeniyle tamamen sular altında kaldığını ifade etti.

Tüm bölgelerde vatandaşlara ait çadırların zarar gördüğünü ve su bastığını kaydeden Basal, bunun binlerce ailenin geçici barınaklarını kaybetmesine yol açtığını; giysi, yatak, döşek ve battaniyelerin zarar görerek halkın insani sıkıntılarını daha da artırdığını vurguladı.

sd
Gazze şehrindeki sahilde kurulan geçici mülteci kampında, annesi çamaşır yıkarken, bir Filistinli çocuk annesinin yanında duruyor. (AP)

Basal, alçak basınç sistemlerinin başlamasından bu yana sivil savunma ekiplerinin vatandaşlardan 5 binden fazla yardım ve imdat çağrısı aldığını aktardı.

sdv
Yoğun yağışlar nedeniyle Gazze'nin merkezindeki ez-Zevayide mahallesinde kısmen suya batmış bir araba (AP)

Uluslararası topluma bir kez daha acil çağrıda bulunan Basal, vatandaşlara yardım ulaştırılması ve acil insani ihtiyaçların karşılanması için derhal harekete geçilmesi gerektiğini söyledi. Çadırların yetersiz kaldığını belirten Basal, ilgili kurum ve uluslararası kuruluşlardan çadır gönderilmemesini talep ederek, derhal ve acil şekilde yeniden imar sürecinin başlatılması, insan onurunu koruyan ve hayatı güvence altına alan kalıcı ve güvenli konutların sağlanması çağrısında bulundu.


Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
TT

Sarı hat, Mısır ile İsrail arasında gerilim yaratıyor

Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)
Gazze Şeridi'nin orta kesimindeki el-Bureyc'de İsrail ordusu tarafından çizilen sarı hat sınırı (Arşiv – AFP)

İsrail medyasında, Binyamin Netanyahu hükümetinin Gazze Şeridi’ndeki uygulamaları nedeniyle Mısır ile İsrail arasındaki gerilimin son dönemde arttığına dair haberler yer alırken, Mısırlı üst düzey bir yetkili Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, “Mısır makamları İsrail’in Şarm eş-Şeyh Anlaşması’nı ihlal eden uygulamalarını tespit etti, bunlara ilişkin bir dosya hazırladı ve Washington’ı bilgilendirdi” dedi.

Mısır’da görev yapmış bazı eski askeri yetkililere göre ise Kahire, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki adımlarını, üzerinde uzlaşılan Trump planından kaçınma girişimi ve sarı hat olarak bilinen bölgede kalıcı bir İsrail askeri varlığı tesis etme çabası olarak değerlendiriyor. Bu durumun Mısır’ın ulusal güvenliğini tehdit ettiği ifade ediliyor.

Sarı hat, 10 Ekim’de Şarm eş-Şeyh’te ABD Başkanı Donald Trump’ın katılımıyla imzalanan ve Gazze savaşını sona erdirmeyi amaçlayan barış planı kapsamında, Gazze Şeridi’ni iki bölüme ayıran bir ayrım hattı olarak tanımlanıyor. Buna göre hat, Filistinlilerin kontrolündeki batı bölgesindeki toprakların yüzde 47’sini, İsrail’in kontrolü altındaki Gazze’nin yüzde 53’ünden ayırıyor. Gazze’deki Filistinlilerin neredeyse tamamının, bu hattın batısındaki bölgeye göç etmek zorunda kaldığı belirtiliyor.

xsdf
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında Gazze barış planını görüşmek üzere bu ayın sonlarında bir zirve yapılması bekleniyor. (AFP)

İsrail Kanal 14 televizyonunun yayımladığı bir raporda, İsrail ordusunun sarı hat olarak bilinen bölgede faaliyet yürüttüğü ve Gazze Şeridi’nin coğrafi yapısını değiştirdiği öne sürüldü. Kanalın aktardığına göre Kahire, bu durumu ‘bölgesel çıkarlarına yönelik doğrudan bir tehdit’ olarak değerlendiriyor. Raporda, söz konusu faaliyetlerin Mısır’ı öfkelendirdiği ve Kahire’nin, Gazze Şeridi’ni ikiye bölmeye, bölgenin demografik ve coğrafi yapısını değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle İsrail’i ABD’ye şikâyet ettiği belirtildi.

Rapora göre Kahire, özellikle İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in sarı hata ilişkin açıklamalarının ardından Gazze’de yaşananları büyük bir endişeyle izliyor. Zamir’in bu hattı yeni bir savunma ve saldırı hattı olarak nitelemesine dikkat çekilirken, İsrail ordusunun kontrolü altında bulunan bölgede tünel altyapısını tahrip etme ve evleri yıkma gibi faaliyetlerinin, Kahire’de Gazze’de uzun vadeli bir askeri varlık tesis edilmesine yönelik hazırlık olarak yorumlandığı ifade edildi. Bu durumun, Mısır’ı Washington nezdinde acil diplomatik girişimlerde bulunmaya sevk ettiği kaydedildi.

Mısır Askerî İstihbaratı eski Başkan Yardımcısı ve İstihbarat Dairesi eski Başkanı Korgeneral Ahmed Kâmil ise Mısır’ın İsrail’in üzerinde uzlaşılan barış planından kaçınma girişimlerine karşı büyük bir öfke duyduğunu belirtti. Kâmil, İsrail’in sarı hattaki hamlelerinin Gazze’de ve Mısır sınırına yakın bölgelerde kalıcı bir askeri varlık oluşturma niyetine işaret ettiğini, bunun da Mısır’ın ulusal güvenliği açısından ciddi bir tehdit oluşturduğunu vurguladı.

uı
Kaynaklar, Mısır'ın Sisi ve Netanyahu arasında bir zirve düzenlenmesi için şartlar belirlediğini bildiriyor. (İsrail medyası)

Kâmil, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Mısır’ın tutumunun ulusal güvenliği ilgilendiren bir dizi temel konuda açık, net ve değişmez olduğunu söyledi. Kâmil, bu tutumun, barışın Mısır dış politikasının temel ve stratejik hedefi olması, Kahire’nin İsrail tarafıyla imzalanan anlaşmalara bağlılığı ve İsrail’in iki taraf arasında imzalanan anlaşmalara saygı göstermesi gerekliliğine dayandığını ifade etti.

Kâmil, Mısır’ın İsrail ile gerilimin düşürülmesine yönelik şartlarının, Gazze anlaşmasının ABD Başkanı Donald Trump’ın girişimi doğrultusunda tüm aşamalarıyla uygulanmasını kapsadığını belirtti. Buna göre, herhangi bir engelleme ya da geçersiz gerekçeler olmaksızın ikinci aşamaya derhal geçilmesi, kalıcı ateşkesin tesis edilmesi ve barış sürecine geçilmesi gerektiğini vurguladı. Ayrıca İsrail’in anlaşmayı eksiksiz uygulaması, mutabık kalınan miktarlarda insani yardımların girişine izin vermesi ve Refah Sınır Kapısı’nın iki yönde açılması şartlarını sıraladı.

Kâmil’e göre diğer şartlar arasında, Mısır’ın Gazze Şeridi sakinlerinin zorla ya da gönüllü göçe zorlanmasını kesin olarak reddetmesi, İsrail’in Batı Şeria’da yerleşim kurulmasına ve bölgenin İsrail’e ilhakına yönelik adımlarına karşı çıkılması, İsrail ordusunun Philadelphia Koridoru da dahil olmak üzere Gazze Şeridi’nin tamamından çekilmesi ve 7 Ekim 2023 sınırlarına dönülmesi yer alıyor. Kâmil, mevcut İsrail varlığının, anlaşmanın aşamalarının uygulanmasına bağlı geçici bir durum olduğunu, sarı hat da dahil olmak üzere tüm hatların fiili ve hukuki geçerliliği olmayan, varsayımsal çizgiler olduğunu ifade etti.

Dördüncü şartın ise Netanyahu ve hükümetinin, Arap Barış Girişimi kapsamında yer alan açık Arap taleplerine ne ölçüde yanıt verdiğiyle ilgili olduğunu belirten Kâmil, bunun; işgal altındaki Arap topraklarından çekilme, iki devletli çözüme onay verilmesi ve Filistinlilerin Gazze ya da Batı Şeria’dan zorla yerinden edilmesinin reddedilmesi gibi başlıkları içerdiğini söyledi. Ayrıca İsrail’in iyi komşuluk ve saldırmazlık yönünde iyi niyet göstermesi, nükleer silah tehdidinden arındırılmış bir bölge oluşturulmasına ilişkin uluslararası taleplerle uyumlu adımlar atması ve bu alandaki uluslararası anlaşmalara katılması gerektiğini vurguladı.

d
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi (ICRC) çalışanlarını, ateşkes anlaşması kapsamında İsrail güçlerinin geri çekildiği ‘sarı hat’ içindeki bir bölgeye götürüyor. (Arşiv – Reuters)

Mısır’ın, ABD ve İsrail’in Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu arasında bir görüşme düzenleme girişimlerine, İsrail’in barış ve bölgesel istikrara dair açık ve uygulanabilir bir girişimde bulunmadan yanıt vermeyeceği değerlendiriliyor.

İsrail medyasının aktardığına göre ABD, Sisi, Netanyahu ve Trump’ın katılımıyla Washington’da üçlü bir zirve düzenlemeyi denedi. Ancak bu girişim, Mısır’ın şartları nedeniyle İsrail açısından ‘kabul edilemez’ bulundu. Aynı raporlarda, Kahire’nin, Trump’ın bu ay sonunda Florida’da Netanyahu ile yapacağı görüşmede İsrail’e yönelik baskı yaparak Gazze’deki adımlarını sınırlaması yönünde rol oynayacağını beklediği kaydedildi.

Mısırlı strateji uzmanı Tümgeneral Semir Ferec, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına büyük önem atfedildiğini ve Trump’ın, adını taşıyan Gazze Barış Planı’nın uygulanması konusunda Netanyahu üzerinde kesinlikle baskı kuracağını söyledi.

Ferec, Mısır’ın pozisyonunun, Trump-Netanyahu zirvesinin sonuçlarına bağlı olarak değerlendirileceğini, ancak aynı zamanda İsrail’in sarı hat ya da Gazze’nin herhangi bir bölgesinde kalıcı askeri varlık tesis etmesini asla kabul etmeyeceğinin açık ve net olduğunu vurguladı. Ferec’e göre Mısır, Netanyahu hükümetinin tüm hareketlerinin, İsrail ordusunun Gazze’nin tamamından çekilmesini öngören barış planını engellemeye yönelik girişimler olduğunun farkında.