Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Çıkarlarını ideolojik kaygıların üstüne koyar

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri
TT

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Arap ‘ulusal devleti’ ve Filistinlilerin savunulmasındaki düşüşün nedenleri

Esad Ganim*

Pek çok kişi Arap ve Müslüman devletlerin, genel olarak Filistinlilere, özellikle de mevcut sıkıntılarında Gazze'ye destek olmak için ciddi veya mevcuttan daha büyük bir çabaya katılmamasının nedenini açıklamaya çalışıyor. Buna, Gazzelilerin başına gelen ve gittikçe kötüleşen korkunç felakete rağmen halk protestolarının olmayışı ve giderek yok olması da dahil.

Bence mesele, tarihsel bir gelişmeyle ilgili. Savaş sırasında veya ondan hemen önce meydana gelen bir anlık gelişmenin sonucu değil. Örneğin, ABD'nin safını belli etmesi ve filolarının gönderilmesi, Arap ve İslam ülkelerinin daha fazla tepki vermesini engellemeye katkıda bulundu. Bunun nedeni bazı Arap rejimlerinin Filistin'de "Hamas" ve "İslami Cihat" hareketleri tarafından temsil edilen siyasal İslam düşüncesine yönelik düşmanlığı değildir. 7 Ekim'de Gazze Şeridi'ne düzenlenen silahlı saldırıya öncülük eden Hamas, 2007'den beri Gazze'yi yönetiyor.

Kastettiğim tarihsel gelişme, 20. yüzyılın ikinci yarısında başlayan ve son yirmi yılda derinleşen iki derin siyasi sürecin etkileşimleriyle ilgili. Bir yandan, ulusal veya dini sınırlar ötesine geçen düzenlemelere ulaşmaya çalışan büyük ideolojilerin gerilemesi kastediyorum. Arap dünyasında, bu, Arap milliyetçiliği ve evrensel İslam fikrini temel olarak ifade eder. Öte yandan, ulusal kimlik ideolojilerinin yükselişi ve Arap dünyasındaki ulusal devletin konumunun, geçmiş yıllara göre çok daha büyük bir fark yaratarak güçlendirilmesini kastediyorum. Bu durum, kendi çıkarları için, Arap dünyasında olup bitenleri anlamanın ve analiz etmenin temel taşı olarak kabul edilebilecek bir noktaya kadar vardı.

FOTOĞRAF ALTI: 1 Aralık'ta Fas'ın başkenti Rabat'ta düzenlenen gösteri sırasında Fas ve Filistin bayrakları (EPA)
1 Aralık'ta Fas'ın başkenti Rabat'ta düzenlenen gösteri sırasında Fas ve Filistin bayrakları (EPA)

Tarihsel olarak, Filistin Ulusal Hareketi açıkça ‘bağımsız karar alma’ yolunu seçti ve bu slogan, Filistinlilerin ezici çoğunluğunun beğenisini ve desteğini kazandı. Mısır da 1979'da Arap birliğinin dışına çıkarak, İsrail ile ayrı bir barış anlaşması imzalamayı seçti. Lübnan da barış anlaşmaları imzaladı, ancak Lübnan Cumhurbaşkanı Emin Cemayel anlaşmalardan vazgeçtikten sonra bunlar başarısız oldu. Daha sonra, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) 1993'te İsrail’le ayrı bir barış anlaşması imzaladı. Ürdün, İsrail’le yıllarca süren doğrudan temaslardan sonra 1994'te aynı şeyi yaptı. 1990'ların ortalarında Katar Emirliği ile İsrail arasında kısmi ilişkiler oluştu. Dönemin İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres resmi bir ziyarette bulundu. Katar, Tel Aviv'de çıkarlarını yönetmek için bir ofis açtı.

“Arap ülkeleri ile İsrail arasındaki ikili ilişkilere hazırlık, ulusal kimliğin derinliğini veya devletin Arap dünyasındaki ulusal çıkarlarını doğrulayan bir adım oluşturdu”

Tabii ki, İsrail ile ilişkilerdeki son dalgayı Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) başlattı ve bunu sırasıyla Bahreyn, Sudan ve Fas takip etti. Son aylarda, Suudi Arabistan ile İsrail arasında ikili ilişkiler için müzakereler yapıldığından bahsedildi.

Arap ülkeleri ile İsrail arasında ikili ilişkilere hazırlık, (Filistinliler, İsrail ile ilişkilerin karmaşıklığı nedeniyle burada hariç tutulabilir), Arap dünyasında ulusal kimlik veya ulusal devlet çıkarı kavramının derinliğini vurgulayan bir adım oldu. Bu anlaşmayı imzalayan ülkeler, kararlarının bağımsızlığının ve devletin kendi ulusal çıkarlarına bağlılığının önemini teyit ettiler. Ayrıca, genellikle ulusal veya İslami yüksek çıkarlar olarak kabul edilen sabitelerden muafiyet veya azaltma sağladılar. Bu çıkarların başında, İsrail'i kabul etmemek veya en azından Filistinlilerin bağımsız bir devlet elde etmek ve işgali sona erdirmek için çabalayan pozisyonunu desteklememek geliyordu.

Bu mantık, Arap dünyasının devletlerinin Gazze'ye karşı savaşında İsrail'e karşı ciddi adımlar atmaktan veya Filistinlilerin İsrail saldırısını çevreleme ve savaşı durdurma çabalarını desteklemekten kaçınmasının derin ve geçici olmayan bir açıklamasını sunuyor.

Arap ülkeleri, genellikle tüm Arap elitleri tarafından düşmanlık edilen ve ciltlerle kitaplar yazılan ve ateşli konuşmalar yapılan bir sömürge mirası olarak ortaya çıktı. Ancak, 20. yüzyılın ikinci yarısında ve son yirmi yılda, Arap ülkelerinin tüm hareketlerini ve politikalarını belirleyen merkezi bir simge haline geldi. Bu devletler artık kendilerini doğal bir devlet olarak görüyorlar ve milliyetçi-ulus devlete doğru yöneliyorlar. Devletin, sistemin ve liderlerinin varlığını sürdürmekle, ekonomik çıkarlarını gerçekleştirmekle ve bölgesel ve küresel sistemde saygın bir yer edinmekle ilgili ‘ulusal çıkarlarını’ arıyorlar. Bu nedenle, uygun gördükleri ittifaklar kurarak, ‘bölgesel düzeyde çıkarları olan’ bir ‘doğal devlet’ oldukları düşüncesini güçlendiriyorlar. Bunu üçüncü bir taraf aracılığıyla değil, kendileri yapıyorlar. Bu nedenle, yaptıkları ittifaklar, İsrail ile anlaşmalar ve ‘vatandaşlarının’ çıkarlarını herhangi bir büyük Arap veya İslami ulusal çıkardan daha yüksek ve daha ötesinde tutmak için inşa ettikleri cesur projeler anlaşılabilir.

Arap devletinin kendi anlayışındaki bu köklü gelişmeler, iki alanda meydana gelen iki gelişmeyle ilgilidir: Birincisi, büyük ideolojilerin gerilemesi ve etkisinin azalmasıdır. Öncelikle, Cemal Abdunnasır döneminde Mısır'ın politikalarıyla ifade edilen Arap milliyetçiliği projesinin gerilemesinden bahsediyorum. İkincisi, birinciyle bağlantılı olarak, Arap Baharı'nın başarısızlıkları ve Arap rejimlerinin ve Batı'nın genel olarak İslami siyasi projelerine, özellikle Sünni ve Şii projelerine düşmanlığı nedeniyle İslami siyasi projenin gerilemesi ve baskınlığının azalmasıdır.

“Ulusal devlet, Arap dünyasında ve genel olarak Üçüncü Dünya'da sömürgeci ülkeler tarafından kuruldu.”

İkinci gelişme, devletin gücünün ve otoritesinin artması ve ‘karar bağımsızlığına’ olan güvenin oluşmasıyla ilgilidir. Bu, iki alanda meydana gelen değişikliklerle ilgilidir: Birincisi, içseldir ve devletin vatandaşlarına ve tebaasına karşı kamusal alandaki gücünün ve etkisinin ciddi bir şekilde artmasıyla ortaya çıktı. Bu, devletin ekonomik kapasitesi ve vatandaşlarının temel kişisel güvenliğini sağlayabilme yeteneğiyle yakından bağlantılıdır. İkincisi, devletin çevresine ve bölgesine olan güveninin artması ve sınırlarını güçlendirmesi ile çevresinden veya dünyadan gelen herkesi kontrol etme yeteneğiyle ilgilidir. Böylece, çevresinden farklı olabilecek, hatta komşu ülkelerin politikalarıyla çatışabilecek, özel pozisyon ve politikalar benimseyebilmektedir. Bu açıklama, Arap ülkelerinin kendi bölgesel ve iç durumlarına karşı çok hassas oldukları, yani bağımsızlıklarını ve rollerini vurgulayan bir yaklaşım benimsedikleri yönündeki yorumla çelişmemektedir. Çünkü ulusal güvenliğine yönelik tehditlerin büyüklüğünün farkındadırlar ve bu nedenle, bağımsızlık dereceleri, ABD, İsrail ve İran gibi daha güçlü aktörlere olan ihtiyaçlarına göre belirlenmektedir.

Fotoğraf Altı:  Ürdün'ün başkenti Amman'da 1 Aralık'ta Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)
Ürdün'ün başkenti Amman'da 1 Aralık'ta Gazze'ye destek gösterisi (Reuters)

Arap dünyasında ve genel olarak Üçüncü Dünya’da “Ulusal Devlet”, sömürgeci devletler tarafından oluşturuldu. Sınırları onlar çizdi, devlet yapılarını oluşturdular ve yerel milliyetçilik temellerini atmaya yardımcı oldular. Böylece ayrı bir siyasi, demografik, ekonomik ve hatta kültürel ve sosyal birim olması gerçeğinden hareketle, çevresiyle farklılaşan veya iç içe olan Ulusal Devletin (Nation\ Territorial State) ortaya çıkışına öncülük ettiler. Arap devletleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra, liderleri bağımsızlıklarıyla ilgili siyasi yönelimlerde ve diğer Arap devletlerinden ne ölçüde ayrıldıkları konusunda kafa karışıklığına düştüler. Arap dünyası ülkeleri arasında, komünist Doğu Bloku ile kapitalist Batı Bloku arasındaki ilişkilerde, İsrail ile ilişkilerde ve İran, Türkiye, Etiyopya gibi diğer komşu ülkelerle ilişkilerde izlenmesi gereken yön konusunda uzun süren bir tartışma ve derin anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Uzun yıllar boyunca, bir tarafta Mısır ve müttefikleri, diğer tarafta Suudi Arabistan ve müttefikleri olmak üzere iki kutup öne çıktı.

Bu kutuplaşmanın en önemli açıklamalarından biri, Arap milliyetçiliğini ve ekonomik ve siyasi entegrasyonun gerekliliğini amaç edinenler ile milliyetçiliği entegrasyon çağrısı yapmayan genel bir slogan olarak görenler arasındaki ideolojik yorumdur. En azından bölgedeki ve dünyadaki kamu politikaları ve ittifaklar açısından bu böyledir.

Son 50 yılda, Arap dünyası ülkelerinin bir grup olarak temel zorluklarla baş etmede büyük başarısızlıklar yaşadığı bir ortamda, özellikle İsrail, İran ve Türkiye'nin güçlenmesiyle birlikte Arap dünyasında ulusal devletin gücünü ve prestijini derinleştirmeye yönelik eğilimler güçlendi. Bu, tek bir ulusal ve hatta kapsamlı dini kimlik pahasına birden fazla ulusal kimliğin gücünün artmasına katkıda bulundu ve Arap ülkeleri yavaş yavaş ulusal devletin en yüksek çıkarı olduğuna inandığı şeye hizmet eden kendi politikalarını geliştirdiler. Karşılığında bu eğilimlere yönelik eleştirilerin ve dolayısıyla milliyetçi düşüncenin gücü ve etkisi azaldı.

“Arap devletlerinin Gazze'deki devam eden savaş bağlamında davranışlarını, İsrail'in Gazze'deki sivillere karşı işlediği vahşetlere rağmen, Arap dünyasındaki güçlü devletçilik, ulusalcılık vizyonları ve algılarının gelişmesi meselesini dikkate almadan anlamak mümkün değildir.”

Öte yandan, İslami akım bir süreliğine güçlendi ve ulusal devlet fikrine ciddi bir meydan okuma oluşturdu. Ancak, İslami akımların bir kısmında meydana gelen iç değişiklikler, özellikle devleti teslim alma, kabul etme ve hatta savunmaya yönelik olarak ortaya çıktı. Genel İslami hareket, “kapsayıcı bir İslam devleti” fikrini ve hatta sözde “kapsayıcı İslami projeyi” geliştirmedeki başarısızlığı nedeniyle geriledi. Bu, her ülkenin ulusal devletinin ve yerel kimliğinin gücünün daha da artmasına yol açtı. Bu gelişmeler bir ülkeden diğerine eşit olmayan bir şekilde gerçekleşti.

Araştırmalar Mısır, Tunus ve Filistin kimliklerinin Arap dünyasındaki en güçlü ulusal kimlikler olduğunu gösteriyor; örneğin Suriye, sözlü de olsa Arap ulusal kimliğine bağlı kalmayı sürdüren bir devletin örneğiydi.

Son 50 yıl boyunca genel eğilim açıktı: Ulusal devlet ve her ülkenin özel kimliği güçlendi ve ‘ulusal çıkarlar’ lehine giderek daha fazla çözüldü. Bu, devletin ve kendi kimliğinin, devlet ve halkı için en yüksek çıkar olarak gördüğü şeye fayda sağladı. Bana göre Arap-İsrail çatışmasındaki temel gelişmeler bu perspektif olmadan anlaşılamaz. Mısır, Ürdün ve Filistinlilerin İsrail ile savaş halinden ayrı bir çözüm arayışı durumuna geçmesi, devletin veya Filistinlilerin ayrı bir varlığı durumunda devletin artan ulusal çıkarının en önemli ifadelerinden biridir. Bu, Arap ülkelerinin İsrail'le kapsamlı çözümlere bağlı kalmaktan devletin, yani liderlerinin en yüksek ulusal çıkar olarak gördüğü şeyi ifade eden bir çözüme doğru kademeli geçişini açıklıyor.

Dolayısıyla, Arap devletlerinin Gazze'deki devam eden savaş bağlamında davranışlarını, İsrail'in Gazze'deki sivillere karşı işlediği vahşetlere rağmen, Arap dünyası ülkelerinde güçlü devletçilik ve ulusalcılık vizyonları ve algılarının gelişmesi meselesini dikkate almadan anlamak mümkün değildir. Bu meseleyi merkezi bir bileşen olarak almak gerekir. Arap dünyası ülkeleri, halkları ve liderleri, İsrail savaşı nedeniyle Gazze’de yaşanan trajediden çok etkileniyor, ancak aynı zamanda hem devletsel hem de ulusal somut çıkarlarını ve bu çıkarları nasıl korumaya devam edeceklerini düşünüyorlar. Savaştan sonra bu çıkarları korumanın ve güçlendirmenin yollarını arıyorlar. Bu çıkarlar, en azından Arap ülkelerinin liderlerinin büyük bir kısmı açısından, Filistinlilerden ve onların mücadelesinden ya da Arap ülkelerinin kendi aralarındaki karşılıklı ilişkilerden çok ABD ve İsrail’le bağlantılıdır.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Abdulati, Gazze Şeridi'nin altyapısının yeniden inşa edilmesi çağrısında bulundu

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati (EPA)
Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati (EPA)
TT

Abdulati, Gazze Şeridi'nin altyapısının yeniden inşa edilmesi çağrısında bulundu

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati (EPA)
Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati (EPA)

Mısır Dışişleri Bakanı Bedr Abdulati bugün yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nin altyapısının yeniden inşa edilmesinin ve insani yardımların bölgeye güvenli, hızlı ve engelsiz şekilde ulaşmasının önemini vurguladı.

Açıklama, Abdulati’nin Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Eşitlik, Hazırlık ve Kriz Yönetimi Komiseri Hadja Lahbib ile gerçekleştirdiği görüşme sonrasında Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Temim Hallaf tarafından duyuruldu.

Hallaf’ın açıklamasına göre Abdulati, mart ayında yayımlanan ortak bildiriyle Mısır-AB ilişkilerinin kapsamlı ve stratejik bir ortaklığa yükseltilmesinden bu yana yaşanan olumlu gelişmeleri memnuniyetle karşıladı. Bakan, ortaklığın altı ana ekseninin uygulanması çerçevesinde karşılıklı çıkar alanlarında iş birliğini güçlendirmeye kararlı olduklarını belirtti. Ayrıca uluslararası toplumun bölgedeki jeopolitik krizler ile mülteci ve göçmen sorunlarının yükünü paylaşma sorumluluğunu hatırlatarak, komşu ülkelerdeki krizler nedeniyle milyonlarca yabancıya ev sahipliği yapan Mısır’ın ağır bir yük taşıdığını ifade etti.

Abdulati, Lahbib’i Gazze Şeridi’ndeki son duruma ve ateşkesin Şarm eş-Şeyh Barış Anlaşması doğrultusunda kalıcı hâle getirilmesine yönelik yürütülen çabalara dair bilgilendirdi. Ayrıca Mısır’ın, erken toparlanma, yeniden inşa ve Gazze’nin kalkınmasını ele alacak uluslararası konferansa yönelik hazırlıklarını sürdürdüğünü aktardı.

Mısır Dışişleri Bakanı, 20 Kasım’da Brüksel’de yapılan Filistin Bağışçılar Grubu’nun ilk toplantısını da memnuniyetle karşıladı. AB ve üye ülkelerden yeniden imar sürecinin finansmanına etkin katılım beklediklerini belirten Abdulati, Filistin halkına ve Filistin Yönetimi’ne destek sağlayan Avrupa mekanizmalarının etkinleştirilmesi ve bütçelerinin güçlendirilmesinin önemini vurguladı.

Suriye dosyasına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Abdulati, Mısır’ın Suriye’nin birliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini savunan kararlı tutumunu yineledi. Abdulati, ülkenin istikrarını zayıflatabilecek her türlü girişim ve müdahaleye karşı olduklarını belirterek, Suriye halkının beklentilerini karşılayacak kapsamlı bir siyasi sürecin hayata geçirilmesi çağrısında bulundu.

Açıklamaya göre Lahbib, Mısır’ın bölge barışı ve istikrarı için yürüttüğü çabaları ve Gazze Şeridi’nde ateşkesin sağlanması ile insani yardımların ulaştırılmasındaki kritik rolünü takdir etti. AB’nin Mısır’ın bu yöndeki çalışmalarını desteklediğini ve stratejik ortaklığı güçlendirmeye önem verdiğini ifade etti.

Hallaf, görüşmede Sudan’daki gelişmelerin de ele alındığını aktardı. Abdulati’nin, özellikle el-Faşir bölgesinde işlenen ağır ihlalleri kınadığı ve Sudan’daki çatışmaların durdurulması ile devletin birliği ve bütünlüğünün korunması için Mısır’ın dörtlü mekanizma kapsamında yürüttüğü çabaları anlattığı belirtildi.

Abdulati, insani yardımların Sudan’a ulaştırılmasının önemine dikkat çekerek, ülkenin egemenliğine saygı duyulması ve uluslararası kuruluşlarla iş birliği içinde yardım akışının kolaylaştırılması yönündeki kararlılıklarını vurguladı.

Görüşmede ayrıca Lübnan’daki gelişmeler ele alındı. Abdulati, Mısır’ın Lübnan’ın birliği, egemenliği, güvenliği ve istikrarına verdiği desteğin değişmez olduğunu ifade etti.


Stockholm ve Şam, hüküm giymiş Suriyelilerin sınır dışı edilmesini artırmak için iş birliği yapacak

İsveç Göç ve İltica Bakanı Johan Forssell (Arşiv- AP)
İsveç Göç ve İltica Bakanı Johan Forssell (Arşiv- AP)
TT

Stockholm ve Şam, hüküm giymiş Suriyelilerin sınır dışı edilmesini artırmak için iş birliği yapacak

İsveç Göç ve İltica Bakanı Johan Forssell (Arşiv- AP)
İsveç Göç ve İltica Bakanı Johan Forssell (Arşiv- AP)

İsveç Göç Bakanı Johan Forssell, bugün yaptığı açıklamada, Stockholm ve Şam'ın, İsveç'te işlenen suçlardan hüküm giymiş Suriyelilerin sınır dışı edilmesini artırmak için iş birliği yapacağını duyurdu. Bu, Stockholm'ün Suriye'ye yaptığı yardımların bir kısmını dağıtmaya devam edebilmesi için koyduğu bir koşuldu.

Forssell, İsveç kamu yayın kuruluşu SR'de yaptığı açıklamada, söz konusu kişilerin "İsveç'te bulunan ve orada suç işlemiş Suriye vatandaşı kişiler olduğunu ve sınır dışı edilmeleri gerektiğini, ancak bunun çeşitli nedenlerle bazen çok zor olduğunu" belirtti.

Forssell ve Uluslararası Kalkınma Bakanı Benjamin Dossa, bu hafta Suriye'yi ziyaret ederek Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara ile görüştü. Bu, İsveçli bakanların 2011'den bu yana Şam'a yaptığı ilk ziyaretti.

2015 yılında savaştan kaçan birçok Suriyeliye İsveç'te sığınma hakkı tanıyan büyük göçmen akınının ardından, ardışık sol ve sağ hükümetler sığınma kurallarını sıkılaştırdı.

Forssell, "İsveç'in en önemli önceliklerinden biri konusunda iş birliği yapmayı kabul ettik," diyerek, "İsveç'e gelenlerin büyük çoğunluğu dürüst ve yasalara saygılı, ancak suç işleyenler de var" ifadeleriini kullandı.

Forssell, "Bu insanları sınır dışı edebilmeliyiz; İsveç'te onlara yer yok" dedi.

İsveç kalkınma yardımlarını düzenleyen ve artık göçü azaltmayı ve sınır dışı işlemlerini hızlandırmayı da içeren yeni ilkeye işaret etti; bu iki hükümet önceliği var.

"İsveç çıkarlarımız tehlikede... Kalkınma yardımı sağladığımızda, bu ülkelerin bizimle iş birliği yapmalarını ve vatandaşlarını, özellikle de İsveç'te suç işleyenleri geri almalarını bekliyoruz. Benzer adımlar atılmazsa, kalkınma yardımı sağlamayacağız" dedi.

İki bakan, Suriyelilerin geri dönüşü konusunu eş-Şara ile genel olarak görüştü. Şarku’l Avsat’ın aldığı bilgiye göre ülkelerine dönmek isteyen Suriyelilere, seyahat masrafları ve diğer lojistik giderlerini karşılamak üzere mali yardım alma hakkı tanınıyor.


Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü toplantısında: Rus silahlarının etkili olduğu kanıtlandı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün (KGAÖ) genişletilmiş zirve toplantısı öncesinde Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov'u dinliyor, (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün (KGAÖ) genişletilmiş zirve toplantısı öncesinde Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov'u dinliyor, (EPA)
TT

Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü toplantısında: Rus silahlarının etkili olduğu kanıtlandı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün (KGAÖ) genişletilmiş zirve toplantısı öncesinde Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov'u dinliyor, (EPA)
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nün (KGAÖ) genişletilmiş zirve toplantısı öncesinde Kremlin sözcüsü Dmitriy Peskov'u dinliyor, (EPA)

Alman Haber Ajansı'nın (DPA) haberine göre, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) toplantısında Rus silahlarının etkinliği hakkında konuştu.

Rus haber ajansı Interfax'ın aktardığına göre Putin, bugün Kırgızistan'da düzenlenen askeri ittifak toplantısında, "Gerçek muharebe operasyonlarında etkili olduğu kanıtlanmış modern Rus silahları ve teknolojisiyle birleşik silahlı kuvvetleri donatmak için geniş çaplı bir program başlatmayı öneriyoruz" dedi.

Rusya, Ukrayna'ya karşı yürüttüğü savaşta düzenli olarak yeni silah sistemleri test ediyor.

Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te konuşan Putin, hava ve savunma kabiliyetlerine odaklanan ortak askeri tatbikatların planlandığını söyledi.

 KGAÖ, Rusya'nın hakim olduğu bir askeri ittifaktır.

Şu anda eski Sovyet cumhuriyetleri olan Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan ve Belarus'u kapsamaktadır.

Ermenistan, Dağlık Karabağ bölgesindeki anlaşmazlıkta Azerbaycan'a yenilmesinin ardından Rusya ile gerginliğin artması üzerine Şubat 2024'te ittifak üyeliğini dondurdu.