İsrail, Hamas ile yapılan müzakerelerin 'çıkmaza' girdiğini duyurduhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/4703951-i%CC%87srail-hamas-ile-yap%C4%B1lan-m%C3%BCzakerelerin-%C3%A7%C4%B1kmaza-girdi%C4%9Fini-duyurdu
İsrail, Hamas ile yapılan müzakerelerin 'çıkmaza' girdiğini duyurdu
Hamas tarafından serbest bırakılan bir esir (AA)
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Hamas ile yapılan Katar’daki dolaylı müzakerelerin “çıkmaza girmesi” nedeniyle İsrail Dış istihbarat Servisi Mossad Başkanı David Barnea’nın ülkesine geri dönmesi talimatı verdiği bildirildi.
Başbakanlık Basın Ofisinden yapılan yazılı açıklamada, Katar’ın başkenti Doha’da Hamas ile yapılan dolaylı müzakerelerin “çıkmaza girdiği” belirtildi.
Bunun üzerine Netanyahu’nun Mossad Başkanı Barnea ve ekibinden İsrail’e geri dönmelerini istediği ifade edildi.
Açıklamada, varılan mutabakatta Hamas’ın elindeki İsrailli esir çocuk ve kadınların tamamının serbest bırakılması kısmını yerine getirmediği öne sürüldü.
İsrail basınında çıkan haberlerde, Mossad’dan bir heyetin Katarlı yetkililerle Gazze’de 24 Kasım’da başlayan ve dün sona eren “insani aranın” yeniden başlatılmasını görüşmek için Doha’da olduğu kaydedilmişti.
Üç kapalı siyasi konfederasyon Irak sahnesini şekillendiriyorhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5222547-%C3%BC%C3%A7-kapal%C4%B1-siyasi-konfederasyon-irak-sahnesini-%C5%9Fekillendiriyor
Üç kapalı siyasi konfederasyon Irak sahnesini şekillendiriyor
Bağdat'taki Yeşil Bölge yakınlarında bir protesto, 27 Şubat 2023 (AFP)
Rüstem Mahmud
Son genel seçimlerin ardından, kazanan listeler üç “büyük” siyasi bloğa ayrıldı. Her blok, kendisini Irak'taki üç büyük yerel grubun (Şii, Sünni ve Kürt) yetkili temsilcisi olarak tanımlıyor ve belirliyor. Bloklar, siyasi temsilcileri aracılığıyla bu gruplar arasında yönetim merkezlerini ve kurumlarını yeniden düzenlemeyi amaçlıyor; bu da Irak siyasi sisteminin bu gruplar ve topluluklar arasında daha köklü bir “siyasi/yerli konfederasyona” doğru ilerlediğini gösteriyor.
Kapalı halkalar
Seçim sonuçlarının açıklanmasının hemen ardından, Irak'taki tüm Şii siyasi güçleri kapsayan siyasi bir ittifak olan “Koordinasyon Çerçevesi”, meclisteki “en büyük bloğu” kurmayı başardığını ilan etti. Yeni hükümeti kurma “hakkının” altını çizdi. Ancak Çerçeve'nin bu acelesi, mevcut Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani'nin “ulusal ve yerel bölünmeleri aşan” bir meclis bloğu oluşturma olasılığının önünü kesmeyi amaçlıyordu. Son seçimlerde “İmar ve Kalkınma Koalisyonu” listesi birinci olan Sudani, Çerçeve içindeki bazı güçleri yanına çekmeden bu bloğu kurmayı başaramazdı ve bunun zor olduğunun ortaya çıkması, onu bu siyasi/mezhepsel ittifaka katılmaya itti..
Bunun ardından, seçimlerde başarılı olan Sünni güçler, kazanan dört Sünni seçim listesini kapsayan bir şemsiye örgüt olan Ulusal Siyasi Konsey'in kurulduğunu açıkladı. Bu listeler şunlardı; eski meclis başkanı Muhammed el-Halbusi liderliğindeki Tekaddum (İlerleme) Partisi, yükselen siyasetçi Musanna el-Samarrai liderliğindeki Azm İttifakı, mevcut Savunma Bakanı Sabit el-Abbasi ile bağlantılı Hasm İttifakı ve Hamis el-Hancar liderliğindeki Egemenlik İttifakı. Konseyin kuruluşunu duyuran ortak bildiride aynen şu ifadeler yer aldı: “Toplanan liderler çeşitli siyasi gelişmeleri ele aldılar ve genel olarak ülkenin ve özel olarak kendi illerinin karşı karşıya olduğu meydan okumaların niteliğini incelediler. Siyasi ve sosyal istikrarı korumak, anayasal hakları garanti altına almak ve devlet kurumlarında temsili artırmak için çabaları birleştirmenin ve ortak bir vizyon kapsamında faaliyet göstermenin önemini vurguladılar.”
Bunun yanı sıra, Irak'taki iki ana Kürt partisi olan Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB), 2005-2017 yılları boyunca yürürlükte olan Stratejik Anlaşmayı yeniden canlandırma çabalarını yoğunlaştırdı. İki parti, yerel seçimlerin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Irak Kürdistan Bölgesi'nde yerel bir hükümet kurmayı başaramadı. Bazı Sünni siyasi figürler, Kürt güçlerine meclis başkanlığının verilmesi karşılığında cumhurbaşkanlığı makamının Kürtlerden geri alınması olasılığına dair imalarda bulundu. Keza özellikle muhalif Kürt partilerinin kazandığı sandalye sayısındaki belirgin düşüşün ardından kamuoyu baskısı arttı. Dahası, Koordinasyon Çerçevesi güçlerinin bir Kürt tarafını diğerine tercih etmeye çalıştığına dair işaretler öne çıktı. Tüm bu faktörler, iki partiyi birleşik bir Kürt siyasi cephesi oluşturmak için ikili ittifak girişimlerini yeniden canlandırmaya itti.
Mevcut “kapalı siyasi/sivil bloklar” yapısına dayanarak, üç taraf cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı konusunda müzakereler yürütecek. Her grup bir aday sunacak ve bunlar daha sonra diğer bloklar tarafından doğrudan onaylanacak
Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin, BM Genel Sekreteri António Guterres, Irak Başbakanı Muhammed Şiya Sudani, Meclis Başkanı Mahmud el-Meşhadani ve Hikmet Akımı lideri Ammar el-Hekim, Bağdat'taki Hükümet Sarayı'nda, 13 Aralık 2025 (AFP)
El-Majalla’ya verdiği röportajda, KYB yetkilisi Mahmud Hoşnav, Kürt güçlerinin bu konuda neden şimdiye kadar Şii ve Sünni muadilleri gibi olamadığını şöyle açıkladı: “Sorun, iki Kürt partisi arasında bölgesel siyasi ilişkiler ve bölgesel güvenlik konularında yaşanan temel anlaşmazlıkta yatıyor. Bu iki konu, Kürt Cephesi’nin kolayca kurulmasını engelliyor, oysa bu birlik 1980'lerden itibaren Kürt sorunu konusunda mutlak bir fikir birliğine dayalı olarak var olmuştu. Örneğin, Sünni güçler bazı iç meselelerde (ekonomi, hizmetler ve bölgesel sorunlar) aralarında bölünmüş ve hatta çatışma halinde olsalar bile, bölgesel sahneye ilişkin vizyonlarında hem siyasi hem de güvenlik açısından tamamen aynı doğrultudalar. Bu fikir birliğinin ülkedeki Sünni topluluğun yüksek çıkarına olduğunu düşünüyorlar. Aynı vizyona sahip bazı bölgesel güçler de bu görüşü paylaşıyorlar. Dolayısıyla bu bölgesel güçler, Sünniler arasında fikir birliğine öncelik veriyor ve bunun için baskı yapıyorlar çünkü bunu kendi çıkarları için en iyisi olarak görüyorlar. Bu durum Şii güçler için de geçerli, ancak iki ana nedenden dolayı Kürt çevrede uygulanamıyor. Birinci neden, İran ve Türkiye tarafından temsil edilen bölgesel güçlerin, Kürt partiler üzerinde nüfuz kazanmak için birbiri ile yarışması ve her birinin bir büyük Kürt partisini diğerine tercih etmeye çalışmasıdır. İkincisi, bu bölgesel güçlerin Kürtlere siyasi olarak düşmanca davranması ve Kürt siyasi birliğinde kendileri için hiçbir fayda görmemesidir. Bu koşullarda, Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı'nın, sahip olduğu sorumluluklar ve konumunun kendisine sunduğu yasal yetkiler göz önüne alındığında, ortaya çıkan boşluğu doldurabilecek bir rol oynaması bekleniyor. Sadece belirli bir partinin lideri olarak değil, Kürt halkı için birleştirici bir figür olarak hareket edebilecek kapasitede olan Başkan Neçirvan Barzani'nin kişiliği de bunu destekliyor. Bu henüz gerçekleşmedi, ancak potansiyel olarak bir Kürt çerçevesi veya konseyi kurmanın tek mekanizması bu.”
Net bir kota sistemi
Mevcut kapalı siyasi/sivil bloklar yapısına dayanarak, üç taraf üç düzeyde, üç egemen başkanlık makamı yani cumhurbaşkanlığı, başbakanlık ve meclis başkanlığı için müzakereler yürütecek. Her grup bu pozisyonlardan biri için bir aday gösterecek ve diğer bloklar bunları daha sonra doğrudan onaylayacak. Gözlemcilere göre bu, ülkedeki siyasi hayatı uzun bir süre boyunca aksatabilir ve felç edebilir. Zira Koordinasyon Çerçevesi Güçleri, kendilerine temelden karşı çıkan bazı Kürt ve Sünni şahsiyetlere karşı hassasiyetleri nedeniyle ve İran'ın Irak'taki ana egemen kurumlar konusunda “kabul edilebilir bir oluşum” olarak gördüğü, talep ettiği şeyi uygulamak için cumhurbaşkanlığı ve meclis başkanlığı adaylarına kısıtlamalar ve koşullar getirebilir. Ancak, Koordinasyon Çerçevesi içindeki aynı güçler, başbakan adaylarına yönelik herhangi bir Kürt veya Sünni muhalefeti kabul etmeyecektir ve bu da Kürt ve Sünni siyasi çevrelerinde sorunlara yol açabilir. Aynı durum diğer önemli pozisyonlar için de geçerli. Geleneksel olarak, Irak'taki çeşitli bakanlıklar, bağımsız kurumlar, özel kademeler ve üst düzey görevler ana siyasi güçler arasında paylaştırılır. Ancak, bu pozisyonlar artık bu blokların doğası gereği yerel gruplardan birine tahsis edilmek zorunda.
Irak'ın özel deneyimi sebebiyle, yerel gruplar arasında güç paylaşımına dayalı kota sistemi, 2003'ten sonra ABD tarafından Irak'ta kurulan siyasi sistemin temel bir unsuruydu
Irak'ın Kerbela kentindeki bir kampta düzenlenen mezuniyet töreninde Haşdi Şabi Güçleri, 30 Ağustos 2019 (Reuters)
İkinci müzakere düzeyi, ülkenin genel politikaları, özellikle güvenlik ve dış/bölgesel politikalarıyla ilgili. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre Koordinasyon Çerçevesi, ülkedeki en büyük siyasi bloğu ve en büyük yerel grubu temsil ettiği için bu bağlamda iki ana sabiteye vurgu yapacaktır. Birincisi, Haşdi Şabi Güçleri'nin dağıtılmasını veya fonlarının, silahının veya kamu hayatındaki rolünün azaltılmasını önlemektir. Koordinasyon Çerçevesi içindeki güçler için Haşdi Şabi, kamu hayatı üzerindeki siyasi ve sosyal egemenliklerini pekiştirmenin bir aracı ve Koordinasyon Çerçevesi içindeki grupların gücünün ve dayanışmasının dağılması olasılığına karşı bir kale görevi görüyor. İkinci sabite ise İran ile Irak içindeki rolünü ve etkisini koruyan özel siyasi, güvenlik ve ideolojik ilişkiyi sürdürmektir. Sünni ve Kürt güçlerin, sahadaki siyasi gerçekler göz önüne alındığında, bu dayatmaları kabul etmekten başka seçeneği yok. Zira Koordinasyon Çerçevesi tarafından temsil edilen siyasi/sosyal çoğunluk, Irak'ın yönünü belirleme hakkına sahip olduğuna inanırken, son yıllarda olduğu gibi Irak'ın geleneksel bölgesel çatışmaların dışında kalmasını da kabul etmiyor.
İki başarısız siyaseti sivilleştirme deneyi
Irak'ın özel deneyimi sebebiyle, yerel gruplar arasında güç paylaşımına dayalı kota sistemi, 2003'ten sonra ABD tarafından Irak'ta kurulan siyasi sistemin temel bir unsuruydu, ancak hiçbir zaman bu düzeyde net ve sıkı bir şekilde kapalı olmamıştı. Irak anayasası, Irak'ın etnik yapısındaki çeşitliliği kabul etti ve totaliter bir diktatörlüğün yeniden kurulmasını önlemek için uzlaşmanın gerekliliğini vurguladı. Bu arada, o dönemde etkili olan güçler, ülkedeki üç ana egemenlik makamını kendi aralarında paylaştılar.
Zamanla ve 2007'den sonra mezhepsel çatışmaların tırmanması, yerleşik bir siyasi gerçekliğe dönüşmesiyle birlikte, mezhepçilik, Irak siyasi sahnesindeki en dinamik güç haline geldi
Zamanla ve 2007'den sonra mezhepsel çatışmaların tırmanması, Irak'ın geniş bölgelerinin ister terör örgütleri ister belirli siyasi akımlara bağlı gruplar şeklinde olsun radikal örgütler tarafından kontrol altına alınmasının ardından, bu çatışmaların yerleşik bir siyasi gerçekliğe dönüşmesiyle birlikte, mezhepçilik, Irak siyasi sahnesindeki en dinamik güç haline geldi. Bu durum, özellikle Kerkük, ihtilaflı bölgeler ve IKBY’nin topraklarında petrol çıkarma ve ihraç etme hakkı gibi son derece hassas konularla ilgili olarak IKBY ile Irak federal hükümeti arasında yaşanan yoğun anlaşmazlıklarla eş zamanlı geldi. Bu da mezhepçi çatışma ile milliyetçi çatışmanın iç içe geçmesine neden oldu. Bu durum, dönemin ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden tarafından önerildiği gibi, Irak'ın Şii, Sünni ve Kürt olmak üzere üç konfederasyon bölgesine bölünmesi ve her birinin iç işlerini neredeyse tamamen özerk bir şekilde yönetmesi, Bağdat'ın ise onları birleştirmede sadece sembolik bir rol oynaması yönündeki çağrıları körükledi. Ancak bu öneri, güçlü bölgesel ve iç muhalefetle karşılandı.
Eski Irak başbakanı İyad Allavi, Bağdat'ta Reuters’a bir röportaj veriyor, 17 Nisan 2017 (Reuters)
Bu acı dolu Irak sürecinde, İran'ın çürütmek için çok çalıştığı, genel kalıptan sapan iki deneyim yaşandı. 2010 yılında, eski başbakan İyad Allavi, mezhepsel, etnik ve bölgesel hassasiyetleri aşan bir liste olan “Irak Listesi” aracılığıyla en fazla oyu ve sandalyeyi (meclisteki 325 sandalyeden 91'ini) almayı başardı. Ancak, o dönemde Federal Mahkeme tarafından sunulan tuhaf bir hukuki yorum aracılığıyla İran'ın yoğun baskısı, yeni hükümeti kurmasını engelledi. Bu yorum, “meclisteki en büyük blok” tanımını, en çok sandalye kazanan blok değil, ilk meclis oturumunda varlığını kanıtlayan blok olarak belirleyerek, mezhepçiliği yeniden birincil siyasi faktör olarak belirledi.
Diğer deneyim 2018 seçimlerinin ardında yaşandı; Sadr Hareketi, KDP ve Tekaddum (İlerleme) Partisi ile birlikte “Üçlü İttifak” olarak bilinen bir oluşum kurdu. Bu ittifak o dönemde meclisteki sandalyelerin yarısından fazlasına sahipti ve mezhepsel ve etnik hassasiyetleri aşmıştı. Ancak, Haşdi Şabi Güçleri aracılığıyla uygulanan açık İran baskısı, gerilimi doruk noktasına taşıdı. Bu baskı, ülke genelinde Sadr destekçileriyle doğrudan bir çatışmayı tetikleme tehdidi oluşturdu ve IKBY ile Tekaddum Partisi genel merkezlerine yönelik tekrarlanan bombalamalara yol açtı. Sonuç olarak, bu ittifak mezhepçi bloklar lehine dağıldı.
Majalla'ya konuşan araştırmacı Muhammed Kalaş bu yeni konumlanma hakkında şunları söyledi: “Irak siyaset dünyasının yeni yapısına göre kapalı siyasi blok, yönetimin, devlet kurumlarının ve yönetim organlarının biçimini belirlediği sürece, seçim sonuçları ne olursa olsun Irak'taki herhangi bir genel seçim önemsizdir. Zira gerçekte, Irak'ta genel politikaları, yönetimin biçimini belirleyen veya yasalar çıkaran bir meclis yoktur. Bunun yerine, bu konuları tartışan ve karara bağlayan siyasi topluluklar vardır; meclis ise bu kararları kamuoyuna sunmak için yasal bir vitrin görevi görmektedir. Bir diğer sorun ise, siyasi sahnede ve yönetim araçlarında siyasi çoğunluğun yerini yerel çoğunluğun almasıdır. Bu, ülkenin diğer bileşenleri üzerinde bir tür mezhepsel ve etnik hegemonyayı dayatırken, demokratik sistemlerde siyasi çoğunluk aktif gücü oluşturur, ancak yalnızca anayasa ve medeni kanunlarla tanımlanan zaman dilimi ve yetkiler dahilinde.”
*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.
Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yılhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5222389-suudi-arabistan-siyasi-%C3%A7%C4%B1karlar%C4%B1n-ve-savunma-i%C5%9F-birli%C4%9Finin-g%C3%BC%C3%A7lendi%C4%9Fi-bir-y%C4%B1l
Suudi Arabistan... Siyasi çıkarların ve savunma iş birliğinin güçlendiği bir yıl
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman için Beyaz Saray'da düzenlenen karşılama töreninden, Kasım 2025 (AFP)
Suudi Arabistan’ın 2025 yılı politikaları, ülkenin çıkarlarını ön plana çıkararak uluslararası sahnede güvenilir bir arabulucu olarak konumlanmasını sağladı. Bu kapsamda, Gazze Şeridi’ndeki savaşı durdurma çabaları, zorla yerinden etmeye karşı duruş, iki devletli çözüm ve Filistin devletinin kurulması yönündeki destek, Suriye’ye yardım ve bölgesel kolektif güvenliğin, özellikle de Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) güvenliğinin güçlendirilmesi öne çıktı. Aynı zamanda ABD ve diğer büyük güçlerle iş birliğinin derinleştirilmesi de dikkat çekti.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve ABD Başkanı, Trump'ın Krallığa yaptığı son ziyaret sırasında iki taraf arasında imzalanan anlaşmalardan bir kare (Getty)
ABD Başkanı Donald Trump’ın mayıs ayında Suudi Arabistan’a yaptığı ve Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın kasım ayında ABD’ye gerçekleştirdiği tarihi ziyaretler, Riyad’ın 2025 yılında sahip olduğu istisnai uluslararası konumu gözler önüne serdi.
Ortadoğu’yu ‘harika bir şafak’ bekliyor
ABD Başkanı, Riyad’da, Suudi Arabistan Veliaht Prensi’nin liderliğini övdü ve “Veliaht Prens, güçlü müttefiklerimizi en iyi temsil eden isimdir” dedi. Ortadoğu’yu ‘harika bir şafağın’ beklediğini belirten Trump, Suudi Arabistan’ı ‘dünyanın kalbi’ olarak nitelendirirken, Riyad’ın küresel iş dünyasının merkezi olma yolunda olduğunu vurguladı.
Veliaht Prens’in Washington ziyareti sırasında iki ülke, Stratejik Savunma Anlaşması’nın da dahil olduğu geniş bir anlaşma paketini imzaladı. Bu, Suudi Arabistan’ın 2025 yılında imzaladığı ikinci savunma anlaşması oldu. Paket ayrıca savunma sanayi satışları, sivil nükleer enerji iş birliği, yapay zekâ stratejik ortaklığı, uranyum ve metallerin tedarik zincirlerinin güvenliğini kapsayan stratejik çerçeve ile yatırım hızlandırma gibi alanları da içerdi.
ABD Başkanı, Suudi Arabistan’ı NATO dışı ‘başlıca müttefik’ olarak ilan ederken, Suudi tarafının müzakere yeteneklerini övdü.
Suriye'nin toparlanmasına destek olmak
2025 yılında Gazze Şeridi’ndeki savaş dünya gündeminde en üst sırada yer alsa da, Suriye dosyasındaki köklü değişim adımları, Suudi Arabistan’ın bu dönüşümü desteklemede aktif bir rol üstlenmesine yol açtı. Bu adımlar, Suriye’nin toparlanmasına, yeni liderliğinin uluslararası alanda tanınmasına ve desteklenmesine katkı sağladı.
Suudi Arabistan Kraliyet Divanı Danışmanı başkanlığındaki bir heyetin Şam’ı ziyaret etmesi ve Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ile görüşmesi sonrasında, Suudi Arabistan Suriye’ye desteğini başlattı. Hava ve kara köprüleri aracılığıyla halkın yardımına koşan Riyad, insani, tıbbi ve kalkınma projelerini de sürdürüyor; yıl sonunda bu projelerin sayısı 103’ü aşarak toplam maliyeti yaklaşık 100 milyon doları bulacak.
Mayıs 2025'te Riyad'da gerçekleşen Suudi-Amerikan-Suriye üçlü toplantısından bir kare (SPA)
Suudi Arabistan, 2025 boyunca Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera’yı üç kez ağırladı. Ayrıca Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın doğrudan talebiyle ABD’nin Suriye’ye uyguladığı yaptırımların kaldırılmasına öncülük etti. Suriye’nin Dünya Bankası’na olan 15 milyon dolarlık borcunu karşıladı ve Katar ve Birleşmiş Milletler (BM) ile ortak bir girişimle hükümet çalışanlarının maaşlarının bir kısmını ödedi.
Buna ek olarak Suudi Arabistan bölgede İsrail’in ihlallerine karşı tutumunu sürdürdü. Üst düzey yetkililer aracılığıyla, İsrail’in Suriye, Katar ve İran gibi ülkelerin egemenliğini ihlal eden uygulamalarını reddettiğini defalarca vurguladı.
‘Filistin davasının tasfiyesi’ ile yüzleşmek
Riyad, ‘Filistin davasının tasfiyesine’ karşı durdu. Veliaht Prens Muhammed bin Selman da bu duruşu ‘açık ve kesin bir şekilde’ teyit etti. Suudi Arabistan’ın Filistin devleti kurulmadan İsrail ile ilişkiler tesis etmeyeceğini belirtti ve Riyad’ın bu konudaki tutumunun ‘değişmez, müzakere edilemez ve siyasi oyun konusu yapılamaz’ olduğunu ifade etti.
Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Faysal bin Ferhan ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Eylül 2025'te New York'taki Birleşmiş Milletler merkezinde düzenlenen "iki devletli çözüm" zirvesine katıldı (AFP)
Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun düzenlediği basın toplantısında yapılan dikkat çekici açıklamaların ardından yayımlanan Suudi bildirisi, Filistin yönetimi tarafından büyük takdir topladı. Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, yayımladığı açıklamada, ‘yerleşim, ilhak ve zorla yerinden etmeyi reddeden ve bağımsız Filistin devletinin kurulmasını savunan Suudi liderliğinin samimi kardeşçe tutumlarını’ memnuniyetle karşıladığını belirtti. Abbas ayrıca, Suudi Arabistan’ın cesur ve onurlu duruşunu, Filistin halkına sağladığı büyük desteği, Gazze’ye yönelik devam eden insani yardımları, uluslararası platformlarda Filistin davasına verdiği sürekli desteği, Filistin devletinin tanınmasını sağlamak amacıyla kurulan uluslararası ittifakı ve haziran ayında düzenlenen Uluslararası Barış Konferansı’nı övgüyle değerlendirdi.
İki devletli çözüm
İki yıl süren çalışmaların ardından Suudi Arabistan’ın liderliğinde tüm Arap ve İslam ülkelerinin Gazze konusunda bir araya geldiği süreç, eylül ayında Suudi Arabistan ve Fransa ortak başkanlığında düzenlenen iki devletli çözüm konferansı ile sonuçlandı. Konferansta, geniş destek bulan ve BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen New York Deklarasyonu benimsendi; bu adım, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrar açısından ‘tarihi ve belirleyici bir an’ olarak değerlendirildi.
Şarku’l Avsat’a özel açıklamalarda bulunan Filistin Başbakanı, ‘Suudi Arabistan’ın kararlı tutumunun, uluslararası alanda Filistin devletinin tanınmasına dair görüşlerin olgunlaşmasına ve mümkün olan tüm desteğin sağlanmasına önemli katkıda bulunduğunu’ belirtti. Başbakan, iki devletli çözüm kapsamında Filistin devletinin hayata geçirilmesinin, Ortadoğu’da barış, güvenlik ve istikrarın temeli olduğunu vurguladı.
Uluslararası etki ve arabuluculuk
Şubat 2025’te Diriye’de, Suudi Arabistan himayesinde ABD ile Rusya arasında ilişkilerin iyileştirilmesine yönelik görüşmeler gerçekleştirildi. ABD Dışişleri Bakanlığı, zirveyi ‘önemli bir adım’ olarak nitelendirirken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Dış Politika Danışmanı Yuri Ushakov ise görüşmeleri ‘başarılı’ olarak değerlendirdi.
Takip eden ayda Cidde’de, Veliaht Prens Muhammed bin Selman himayesinde ABD-Ukrayna görüşmeleri düzenlendi.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Michael Mitchell, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, Suudi Arabistan’ın yürüttüğü müzakereler sayesinde dünyanın Rusya ve Ukrayna arasında ateşkes sağlama noktasına her zamankinden daha yakın olduğunu belirtti. Mitchell, ABD’nin Suudi Arabistan’ın diplomatik çabalarını takdir ettiğini ve kalıcı barış için tüm taraflarla iş birliğine devam edeceğini vurguladı.
Suudi Arabistan'ın ev sahipliğinde Cidde'de gerçekleşen Amerikan ve Ukrayna heyetleri arasındaki görüşmelerden bir sahne (Reuters)
Suudi Arabistan’ın arabuluculuk rolü, Pakistan ve Hindistan arasında yaşanan ve iki nükleer güç arasında en ciddi askeri tırmanışla sonuçlanan gerginliği de sınırladı. Mayıs ayında iki taraf arasında kapsamlı ve derhal uygulanacak bir ateşkes ilan edildi. Pakistan’ın Suudi Arabistan Büyükelçisi Ahmed Faruk, Şarku’l Avsat’a verdiği demeçte, Suudi Arabistan’ın ateşkesin sağlanmasında kritik rol oynadığını ve sürece başından itibaren aktif şekilde katıldığını belirtti. Faruk, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı ile Pakistan Başbakan Yardımcısı arasında yapılan görüşmeler ile Suudi Arabistan Devlet Bakanı’nın Hindistan ve Pakistan’a yaptığı ziyaretlerin, Riyad’ın bölgedeki durumun hızla yatıştırılmasına ve ateşkes müzakerelerinin kolaylaştırılmasına verdiği önemi gösterdiğini vurguladı.
Faruk, Suudi Arabistan’ın uluslararası çatışmalarda barışı tesis etme çabalarının, ülkenin artan liderliğinin ve bölge içi ile dışındaki saygınlığının bir kanıtı olduğunu belirterek, Riyad’ın ‘dünyada barışı ilerletmede öncü ve iyilik odağı bir güç’ olduğunu ifade etti.
Pakistan
Atlantik Konseyi, Washington ile Riyad arasındaki son savunma iş birliğini, ‘bağımlılıktan ziyade pratik ortaklık ve ortak çıkarların bir yansıması’ olarak değerlendirdi. Kurum, iş birliğinin yalnızca silah anlaşmalarıyla sınırlı kalmadığını, istihbarat paylaşımını, deniz yollarının korunmasında taktik koordinasyonu ve Suudi Arabistan’ın iç savunma kapasitesini güçlendirmeye yönelik ortak çabaları da kapsadığını belirtti.
Bunun öncesinde, bölgedeki ciddi gelişmelerin hemen ardından, eylül ayında Pakistan Başbakanı Şahbaz Şerif’in Suudi Arabistan’a resmi ziyareti sırasında iki ülke Ortak Stratejik Savunma Anlaşması’nı imzaladı. Anlaşmada, ‘herhangi bir saldırının her iki ülkeye de yapılmış sayılacağı’ hükmü yer aldı.
Anlaşmanın imzalanması, uluslararası medya ve siyasi-askeri çevreler tarafından geniş yankı buldu; özellikle doğrudan sınır paylaşmayan iki Ortadoğu ülkesinin askeri ve savunma iş birliğini güçlendirmesi açısından övgü aldı.
Pakistan Başbakanı, Mayıs 2025'te İslamabad'da Suudi Bakan Adil el-Cubeyr'i kabul etti (EPA)
Ulusal güvenlik uzmanı Dr. Ahmed el-Kureyşi, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, bu anlaşmanın ‘birden fazla bölgesel aktöre önemli bir mesaj’ gönderdiğini belirtti. Kureyşi, Suudi kaynakların anlaşmanın belirli ülkelere veya olaylara yanıt olmadığı yönündeki açıklamalarını da ‘iki ülkenin olgun stratejik yaklaşımını’ yansıtan bir durum olarak nitelendirdi.
Pakistanlı gazeteci Abdurrahman Hayat, anlaşmanın stratejik açıdan ‘yeni bir İslami ekseni’ temsil ettiğini ve Suudi Arabistan’ın bölgesel ve İslami önemini, Pakistan’ın ise tek nükleer güç sahibi Müslüman devlet olarak rolünü ortaya koyduğunu ifade etti.
El-Cubeyr, Yeni Delhi'de Hindistan Dışişleri Bakanı Jaishankar ile yaptığı görüşmeden bir kare (Hindistan Dışişleri Bakanlığı)
Hayat, bölgedeki uluslararası hukuk ihlalleri, diğer ülkelerin egemenliğine yönelik saldırılar ve kontrolden çıkmış milisler göz önüne alındığında, anlaşmanın ‘Suudi Arabistan liderliğinde İslami bir dayanışmayı güçlendireceğini, dış müdahalelere karşı caydırıcı bir rol üstleneceğini ve Riyad ile İslamabad arasındaki mevcut stratejik ve askeri iş birliğinin taçlandırılması anlamına geldiğini’ belirtti.
Suudi Arabistan Veliaht Prensi ve Pakistan Başbakanı, savunma anlaşmasını imzaladıktan sonra (SPA)
Sudan ve Yemen'e odaklanma
Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Sudan konusundaki uluslararası çabaları yürüten Uluslararası Dörtlü kapsamında da aktif rol oynadı. Veliaht Prens, Donald Trump’ı Sudan’daki savaşın durdurulması gerektiğine ikna ederek, Washington’un savaşın durdurulması ve insani krize müdahale konularında daha fazla devreye girmesini sağladı. Bu süreçte Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Riyad’da Sudan Egemenlik Konseyi Başkanı ve Ordu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan’ı ağırlayarak çabaları destekledi.
Aralık ayında ise Yemen’in doğusundaki Hadramut ve el-Mehra vilayetlerinde Güney Geçiş Konseyi’nin (GGK) gerçekleştirdiği son askeri hareketler üzerine, Suudi bir heyet Tümgeneral Muhammed el-Kahtani başkanlığında bölgeyi ziyaret etti. Heyet, 10 gün süren incelemelerinde, Suudi Arabistan’ın meşru hükümeti destekleyen koalisyon lideri olarak krizi sona erdirme, çatışmayı çözme ve bölgedeki durumun normale dönmesini sağlama çabalarını sürdürdüğünü vurguladı.
Yemen Başkanlık Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, doğu Yemen’deki gerilimi sona erdirmedeki Suudi rolünü övdü ve Hadramut ile el-Mehra’daki siyasi ve toplumsal aktörleri, devletin çabalarının arkasında birleşmeye çağırdı.
Siyasi analist Ahmed el-İbrahim, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, Suudi Arabistan’ın 2025 yılı dış politika performansını şu ifadelerle özetledi: “Suudi Arabistan savunma kapasitesini güçlendirdi, temkinli diplomasiyle tutumunu pekiştirdi ve Suriye ile Gazze Şeridi’ndeki savaşın durdurulması örneklerinde olduğu gibi net bir duruş sergiledi. Ayrıca, uluslararası düzeyde yeni bir arabuluculuk platformu kurarak, ihtiyaç duyulduğunda güvenle başvurulabilecek bir mekanizma oluşturdu.”
Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedikhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5222328-%C3%BCrd%C3%BCn-biz-saddam-sonras%C4%B1-irak%E2%80%99ta-ha%C5%9Fimi-hanedan%C4%B1n%C4%B1n-bir-rol-%C3%BCstlenmesini
Ürdün: Biz Saddam sonrası Irak’ta Haşimi hanedanının bir rol üstlenmesini önermedik
Tony Blair, belgede bahsedilen görüşmelerinden önce 25 Şubat 2003'te Londra'da Kral II. Abdullah'ı kabul ediyor (AFP)
Ürdünlü bir yetkili, Kral Abdullah II ile eski İngiliz Başbakanı Tony Blair arasında 2003 Irak işgalinden önce Londra'da gerçekleşen görüşmede, Haşimi Hanedanlığı'nın Saddam Hüseyin sonrası Irak düzenlemelerinde rol almasına dair herhangi bir ima bulunduğunu yalanladı.
Yetkilinin Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamalar, "görüşmeyle ilgili sızdırılan İngiliz belgelerine" dayanarak Ürdün hükümdarının bu fikri Blair ile gündeme getirdiğini iddia eden haberlere yanıt olarak geldi. Yetkili, bu haberlerin "Ürdün hükümdarına atfedilen eksiklikler ve yanlış iddialar içerdiğini" vurguladı.
Şarku’l Avsat’ın elinde 25 Şubat 2003'te gerçekleşen toplantının Ürdün tutanaklarının bir kopyası bulunuyor ve bu tutanaklarda Ürdün hükümdarının Haşimi hanedanının Irak'taki rolüne dair herhangi bir öneride bulunduğuna dair bir şey yok. Aksine, tutanaklarda Saddam Hüseyin'in sürgüne gitmesi önerisinden bahsedildiği ve "bu öneriyi Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri sunmalı" denildiği belirtiliyor.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة