Çin önemli bir arabulucu güç haline gelebilir mi?

Pekin, Filistin bataklığına çekilme konusunda temkinli olacak

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP
TT

Çin önemli bir arabulucu güç haline gelebilir mi?

Fotoğraf: AFP
Fotoğraf: AFP

Christopher Phillips

Gazze’deki savaş devam ederken Çin, dikkat çekici bir şekilde sessizliğini koruyor. Bu durum, Çin’in son birkaç yıldır sergilediği tutumla bir tezat oluşturuyor. Nitekim Ortadoğulu güçler, Pekin’in, bölgede ticaret, yatırım ve diplomatik faaliyet hacmini artıran bariz bir rol oynamasına alışmıştı. Sonuç olarak bazı gözlemciler, Çin’in mevcut krizde daha büyük bir rol oynayıp oynayamayacağını merak ediyor.

20 Kasım’da aralarında Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan Âl-i Suud’un da olduğu Arap ve Müslüman liderlerden oluşan bir heyet, çatışmanın bitirilmesine yönelik daha fazla destek için baskı yapmak üzere Pekin’e gitti. Şi Cinping, İsrail’e kendine hâkim olma çağrısı yaptı, Filistinlilerin acılarına kayıtsız olmadığını ifade etti ve durumun kötüleşmesinden ABD’yi sorumlu tuttu. Bununla birlikte Çin, bazılarının görmeyi umduğu türde bir Çin arabuluculuğu sergilemedi. Halbuki mart ayında Suudi Arabistan Krallığı ile İran arasında arabuluculuk yapmış ve bir açılıma vesile olmuştu. Bu atılımın ardından da eylül ayında Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile iki ülkenin daha genişletilmiş BRICS grubuna dahil edilmesinde öncü bir rol oynamıştı. O zamandan bu yana Pekin’in bölgesel arabuluculukta daha belirgin bir rol oynayacağına dair beklentiler arttı.

Gelgelelim ABD başta olmak üzere diğer büyük güçlerin de bildiği gibi arabuluculuk, karmaşık ve belki de tehlikelerle dolu bir diplomatik faaliyettir. Şurası muhakkak ki Çin, zaman zaman kendini aşmaya hevesleniyor. Kendisine dünya çapında ‘dürüst bir arabulucu’ olarak bakılmasının ne kadar değerli olduğunun da farkında. Ancak aynı zamanda gücünün sınırlı olması ve içgüdüsel olarak ihtiyatı elden bırakmaması, Çin’in küresel arabulucu rolü oynama imkânını kısıtlıyor. Gazze meselesinde de çok fazla risk ve çok az olumlu getiri olabilir.

İran-Suudi Arabistan yakınlaşması

Çin’in Ortadoğu’ya olan ilgisi senelerdir artış gösteriyor. Onun gözünde bölgeyi özel bir öneme sahip kılan şey, enerji susuzluğu olabilir. Nitekim Çin, İran ve Suudi Arabistan petrolünün en büyük ve BAE petrolünün de ikinci büyük müşterisi haline geldi. Ekonomik ilişki, karşılıklıydı. Çinli şirketler, sadece Körfez’e değil, Ortadoğu’ya da geniş çaplı yatırımlar yaptı. İsrail, Mısır ve Ürdün de Pekin’le olan ticaretini artırdı. Kahire dışında yer alan Yeni İdari Başkent’teki ikonik kule ve Tel Aviv Metrosu’nun Kırmızı Hattı gibi büyük altyapı projelerinin arkasında da Çinli şirketler vardı. İsrail, Ürdün ve Filistin hariç bölgedeki her bir hükümet, Pekin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne katıldı. Bu büyük ekonomik varlığa karşın bölgeye yönelik artan askerî bir müdahale olmadı.

Çin’in ekonomik varlığı, güçlü bir askerî varlığı getirmedi. ABD’nin aksine Çin’in bölgede yalnızca bir askerî üssü var, o da Cibuti’de

Çin’den ekonomik varlığına karşılık güçlü bir askerî varlık göremiyoruz. ABD’nin aksine Çin’in bölgede yalnızca bir askerî üssü var, o da Cibuti’de. Bu üs de Çin’e, Ortadoğu’dan ziyade Afrika’daki yatırımları ve Hint Okyanusu’ndaki korsanlığın önlenmesi için hizmet ediyor. Bununla beraber ekonomik ortaklığının boyutu, ona nüfuz kazandırdı. Çin’in İran ile Suudi Arabistan Krallığı arasındaki yakınlaşmaya aracılık etme başarısından sonra, 2023 yılına tarihî bir yıl olarak bakılabilir.

Tahran ile Riyad’ın Suriye’den Yemen’e pek çok bölgesel çatışmada birbirine rakip tarafları desteklediği onlarca yıl boyunca yaşanan gerginlik, 2016 yılında iki ülke arasındaki ilişkilerin kopmasıyla sona ermişti. Ancak hem İran’la hem Suudi Arabistan’la güçlü ilişkilere sahip bir devlet olarak Çin’in arabuluculuğu, bu iki bölgesel düşmanı Mart 2023’te ilişkileri yeniden başlatma taahhüdünde bulunmaya sevk etti. O zaman beri de ilişkilerdeki bu açılım genişlemeye başladı. İran, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ileride Tahran’ı ziyaret etme davetini kabul ettiğini bildirdi. Yine kısmen Çin’in çabalarıyla bu iki ülke, BRICS grubuna katılma daveti de aldı.

Çin’in arabuluculuk rolünün artması

Çin’in 2023 yılında Ortadoğu’da oynadığı önemli arabuluculuk rolü, münferit bir hadise değildi. Bu arabuluculuk, ülkenin yıllardır bulunduğu ve bölgede artan ekonomik etkinliği sayesinde kolaylaşan bir dizi müdahalenin taçlandırılması mahiyetindeydi. Bu ilişkilerin tarihi 2004 yılına dayanıyor. O dönemde Çin, Güney Sudan petrolünün ana müşterisi olma konumundan faydalanarak Sudan’ı, BM barış güçlerinin Darfur’da konuşlandırılmasını kabul etmesi yönünde etkiledi. Son dönemlerde Suriye’yle normalleşme konusunda Arap ülkeleri üzerinde de üstü kapalı bir etki gösterdi, ki bu hamle, bu yılın başlarında Suriye’nin yeniden Arap Birliği’ne dahil olmasında rol sahibi oldu.

Çin’in arabuluculuk hevesleri, Ortadoğu’yla sınırlı değildi. Suudi Arabistan ile İran’ın bir araya gelmesinden bir ay önce Pekin, Ukrayna’daki savaşın sona ermesi için de 12 maddelik bir plan ortaya koydu. Ancak Pekin, bölgesel egemenlik ilkesini savunurken, Rusya’ya 2014 yılından bu yana ele geçirdiği topraklardan geri çekilme çağrısında bulunmadı. Ki bu, Kiev’in herhangi bir barış görüşmesinin başlangıç noktası olacak temel talebiydi. Özellikle Washington’daki eleştirmenlere göre bu barış teklifi, ciddi bir arabuluculuk çabasından ziyade, Çin’in çatışmada Rusya’nın tarafını tuttuğu yönündeki iddialardan sıyrılmak için ortaya koyduğu bir girişimdi. Yine de Pekin’in o zamandan bu yana defalarca sunduğu bu teklif, Çin’in kendisini küresel bir arabulucu güç olarak konumlandırdığının bir başka göstergesidir.

fgrtnjtr
ABD Başkanı Joe Biden ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, 15 Kasım’da Kaliforniya’nın Woodside ilçesinde düzenlenen APEC zirvesi münasebetiyle bir araya geldi (Reuters)

Washington, kötümser tutumunda haksız olmayabilir. Zira Çin’in tamamen diğerkâm sebeplerle arabuluculuk yapması pek muhtemel değil. Ukrayna’da bir barış planı ortaya koyması, Rusya’nın güçlü bir müttefiki olarak Pekin’in imajını zedeler belki ama, Ortadoğu’nun en büyük iki petrol ihracatçısı arasında bir anlaşma için arabuluculuk yapmak, ekonomik bakımdan Pekin için mantıklı bir şey. Çünkü bu, bölgesel çatışma yüzünden tedarikin zarar görmesi ihtimalini azaltacaktır. Benzer şekilde Sudan’ı Darfur’da barış güçlerinin varlığını kabul etmeye ikna etmek, güneyden gelen petrol akışını etkileyebilecek daha sert yaptırımların dayatılması ihtimalini azaltabilir. Suriye’yle tekrar normalleşme de Çin’in Ortadoğu’daki ekonomik çıkarlarını etkileyebilecek bölgesel gerilimleri azaltır.

Belki de Washington kötümser tutumunda haklıdır. Zira Çin’in tamamen diğerkâmlıkla arabuluculuk yapması pek muhtemel değil

Arabuluculuğun ekonomik mantığının ötesinde Çin, jeostratejik bir avantaja da sahip. Şöyle ki son yıllarda ABD’yle gerilimler arttıkça Pekin, kendisini Batılı olmayan ve büyüyen bir dünyanın kahramanı olarak sunmaya gayret gösterdi. Bunu yaparken ABD’yi de kendi çıkarlarının peşinde yeni bir sömürgeci güç olarak tasvir ediyordu. Öne çıkan uluslararası çekişmelerdeki arabuluculuk Çin’e kendisini, taraf tutan ve müttefiklerini destekleyen ABD’nin aksine gerçek bir ‘dürüst arabulucu’ olarak gösterme imkânı veriyor. Görünüşe bakılırsa bu, Çin’in küresel sahnede kendisini ABD’ye nazaran müdahaleci olmayan ve daha adil bir alternatif olarak sunma odaklı, daha kapsamlı bir stratejinin bir parçası.

Arabuluculuğun zorlukları

Arabuluculuk her zaman kolay bir başarı sağlamaz. Dahası olumsuz yanları da olabilir. Çin’in Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasını kolaylaştırmadaki başarısı, bunun bariz bir örneğidir. Çin’in gösterdiği diplomatik çabalar, nihai boşlukların kapanması ve hem Riyad’ın hem de Tahran’ın bir anlaşmaya varmaya teşvik edilmesi konusunda hiç şüphesiz önemliydi. Ama bu arabuluculuğun her iki ülkenin de müzakereye zaten meyilli olduğu bir zamanda gerçekleştiğini belirtmek gerekir. Çin’in katılımından önce Irak ve Umman, yıllardır sessiz bir şekilde iki ülke arasında arabuluculuk ediyor ve yavaş da olsa anlamlı bir ilerleme kaydediyordu. Dolayısıyla Pekin, son aşamalarda önemli bir rol oynasa da isteksiz liderleri ikna etmek gibi bir zorlukla yüzleşmedi, zira her iki taraf da zaten müzakere yoluna girmişti. İran, devam eden Amerikan yaptırımlarının yükü altındaydı. Ayrıca 2022-2023 yıllarında Mahsa Amini protestolarının ardından bir iç muhalefetle de karşı karşıyaydı. Suudi Arabistan’ı ve diğerlerini öfkelendiren tüm bölgesel müdahalelerini sonlandırma konusunda isteksiz olsa da bazı alanlarda geri adım atıp uzlaşmaya hazırdı. Öte yandan Suudi Arabistan da yerel ekonomik çeşitliliğini artırmak üzere spor eğlencesi için küresel ve bölgesel bir merkez haline gelmek gibi hedeflerle, 2000’li yıllarda Ortadoğu’da yaşanan çatışmalardan uzaklaşmak istiyordu. İran’la yakınlaşma, komşu Yemen’de istikrarın sağlanmasına da yardımcı olabilirdi. O dönemde Çin, kapıyı tam olarak açmadığı gibi, anahtarı bulmak için büyük bir çaba harcamak zorunda da kalmadı.

Aynı durumu başka yerlerdeki başarılı arabuluculuklarda da görüyoruz. Mesela en meşhur Amerikan arabuluculuğu örneklerinden birini ele alalım: 1979 yılında Mısır ile İsrail arasında yapılan arabuluculukta, iki düşman birbirine çok da uzak olmayan tutumlarla sürece başlamıştı. Mısır, İsrail’i tanıma karşılığında Sina’yı geri almak istiyordu. İsrail de bunu kabul etmeye hazırdı, ancak geri çekilme için belirlenen takvime itiraz etti. Mısır ayrıca, Filistinlilerin haklarının ve barış süreci koşullarının iyileştirilmesine yönelik adımların atılması için de baskı yaptı. Ancak nihayetinde Enver Sedat, kendi nihai hedeflerine ulaşmak için bu konuda taviz vermeye hazırdı. Sedat’ın derdi; Sina’nın iadesi, ABD’den ekonomik destek ve yerel meşruiyetin artırılması idi.

ABD’nin İsrailliler ile Filistinliler arasında başarılı bir arabuluculuk yapamaması, yıllar geçtikçe küresel itibarının zarar görmesine sebep oldu

Öte yandan desteğini aldığı sağcı yerleşim hareketinin muhalefetine rağmen İsrail Başbakanı Menahem Begin de bu güçlü Arap ülkesini Arap-İsrail çatışmasının dışına çıkarmak için Sina’yı gözden çıkarmaya hazırdı. ABD, Camp David’de anlaşmazlıkları gidermek ve uygulanabilir bir anlaşmaya varmak üzere arabuluculuk yapmak için büyük bir çaba sarf etmek zorunda kaldıysa da yine de iki tarafın başlangıçtaki tutumları birbirine çok uzak değildi.

Ama başlangıçtaki tutumlar birbirine çok uzak olduğunda arabuluculuk yapmak daha da zorlaşıyor. ABD de daha sonra, İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü ve sonra Filistin Yönetimi arasındaki müzakereleri defalarca gözetirken bu gerçekle yüzleşti. Oslo’daki ilk anlaşmalardan bu yana İsrail ile Filistin tarafları arasında halen büyük bir mesafe var.

Herhangi bir Filistin devleti, tam egemenliğe sahip olup sınırlarını kontrol edebilecek ve kendi ordusunu kurabilecek mi? Bu devlet hem Batı Şeria’yı hem de Gazze Şeridi’ni kapsayacak mı? Yerleşimlerin akıbeti ne olacak? Peki ya Doğu Kudüs? Filistinli mültecilerin dönüş hakkından ne haber?

sdegr
20 Ekim’de Refah sınır kapısında Gazze’ye gidecek insani yardım tırlarının hazırlanma aşaması

Başından beri müzakere yapan iki taraf arasındaki temel anlaşmazlık noktalarından bazıları olan bu ve diğer konular, Oslo sürecinin rayından çıkmasına, sonra da birçok müzakere girişiminin başarısız olmasına katkıda bulundu. İki taraf üzerindeki nüfuzuna ve gücüne rağmen ABD, uygulanabilir bir anlaşmaya aracılık edemediğinin farkına vardı.

Herhangi bir hükümetin kendisini arabulucu olarak sunmasının tehlikesi de burada yatıyor. ABD’nin İsrailliler ile Filistinliler arasında başarılı bir arabuluculuk yapamaması, yıllar geçtikçe onun küresel itibarını zedeledi. Aslında ABD’nin İsrail’le güçlü ilişkilerinin, bu başarısızlıkta rol oynayan etkenlerden biri olduğu düşünülüyor. Çin gibi rakip ülkeler de bunu, ABD’nin ‘dürüst bir arabulucu’ olma kabiliyetine meydan okumak için kullanıyor.

Dahası 1993’teki arabuluculuk rolü nedeniyle Washington, bugünkü Gazze savaşında da gördüğümüz üzere, şu an başarısız barış sürecinin sonuçlarına ‘katlanıyor’. İsrailliler ve Filistinliler, tüm vaatlerinden ve girişimlerinden sonra ABD’den yolun sonunda varılan trajik durumun çözümünde öncü bir rol oynamasını talep edebilir. Velhasıl, bir arabulucu olarak öne çıktıktan sonra ABD’nin otuz yıl geçse bile, itibarını ciddi anlamda kaybetmeden geri çekilmesi çok zor.  

Çin’in Gazze’deki kararsızlığı

Tüm bunlar, Çin’in neden halen Gazze’de arabuluculuk talebinde bulunmadığının cevabı olabilir. Dışarıdan bakıldığında müzakere teklifinde bulunmak, Pekin için mantıklı görünüyor. Nitekim İsrail’le güçlü ticari ilişkileri var. Filistin ekonomisindeki doğrudan katılımı daha az olsa da hem Filistin Yönetimi’nin ana destekçisi (Körfez ülkeleri) hem de Hamas’ın ana destekçisi (İran) ile yakın ilişkilere sahip. Teorik açıdan Çin, arabuluculuk için bu nüfuzu kullanabilir. ABD’nin otuz yıl boyunca başaramadığı şeyi başarırsa da bu ona büyük bir uluslararası şöhret kazandıracaktır.

Gelgelelim bu, ‘açık bir kapı’ değil ve savaşan taraflar birçok konuda halen taban tabana zıt. Üstelik Çin’le artan ticaretine rağmen İsrail, ABD safında kalmayı sürdürüyor. Pekin’in aracılık ettiği bir anlaşmaya varmak için de oradan vazgeçmeyecektir.

Çin öyle ya da böyle zorlukların üstesinden gelip de başarılı bir arabuluculuk yaptı diyelim. Ama o zaman da anlaşmanın ‘sahibi olacak’ ve ABD’nin 1993 yılından beri yaptığı gibi bu anlaşmanın yürütülmesinden sorumlu tutulacak.

Pekin, Filistin bataklığına çekilme konusunda temkinli davranacaktır. Bu, Çin’in son birkaç on yıldır benimsediği uluslararası stratejisiyle de bir çelişki arz eder. Zira Pekin, dış ortaklıklarında temkinlilik ve yüksek seçicilik hali gösterdi. O genelde sadece ekonomik veya diplomatik getiri sağlayabilecek alanlara yatırım yapıyor. Bu durum, arabuluculuğa, başarı sağlanma ihtimali yüksek ve canlı ekonomik ve stratejik faydalar sağlayacak alanlarda, sadece bir taktik olarak başvurulması gibi bir sonuç getirdi. Şurası kesin ki Pekin, arabuluculuğu yeni bir öğreti olarak benimsemedi. Bu yüzden de yalnızca Çin için açık bir fayda barındırdığında arabuluculuk yapmayı teklif eder. 

Şu an Gazze, riskten uzak duran Çin için oldukça riskli görünüyor. O yüzden Pekin, muhtemelen bu meseleden bariz bir şekilde uzak duracak.

Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Netanyahu ‘ateşkes’ müzakerelerine rağmen neden İsrail ordusundan Gazze'yi işgal planı yapmasını istiyor?

Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
TT

Netanyahu ‘ateşkes’ müzakerelerine rağmen neden İsrail ordusundan Gazze'yi işgal planı yapmasını istiyor?

Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)
Netanyahu, Kabinet toplatısına başkanlık ederken (Arşiv - DPA)

Hamas Hareketi ve İsrail’den müzakereciler Katar’ın başkenti Doha'da Gazze'de ateşkes konusunda dolaylı müzakerelere başlamaya hazırlanırken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ordusundan Gazze'yi işgal etmek için bir plan hazırlamasını istedi.

Netanyahu'nun adamları, cumartesi akşamı savaşı yönetmek için yapılan güvenlik toplantılarında yaşananları sızdırdılar. Toplantıda şiddetli tartışmalar, bağırışmalar ve masaya vurmalar yaşandığını söylediler. Ayrıca Başbakan’ın Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir'e Gazze'yi işgal etmek için bir plan hazırlamasını ve ateşkesin ilan edilmesi muhtemel görünen Washington ziyaretinden döndükten sonra kendisine sunması talimatı verdiğini aktardılar.

İsrailli analistler bu sızıntının amacına ilişkin farklı görüşlere sahipler. Bazıları, bunun sadece ‘Hamas liderliğine Doha turunda önerileri kabul etmesi için son anda baskı yapmayı amaçladığını’ bazıları ise Netanyahu'nun ‘hükümetin kendisine Gazze'yi işgal etmesi ve Filistinlilere karşı şiddetli operasyonlarının dozunu artırması için baskı uyguladığını sızdıran ordu kademesine öfkesini göstermeyi amaçladığını’ söylediler.

Üçüncü bir analist grubu ise bu gidişatın ‘hükümetin ateşkesi reddetme tutumunun gerçeğini’ yansıttığı görüşündeydi.

Birden fazla sebep

Ancak tüm bu nedenlerin bir araya gelmesi Netanyahu'nun Zamir'den taleplerinin arkasında yatan neden gibi görünüyor. Netanyahu, Hamas'a baskı uygulayarak kalıcı ateşkes şartından vazgeçmesinin yanı sıra (Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich’in temsil ettiği) Dini Siyonizm akımının hükümetten çekilmemesi için işgal ve sürgün tehdidini masada tutmak ve böylece sağcı tabanını memnun etmek istiyor.

Jfkfjf
İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Kudüs'ün eski kentinde dolaşıyor (Arşiv - Reuters)

Son olarak Netanyahu, ordunun kendini savunma konumunda kalmasını istiyor ve başarısızlıkla suçlanmaktan korkuyor. Ayrıca, ABD Başkanı Donald Trump’a da Netanyahu’nun kendisi gibi ‘sadece güç yoluyla barış istediği’ mesajını veriyor.

Toplantıda neler oldu?

Toplantı, ateşkes anlaşmasına varılamaması durumunda askeri planların görüşülmesi üzerineydi. İsrail merkezli televizyon kanalı Kanal 12'nin haberine göre toplantı, İsrail ordusunun ‘Gideon'un Arabaları Operasyonu’nun hedeflerine ulaşmaya yaklaştığını açıklamasının ardından, ‘savaşın, rehineleri kurtarma ve Hamas'ı hezimete uğratma hedeflerini gerçekleştirmek amacıyla siyasi düzeyde sunacağı çeşitli olasılıkların ve planların ortaya çıkmasının ardından gerçekleşti.

Kanal 12, toplantıda Başbakan Netanyahu ile Genelkurmay Başkanı Zamir arasında sert bir tartışma yaşandığını, bakanlar Ben Gvir ve Smotrich'in ise başbakanı desteklediğini bildirdi.

Ben Gvir ve Smotrich'in Genelkurmay Başkanı'nı siyasi düzeydeki tavsiyeleri uygulamamakla suçladığını aktaran Kanal 12, Genelkurmay Başkanı'nın ise “Gazze'de oyalanacak zaman yok... Sözlerinize dikkat edin. Savaşlarda askerler ölüyor” şeklinde yanıt verdiğini kaydetti.

Toplantı sırasında Netanyahu'nun sesini yükselterek masaya yumruğunu vurduğunu ve Gazze halkı için geniş çaplı bir tahliye planı hazırlanarak onların Gazze'nin güneyine yerleştirilmesini talep ettiğini iddia eden Kanal 12’ye göre Netanyahu, “Taviz vermeyeceğim. Hamas hiçbir koşulda Gazze'de kalmayacak” dedi.

Kanal 12 ayrıca Genelkurmay Başkanı Zamir’in İsrail'in Gazze halkı üzerinde kontrolünü sürdürmesine karşı çıktığını ve kontrolün kaybedileceği konusunda uyardığını bildirdi.

İsrail Genelkurmay Başkanı toplantıda, “Askeri yönetim mi istiyorsunuz? İki milyon aç ve aşağılanmış insanı kim yönetecek?” diye sordu. Bunun üzerine Netanyahu yüksek sesle “Ordu ve İsrail Devleti” yanıtını verdi ve ardından “Askeri yönetim istemiyorum, ancak Hamas'ı hiçbir şekilde kabul etmeyeceğim” diye ekledi.

Zamir, Netanyahu'nun sözlerine “Bunu konuşmalıyız, bu konuda anlaşamadık. Aç ve öfkeli insanları kontrol etmek, kontrolün kaybedilmesine ve ordunun saldırıya uğramasına yol açabilir” diye yanıt verdi. Zamir ayrıca, bu planın İsrail ekonomisi ve toplumu üzerinde muazzam etkileri olacağını ve düzenli ve yedek kuvvetlerin konuşlandırılması açısından büyük kaynaklar gerektireceğini belirtti.

Netanyahu, toplantı sırasında Zamir'den, ABD Başkanı Donald Trump ile Gazze ve İran konusunda görüşmeler yapmak üzere Washington'a gittikten sonra geri dönene kadar Gazze Şeridi için tahliye planı hazırlamasını istedi. Netanyahu, hafta sonuna kadar Washington'da kalacak.

Zafer pozu arayışı

İsrail ordusu Gazze'deki operasyonlarını korkunç bir şekilde yoğunlaştırdı. Çünkü savaşı güçlü bir zafer pozuyla bitirmek istiyor.

Şimdiye kadar onun Lübnan, Suriye ve İran cephelerinde ‘başarılı’, ancak Gazze cephesinde ‘başarısız’ olduğu yönünde bir tablo ortaya çıktı. Savaşın Hamas'a ağır darbeler indirilmeden sona ermesini hayal edemeyen İsrail ordusu, Gazze'de şimdiye kadar elde ettiği başarıların hükümet tarafından siyasi kazanca dönüştürülmesi için yeterli olduğuna inanıyor.

Netanyahu’nun öfkesinin sebebi de tam olarak bu eğilim. Çünkü bu durum topu kendi sahasına atıyor. Oysa sorumluluğu başkalarına yükleme konusunda gerçek bir usta olan Netanyahu 7 Ekim 2023’ten bu yana görevden aldığı çoğu komutan ve güvenlik yetkilisiyle de aynısını yapmıştı.

Hem Netanyahu hem de Zamir, Hamas'ın İsrail askerlerinin hayatına kasteden operasyonlarını sürdürmesinden dolayı bir miktar hayal kırıklığı yaşıyor. Halbuki Hamas büyük suikastlara uğramış, kalesi olan Gazze ile halkı katliama ve yıkıma maruz kalmıştı.

Kcjfj
Gazze'de yaralanan bir İsrail askerini taşıyan İsrail Hava Kuvvetleri askerleri, Ocak 2024 (AFP)

Ancak Genelkurmay Başkanı Zamir, Gazze'deki başarısızlıkları diğer cephelerdeki kazanımlarla telafi etmenin mümkün olduğunu düşünüyor. Savaşı bu aşamada sona erdirmeyi tercih eden Zamir, “Gazze'de kalmak bir kumar ve dünyanın en güçlü orduları bile işgalci örgütlerle savaşamaz” diyor.

Bununla birlikte Zamir, farklı bir görüşe sahip olsa bile siyasi liderliğin emirlerine uymaya hazır olduğunu söyledi.

Sızıntılar öfkeye neden oldu

Ancak sorun şu ki, Netanyahu'nun hükümetteki arkadaşları, sadece Ben-Gvir ve Smotrich değil, Likud Partisi’nden milletvekilleri ve bakanlar da Netanyahu'nun açıklamalarıyla yetinmiyor ve bunları Beyaz Saray'da olacakları örtbas etme girişimi olarak görüyorlar.

Bu yüzden pazar günü Zamir ve Netanyahu'yu eşit şekilde eleştiren açıklamalarda bulunan Smotrich, “Kabinet’ten sızdırılan bilgiler, devletin güvenliğini tehdit eden kabul edilemez bir durumdur ve buna bir son verilmeli” ifadelerini kullandı.

Jgjfj
Netanyahu ve Smotrich Kabinet toplantılarından birinde (Reuters)

İsrail Maliye Bakanı Smotrich, eleştşirilerini şöyle sürdürdü:

“Gerçek şu ki tüm cephelerdeki büyük başarılara rağmen, insani yardımların Hamas'a ulaşmasını engellemek konusunda Genelkurmay Başkanı görevini yerine getirmiyor ve siyasi liderliği Hamas'a yardım ulaştırmaya zorluyor. Bu yardımlar savaş sırasında düşmanın lojistik tedarikine dönüşüyor. Tüm saygımla, eleştirilerim aynı zamanda savaşın sürdüğü aylar boyunca siyasi düzeyde alınan kararları uygulamaya koyamayan ve ordunun üst düzey komutanlarına dayatamayan Başbakan’a da yöneliktir. Bu kararlar, Hamas'ı ortadan kaldırmak ve rehineleri geri almaktı.”