Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Çıkarlarını ideolojik kaygıların üstüne koyar

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri
TT

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Esad Ganim*

Pek çok kişi Arap ve Müslüman devletlerin, genel olarak Filistinlilere, özellikle de mevcut sıkıntılarında Gazze'ye destek olmak için ciddi veya mevcuttan daha büyük bir çabaya katılmamasının nedenini açıklamaya çalışıyor. Buna, Gazzelilerin başına gelen ve gittikçe kötüleşen korkunç felakete rağmen halk protestolarının olmayışı ve giderek yok olması da dahil.

Bence mesele, tarihsel bir gelişmeyle ilgili. Savaş sırasında veya ondan hemen önce meydana gelen bir anlık gelişmenin sonucu değil. Örneğin, ABD'nin safını belli etmesi ve filolarının gönderilmesi, Arap ve İslam ülkelerinin daha fazla tepki vermesini engellemeye katkıda bulundu. Bunun nedeni bazı Arap rejimlerinin Filistin'de "Hamas" ve "İslami Cihat" hareketleri tarafından temsil edilen siyasal İslam düşüncesine yönelik düşmanlığı değildir. 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne düzenlenen silahlı saldırıya öncülük eden Hamas, 2007'den beri Gazze'yi yönetiyor.

Kastettiğim tarihsel gelişme, 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve son yirmi yılda derinleşen iki derin siyasi sürecin etkileşimleriyle ilgili. Bir yandan, ulusal veya dini sınırlar ötesine geçen düzenlemelere ulaşmaya çalışan büyük ideolojilerin gerilemesi kastediyorum. Arap dünyasında, bu, Arap milliyetçiliği ve evrensel İslam fikrini temel olarak ifade eder. Öte yandan, ulusal kimlik ideolojilerinin yükselişi ve Arap dünyasındaki ulusal devletin konumunun, geçmiş yıllara göre çok daha büyük bir fark yaratarak güçlendirilmesini kastediyorum. Bu durum, kendi çıkarları için, Arap dünyasında olup bitenleri anlamanın ve analiz etmenin temel taşı olarak kabul edilebilecek bir noktaya kadar vardı.

FOTOĞRAF ALTI: 1 Aralık'ta Fas'ın başkenti Rabat'ta düzenlenen gösteri sırasında Fas ve Filistin bayrakları (EPA)
1 Aralık'ta Fas'ın başkenti Rabat'ta düzenlenen gösteri sırasında Fas ve Filistin bayrakları (EPA)

Tarihsel olarak, Filistin Ulusal Hareketi açıkça ‘bağımsız karar alma’ yolunu seçti ve bu slogan, Filistinlilerin ezici çoğunluğunun beğenisini ve desteğini kazandı. Mısır da 1979'da Arap birliğinin dışına çıkarak, İsrail ile ayrı bir barış anlaşması imzalamayı seçti. Lübnan da barış anlaşmaları imzaladı, ancak Lübnan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel anlaşmalardan vazgeçtikten sonra bunlar başarısız oldu. Daha sonra, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1993'te İsrail’le ayrı bir barış anlaşması imzaladı. Ürdün, İsrail’le yıllarca süren doğrudan temaslardan sonra 1994'te aynı şeyi yaptı. 1990'ların ortalarında Katar Emirliği ile İsrail arasında kısmi ilişkiler oluştu. Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres resmi bir ziyarette bulundu. Katar, Tel Aviv'de çıkarlarını yönetmek için bir ofis açtı.

“Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ikili ilişkilere hazırlık, ulusal kimliğin derinliğini veya devletin Arap dünyasındaki ulusal çıkarlarını doğrulayan bir adım oluşturdu”

Tabii ki, İsrail ile ilişkilerdeki son dalgayı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başlattı ve bunu sırasıyla Bahreyn, Sudan ve Fas takip etti. Son aylarda, Suudi Arabistan ile İsrail arasında ikili ilişkiler için müzakereler yapıldığından bahsedildi.

Arap ülkeleri ile İsrail arasında ikili ilişkilere hazırlık, (Filistinliler, İsrail ile ilişkilerin karmaşıklığı nedeniyle burada hariç tutulabilir), Arap dünyasında ulusal kimlik veya ulusal devlet çıkarı kavramının derinliğini vurgulayan bir adım oldu. Bu anlaşmayı imzalayan ülkeler, kararlarının bağımsızlığının ve devletin kendi ulusal çıkarlarına bağlılığının önemini teyit ettiler. Ayrıca, genellikle ulusal veya İslami yüksek çıkarlar olarak kabul edilen sabitelerden muafiyet veya azaltma sağladılar. Bu çıkarların başında, İsrail'i kabul etmemek veya en azından Filistinlilerin bağımsız bir devlet elde etmek ve işgali sona erdirmek için çabalayan pozisyonunu desteklememek geliyordu.

Bu mantık, Arap dünyasının devletlerinin Gazze'ye karşı savaşında İsrail'e karşı ciddi adımlar atmaktan veya Filistinlilerin İsrail saldırısını çevreleme ve savaşı durdurma çabalarını desteklemekten kaçınmasının derin ve geçici olmayan bir açıklamasını sunuyor.

Arap ülkeleri, genellikle tüm Arap elitleri tarafından düşmanlık edilen ve ciltlerle kitaplar yazılan ve ateşli konuşmalar yapılan bir sömürge mirası olarak ortaya çıktı. Ancak, 20. yüzyılın ikinci yarısında ve son yirmi yılda, Arap ülkelerinin tüm hareketlerini ve politikalarını belirleyen merkezi bir simge haline geldi. Bu devletler artık kendilerini doğal bir devlet olarak görüyorlar ve milliyetçi-ulus devlete doğru yöneliyorlar. Devletin, sistemin ve liderlerinin varlığını sürdürmekle, ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmekle ve bölgesel ve küresel sistemde saygın bir yer edinmekle ilgili ‘ulusal çıkarlarını’ arıyorlar. Bu nedenle, uygun gördükleri ittifaklar kurarak, ‘bölgesel düzeyde çıkarları olan’ bir ‘doğal devlet’ oldukları düşüncesini güçlendiriyorlar. Bunu üçüncü bir taraf aracılığıyla değil, kendileri yapıyorlar. Bu nedenle, yaptıkları ittifaklar, İsrail ile anlaşmalar ve ‘vatandaşlarının’ çıkarlarını herhangi bir büyük Arap veya İslami ulusal çıkardan daha yüksek ve daha ötesinde tutmak için inşa ettikleri cesur projeler anlaşılabilir.

Arap devletinin kendi anlayışındaki bu köklü gelişmeler, iki alanda meydana gelen iki gelişmeyle ilgilidir: Birincisi, büyük ideolojilerin gerilemesi ve etkisinin azalmasıdır. Öncelikle, Cemal Abdunnasır döneminde Mısır'ın politikalarıyla ifade edilen Arap milliyetçiliği projesinin gerilemesinden bahsediyorum. İkincisi, birinciyle bağlantılı olarak, Arap Baharı'nın başarısızlıkları ve Arap rejimlerinin ve Batı'nın genel olarak İslami siyasi projelerine, özellikle Sünni ve Şii projelerine düşmanlığı nedeniyle İslami siyasi projenin gerilemesi ve baskınlığının azalmasıdır.

“Ulusal devlet, Arap dünyasında ve genel olarak Üçüncü Dünya'da sömürgeci ülkeler tarafından kuruldu.”

İkinci gelişme, devletin gücünün ve otoritesinin artması ve ‘karar bağımsızlığına’ olan güvenin oluşmasıyla ilgilidir. Bu, iki alanda meydana gelen değişikliklerle ilgilidir: Birincisi, içseldir ve devletin vatandaşlarına ve tebaasına karşı kamusal alandaki gücünün ve etkisinin ciddi bir şekilde artmasıyla ortaya çıktı. Bu, devletin ekonomik kapasitesi ve vatandaşlarının temel kişisel güvenliğini sağlayabilme yeteneğiyle yakından bağlantılıdır. İkincisi, devletin çevresine ve bölgesine olan güveninin artması ve sınırlarını güçlendirmesi ile çevresinden veya dünyadan gelen herkesi kontrol etme yeteneğiyle ilgilidir. Böylece, çevresinden farklı olabilecek, hatta komşu ülkelerin politikalarıyla çatışabilecek, özel pozisyon ve politikalar benimseyebilmektedir. Bu açıklama, Arap ülkelerinin kendi bölgesel ve iç durumlarına karşı çok hassas oldukları, yani bağımsızlıklarını ve rollerini vurgulayan bir yaklaşım benimsedikleri yönündeki yorumla çelişmemektedir. Çünkü ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin büyüklüğünün farkındadırlar ve bu nedenle, bağımsızlık dereceleri, ABD, İsrail ve İran gibi daha güçlü aktörlere olan ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.

Fotoğraf Altı:  Ürdün'ün başkenti Amman'da 1 Aralık'ta Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)
Ürdün'ün başkenti Amman'da 1 Aralık'ta Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)

Arap dünyasında ve genel olarak Üçüncü Dünya’da “Ulusal Devlet”, sömürgeci devletler tarafından oluşturuldu. Sınırları onlar çizdi, devlet yapılarını oluşturdular ve yerel milliyetçilik temellerini atmaya yardımcı oldular. Böylece ayrı bir siyasi, demografik, ekonomik ve hatta kültürel ve sosyal birim olması gerçeğinden hareketle, çevresiyle farklılaşan veya iç içe olan Ulusal Devletin (Nation\ Territorial State) ortaya çıkışına öncülük ettiler. Arap devletleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, liderleri bağımsızlıklarıyla ilgili siyasi yönelimlerde ve diğer Arap devletlerinden ne ölçüde ayrıldıkları konusunda kafa karışıklığına düştüler. Arap dünyası ülkeleri arasında, komünist Doğu Bloku ile kapitalist Batı Bloku arasındaki ilişkilerde, İsrail ile ilişkilerde ve İran, Türkiye, Etiyopya gibi diğer komşu ülkelerle ilişkilerde izlenmesi gereken yön konusunda uzun süren bir tartışma ve derin anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Uzun yıllar boyunca, bir tarafta Mısır ve müttefikleri, diğer tarafta Suudi Arabistan ve müttefikleri olmak üzere iki kutup öne çıktı.

Bu kutuplaşmanın en önemli açıklamalarından biri, Arap milliyetçiliğini ve ekonomik ve siyasi entegrasyonun gerekliliğini amaç edinenler ile milliyetçiliği entegrasyon çağrısı yapmayan genel bir slogan olarak görenler arasındaki ideolojik yorumdur. En azından bölgedeki ve dünyadaki kamu politikaları ve ittifaklar açısından bu böyledir.

Son 50 yılda, Arap dünyası ülkelerinin bir grup olarak temel zorluklarla baş etmede büyük başarısızlıklar yaşadığı bir ortamda, özellikle İsrail, İran ve Türkiye'nin güçlenmesiyle birlikte Arap dünyasında ulusal devletin gücünü ve prestijini derinleştirmeye yönelik eğilimler güçlendi. Bu, tek bir ulusal ve hatta kapsamlı dini kimlik pahasına birden fazla ulusal kimliğin gücünün artmasına katkıda bulundu ve Arap ülkeleri yavaş yavaş ulusal devletin en yüksek çıkarı olduğuna inandığı şeye hizmet eden kendi politikalarını geliştirdiler. Karşılığında bu eğilimlere yönelik eleştirilerin ve dolayısıyla milliyetçi düşüncenin gücü ve etkisi azaldı.

“Arap devletlerinin Gazze'deki devam eden savaş bağlamında davranışlarını, İsrail'in Gazze'deki sivillere karşı işlediği vahşetlere rağmen, Arap dünyasındaki güçlü devletçilik, ulusalcılık vizyonları ve algılarının gelişmesi meselesini dikkate almadan anlamak mümkün değildir.”

Öte yandan, İslami akım bir süreliğine güçlendi ve ulusal devlet fikrine ciddi bir meydan okuma oluşturdu. Ancak, İslami akımların bir kısmında meydana gelen iç değişiklikler, özellikle devleti teslim alma, kabul etme ve hatta savunmaya yönelik olarak ortaya çıktı. Genel İslami hareket, “kapsayıcı bir İslam devleti” fikrini ve hatta sözde “kapsayıcı İslami projeyi” geliştirmedeki başarısızlığı nedeniyle geriledi. Bu, her ülkenin ulusal devletinin ve yerel kimliğinin gücünün daha da artmasına yol açtı. Bu gelişmeler bir ülkeden diğerine eşit olmayan bir şekilde gerçekleşti.

Araştırmalar Mısır, Tunus ve Filistin kimliklerinin Arap dünyasındaki en güçlü ulusal kimlikler olduğunu gösteriyor; örneğin Suriye, sözlü de olsa Arap ulusal kimliğine bağlı kalmayı sürdüren bir devletin örneğiydi.

Son 50 yıl boyunca genel eğilim açıktı: Ulusal devlet ve her ülkenin özel kimliği güçlendi ve ‘ulusal çıkarlar’ lehine giderek daha fazla çözüldü. Bu, devletin ve kendi kimliğinin, devlet ve halkı için en yüksek çıkar olarak gördüğü şeye fayda sağladı. Bana göre Arap-İsrail çatışmasındaki temel gelişmeler bu perspektif olmadan anlaşılamaz. Mısır, Ürdün ve Filistinlilerin İsrail ile savaş halinden ayrı bir çözüm arayışı durumuna geçmesi, devletin veya Filistinlilerin ayrı bir varlığı durumunda devletin artan ulusal çıkarının en önemli ifadelerinden biridir. Bu, Arap ülkelerinin İsrail'le kapsamlı çözümlere bağlı kalmaktan devletin, yani liderlerinin en yüksek ulusal çıkar olarak gördüğü şeyi ifade eden bir çözüme doğru kademeli geçişini açıklıyor.

Dolayısıyla, Arap devletlerinin Gazze'deki devam eden savaş bağlamında davranışlarını, İsrail'in Gazze'deki sivillere karşı işlediği vahşetlere rağmen, Arap dünyası ülkelerinde güçlü devletçilik ve ulusalcılık vizyonları ve algılarının gelişmesi meselesini dikkate almadan anlamak mümkün değildir. Bu meseleyi merkezi bir bileşen olarak almak gerekir. Arap dünyası ülkeleri, halkları ve liderleri, İsrail savaşı nedeniyle Gazze’de yaşanan trajediden çok etkileniyor, ancak aynı zamanda hem devletsel hem de ulusal somut çıkarlarını ve bu çıkarları nasıl korumaya devam edeceklerini düşünüyorlar. Savaştan sonra bu çıkarları korumanın ve güçlendirmenin yollarını arıyorlar. Bu çıkarlar, en azından Arap ülkelerinin liderlerinin büyük bir kısmı açısından, Filistinlilerden ve onların mücadelesinden ya da Arap ülkelerinin kendi aralarındaki karşılıklı ilişkilerden çok ABD ve İsrail’le bağlantılıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Gazze'deki Uluslararası Güç: Kimler katılacak ve kimler kontrol edecek?

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nde çoğu kadın ve çocuk 70 bine yakın kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nde çoğu kadın ve çocuk 70 bine yakın kişiyi katletti (Reuters)
TT

Gazze'deki Uluslararası Güç: Kimler katılacak ve kimler kontrol edecek?

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nde çoğu kadın ve çocuk 70 bine yakın kişiyi katletti (Reuters)
İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nde çoğu kadın ve çocuk 70 bine yakın kişiyi katletti (Reuters)

İnci Mecdi

ABD, BM Güvenlik Konseyi'nden Gazze'de en az iki yıl süreyle uluslararası bir istikrar gücü konuşlandırma yetkisi talep ediyor. Uluslararası istikrar gücü, ABD Başkanı Donald Trump'ın eylül ayı sonunda sunduğu ve Gazze Şeridi'ndeki savaşı uzun vadede sona erdirmeyi amaçlayan 20 maddelik planının temel unsurlarından biri.

Amerikan medya kuruluşlarının incelediği taslak karara göre, uluslararası güç, silahlı örgütlerin “kalıcı olarak silahsızlandırılması” da dahil olmak üzere Gazze'deki silahsızlandırma sürecini temin etmek için İsrail ve Mısır ile iş birliği içinde çalışacak. Ayrıca Filistinli polis memurlarına eğitim ve destek sağlayacak, sivilleri koruyacak ve insani yardım koridorlarının güvenliğini sağlayacak. ABD’li yetkililere göre taslak, 15 üyeli konsey ve diğer uluslararası ortaklar arasında kapsamlı müzakerelerden geçmesi beklenen bir ön taslak. Nitekim şu anda tartışılıyor ve bu istişareler doğrultusunda revize ediliyor.

Silahsızlandırma sürecini temin etmenin yanı sıra, bir barış gücü değil, güvenliği sağlamaktan sorumlu bir yürütme organı olacak olan bu gücün, Gazze Şeridi'nin hem İsrail hem de Mısır ile olan sınırlarını güvence altına alması, sivilleri ve insani koridorları koruması ve yeni bir Filistin polis gücü yetiştirmesi öngörülüyor. Taslak, katılımcı ülkelere, Gazze Şeridi’nin geçici yönetimini üstlenmesi beklenen ve henüz kurulmamış olan “Barış Konseyi” ile iş birliği içinde, 2027 yılı sonuna kadar Gazze'de güvenliği sağlama konusunda geniş bir yetki veriyor. Yine taslak, bu gücün Mısır ve İsrail ile yakın istişare ve koordinasyon içinde olmasını da öngörüyor.

İsrail'in itirazı

Taslakta, önerilen uluslararası güce hangi ülkelerin katılacağı veya ne kadar askerle katkıda bulunacağı belirtilmedi. Ancak, istikrar gücüne katılmakla ilgilenen birçok Arap ve Arap olmayan devlet, BM'nin plana verdiği desteğin katılımları için ön koşul olduğunu ifade etti. ABD'nin BM misyonu, Independent Arabia'nın sorularına yanıt vermedi, ancak kaynaklar, ABD'nin talebi üzerine Gazze'de istikrarı sağlamak için uluslararası güce birkaç ülkenin katılmayı düşündüğünü belirtiyor.

Arap Amerikalılar Barış Komitesi Başkanı ve Gazze'de arabuluculuk yapan Bişara Bahbah, Independent Arabia'ya yaptığı açıklamada, İsrail'in Gazze'deki uluslararası istikrar gücüne hem Türkiye hem de Katar'ın katılmasına karşı çıktığını söyledi. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun, gücün misyonunun “İsrail'in kendini rahat hissettiği tarafları veya İsrail'in rahatlıkla iş yapabileceği ülkeleri içermesi gerektiği” yönündeki açıklamaları da bunu teyit ediyor. Ancak Rubio belirli bir ülke adı vermedi veya olası bir vetodan bahsetmedi.

Azerbaycan merkezli ANewsZ kanalının haberine göre, ABD, çatışmalar sona erdiğinde Gazze'nin güvenliğini sağlamayı ve insani yardımların ulaştırılması faaliyetlerini genişletmeyi amaçlayan bir misyona katılımı için Azerbaycan ile iletişime geçti. Bakü, hem İsrail hem de Filistin Ulusal Otoritesi ile diplomatik ilişkilere sahip. Kasım 2022'de Azerbaycan Meclisi, Tel Aviv'de bulunması şartıyla İsrail’de bir büyükelçiliğin açılmasını onaylamıştı.

Büyükelçilik, diplomatik temsilcilik ve Bakü'den bir büyükelçinin atanmasıyla Mart 2023'te resmen açıldı. Aynı zamanda Azerbaycan, 2022'nin sonlarında Batı Şeria'daki Ramallah'ta bir “temsilcilik ofisi” kurdu. Bu ofis, Azerbaycan'ın İsrail ile yakın ortaklık ile Filistinlilerle dayanışmayı sürdürmeye yönelik diplomatik stratejisini yansıtıyor.

İsrailli muhalif milletvekili ve Knesset Dışişleri ve Savunma Komitesi üyesi Moşe Tur-Paz, “Diğer ordulara böylesine önemli bir rol vermek soru işaretleri yaratıyor ve bu İsrail'in çıkarına olmayabilir.” dedi. “Hamas'ın Gazze'deki yönetimine son verme çabalarına diğer ülkelerin katılımının iyi bir şey olduğu doğru, ancak aynı zamanda İsrail için bir tehdit de oluşturabilir,” diye ekledi ve Türkiye gibi bir ülkenin Hamas ile yakın bağları olduğunu belirtti.

İsrail'in böyle bir güce hangi ülkelerin katılacağını ne ölçüde belirleyebileceği ise henüz belirsizliğini koruyor. Ancak, Kudüs merkezli bir düşünce kuruluşu olan Yahudi Halkı Politika Enstitüsü'nden Yaakov Katz, basına yaptığı açıklamada, “İsrail'in bakış açısından sorun, artık istediği gibi hareket edememesi ve bunun sonuçları olacak” yorumunu yaptı.

Mısır bir temel taş

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre Washington'da bulunan Demokrasileri Savunma Vakfı'ndan Heysem Hasaneyn yaptığı açıklamada, Mısır'ın Gazze'deki herhangi bir uluslararası gücün temel taşı olma ihtimalinin yüksek olduğunu ve Endonezya veya Azerbaycan gibi Arap olmayan Müslüman ülkelerin yanı sıra BAE, Ürdün ve Fas'ın da potansiyel katkıları olabileceğini belirtti.

Yeni bir Filistin polis gücünün eğitilmesi konusuna gelince, Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli, ülkesinin Filistin güvenlik güçlerini eğitmeye başladığını açıkladı. Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada Medbuli, Mısır'ın “Gazze'ye uluslararası desteğin, sahada görev yapacak bir misyonu da kapsamasını memnuniyetle karşıladığını” belirtti. Bu misyonun yetkilerinin “Gazze ile Batı Şeria'da (Doğu Kudüs de dahil) bir Filistin devletinin kurulmasına giden süreci temsil eden tek bir siyasi paket kapsamında uluslararası güçlerin konuşlandırılması yoluyla, Güvenlik Konseyi tarafından belirlenmesinin” şart olduğunu da ifade etti.

Net bir çerçeve ve siyasi bir plan

Tel Aviv Üniversitesi Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü'nden gözlemciler, Gazze'nin geleceğinin yalnızca Kudüs'te veya Gazze Şeridi'nde değil, aynı zamanda Riyad, Abu Dabi, Ankara ve Doha'da da belirleneceğine inanırken, Körfez ülkelerinin Gazze'ye doğrudan müdahale konusunda çok istekli olmadıklarını belirtiyorlar. Nitekim savaş sırasında diplomatik çerçevelere verdikleri destek, sahada fiili bir katılımdan ziyade, İsrail’e çatışmayı sona erdirmesi ve siyasi süreci yeniden başlatması için baskı yapmayı amaçlıyordu.

Benzer şekilde, Hasaneyn de, Gazze'nin Hamas sonrası geleceği için net, ABD öncülüğünde bir çerçeve ve güvenilir bir siyasi plan olmadığı sürece Körfez ülkelerinin katılımının uzak bir ihtimal olduğunu belirtti ve “hiçbir Arap hükümeti Gazze'yi İsrail adına yönetiyormuş gibi görünmek istemiyor” dedi.

Hamas'ın silahsızlandırılması, Trump'ın ateşkes ve Gazze Şeridi'nin yeniden inşası için hazırladığı 20 maddelik planın temel meselelerinden biri olmaya devam ediyor; ancak Hamas bu adımı henüz tam olarak kabul etmedi. Hamas liderleri, tüm silahları bırakmanın teslim olmak anlamına geldiğini ve İsrail'e karşı silahlı mücadelenin hareketin ideolojisinin temel bir parçası olduğunu defalarca dile getirdiğinden, uluslararası gücün Gazze'de silahsızlanmayı nasıl gerçekleştireceği belirsizliğini koruyor.

İsrail Savunma Kuvvetleri ile Hamas unsurları arasında bir tampon bölge oluşturmak için “Sarı Hat” adıyla bilinen hat boyunca çokuluslu bir güç konuşlandırılması planlanıyor. ABD tampon bölgenin haritasını çıkarırken, İsrail önemli stratejik noktaların kontrolünü elinde tutacak. Bu arada, AP'ye göre, Ürdün, BAE ve Fas'ın yardımıyla Gazze'nin güneyinde ve kuzeyinde insani yardım bölgeleri kuruluyor.

İngiltere Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bakanı Hamish Falconer, Trump’ın planının ikinci aşamasıyla ilgili birçok soru işareti olduğunu ve ilk aşamanın uygulanmasının henüz tamamlanmadığını söyledi. Falconer, Gazze'deki herhangi bir istikrar gücünün “BM Güvenlik Konseyi yetkisiyle desteklenmesinin” önemli olduğunu da vurguladı.


İsrail Savunma Bakanı Gazze Şeridi'ndeki tüm tünellerin yıkılması talimatını verdi

İsrail askerleri, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde Hamas tarafından inşa edilen bir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters)
İsrail askerleri, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde Hamas tarafından inşa edilen bir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters)
TT

İsrail Savunma Bakanı Gazze Şeridi'ndeki tüm tünellerin yıkılması talimatını verdi

İsrail askerleri, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde Hamas tarafından inşa edilen bir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters)
İsrail askerleri, Gazze Şeridi'nin kuzeyinde Hamas tarafından inşa edilen bir tünelden geçiyor... 15 Aralık 2023 (Reuters)

İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz bugün (Cuma), ordunun Gazze Şeridi'ndeki tüm Hamas tünellerini “son tünele kadar” imha etmesini ve ortadan kaldırması talimatını verdiğini açıkladı.

Katz, X hesabındaki mesajında şu ifadeleri kullandı:  “Tüneller olmazsa Hamas da olmaz.” Geçen ay Katz, Gazze'yi silahsızlandırma sürecinin sadece grupları silahsızlandırmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda Hamas'ın tünel ağının tamamen yok edilmesini de içerdiğini belirtmişti. Alman Haber Ajansı  DPA'ya göre, ordu İsrail kontrolündeki sarı bölgede tünellerin yıkımını  öncelik hale getirdi.

Görsel kaldırıldı.
İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz (DPA)

İsrail ordusı  İsrail'in kontrolündeki Gazze Şeridi'nin yüzde 53'ünü temsil eden sarı hattın doğu tarafında, Hamas unsurlarının tünellerde hala saklandığını tahmin ettiklerini belirtti.


Güvenlik Konseyi, Suriye Devlet Başkanı ve İçişleri Bakanı'na yönelik yaptırımları kaldırdı

TT

Güvenlik Konseyi, Suriye Devlet Başkanı ve İçişleri Bakanı'na yönelik yaptırımları kaldırdı

Fotoğraf: Reuters
Fotoğraf: Reuters

BM Güvenlik Konseyi, pazartesi günü Beyaz Saray'da ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesi planlanan Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara'ya yönelik yaptırımları kaldırdı.

ABD tarafından dün hazırlanan bir karar tasarısı, Suriye İçişleri Bakanı Enes Hattab'a yönelik yaptırımları da kaldırdı.

Karar tasarısına 14 ülke destek verirken, Çin çekimser kaldı.

Güvenlik Konseyi, "Suriye'nin egemenliğine, bağımsızlığına, toprak bütünlüğüne ve ulusal birliğine tam saygı" taahhüdünü yineledi. Ayrıca, Suriye'nin tam, güvenli, hızlı ve engelsiz insani yardım erişimi sağlama ve terörizmle mücadele etme taahhüdünü memnuniyetle karşıladı. Güvenlik Konseyi kararı ayrıca, Suriye'nin "yabancı terörist savaşçıların" oluşturduğu tehdidi ele almasını, tüm Suriyelilerin insan haklarını korumasını, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele etmesini, geçiş dönemi adaletini ilerletmesini, kalan kimyasal silahları ortadan kaldırmasını ve kapsayıcı, Suriye liderliğinde bir siyasi süreç başlatmasını beklediğini belirtti.

ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Mike Waltz, kararı memnuniyetle karşılayarak, "Konsey, bu metnin kabulüyle Suriye'nin yeni bir döneme girdiğine dair güçlü bir siyasi mesaj vermiştir" dedi. Çin ise oylamada çekimser kalırken, Çin Büyükelçisi Fu Cong, Suriye'de "kırılgan güvenlik durumundan" "faydalanabilecek" "yabancı terörist savaşçıların" varlığından özellikle endişe duyduğunu belirterek, Konsey'in durumu tam olarak değerlendirmemiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi.

Suriye'ye Hoş Geldiniz

Suriye Dışişleri Bakanlığı ise Güvenlik Konseyi oylamasının ardından Suriye'ye ve halkına verdiği destekten dolayı ABD'ye teşekkürlerini iletti. Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani, "X" platformunda yaptığı paylaşımda, "Suriye, ABD ve dost ülkelere Suriye'ye ve halkına verdikleri destekten dolayı teşekkürlerini sunar" ifadesini kullandı. Şeybani, Suriye diplomasisinin "engelleri ortadan kaldırma ve daha açık ve istikrarlı bir Suriye geleceğine giden yolu açmada aktif varlığını ve istikrarlı ilerleme kaydetme yeteneğini" bir kez daha teyit ettiğini belirtti.

Eş-Şara'ya yönelik yaptırımların resmen kaldırılması büyük ölçüde sembolik nitelikte; zira benzer adımlar, başkanlık görevi sırasında Suriye dışına çıkmak zorunda kaldığı her seferinde atılmıştı. Varlık dondurma ve silah ambargosu da kaldırılacak. ABD Başkanı Donald Trump, eş-Şara'nın savaştan zarar görmüş ülkesinde barışa doğru "iyi ilerleme" kaydettiğini söylemesinin ardından, 10 Kasım'da Suriye Devlet Başkanı'nı görüşmeler için ağırlayacak.

sdfg
Trump ve Eş-Şara'nın geçen mayıs ayında Riyad'da gerçekleştirdiği görüşmeden (AP)

Bu, eş-Şara'nın Washington'a ilk ziyareti olsa da eylül ayında Birleşmiş Milletler'e yaptığı ve on yıllardır New York'ta BM Genel Kurulu'na hitap eden ilk Suriye devlet başkanı olduğu tarihi ziyaretinin ardından ABD'ye yapacağı ikinci ziyaret olacak. Geçtiğimiz yılın sonlarında yönettiği güçler tarafından Beşşar Esed'i deviren eş-Şara, mayıs ayında ABD başkanının bölge turu sırasında Riyad'da Trump'la ilk kez bir araya geldi. Washington, eş-Şara liderliğindeki silahlı grup Heyet Tahrir eş-Şam'ı geçen temmuz ayında terör örgütleri listesinden çıkardı. Şam, pazar günü yaptığı açıklamada, Suriye devlet başkanının Washington'da kalan yaptırımların kaldırılması, yeniden yapılanma ve terörle mücadele gibi konuları görüşeceğini belirtti.