Gazze savaşı bölgesel gerginlik riskini artırıyor

Washington'u en çok endişelendiren şey Irak ve Suriye'deki ABD üslerine yapılan saldırılar

Jay Torres
Jay Torres
TT

Gazze savaşı bölgesel gerginlik riskini artırıyor

Jay Torres
Jay Torres

Andrew Tabler

Gazze krizi, bazılarının beklediği gibi Ortadoğu'da geniş çaplı bir bölgesel savaş başlatmadı. Küresel enerji piyasalarına ve ekonomiye de zarar vermedi. Uzatılmış ateşkeslere ve rehine takası anlaşmalarına rağmen savaşın devam etmesi ve Gazze Şeridi'nin kuzeyinden güneyine kayması Ortadoğu'ya yayılma tehlikesi taşıyor. İsrail, Hamas'ın yeteneklerini yok etme ve kendisi dışında herhangi bir tarafın yöneteceği bir Gazze Şeridi yaratma bahanesiyle Gazze'de Demir Kılıçlar Operasyonu’nu sürdürüyor. Ancak çatışmanın uzun süre devam etmesi durumunda ister bir çatışma ister ABD-İran anlaşmaları yoluyla olsun bölgesel yansımaların ortaya çıkma riski hala mevcut.

Raporlar İran'ın Hamas'a, 7 Ekim saldırısıyla ilgili önceden bilgi sahibi olmamasının, Tahran'ın çatışmaya doğrudan ve kapsamlı bir şekilde müdahale etmeyeceği anlamına geldiğini söylediğini ortaya koydu. Ancak İranlı ajanlar İsrail ve ABD’ye üç farklı bölgesel alanda yanıt verdi:

Birincisi: Hizbullah'ın İsrail-Lübnan sınırında başlattığı ve İsrail’in karşılık verdiği saldırılarla.

Fotoğraf Altı: 23 Kasım'da Güney Lübnan'da bir Hizbullah üyesinin cenazesi sırasında (EPA)
23 Kasım'da Güney Lübnan'da bir Hizbullah üyesinin cenazesi sırasında (EPA)

İkincisi: Yemen'den Husiler tarafından uzun menzilli füzeler ve insansız hava araçları (İHA) fırlatıldı. Bu füze ve İHA’lar İsrail ve ABD tarafından engellendi veya boş alanlarda düşürüldü. Ayrıca, İran'ın İHA’larının Körfez'deki Amerikan uçak gemisi üzerinde ‘gösteri’ yaptığı görüntüler yayınlandı.

Üçüncü yanıt: Belki de en beklenmedik olanı - aynı derecede bilinmeyen siyasi sonuçlarıyla birlikte - İran destekli milislerin Suriye ve Irak'taki ABD askeri üslerine karşı yürüttüğü yatay askeri tırmanıştı. Bu, çok sayıda ABD askeri saldırısına rağmen aylardır devam eden bir tırmanış. Bu tırmanışın tezahürlerinden biri, Biden yönetiminin göreve gelmesinden bu yana ilk kez ABD’nin Irak'taki İranlı milisleri bombalamasıydı.

Hamas'ın 7 Ekim'deki saldırısından bu yana, Hizbullah her gün İsrail'e yönelik çok sayıda saldırının sorumluluğunu üstlendi ve bunları genellikle İsrail'in yanıtı takip etti. Bu dinamik, İsrail'in 18 Ekim'de Lübnan sınırından beş kilometre uzaktaki siviller için tahliye emrini vermesine yol açtı; buna Lübnan tarafı da aynı bölgede sınırdan uzaktaki köylerin çoğunu tahliye ederek eşlik etti. 20 Kasım itibarıyla Lübnan tarafında 70'in üzerinde Hizbullah savaşçısı ve 10 Lübnanlı sivil öldürülürken, İsrail tarafında ise 7'si asker olmak üzere 10 İsrailli öldürüldü. Daha sonra Hizbullah’ın ‘elit’ üyelerinin İsrail bombardımanında öldürüldüğü açıklandı.

İran, Hamas'a, 7 Ekim saldırısıyla ilgili önceden bilgi sahibi olmamasının, Tahran'ın çatışmaya doğrudan ve kapsamlı bir şekilde müdahale etmeyeceği anlamına geldiğini bildirdi.”

Ayrıntılı bir analiz, 7 Ekim ile 20 Kasım arasında Hizbullah'ın Lübnan'dan tanksavar silahları, topçu silahları, füzeler veya insansız hava araçlarını kullanarak yaklaşık 200 saldırı düzenlediğini gösteriyor. Bu saldırılardan şu ana kadar en önemlisi, 20 Kasım gecesi Hizbullah'ın İsrail kuvvetlerinin Beranit'teki ‘91'inci Tümen’ karargâhına ‘Burkan’ füzeleri atarak ağır hasara yol açmasıydı. Lübnan'da faaliyet gösteren Filistinli gruplar da İsrail'e daha az ölçüde saldırdı. Aynı dönemde Lübnan'dan yapılan 8 roket saldırısının sorumluluğunu Hamas'a bağlı İzzeddin El Kassam Tugayları üstlendi, saldırılar gün içinde gerçekleştirildi ​​veya açık alanlara düştü, birçoğunu da İsrail ordusu durdurdu. Filistin İslami Cihad Hareketi’ne bağlı ‘Kudüs Tugayları’ iki kez Lübnan'dan İsrail'e sızma girişiminde bulunurken, Cemaat-i İslami’ye bağlı Fecr Kuvvetleri de Lübnan'dan İsrail'in kuzeyine üç füze saldırısı düzenledi.

2 Aralık'ta güney Lübnan'daki Tayr Harfa kasabasının içinden yükselen dumanlar (AFP)
2 Aralık'ta güney Lübnan'daki Tayr Harfa kasabasının içinden yükselen dumanlar (AFP)

Bu saldırılar Hizbullah ile İsrail'in açıklanmayan angajman kuralları geliştirdiğini gösteriyor. Hizbullah sivilleri hedef almıyor (Hizbullah'ın kameralar ve diğer ‘casusluk cihazları’kuran askerler olduğunu iddia ettiği elektrik santrali çalışanlarına yönelik saldırı hariç). Hizbullah aynı zamanda öncelikli olarak İsrail'in askeri tesislerini hedef alıyor ve çoğunlukla İsrail içindeki beş kilometre derinliğindeki tahliye bölgesinin ötesine saldırı düzenlemekten kaçınıyor.

Öte yandan İsrail, öncelikle Hizbullah’ı hedef alıyor. Bu, Hizbullah’ın saldırılarına bir yanıt. İsrail, yalnızca Hizbullah’ın silah kaynaklarını hedef alıyor, ancak füze rampalarını hedef alan bazı önleyici hava saldırıları da yapıyor. İsrail ayrıca, Hizbullah’ı bu arazinin sağladığı örtüden mahrum etmek amacıyla, ormanlık alanlarda fosfor kullanıyor. 7 Ekim ile 20 Kasım tarihleri ​​arasında İsrail, güney Lübnan'daki hedefleri hedef alan 350 ila 400 hava saldırısı veya topçu saldırısı gerçekleştirdi.

Husiler, 19 Ekim'de el-Ehli Hastanesi'nde meydana gelen bombalı saldırının ardından karşılık vermeye başladı.”

Kızıldeniz saldırıları 

Husiler geçtiğimiz Ekim ayında İsrail'e çok sayıda füze ve insansız hava aracı saldırısı düzenlemiş, Babu’l Mendeb Boğazı'ndaki İsrail gemilerini tehdit etmiş ve saldırı girişiminde bulunmuştu. İsrail ve ABD, Husilerin füze ve insansız hava araçlarını önlemeyi başarmış olsalar da Yemen açıklarında bir Amerikan insansız hava aracını düşürerek, Mısır ve Ürdün'deki bölgeleri istemeden de olsa vurarak bölgede kaos yaratma yeteneklerini ortaya koydular. 

Husiler, 19 Ekim'de el-Ehli Hastanesi'nde meydana gelen bombalamanın neden olduğu patlamanın ardından, ABDgemisi USS Carney tarafından Kızıldeniz üzerinde düşürülen üç seyir füzesi ve çok sayıda insansız hava aracıyla karşılık vermeye başladı. ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon), hedefin İsrail olduğunu öne sürdü. Yanlış giden füzelerden birinin vurulduğu bildirildi.

Daha sonra 27 Ekim'de Mısır'ın Taba ve Nuveyba kentlerine kimliği belirlenemeyen iki drone düştü.

Öte yandan İsrail, Kızıldeniz'den hava tehdidi geldiğini bildirerek Husilerin muhtemelen İsrail'e saldırmak amacıyla insansız hava araçları fırlattığını belirtti. İsrail ordusu, Kızıldeniz üzerinde insansız hava araçlarından birini Nuveyba yakınlarında yakaladı, diğer uçak ise İsrail sınırı yakınındaki Taba'da düştü.

Husilere bağlı Yemenli askerler, 21 Eylül'de Sana'da düzenlenen askeri geçit töreni sırasında balistik bir füzenin etrafında dururken (EPA)
Husilere bağlı Yemenli askerler, 21 Eylül'de Sana'da düzenlenen askeri geçit töreni sırasında balistik bir füzenin etrafında dururken (EPA)

Birkaç gün sonra, 31 Ekim'de Husiler, İsrail'in güneyine balistik ve seyir füzeleri yağmuru yağdırdığını ancak bunların hiçbiri belirtilen hedefe ulaşamadığını iddia etti.

Açık kaynaklardaki istihbarat raporları, bu füzelerden birinin Ürdün'ün el-Mudavara bölgesine düştüğünü gösterdi. Kısa bir süre sonra İsrail ordusu, bir F-35 savaş uçağının bir seyir füzesini önlediğini ve aynı zamanda uzun menzilli füze savunma sisteminin bir balistik füzeyi önlediğini gösteren görüntüleri yayınladı. 5 Kasım'da, Ürdün sınırı yakınında başka bir füzenin düşürüldüğü ve ardından ertesi gün Husilerin İsrail'e yönelik iddia edilen insansız hava aracı saldırısının gerçekleştiği bildirildi; bu, İsrail'in herhangi bir tepki vermesine veya havaalanlarının veya diğer tesislerin kapatılmasına yol açmadı.

Kasım ayının sonunda Tahran, Körfez'deki ABD uçak gemisi ‘Eisenhower’ın İran insansız hava aracı tarafından çekilen ‘gösteri’ fotoğraflarını yayınladı.”

Ancak 8 Kasım'da ABD’li savunma yetkililerinin Husilerin Yemen açıklarında bir Amerikan MQ-9 askeri İHA'sını düşürdüğünü doğrulamasıyla bu yol daha ciddi bir hal aldı.

14 Kasım'da Husiler, Babu’l Mendeb Boğazı'nda İsrail gemilerini alenen tehdit etmiş, bunu Yemen'den fırlatılan bir insansız hava aracıyla saldırı girişimi izlemiş ve Amerikan gemisi Thomas Hudner tarafından durdurulmuştu. Gemi mürettebatının, geminin ve mürettebatının güvenliğini sağlamak için bu drone ile çatışarak onu düşürdüğü, herhangi bir yaralanma veya zarara yol açmadığı belirtildi.

Uçak gemisi Eisenhower'ın ABD Savunma Bakanlığı tarafından 2013 yılında paylaşılan bir fotoğrafı (AFP)
Uçak gemisi Eisenhower'ın ABD Savunma Bakanlığı tarafından 2013 yılında paylaşılan bir fotoğrafı (AFP)

18 Kasım'da Husiler, İsrailli bir milyarderin sahip olduğu Bahamalar bandıralı Galaxy Leader adlı İsrail bağlantılı kargo gemisine el koydu. Türkiye'den gelen bu gemi Hindistan'a giderken Kızıldeniz'den geçiyordu. Bazı haberlere göre gemi, Yemen'in batısında Kızıldeniz'de konuşlu İran keşif botu ‘Behshad’ olduğundan şüphelenilen bir botun yanından geçti.Husiler geminin 25 kişilik mürettebatını rehin aldı ancak gemide İsrailli yoktu. Husiler daha sonra İsrail bandırası taşıyan gemileri ve İsrail şirketlerinin işlettiği veya sahip olduğu gemileri de hedef alacaklarını duyurdu.

Kasım ayının sonunda Tahran, Körfez'deki ABD uçak gemisi ‘Eisenhower’ın İran insansız hava aracı tarafından çekilen ‘gösteri’ fotoğraflarını yayınladı.

Biden yönetimi, 27 Ekim, 8 ve 13 Kasım tarihlerinde Suriye'deki İran milis hedeflerine yönelik saldırılar başlattı ve bunların her birini, ABD Başkanı'nın bunu ABD güçlerini desteklemek için yaptığını belirten bir açıklama izledi.”

Irak ve Suriye

Washington'ı en çok endişelendiren şey, İran destekli milislerin hem Irak hem de Suriye'deki ABD üslerine yönelik saldırılarının seyri oldu. Washington Yakın Doğu Araştırmaları Enstitüsü meslektaşlarım, ayrıntılı bir saldırı takibi yaparak, bu milislerin 18 Ekim'den bu yana (7 Ekim saldırılarından hemen sonra) Irak ve Suriye'deki Amerikan ekiplerine yaklaşık 79 ayrı saldırı düzenlediğini gösterdiler. Bu, Suriye'deki ABD üslerine 44 ve Irak'ta 35 saldırı içeriyordu. Milisler, giderek artan bir doğrulukla füze, top ve insansız hava araçları kullandı. ABD Savunma Bakanlığı, 14 Kasım'da 18 Ekim'den bu yana Suriye'deki Amerikan birliklerine 28 saldırı ve Irak'ta 27 saldırı olduğunu duyurdu. (Pentagon, saldırıların özellikle ABD kuvvetlerine karşı yapıldığı kanıtlanmadığı sürece, saldırılara ilişkin açık kaynak raporları dikkate almamaktadır ve saldırı sayıları arasındaki farkın nedeni de budur.)Her halükârda, saldırıların sıklığı, 7 Ekim saldırılarından önceki temel seviyelerin çok üzerinde arttı.

Veri analizi, saldırıların üç bölgeden başlatıldığını gösteriyor. İlki, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Fırat'ın doğusundaki ABDüsleri, Irak’ın batısı (Ayn el-Esed) ve Suriye'nin güneydoğusundaki el-Tenef'e odaklanıyor.

İkinci saldırı ise Kuzey Irak içinden, Fırat'ın doğusundaki ABD üsleri olan Suriye'deki Şeddadi ve Rumeylan ile Kuzey Irak'taki Erbil ve Harir havalimanlarındaki ABD üslerine yapılıyor.

21 Kasım'da Irak'ta Hizbullah Tugayları'ndan bir kişinin cenazesi sırasında (AFP)
21 Kasım'da Irak'ta Hizbullah Tugayları'ndan bir kişinin cenazesi sırasında (AFP)

Üçüncü grup saldırılar, Suriye'deki orta Fırat Nehri Vadisi'nin batı yakasındaki bir dizi İran milis üssünden başlatılıyor; bunlar arasında Amerikan üslerine ve Deyr-i Zor’daki petrol sahalarındaki Suriye Demokratik Güçleri'ne (SDG) yönelik kısa menzilli füzeler de bulunuyor. Aynı bölgeden Şeddadi, Rumeylan ve Tel Beyder'e bazı uzun menzilli drone saldırıları da yapılıyor.

Biden yönetimi, 27 Ekim, 8 ve 13 Kasım tarihlerinde Suriye'deki İran milis hedeflerine yönelik saldırılar başlattı ve bunların her birini, ABD Başkanı'nın bunu ABD güçlerini desteklemek için yaptığını belirten bir açıklama izledi. 27 Ekim ve 8 Kasım'da yapılan iki açıklama ABD'nin İran'la gerilimi daha da artırmak istemediğini açıkça ortaya koydu. Ancak 13 Kasım'da yayınlanan açıklamada bu tür sözler yoktu; bu, daha fazla saldırının muhtemelen daha büyük bir tepkiye yol açacağına dair sessiz ama açık bir mesajdı. Bu saldırı, 16 Kasım'da, yani el-Ehli Hastanesi'ndeki patlamadan yaklaşık bir ay sonra, saldırılar yeniden başlamadan önce ABD kuvvetlerine bir barış gecesi yaşattı. Ayrıca 21 Kasım'da ABD ordusunun, Biden yönetiminin yaklaşık üç yıl önce göreve gelmesinden bu yana ilk kez Irak'taki İran milis mevzilerini bombaladığı açıklanmıştı.

Açık kuralların bulunmaması ve Suriye'de faaliyet gösteren yabancı orduların çoğalması, kasıtsız gerginliklere yol açabilecek tehlikeli bir ortam yaratıyor.”

Açık kuralların olmaması

Biden yönetimi bu saldırıları küçümserken, her olay ABD’lilerin can kaybı olasılığını artırıyor ve 2024 ABD başkanlık seçimleri açısından siyasi sonuçları artırıyor. Pentagon 14 Kasım'da ABD Güçleri’nin 27 üyesinin beyin sarsıntısı geçirdiğini, 32'sinin ise ciddi olmayan yaralanmalar yaşadığını söyledi. 59 askerin tamamı aktif göreve geri döndü. Bu da Washington'un şu ana kadar bu saldırılarla etkili bir şekilde ve önemli bir maliyet olmadan başa çıkabildiğini gösteriyor. Ancak her saldırı can kaybıyla sonuçlanacak bir olay riskini artırıyor. Çok sayıda ölümle sonuçlanan herhangi bir saldırı, ABD siyasi yelpazesinin aşırı sağından ve solundan, Washington'un Suriye ve Irak'tan güçlerini çekmesi yönündeki çağrıların artmasına yol açacaktır. Esed rejimi, İran ve Rusya'yı içeren ‘Suriye Üçlü İttifakı’nın ilan edilen hedefi budur. Bu yaz, ittifak, ABD destekli SDG ile yerel Arap aşiretleri arasında bir ayrılık yaratmaya çalışıyordu. Ağustos ve Eylül aylarında, SDG'nin Kürt liderliği ve Deyr-i Zor Askeri Konseyi üzerindeki kontrolü gibi uzun süredir devam eden sorunlar nedeniyle çatışmalar yaşandı.

Genel olarak, Suriye'deki ABD'ye yönelik saldırılar, İran ve müttefikleri için düşük riskli ve yüksek ödüllü bir şekilde devam ediyor. Suriye, askeri rakiplere büyük manevra özgürlüğü sağlıyor ve oyunun kuralları orada daha esnek. Lübnan ve İsrail sınırında ise durum farklı. İki taraf da herhangi bir hatanın daha geniş bir çatışmaya yol açabileceğinden korktuğu için risk almaya isteksiz görünüyor.

Lübnanlı bir vatandaş, İsrail bombardımanına maruz kalan evindeki hasarı inceliyor (Reuters)
Lübnanlı bir vatandaş, İsrail bombardımanına maruz kalan evindeki hasarı inceliyor (Reuters)

Ancak, aynı zamanda, Suriye'de çalışan yabancı orduların yaygınlığı ve açık kuralların olmaması, kasıtsız bir tırmanmaya ve bölgesel bir savaşın patlak vermesine neden olabilecek tehlikeli bir ortam yaratıyor. Bu savaş, özellikle Gazze savaşı uzun süre devam ederse ve İsrail, açıkladığı hedeflerine yaklaşırsa, büyük bir yıkımla birlikte gelecektir. İsrail, İran'ın ‘direniş eksenindeki’ tek Sünni müttefiki Hamas'ı ortadan kaldırmak olan ilan ettiği hedeflerine ulaşmaya yaklaştı.

ABD, Mısır ve Katar'ın sponsorluğunda İsrail ile Hamas arasındaki askeri duraklamalara ve esir değişimi anlaşmalarına rağmen, savaş yeniden başladı. İsrailli yetkililer, savaşın önümüzdeki yıl da aylarca devam edeceği yönündeki söylentilerin ortasında ‘Hamas'ı bitirme’ hedefine bağlılıklarını duyurdu. Bu durum, gerilimin Ortadoğu'daki diğer alanlara sıçramasına ve ABD Güçleri’nin ve İranlı milislerin konuşlandığı bölgelerde ‘angajman kurallarından’uzaklaşmanın kapısını aralıyor.

Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



Trump: Netanyahu'nun davasına ‘ona yardım etmek için’ müdahale edeceğiz

ABD Başkanı Donald Trump, hafta sonunu Florida'da geçirdikten sonra Beyaz Saray'a dönerken fotoğrafçılara el sallıyor. (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, hafta sonunu Florida'da geçirdikten sonra Beyaz Saray'a dönerken fotoğrafçılara el sallıyor. (Reuters)
TT

Trump: Netanyahu'nun davasına ‘ona yardım etmek için’ müdahale edeceğiz

ABD Başkanı Donald Trump, hafta sonunu Florida'da geçirdikten sonra Beyaz Saray'a dönerken fotoğrafçılara el sallıyor. (Reuters)
ABD Başkanı Donald Trump, hafta sonunu Florida'da geçirdikten sonra Beyaz Saray'a dönerken fotoğrafçılara el sallıyor. (Reuters)

ABD Başkanı Donald Trump dün, Washington'un İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ceza davasına müdahale edeceğini açıkladı ve yargı makamlarının Netanyahu'ya kötü muamele ettiğini söyledi.

CBS'nin ‘60 Minutes’ programına uzun bir röportaj veren Trump, Netanyahu'nun yolsuzluk suçlamasıyla yargılanmasının haksızlık olduğu yönündeki görüşünü yineledi.

Şarku’l Avsat’ın Times of Israel'den aktardığına göre Trump, son aylarda davaya birkaç kez müdahale ederek, rüşvet ve dolandırıcılık suçlarından mahkûm edilen Netanyahu'ya yöneltilen suçlamaları reddetti. Trump, geçtiğimiz ay Knesset'te (İsrail parlamentosu) yaptığı konuşmada, Cumhurbaşkanı Isaac Herzog'dan Netanyahu'yu affetmesini istedi.

Kayda değer bir diğer husus ise ABD Başkanı’nın ocak ayında Beyaz Saray’a dönüşünden bu yana 59 kişiye af çıkarmış olmasıdır. Bu kişiler arasında, Trump’ın 2020 seçimlerini kaybetmesinin ardından 6 Ocak 2021’deki Kongre Binası baskınına karıştıkları için hüküm giymiş olanlar da var.

Trump, “Netanyahu’ya biraz yardım etmek için müdahale edeceğiz, çünkü yaşadıklarının haksızlık olduğunu düşünüyorum” dedi.

İsrail'in Doha'daki Hamas liderlerine yönelik başarısız saldırısının ardından Katar'dan özür dilemesi için Netanyahu'ya baskı uyguladığı gibi, Filistin devletini tanıması için de baskı uygulayabileceği ifade edildiğinde Trump, net bir karşılık vermekten kaçınarak ‘savaş zamanında başbakanla iyi çalıştığını’ belirtti. Ancak Trump, Netanyahu'ya baskı uyguladığını inkâr etmeyerek şöyle dedi: “Onu bir şekilde zorlamak zorunda kaldım.”

Trump, “Onun (Netanyahu) yaptığı bazı şeyleri beğenmedim ve bu konuda ne yaptığımı gördünüz” dedi.

Trump, Katarlı bir güvenlik görevlisi de dahil olmak üzere altı kişinin ölümüne neden olan, ancak amaçlanan hedeflerine ulaşamayan saldırıyı kamuoyuna açık bir şekilde eleştirdi.

Gazze'de arabuluculuk yaptığı ateşkesin ‘kırılgan olmadığını’ ve Hamas'ın silah bırakmaması halinde ‘yok edileceğini’ vurgulayan Trump, “Ateşkes kırılgan değil, çok sağlam. Hamas uymazsa hemen yok edilebilir” şeklinde konuştu.

Hamas'ı nasıl silahsızlandıracağına dair bir soruya yanıt olarak, “Silahsızlandırmak isteseydim, bunu çok hızlı bir şekilde yapardım. Onlar ortadan kaldırılırdı” dedi.

Trump'ın 20 maddelik planı Hamas'ın silahsızlandırılmasını içerirken İsrail ve Hamas'ın 9 Ekim'de Mısır'da imzaladığı fiili ateşkes anlaşması sadece İsrail ordusunun ilk geri çekilmesi, rehinelerin takası ve insani yardımın sağlanmasına odaklanıyordu.

Trump, “İran'a sert bir darbe indirdik. Sonra durma zamanı geldi, biz de durduk” ifadelerini kullandı.


Hamideti'nin Darfur altını üzerindeki tekeli savaşın körüklenmesine nasıl katkıda bulundu?

Silahlı grupların büyük miktarda ve hemen kâr elde etmelerini sağlayacak kaynaklara erişiminin olması, çoğu zaman onların siyasi çözüm isteklerini azaltıyor (AFP)
Silahlı grupların büyük miktarda ve hemen kâr elde etmelerini sağlayacak kaynaklara erişiminin olması, çoğu zaman onların siyasi çözüm isteklerini azaltıyor (AFP)
TT

Hamideti'nin Darfur altını üzerindeki tekeli savaşın körüklenmesine nasıl katkıda bulundu?

Silahlı grupların büyük miktarda ve hemen kâr elde etmelerini sağlayacak kaynaklara erişiminin olması, çoğu zaman onların siyasi çözüm isteklerini azaltıyor (AFP)
Silahlı grupların büyük miktarda ve hemen kâr elde etmelerini sağlayacak kaynaklara erişiminin olması, çoğu zaman onların siyasi çözüm isteklerini azaltıyor (AFP)

Cemal Abdulkadir el-Bedevi

Darfur petrol, uranyum, yeraltı kaynak suyu, hayvancılık ve altın başta olmak üzere diğer madenler gibi zengin kaynaklara sahip olmasına rağmen, çatışma ve kanlı anlaşmazlıkların ortasında kalmaya devam ediyor. Marjinalleşmenin doruğa ulaştığı bölgede sağlık, eğitim, yol ve elektrik gibi kentsel hizmetlerden yoksun bir göçebe yaşam hakim. Bu gerçeklik ve marjinalleşme ortamında, Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) 2016 ve 2017 yılları arasında Darfur'un altınından kendi imparatorluğunu kurmak için ortaya çıktı ve bu altını faaliyetlerini ve askeri operasyonlarını finanse etmek için kullanıyor.

Kaynaklar ve çatışma

Kuzey Darfur'un yönetim şehri Faşir için yapılan savaş ve şiddetli çatışmalar devam ederken İngiltere’nin eski Dışişleri Bakanı David Lammy, geçtiğimiz ocak ayında Sudan’ın batı komşusu Çad sınırındaki bir Sudanlı mülteci kampını ziyaret ettiği sırada yaptığı açıklamada, “Faşir için verilen savaş sadece siyasi değil, aynı zamanda ekonomik bir savaştır” dedi. Bazı kurum ve kuruluşlar, Darfur'un muazzam maden kaynakları ve potansiyeline rağmen, çatışmanın ana nedeninin altın olduğunu belirtti. Ancak altın, çatışmanın ana itici gücü olmaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler (BM) uzmanları, altın madenciliğinin ‘çatışmanın başlıca finansman kaynağı’ olduğunu belirterek, “Başkenti Faşir üzerinden Kuzey Darfur’un kontrolü, Libya ve Çad'a doğrudan bir geçiş yolu açarak altın kaçakçılığı ve silah ithalatını kolaylaştırıyor” dedi.

Peki altın kaynakları ve kaynakları üzerindeki rekabet Darfur'daki çatışmayı nasıl körükledi ve Sudan'daki savaşı nasıl körükledi?

Altın ve savaş finansmanı

Şarku’l Avsat Independent Arabia’dan aktardığı analize göre Ekonomi ve siyaset uzmanı Ezheri Abdurrauf Osman, altının madenlerde çalışan silahlı gruplar ve militanlar için etkili bir doğrudan finansman kaynağı haline geldiğini ve altın satışından elde edilen gelirlerin anında ve önemli miktarda finansal kazanç sağladığını düşünüyor. Altının silah ve askeri teçhizat satın almak, üyelerinin maaşlarını ödemek ve askeri operasyonları finanse etmek için kullanılan hızlı likidite ve önemli miktarda nakit sağladığını ve madenleri kontrol edilmesi gereken stratejik bir hedef haline getirdiğini söyleyen Osman, “Altın ve minerallerin tek başına çatışmaya neden olduğunu kesin olarak söylemek zor olsa da silahlı gruplara kalmak ve genişlemek için ekonomik bir teşvik sağladıkları söylenebilir. Tehlike, sadece yasadışı gelir şüphesinden değil, aynı zamanda kaynak çıkarmanın yerel topluluklara fayda sağlamadan askeri kazançlara dönüştürülmesinden kaynaklanıyor” değerlendirmesinde bulundu.

vfg
Sudan Maden Bakanlığı'nın açıklamasına göre ülkede iç savaşın başlamasının ardından HDK, başkent Hartum'daki hükümet altın rafinerisinden bir ton 273 kilogram altın ele geçirdi (sosyal medya)

HDK’nın uzun yıllar boyunca Kuzey Darfur'un altın zengini Cebel Amir bölgesindeki en büyük madenin ve ardından Songo madenlerinin kontrolünü silah gücüyle elinde tuttuğunu ve bu sayede Sudan'ın ekonomik döngüsü dışında bir keşif, ihracat, ticaret ve ithalat ağları imparatorluğu kurduğunu belirten Osman, “HDK, sahip olduğu imkanlarla, o dönemde ordunun himayesi altında faaliyetlerini sürdürdü. Silah anlaşmalarını finanse etti ve silah ithal etti. Bu silahlar ülkeye girdikten sonra kamplarına nakledildi” diye ekledi.

Kontrol teşvikleri

Kaynakların devlet kurumları veya yerel yetkililer ve topluluklar aracılığıyla yönetilmesi yerine, askeri kontrol için verilen teşviklerin tüm gelirleri silahlı milislere aktardığını ve böylece belirli bölgeler üzerindeki askeri kontrolün öneminin arttığını ifade eden Osman, “Bu tür uygulamalar genellikle, devlet içindeki veya dışındaki kuruluşların, çıkar veya korku nedeniyle, bir şekilde bu silahlı örgütlerle iş birliği yapması ve onların şüpheli ve iç içe geçmiş çıkar ilişkileri içinde kamu kaynaklarını ve ulusal serveti ele geçirmelerine olanak sağlaması durumunda ortaya çıkar” şeklinde konuştu.

Başta altın madenleri olmak üzere ülkenin kaynaklarını silah zoruyla ele geçirme politikası gibi uygulamaların, resmi makamlara paralel ağlar tarafından yürütülen gölge ekonomi ve kaçakçılığın ortaya çıkmasına yol açtığını düşünen Osman, “Sınır ötesi kaçakçılık rotalarının bolluğu ve altın ticaretinin devlet çerçevesi dışında yapılmasına olanak tanıyan karaborsa ve gri pazarların varlığı bu duruma katkıda bulundu. Ayrıca, devam eden kaostan yararlanmak için bir aracılar, komisyoncular ve sınır ötesi savaş tüccarları sınıfı ortaya çıktı” değerlendirmesinde bulundu.

Çatışmaların ateşi

Ekonomi ve siyaset uzmanı Osman, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Anında ve önemli kazançlar sağlayan kaynakların mevcudiyeti, silahlı grupların siyasi çözüm arayışını genellikle azaltır, çünkü bu tür çözümler onları bu kazançlardan mahrum bırakır. Bu nedenle, çatışmanın sona ermesinden sonra ekonomik çıkarlarını garanti altına alan bir anlaşma söz konusu olmadığı sürece, uzlaşı arayışı onlar için cazibesini yitirir.”

Osman, Darfur'daki maden sahaları için yaşanan rekabetin, tarım ve otlak arazileri üzerindeki mevcut çatışmalara körükle gittiğini ve otlak rotalarının tarım veya maden sahalarıyla çakışması nedeniyle, tarım ve hayvancılıkla uğraşan etnik veya kabile toplulukları arasında silahlı çatışmalara dönüştüğünü belirtti.

Bununla kalmayıp kaynakların tekelleştirilmesi gibi faaliyetlerin sosyal dokudaki çatışmaları daha da şiddetlendirdiğinin altını çizen Osman, “Bu da yerinden edilme ve yerinden edilme çatışmalarına yol açarak geleneksel yapıları bozmuş, alanı daha kırılgan hale getirmiş ve şiddet ve intikamın yayılmasına neden olmuştur” diye konuştu.

Devam eden üretim

HDK'nın faaliyetlerinin çoğu, Sudan iç savaşının başından beri kontrolü altında bulunan eş-Şerif bölgesindeki Cebel Amir’de (Kuzey Darfur'un yönetim şehri Faşir'in 100 kilometre kuzeyinde) ve Güney Darfur eyaletindeki er-Radum bölgesindeki Songo madenlerinde keşif ve madencilik faaliyetlerine yoğunlaştırdı. HDK, bu faaliyetlerinin çoğunu geleneksel madencilik atıklarını yeniden öğütüp altını çıkarma ve değerlendirme alanında uzman çoklu faaliyet şirketi Al-Junaid Company aracılığıyla gerçekleştiriyor. Nihai ürünü, HDK lideri Muhammed Hamdan Dagalo (Hamideti) ve akrabaları tarafından kontrol edilen, altın alım, satım ve ihracatı ile uğraşan HDK şirketlerinin ana merkezi olan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ihraç ediliyor ve elde edilen gelir silah satın almak için kullanılıyor.

Altın araştırmacıları, 2023 yılının nisan ayı ortalarında savaşın mineral zengini bölgelerdeki madencilik faaliyetlerinde neden olduğu aksaklıklara rağmen, ülkenin batı, doğu ve kuzeyinde çatışan tarafların (Sudan ordusu ve HDK) kontrolündeki bölgelerde üretimin yüksek oranlarda devam ettiğini düşünüyor.

ABD yaptırımları

ABD, savaşın başlamasının ikinci yılında (2024) Al-Junaid Company’ye yaptırımlar uyguladı. Ardından altın ticaretiyle uğraşan ve çoğu BAE'de kayıtlı olan HDK’nın 11iştirakini de yaptırımların kapsamına aldı.

ABD, altın HDK ve liderinin ana gelir kaynağı haline geldiğini iddia ederek bu şirketlere yaptırım uygulamayı haklı çıkardı.

Sudan Maden Bakanlığı'na göre HDK savaşın patlak vermesiyle başkent Hartum'daki devlet altın rafinerisinden bir ton 273 kilogram altın ele geçirdi.

Songo çatışmaları

2023 yılının mayıs ayında savaşın patlak vermesi ve Hartum'dan batı Sudan'daki Darfur'a yayılmasının ardından, ordu ile HDK arasındaki çatışmalar Güney Darfur eyaletindeki Songo madenlerine uzandı. Ancak HDK, altın madenlerini korumak için Sudan ordusu 21’inci Tümenini geri çekilmeye zorladı ve Güney Darfur'un yönetim şehri Nyala'nın kontrolünü ele geçirerek Songo bölgesindeki altın madenleri üzerindeki hakimiyetini sürdürdü.

HDK'nın en önemli gelir kaynaklarını kurutmak amacıyla, ordu uçakları Songo Dağı bölgesini defalarca bombaladı. Ordu ayrıca, altın madenciliği sektörünün yoğunlaştığı Kuzey Sudan'a HDK'nın girmesini engellemek için yoğun çaba sarf etti. Ordunun bu konuda başarılı olmasına rağmen, HDK'nın ülkenin kuzeyine yayılma tehdidi devam ediyor.

Araştırmacılara göre HDK altınlarını Darfur'dan Çad sınırını geçerek Güney Sudan üzerinden kaçırdıktan sonra Nyala şehrini ele geçirdi ve altınları meraklı gözlerden uzak bir şekilde ihraç etmek için bölgesel havaalanını hazırladı.

Bu durum, ordunun hava saldırıları düzenlemesine ve havaalanının birkaç kez hizmet dışı kalmasına neden oldu. Ancak HDK, her seferinde havaalanını yeniden kullanıma açmaya devam etti ve bazen Batı Kordofan'daki Bilila’da yer alan petrol sahalarındaki diğer ikincil pistleri kullanmak zorunda kaldı.

Üretimde bir sıçrama

Resmi istatistiklere göre altın ihracat gelirlerinin kaçakçılık ve kaçırılması nedeniyle oluşan açık yıllık 6 milyar dolardan fazla. Son dokuz ayda 7 milyar dolar değerinde 53 ton altın üretilirken, devlet hazinesine giren miktar 1 milyar doların altında kaldı ve 909 milyon dolar oldu.

Sudan Maden Kaynakları Şirketi'nin 2025 yılı Ocak-Eylül dönemine ait raporuna göre bu dönemde altın üretimi 53 tona ulaşırken, 2024 yılının tamamında 64 ton altın üretilmişti.

Savaşın başlamasından bu yana, HDK'nın kontrolündeki madenlerden çıkarılan tüm altın, Al-Junaid Company’de çalışan üst düzey mühendislerin bile haberi olmadan, tam bir gizlilik içinde yurtdışına kaçırıldı.

Araştırmacılar, HDK'nın savaş öncesi altın üretiminin yıllık 30 tonu aştığını ve bu sayede askeri operasyonlarını finanse edebildiğini tahmin ediyor. Bir önceki yıl (2024) ise kontrol ettikleri madenlerden elde ettiği altın gelirlerinden yaklaşık 1 milyar dolarlık önemli kazanç sağlayan HDK, bu gelirleri muhtemelen İHA’lar satın almak için kullandı.

Güney Sudan 2011 yılında Sudan’dan ayrılıp petrol kuyularının çoğunu da beraberinde götürdüğünden beri, altın Sudan devlet bütçesinin büyük ölçüde bağlı olduğu stratejik bir kaynağa dönüştü. Bazı tahminlere göre bu değerli metalin üretiminin yüzde 48 ila 60'ı kaçak olarak veya gayri resmi olarak satılıyor ve resmi kanallara girmiyor. Raporlar, 2014 ile 2024 yılları arasında devletin kaybının, küresel altın fiyat ortalamasına göre 23 ile 36,8 milyar dolar arasında olduğuna işaret ediyor.

İsviçre Kalkınma ve İşbirliği Ajansı’nın (SDC) kısa bir süre önce yaptığı bir araştırmaya göre 2012 ile 2022 yılları arasında Afrika'dan değeri yaklaşık 115 milyar dolar olan 2 bin 500 ton beyan edilmemiş altın kaçırıldı.


Irak cephesi ve İsrail’in erken caydırıcı silah hassasiyeti

Sınır güvenliği görevindeki bir İsrail askeri (Reuters)
Sınır güvenliği görevindeki bir İsrail askeri (Reuters)
TT

Irak cephesi ve İsrail’in erken caydırıcı silah hassasiyeti

Sınır güvenliği görevindeki bir İsrail askeri (Reuters)
Sınır güvenliği görevindeki bir İsrail askeri (Reuters)

Emel Şehade

İsrail, Suriye'den Lübnan'a, Ürdün ve Irak'a kadar İran'ı ve onun vekilleri olarak tanımladığı güçleri güvenlik araştırmalarının merkezinde tuttu. İsrail ordusu ve istihbarat servisi Mossad, Tahran'ın Irak ve Ürdün'deki İran yanlısı milisler ve ‘bölgedeki terörist altyapı’ olarak adlandırdığı yapıya yoğun yatırım yapma çabalarına karşı geniş çaplı bir hazırlık kampanyası başlattı. Hazırlıklar, uzun menzilli füze fırlatmaları ve insansız hava araçları (İHA) ile karşı karşıya kalma senaryosunun yanı sıra Suriye ve Ürdün sınırında kara operasyonlarını içeriyor.

Irak, İran'ın geçtiğimiz yıl boyunca askeri vekillerini ve füze kapasitelerini güçlendirmek için çabalarını yoğunlaştırdığını ve farklı hava ve kara senaryoları altında çeşitli cephelerden İsrail'e saldırı düzenlemek üzere vekillerini eğittiğini iddia eden bir İsrail raporunun yayınlanmasını ardından, İsrail'in meydan okumalarına katıldı.

İsrail tarafından hazırlanan rapor, ‘Irak cephesi’ olarak adlandırdığı konuya önemli bir yer ayırdı. Bu cepheyi, diğer cephelerden daha az zorlu veya tehlikeli olmayan yeni bir cephe olarak değerlendirdi. Raporda, Irak'tan İsrail'in iç cephesine yönelik artan tehdide karşı koyma yolları konusunda Mossad ve İsrail askeri istihbaratı arasında yoğun iş birliği ve yakın koordinasyon olduğu belirtildi.

İsrail ordusunun Kuzey Komutanlığı’ndan kaynaklar, İranlıların Irak'taki Tahran yanlısı milislere ve terörist yapılara önemli miktarda kaynak yatırdığını, böylece emir verildiğinde İsrail'e havadan ve karadan saldırabileceklerini söyledi. Aynı kaynaklara göre İran, bu milisleri, İsrail'in iç kesimlerinin geniş bir alanına ulaşabilecek füzeler ve İHA’larla donattıktan sonra hem karada hem de Suriye veya Ürdün sınırlarından yapılan operasyonlarla yoğun bir eğitimden geçirdiler.

Askeri ve güvenlik liderleri, bir dizi toplantıda Irak'taki yeni cephenin oluşturduğu tehdidi tartıştılar ve İran'ın Mezopotamya'daki ana eylem planının, 2023 yılında Gazze’deki savaşın en şiddetli olduğu dönemde başlayan senaryoya benzer şekilde, Irak topraklarından İsrail'in iç cephesini hedef alan füzeler ve İHA’larla saldırılar düzenleneceği sonucuna vardılar.

Rapor ayrıca, ikincil olarak değerlendirilen, Irak'ta başlayan ve Suriye'ye doğru ilerleyen, oradan da İsrail-Ürdün sınırına kadar uzanabilecek bir kara operasyonu olasılığını da gündeme getirdi.

Konuyla ilgili bir İsrail raporu, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun (DMO) yurtdışı kolu Kudüs Gücü'nün Irak'taki en etkili milis gücü olan Ketaib Hizbullah'ın (Hizbullah Tugayları) arkasında olduğunu iddia etti. Ketaib Hizbullah'ın Irak'taki Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) olarak bilinen silahlı milislerin en önde gelen bileşenlerinden biri olduğunu belirtilen raporda, istihbarat raporlarının bu milislerin uzun menzilli füzeler de dahil olmak üzere siyasi açıdan en etkili ve en iyi silahlanmış milisler olduğunu gösterdiği vurgulandı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı analize göre İsrailli bir askeri yetkili, İranlıların, gerçek kimliklerini ve doğalarını gizlemek için genel bir isim kullanan birkaç Irak fraksiyonu aracılığıyla, Yemen'deki Husilerin gerçekleştirdiği saldırılara benzer saldırıları İsrail'e karşı başarıyla gerçekleştirdiklerini söyledi. Aynı yetkili, Tel Aviv'in ‘ABD ve diğerleri aracılığıyla Irak hükümetine açık tehdit mesajları gönderdiğini’ vurguladı.

İsrail, Nuceba Hareketi'ni Ketaib Hizbullah'tan sonra ikinci endişe kaynağı olarak görüyor ve onu Lübnan'daki Hizbullah ile yakın bağları olan aşırılıkçı bir Şii milis gücü olarak araştırma protokollerine dahil ediyor. Nuceba Hareketi, daha önce İsrail'e yönelik birkaç füze ve İHA saldırısının sorumluluğunu üstlenmişti.

Ürdün sınırından giriş

İsrail ordusu Kuzey Komutanlığı kaynakları, İran'ın Irak'taki vekilleri ve milislerin kapasitelerini güçlendirip desteğini yoğunlaştırmasının ardından sürpriz operasyonlar yapılabileceği konusunda uyardı. Bu aşamada İsrail, Ürdün'e komşu bölgenin kuzeyinde iki bölümde inşa edilmesi planlanan güvenlik duvarının yapımına başlanması gibi, sınır güvenliğini sağlamak için korumayı yoğunlaştırarak çalışıyor.

İlk aşamada çalışmalar, güvenlik bariyerinin yanı sıra kazı ve drenaj işleri ile yol ve caddelerin rehabilitasyonunun da yapılacağı el-Gavar bölgesinde yürütülecek. Ayrıca su, sanitasyon, elektrik, iletişim ve diğer hizmetler için altyapı kurulumu da bu aşamada yer alacak.

İsrail Savunma Bakanlığı, doğu sınırında ulusal güvenlik ve stratejik kontrolü güçlendirme planının, bakanlığın genel müdürü emekli Tümgeneral Amir Baram'ın liderliğinde bakanlığın stratejisinin merkezi bir parçası olduğunu duyurdu.

Bakanlığın raporuna göre konu bu sistem Savunma Bakanlığı Sınır ve İrtibat Otoritesi Başkanı Tümgeneral Eran Ofir tarafından değerlendirilen entegre bir operasyonel sistemi içeriyor ve güvenlik bariyeri, istihbarat toplama yetenekleri, iletişim, komuta odaları, sensörler, hassas füzeler ve bakım sistemlerini kapsıyor. Ayrıca bu faaliyetlerle paralel olarak, Savunma Bakanlığı ve ordu, sonraki aşamaları planlamaya ve sınır savunması için bir konsept ve bunu gerçekleştirmek için gerekli araçları oluşturmaya devam edecek.

Projenin toplam maliyeti 1,7 milyar dolar olarak tahmin ediliyor ve güney Golan Tepeleri'nden kuzey Eilat'a kadar 425 kilometre uzunluğunda çok katmanlı bir sistemin inşasını içeriyor.

Bakanlık Müsteşarı Tümgeneral Amir Baram’a göre çeşitli cephelerde şekillenen durum ve İsrail'e yönelik artan tehditler, acilen harekete geçmelerini ve doğu sınırındaki stratejik kontrolü güçlendirmelerini gerektiriyor. Tümgeneral Amir Baram, burada sadece bir güvenlik bariyerinden değil, araziye ve değişen tehditlere uyarlanmış esnek ve hareketli güçlerin konuşlandırılmasını ve güvenlik odaklı Siyonist yerleşimlerin teşvik edilmesini içeren entegre, çok katmanlı bir sistemden bahsettiklerini vurguladı.

Zorlukları çoğaltmak

İsrail, Gazze’deki savaşın ikinci yılında Irak'ın İsrail'e karşı mücadelede aktif bir arena haline geldiğini kabul etti, ancak Tel Aviv bunu ciddi bir tehdit olarak görmedi. Bu durum iç cephedeki tehlikeyi iki katına çıkardı ve bu konuyu güvenlik ve askeri kurumların gündeminin en üst sırasına geri getirdi.

İsrail, İran destekli silahlı grupların başını çeken Irak'taki İslam Direniş örgütünün kendisini İran ekseninin ek bir cephesi olarak gördüğünü ve saldırıları ‘Gazze'ye yardım’ olarak nitelendirdiğini öne sürdü. İsrail’e göre Eilat, Ürdün Vadisi ve Golan Tepeleri merkezi hedefler olarak belirlendi. Geçtiğimiz yıl İsrail’deki hedeflere karşı birkaç roket saldırısı düzenlendi, ancak güvenlik güçleri bu cepheyi mevcut aşamadaki zorluklar arasında değerlendirmedi. Söz konusu dönemde iki İsrail askeri öldürüldü, onlarcası yaralandı.

En dikkat çekici olaylar, 2024 yılında Eilat'taki bir deniz üssüne yapılan saldırı ve Eilat limanındaki patlamalar oldu. Saldırılardan birinde, Irak'tan Golan Tepeleri'nin kuzeyine bir İHA ile bomba atıldı. Olayda İsrail ordusundan bir subay ve bir asker öldü. Bunun yanı sıra Irak'tan Eilat Körfezi ve Ürdün Vadisi'ne doğru fırlatılan bir dizi insansız hava aracı da önlendi.

İsrail'in Irak cephesinin yeniden açılmasının tehlikesine ilişkin araştırmaları ve raporlarının ardından Tel Aviv, ABD aracılığıyla Irak'a tehdit mesajları gönderdi ve güvenlik yetkilileri mevcut sükunetin geçici olduğu konusunda uyardı. Söz konusu yetkililere göre milisler, saflarını düzenlemeye ve kendilerini gelişmiş silahlarla donatmaya devam ederek, her an alevlenebilecek kuzeydoğu cephesinde İran'ın bir başka aktif kolunu oluşturuyor.