Silahsızlandırılmış bir Filistin devleti… 1967’deki Arap Zirvesi’nde söylenmeyenler (1)

Bir İngiliz raporu, girişimin Kral Hüseyin bin Talal tarafından benimsendiğini ve Abdülnasır’dan gizli destek aldığını ortaya koydu.

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır (ortada), Sudan Başbakanı Muhammed Ahmed Mahcub ve Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, 1967 Hartum Zirvesi’nde. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır (ortada), Sudan Başbakanı Muhammed Ahmed Mahcub ve Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, 1967 Hartum Zirvesi’nde. (AFP)
TT

Silahsızlandırılmış bir Filistin devleti… 1967’deki Arap Zirvesi’nde söylenmeyenler (1)

Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır (ortada), Sudan Başbakanı Muhammed Ahmed Mahcub ve Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, 1967 Hartum Zirvesi’nde. (AFP)
Mısır Cumhurbaşkanı Cemal Abdülnasır (ortada), Sudan Başbakanı Muhammed Ahmed Mahcub ve Suudi Arabistan Kralı Faysal bin Abdülaziz, 1967 Hartum Zirvesi’nde. (AFP)

İsrail-Arap savaşı ve 1967’deki Arap yenilgisinin ardından Sudan, Üç Hayır Zirvesi (uzlaşmaya, tanımaya ve müzakereye hayır) olarak bilinen Arap Zirve Konferansı’na Hartum’da ev sahipliği yaptı. O dönemde Arap Zirvesi bildirisinde de belirtildiği gibi başkent Hartum, İsrail saldırganlığının etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla Arapların yeniden birleşmesini, koordinasyonunu ve planlamayı hedefliyordu.

Arapların, Londra’nın Arap topraklarına yönelik saldırganlığında İsrail’in yanında olduğuna inanması sonucunda İngiltere ile diplomatik ilişkilerini kesme girişiminde bulunan Arap ülkelerinin başında Sudan geliyordu.

Hartum’daki İtalyan Büyükelçiliği’nin İngiliz Çıkarları Bölümü tarafından 8 Eylül 1967’de yayınlanan bir İngiliz diplomatik raporu, savaşın hemen sonrasında Arap Zirve Konferansı’nın düzenlenmesini ‘Arapları sevindiren ve morallerinin yükselmesine katkıda bulunan bir fikir’ olarak tanımlıyor. Ağustos 1967’nin ilk haftasında Arap dışişleri bakanlarının Hartum’da bir toplantı yapması, birçok tereddüt ve güvensizlikten sonra konferansın yapılmasının da önünü açtı.

Rapor, ‘Kral Hüseyin’in merhum Mısır Cumhurbaşkanı Abdülnasır’ın gizli desteğiyle benimsediği silahsızlandırılmış bir Filistin devleti kurma girişimi de dahil’ zirvenin koridorlarında ve öncesinde kapalı kapılar ardında yaşananların bir kısmını ve Abdülnasır’ın savaş sonrasında kanaatinin nasıl değiştiğini ortaya koyuyor. Belgelere göre Abdülnasır, devrimci sloganlardan uzaklaşarak, Kral Faysal bin Abdülaziz liderliğindeki Arap ılımlılık çizgisine yaklaştı.

İngiliz raporunda ayrıca Yemen Devlet Başkanı Abdullah Yahya es-Sallal, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Ahmed eş-Şukayri ve Suriye Dışişleri Bakanı İbrahim Makhous da ‘üç garip adam’ olarak tanımlanıyor. Medya, o sırada pozisyonlarının tuhaf olduğunu bildirmişti.

Suriye... Tek eksik

Arapların bu konferansa katılımıyla ilgili olarak raporda, Fas Kralı 2. Hasan ve Libya Kralı İdris olmak üzere iki Arap kralının yokluğundan bahsediliyor. Söz konusu iki Kral, zirveye temsilci göndermişti. Aynı şekilde Tunus Devlet Başkanı Burgiba da bir temsilci göndermişti.

Cezayir’de ise Devlet Başkanı Huari Bumedyen ülkesinin katılmayacağını söyleyerek tehdit etti. Ancak son anda, daha sonra Cezayir’in cumhurbaşkanı olacak olan Dışişleri Bakanı Buteflika’yı gönderdi. Her ne kadar Suriye Dışişleri Bakanı İbrahim Makhous dışişleri bakanlarının hazırlık toplantısına katılmasına ve konferans yapılıncaya kadar Hartum’dan ayrılmamasına rağmen zirveye katılmayan tek ülke Suriye oldu.

Fotoğraf Altı: Hartum zirvesine katılmayan tek ülke Suriye’ydi. (İngiliz arşivleri)
Hartum zirvesine katılmayan tek ülke Suriye’ydi. (İngiliz arşivleri)

Çatışan siyasi ve ekonomik çıkarları uzlaştırmaya yönelik ek çabaların bir parçası olarak, 16 Ağustos’ta Bağdat’ta ekonomi ve petrol bakanları toplantısı düzenlendi. Ayrıca zirveden hemen önce de Hartum’da ikinci bir dışişleri bakanları toplantısı düzenlendi.

Ekonomik toplantı belirleyici olmadı. Batı’ya petrol sevkiyatına uygulanan ambargo ile zarar gören ülkelere yardım etme ihtiyacı arasındaki tutarsızlık ise kaçınılmazdı. Hartum’daki konferansın perdesinin indirilmesi süreci, dışişleri bakanlarının hiçbir şeyi dışlamamak, kimseye bağlanmamak, ihtilaflı konuları ustalıkla gündeme getirmek amacıyla bir gündem belirledikleri resmi ve aceleci bir süreçti.

Silahsızlandırılmış bir Filistin devleti… Ürdün girişimi

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığına göre İngiliz belgesinde Filistin meselesine ilişkin olarak Kral Hüseyin bin Talal’ın 1967’de Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde silahsızlandırılmış bir Filistin devleti kurmak girişiminden de bahsediliyor. Rapor, bunu ‘garip bir plan’ olarak tanımlıyor.

Fotoğraf Altı: Kral Hüseyin, askerden arındırılmış bir Filistin devleti kurma girişiminde bulundu. (İngiliz arşivleri)
Kral Hüseyin, askerden arındırılmış bir Filistin devleti kurma girişiminde bulundu. (İngiliz arşivleri)

Bu fikir, yakın zamanda Mısır Cumhurbaşkanı AbdülfettahSisi tarafından tekrarlandı. Bu çerçevede birkaç gün önce Arap gazeteleri, Mısır’ın ‘silahsızlandırılmış bir Filistin devleti’ tutumunun bu bağlamda türünün ilk örneği olmadığını bildirdi. Filistinli ve İsraillilerin raporları da beş yıl önce Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’ın İsrailli akademisyenlere ‘silahsızlandırılmış bir Filistin devletini kabul ettiğini’ söylediğini aktarmıştı. Ancak İngiliz belgesine göre bu fikir, altmış yılı aşkın bir süre önce önerildi.

Belgede, Ürdün’ün bu fikir doğrultusundaki hareketleri açıklanırken şu ifadelere yer verildi:

“Ön aşamada dikkate değer bireysel çabalar vardı. Kral Hüseyin en ılımlı ülkelerin başkentlerinde hızlı bir tur attı. Muhtemelen Ürdün’ün içinde bulunduğu çaresiz durum karşısında ev sahiplerinin desteğini kazandı.”

Aynı fikirle ilgili olarak belgede şu ifadeler kullanıldı:

“Bir dizi kaynaktan onun (Kral Hüseyin bin Talal), Ürdün’ün Batı Şeria’sı ve Gazze Şeridi’nden oluşan ayrı, silahsızlandırılmış bir Filistin devleti kurmaya yönelik biraz tuhaf bir plan için destek seferber ettiği belirtiliyor. Hatta böyle bir planın teklif edilmesi için Abdülnasır’dan gizli destek aldığına dair bir söylenti bile var.”

Bu savaş, Abdülnasır’ın kanaatlerini nasıl değiştirdi?

Gizli İngiliz belgesi, savaştan sonra merhum Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdülnasır’a ve onun inançlarının nasıl değiştiğine de değiniyor. Bu durum, kendisini devrimci sloganlardan uzaklaştırıp Kral Faysal bin Abdülaziz’in önderlik ettiği Arap ılımlılığı çizgisine yaklaştırdı.

Belgede şöyle denildi:

“Abdülnasır, ağırlığını nereye koyacak? Soru buydu. Konferansın ilk kapalı oturumunda uzun açılış konuşmasını yapmak üzere ayağa kalktığı andan itibaren durumun gerçeklerini kabul ettiği için bu gerçek gizlenemezdi ve bu nedenle geçmişe dönmek mümkün değildi. Öyle görünüyor ki zirve kararlarında ve sonuç bildirisinde yer alan tartışmaların çoğu, Abdülnasır’ın ılımlılara katılarak onlara büyük destek vermesine ve tartışmanın yoğunluğunun azalmasına yol açtı. (…) Abdülnasır’ın İsrail’e veya Yemen’deki devrime karşı hisleri ne olursa olsun ancak ekonomik ve askeri durumu, onu barışçıl bir çözüm aramaya ve parçalanmış ülkesinin gücünü yeniden inşa etmeye zorladı. Bununla birlikte Abdülnasır’ın ılımlılarla anlaşma yapma isteği, İsrail’le herhangi bir şekilde doğrudan müzakereye girme isteği anlamına gelmiyor. İsrail’e ve onun temsil ettiği her şeye karşı duyulan şiddetli nefret, her türlü söylentinin ötesindedir. Öte yandan savaşa hızlı bir dönüş düşünülemez.”

Fotoğraf Altı: Gizli belgede Cemal Abdülnasır’ın savaştan sonra inançlarının nasıl değiştiği anlatılıyor. (İngiliz arşivleri)
Gizli belgede Cemal Abdülnasır’ın savaştan sonra inançlarının nasıl değiştiği anlatılıyor. (İngiliz arşivleri)

Söz konusu dönemde sorulan soru ise şuydu: Savaşın devam etmesi mümkün mü? Raporda, bu soruya şu yanıt verildi:

“Abdülnasır, gündemin ilk maddesinin savaşın yeniden başlatılması çağrısı gibi göründüğünü belirtti. Mısır’ın savaşacak konumda olmadığını söylediğinde de sessizlikle karşılandı.”

Mısır Devlet Başkanı, ülkesinin şu anda çatışmada lider olmadığını doğruladıktan sonra, “Başka hangi ülke silaha sarılmaya hazır?” diye sordu. Raporda, “Konferansın karşı karşıya olduğu temel konu, savaşın Batı’ya ekonomik yaptırımlar uygulayarak mı yoksa Arap dünyasının kaynaklarını seferber edip bir havuzda toplayarak mı daha etkili bir şekilde sürdürülebileceğidir” ifadeleriyle yanıt verildi.

Diplomatik taktikler

Belgede ayrıca şu ifadelere yer verildi:

“İsraillilerin Doğu Şeria’da sıkışıp kaldığı bir dönemde konferansın uluslararası düzeyde sürekli eylem çağrısında bulunduğu, açıkça alınmış tek bir karar olabilir. Bu karar ise diplomatik taktiklere başvurma kararının açık bir kanıtıdır.”

Fotoğraf Altı: Hartum’daki Arap Zirvesi diplomasinin en iyi seçenek olduğunu doğruladı (İngiliz arşivleri)
 Hartum’daki Arap Zirvesi diplomasinin en iyi seçenek olduğunu doğruladı (İngiliz arşivleri)

İngiliz belgesinde şu ifadelere de yer verildi:

“En olası sonuç, Abdülnasır’ın Ruslar ve Tito ile diyaloğun sürdürülmesi çağrısında bulunduğu ve Güvenlik Konseyi (BMGK) ile Genel Kurul’un bir sonraki diplomatik savaşın arenası olacağı konusunda genel olarak mutabakata varıldığıdır.”

Petrolün savaşlarda silah olarak kullanılmasına ilişkin olarak ise şu denildi:

“Açıklamanın nispeten saldırgan olmayan tonuyla birlikte petrol arzının yeniden başlamasının, Batı’yı İsrail’e baskı yapmaya ikna etme umuduyla Batı’yla daha iyi ilişkilere kapı açtığı konusunda mutabakata varılmış olabilir. Açıklamada öyle görünüyor ki tüm çabalarına rağmen Gaulle’den bahsedilmiyor.”

Üç garip adam

Arap Zirvesi Konferansı’nın faaliyetleri, yarı kapalı kapılar ardında ve daha fazla haberin sızmadığı bir ortamda Hartum’da gerçekleştirildi. O dönemde kamuoyu, Yemen Devlet Başkanı Abdullah Yahya es-Sallal, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Ahmed eş-Şukayri ve Suriye Dışişleri Bakanı İbrahim Makhous’un eylemleriyle meşguldü. Öyle ki İngiliz raporu, o dönemde medyada geniş çapta yer alan bu üç adamı ‘garip tavırlı’ olarak tanımlıyor.

Abdullah Yahya es-Sallal, Yemen Arap Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olarak kabul ediliyor (1962- 1967). Lübnan doğumlu Filistinli Avukat Filistin lideri Ahmed eş-Şukayri ise Ocak 1964’te Kahire'de düzenlenen Arap Zirve Konferansı’nda Arap liderler tarafından Filistin halkıyla temaslarda bulunmak ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Ulusal Şartı ve temel sisteminin taslağını yazmakla görevlendirildi. Üç yıl sonra Şukayri, Arap- Filistin halkının temsilcisi olarak kurulmasına yardım ettiği Filistin Kurtuluş Örgütü’nün başkanı olarak Hartum’daki Arap Zirvesi Konferansı’na katıldı.

İbrahim Makhous ise Suriye’de Dışişleri Bakanı olarak görev yapıyordu ve siyasi tezlerinde aşırılıkçıydı. Bu aşırılık, onun Marksist-Leninist olmasından kaynaklanıyor olabilir. Arap dünyasını ilericiler ve gericiler olarak sınıflandırıyor ve Suriye meselelerini sınıf çatışması olarak görüyor.

Sallal ve Şukayri’nin konumuyla ilgili olarak belgede şu ifadelere yer verildi:

“İlki hemen anlaşmayı kınadı. Başkent Hartum, ertesi gün Yemenlilerin Abdülnasır karşıtı şiddetli gösterilerine tanık oldu. Şukayri ise üzerinde mutabakata varılan kararları şiddetle eleştirdikten sonra zirve bitmeden çekildi. Kendisine karşı çıkan kimse yok gibi görünüyor.”

Bir başka açıdan belgede şu ifadeler kullanıldı:

 “Arap Birliği, olumlu bir rol oynamaması ve ilk konferansta temsilinin olmaması nedeniyle Sudanlı liderler tarafından ciddi şekilde eleştirildi. Genel görüş, birliğin radikal reformlara ihtiyacı olduğu yönündeydi.”

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Independent Arabia’dan çevrildi.



Somaliland: Uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerleme

Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
TT

Somaliland: Uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerleme

Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)
Tek taraflı bağımsızlık deklare eden Somaliland Cumhuriyeti'nin başkenti ve en büyük şehri Hargeisa, 7 Kasım 2024 (AFP)

Ömer Harkus

Afrika Boynuzu bölgesi jeopolitik ve Kızıldeniz havzasındaki güvenlik ve siyasi ittifakları yeniden şekillendiren siyasi bir değişime sahne oldu. Otuz yılı aşkın süredir devam eden diplomatik bir engeli kıran emsalsiz bir hamleyle İsrail, Somaliland'ı başkenti Hargeisa olan bağımsız ve egemen bir devlet olarak resmen tanıdığını duyurdu ve bu adımı atan ilk BM üyesi devlet oldu.

Bu duyuru, Başbakan Binyamin Netanyahu ve Somaliland Cumhurbaşkanı Abdurrahman Muhammed Abdullah (Irro) tarafından imzalanan ve tam diplomatik ilişkiler ile karşılıklı büyükelçilerin atanmasını öngören ortak “Kudüs Deklarasyonu” ile yapıldı ve bu adım “İbrahim Anlaşmaları’nın ruhuna uygun” olarak nitelendirildi.

Ancak bu değişim, Kasım 2024'te Somaliland'da yapılan ve iktidar değişikliğine yol açan seçimler olmadan mümkün olmazdı. Bu değişiklik daha önce yaygın olandan farklı bir dış politikanın önünü açtı. Başkanlık seçimleri, muhalefetin adayı Abdurrahman Muhammed Abdullah'ın, namı diğer “Irro”nun zaferiyle sonuçlandı. Irro, devlet çökmeden önce Somali diplomasisinde görev yapmış ve diplomatik bir geçmişe sahip olan Vatani (Vatanım) Partisi’nin lideridir.

Irro, otuz yıllık tanınmama döneminden sonra bölgeye uygulanan uluslararası izolasyonu ne pahasına olursa olsun kırmayı amaçlayan bir yaklaşım benimsedi. Bu yaklaşım, İsrail ile gizli müzakereler için verimli bir zemin sağladı.

Gizli kanal: Ekim 2025 ziyareti

Aralık ayındaki duyuru, Somaliland için aceleci bir adım değildi, aksine yoğun istihbarat ve diplomatik faaliyetlerle önceden hazırlanmıştı. İsrail basını, Cumhurbaşkanı Irro'nun resmi duyurudan iki ay önce, Ekim 2025'te İsrail'e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini ve Mossad ile Dışişleri Bakanlığı yetkilileriyle görüştüğünü açıkladı.

Gözlerden uzakta dikkatlice planlanan bu ziyaret, tanınmayla sonuçlanan sürecin güvenlik ve siyasi temellerini attı ve “stratejik konum karşılığında tanıma” denklemi üzerinden karşılıklı güvenlik çıkarlarına odaklandı. Netanyahu, resmi konuşmasında Mossad Şefi David Barnea'ya özel teşekkürlerini ileterek, meselenin İsrail'in en öncelikli “ulusal güvenlik” meselesi olarak güvenlik kanalları aracılığıyla ele alındığını teyit etmiş oldu.

Somaliland'ın tanınması, İsrail'in “çevre doktrini”nin yeniden canlanmasını ve yenilenmesini temsil ediyor; bu doktrin, Kızıldeniz üzerinden güney kuşak da dahil olmak üzere önemli su yollarını güvence altına almak için bölgesel alanda stratejik konumlara erişim sağlamaya dayanıyor. Netanyahu için bu anlaşma, bölgede diplomatik bir ilerlemeyi temsil ediyor ve bunu Washington’daki ABD Başkanı Donald Trump ile görüşmesine de taşıyacak.

İsrail basını, Cumhurbaşkanı Irro'nun resmi duyurudan iki ay önce, Ekim 2025'te İsrail'e gizli bir ziyaret gerçekleştirdiğini açıkladı

Daha da önemlisi, Somaliland, Aden Körfezi boyunca yaklaşık 850 kilometrelik bir kıyı şeridine sahip olması ve Babul Mendeb Boğazı girişlerini etkin bir şekilde kontrol etmesi nedeniyle İsrail'e çeşitli coğrafi avantajlar sunuyor. İsrail Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (INSS), bölgeyle olan ittifakın İsrail'e üç ana görev için bir platform sağladığını düşünüyor. Birincisi, Yemen'den Eilat'a atılan füze ve insansız hava araçlarını tespit etmek için radar ve dinleme cihazları konuşlandırarak erken uyarı sistemi kurmak. İkincisi, Husiler başta olmak üzere düşman hedeflere karşı özel operasyonlar için kara veya bölgesel suları bir hareket noktası olarak kullanmak. Üçüncüsü, Husilere deniz yoluyla ulaşabilecek ikmal hatlarını keserek Kızıldeniz'in “İran gölü” haline gelmesini önlemek.

Askeri üs: Berbera mı yoksa Zeyla mı?

Görünen o ki İsrail'in “diplomatik tanıma” hamlesi, İsrail dışında en büyük askeri üs olarak kabul edilebilecek bir askeri üssün kurulmasını da içeren daha derin bir güvenlik anlaşmasının siyasi örtüsü. Üs için her birinin kendi avantajları ve zorlukları olan Somaliland'daki iki ana konum arasında karşılaştırmalar yapılıyor.

frgt
Somaliland Cumhurbaşkanı Abdurrahman Muhammed Abdullah, Kenya'nın Nairobi şehrinde Somaliland temsilcilik ofisinin açılış töreninde, 29 Mayıs 2025 (Reuters)

Bu konumların ilki, lojistik açıdan en mantıklı seçenek olarak kabul edilen Berbera Limanı’dır. 500 bin konteyner kapasitesine ulaşması için yüz milyonlarca dolar yatırım yapıldı ve kapasitesini 2 milyon konteynere kadar artırma planları da bulunuyor. Ayrıca askeri altyapı, büyük bir askeri havaalanı, gelişmiş destek tesisleri ve altyapı içeriyor ve buradan Etiyopya'ya kadar bir ana yol da uzanıyor.

İkinci konum ise, Cibuti sınırına yakın, Somaliland'ın Babul Mendeb Boğazı'na en yakın noktası olan tarihi Zeyla şehridir. Tarihsel olarak Zeyla, Adal Sultanlığı'nın başkenti ve önemli bir ticaret merkeziydi. İsrail'in buradaki varlığı, Yemen ve Eritre gibi operasyon bölgelerine yakınlığı ve Berbera'nın ticari yoğunluğundan uzaklığı göz önüne alındığında, kendisine son derece etkili elektronik gözetim kabiliyeti sunacaktır.

Anlaşma sadece güvenlikle sınırlı değil; aynı zamanda mali zorluklar çeken Somaliland hükümetinin ayakta kalması için hayati önem taşıyan ekonomik teşvikleri de içeriyor. Netanyahu, iş birliğinin “tarım, sağlık, teknoloji ve ekonomi alanlarını” kapsayacağını belirtti.

Yarı kurak iklimiyle Somaliland için en büyük zorluk tarımdır. Çöl tarım teknolojisinde önde gelen İsrail şirketleri, özellikle Netafim, burada damla sulama ve yeraltı suyu arıtma teknolojilerini uygulama fırsatlarını araştırmaya başladı. Bu iş birliğinin amacı, İsrail'in diğer kurak bölgelerde uyguladığına benzer bir kalkınma modeli oluşturmak, zira bu model, Somaliland hükümetine halkının gözünde meşruiyet kazandıracak ve tekrarlayan kuraklıklar karşısında gıda güvenliğini güçlendirecek.

sadfrgt
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Washington, 29 Eylül 2025 (AFP)

İsrail ayrıca, limanı Etiyopya'nın başkenti Addis Ababa'ya bağlayan Berbera Koridoru aracılığıyla ekonomisini Afrika pazarlarına bağlamayı hedefliyor. Bu koridorun geliştirilmesi, Cibuti'ye olan tam bağımlılığı ortadan kaldıran bir kara ticaret yolu sunmasının yanı sıra, İsrailli teknoloji şirketlerine, Kenya ve Uganda üzerinden Sahra altı Afrika ülkelerine transit geçiş ile geniş Etiyopya pazarına doğrudan erişim imkanı sağlıyor.

Bölgesel ve uluslararası tepkiler: Reddetme

Mogadişu'daki Somali hükümeti, bu hamleyi “Somali egemenliğine yönelik kasıtlı bir saldırı” ve uluslararası hukukun ihlali olarak değerlendirdi. Somali'nin tepkisi açıklamalarla sınırlı kalmadı; Ağustos 2024'te Mısır ile imzalanan ortak savunma anlaşmasını aktif hale getirme çabalarına da başladı. Somali hükümeti, bu tanımanın ülkenin birliğinin kalanını da parçalamakla tehdit ettiğine ve özerkliğe sahip Puntland gibi diğer bölgelerde ayrılıkçı eğilimleri teşvik edeceğine inanıyor.

Mısır Dışişleri Bakanlığı da birleşik bir cephe oluşturmak amacıyla Türkiye, Cibuti ve Somali'deki mevkidaşlarıyla temas kurdu. Mısır'ın endişeleri çok yönlü görünüyor; zira mevcut durum, İsrail, Etiyopya ve Somaliland arasındaki ittifak aracılığıyla güneyden kendisine yönelik bir kuşatma gibi görünüyor. Bu da Babul Mendeb Boğazı'nın militarizasyonun ve burada patlak verebilecek bir İran-İsrail çatışmasının yaratabileceği riskler nedeniyle Süveyş Kanalı'nın güvenliğine tehdit oluşturuyor. Ayrıca, İsrail'in Etiyopya sınırındaki varlığı, özellikle Berbera'daki limanın İsrail'in baraj için güvenlik taahhütlerine bağlanması halinde, Addis Ababa'nın Büyük Etiyopya Rönesans Barajı müzakerelerindeki konumunu güçlendirebilir.

Görünen o ki İsrail'in “diplomatik tanıma” hamlesi, İsrail dışında en büyük askeri üs olarak kabul edilebilecek bir askeri üssün kurulmasını da içeren daha derin bir güvenlik anlaşmasının siyasi örtüsü

Afrika Birliği, sömürgecilikten miras kalan sınırların kıtadaki istikrarın temel taşı olarak kabul edilmesini öngören 1964 Kahire Kararı'na dayandırdığı bildirisinde, Somaliland'ın tanınmasını reddetti. Birlik, Somaliland'ın başarılı bir şekilde ayrılmasının Nijerya, Kamerun ve hatta çeşitli bölgelerinde süregelen çatışmalarla boğuşan Etiyopya'da onlarca ayrılıkçı hareketi tetikleyerek bir “domino etkisi” yaratmasından endişe duyuyor.

Suudi Arabistan da ilkesel bir şekilde bunu reddeden bir duruş benimseyerek, Somali’nin birliğine desteğini ve tek taraflı eylemlere karşıtlığını teyit etti. Suudi Arabistan'ın bu duruşunun arkasında, Arap bölgesel düzenini koruma ve Krallığın stratejik ve güvenlik derinliği olarak gördüğü Kızıldeniz’e kıyısı olan devletlerin parçalanmasını önleme arzusu yatıyor.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ABD Başkanı Donald Trump'ın tutumu belirsiz. New York Post'a verdiği bir röportajda alaycı bir şekilde, “Somaliland'ın ne olduğunu gerçekten bilen var mı?” diye sordu. Somaliland Cumhuriyeti'ni hemen tanımayacağını, ancak Somaliland'ın bir ABD üssüne ev sahipliği yapma teklifinin “büyük bir olay” olduğunu ve her şeyin “değerlendirme aşamasında” olduğunu belirtti. ABD Dışişleri Bakanlığı, genellikle olduğu gibi tanımanın Somali'nin istikrarına ve radikal eş-Şebab örgütü ile mücadeleye olumsuz etkilerinden, Mogadişu'yu tamamen Çin veya Türkiye kampına itmesi olasılığından endişe duyuyor.

İsrail'in Somaliland Cumhuriyeti'ni tanıması, ikili ilişkileri aşan ve Ortadoğu ile Afrika'daki güvenlik dengelerinin özüne dokunan bir hadise. Bu atılım sayesinde İsrail, Kızıldeniz'i çevreleyen “Arap duvarının” bir bölümünü yıkmayı başardı, İran ve vekilleriyle mücadele etmek için gelişmiş bir platform elde etti. Somaliland için ise bu tanıma, uzun zamandır beklenen siyasi ve ekonomik bir can simidini temsil ediyor.

Ancak, çok sayıda risk hâlâ mevcut. Bu yeni ittifak, Afrika Boynuzu'nu keskin bir kutuplaşmaya ve benzeri görülmemiş bir militarizasyona doğru itebilir ve iki eksen şekillenebilir: İsrail-Somaliland-Etiyopya ekseni ve değişime direnen Mısır-Somali-Türkiye-Cibuti ekseni.

İsrail'in Somaliland'ı tanıması sadece sembolik bir diplomatik adım değil; Kızıldeniz'e açılan kapıda bir yeniden konumlandırmayı yansıtıyor. Berbera Limanı, Etiyopya yolu ve Babul Mendeb'de olası bir askeri üs arasında, Somaliland sorunu, bölgesel güç dengelerini ve uluslararası sistemin sonuçlarını kontrol altına alma gücünü açıkça test ederek, uluslararası güç mücadelesinde çevreden merkeze doğru ilerliyor.


Gazze’de çadırlarına su basan yerinden edilen Filistinliler, dondurucu soğukta açık havada uyuyorlar

Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
TT

Gazze’de çadırlarına su basan yerinden edilen Filistinliler, dondurucu soğukta açık havada uyuyorlar

Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)
Dün Han Yunus’ta, barınaklarının dışında ateşin etrafında ısınmaya çalışan yerinden edilmiş Filistinli bir aile (EPA)

Dün itibarıyla Gazze Şeridi’nde etkili olan yağmur Gazze şehrindeki yerinden edilmiş kişilerin çadırlarını su altında bıraktı ve rüzgar yüzlerce çadırı daha tahrip etti.

Gazze Şeridi'ndeki insani felaket, şiddetli yağmurlar ve kuvvetli rüzgarların eşlik ettiği şiddetli bir alçak basınç sistemine maruz kalması ve koruma ve yardım imkanlarının tamamen yokluğu nedeniyle daha da kötüleşiyor. Bu durum, yerinden edilen Gazzelileri, kaynakların yetersizliği ve soğuktan ve yağmurdan korunacak hiçbir imkanın olmaması nedeniyle dün geceyi dondurucu soğukta geçirmek zorunda bıraktı.

df
Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus’ta yerinden edilen Filistinli bir ailenin üyeleri, barınaklarının dışında yaktıkları ateşin etrafında ısınmaya çalışırken (EPA)

Yerinden edilen Gazzeliler, şiddetli soğuk ve kuvvetli rüzgarlar gibi zorlu koşullarla mücadele ediyor. Binlerce kişi, yağmur ve fırtınadan en temel korumayı bile sağlayamayan naylon ve ince kumaştan yapılmış çadırlarda yaşıyor.

Filistin Haber ve Enformasyon Ajansı WAFA'ya göre yerinden edilmiş insanların çoğu, soğuktan ve fırtınalardan korunacak hiçbir imkânı olmayan yollarda, oyun parklarında, meydanlarda ve okullarda yaşıyor.

fgtr
Gazze şehrindeki sahilde yerinden edilen kişiler için kurulan çadırların genel görünümü (DPA)

Yakıt krizi de giderek kötüleşiyor. Aileler gece sıcaklıkların düşmesiyle ısınma imkânı bulamıyor ve bu durum birçok çocuğu olumsuz etkiliyor. Bazı çocuklar soğuk sebebiyle hayatını kaybetti.

Bu duruma İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki şehirlere şiddetli baskınlar düzenlediği, doğu bölgelerinden bazılarını bombaladığı ve evleri yıktığı eylemleri eşlik ediyor.


Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Alimi: Hadramut ve el-Mahra'da zorla bir fiili durum dayatılmasına izin vermeyeceğiz

Alimi, Danışma Kurulu ile bir araya geldi (SABA)
Alimi, Danışma Kurulu ile bir araya geldi (SABA)
TT

Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Alimi: Hadramut ve el-Mahra'da zorla bir fiili durum dayatılmasına izin vermeyeceğiz

Alimi, Danışma Kurulu ile bir araya geldi (SABA)
Alimi, Danışma Kurulu ile bir araya geldi (SABA)

Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Reşad el-Alimi, Hadramaut ve el-Mahra illerinde yeni bir askeri gerçeklik dayatma girişimlerine karşı net bir tavır sergiledi. Alimi, bu bölgelerde yaşananların siyasi bir anlaşmazlığın parçası olmadığını, aksine geçiş dönemi yetkililerine karşı tek taraflı eylemlerin ve isyanın kademeli bir seyri olduğunu vurguladı.

Alimi, Danışma Konseyi ile genişletilmiş bir toplantıda yaptığı açıklamada, sivilleri korumanın devletin sorumluluğu olduğunu ve siyasi liderliğin, gerilimi durdurmak, kan dökülmesini sona erdirmek ve durumu normale döndürmek için hemen müdahale eden Yemen’de Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu’nun müdahalesini resmi olarak talep ettiğini vurguladı.

Toplantı sırasında doğu illerindeki gelişmeleri değerlendiren Alimi, devletin, Güney Geçiş Konseyi'nin (GGK) zorla bir fiili durum dayatmak ve başta iktidarın devrinin ilanı ve Riyad Anlaşması olmak üzere geçiş döneminin referanslarını baltalamak amacıyla yaptığı askeri eylemlerle ortaya çıkan ve kendisinin ‘yüksek derecede sorumluluk’ olarak nitelendirdiği tehlikeli bir tırmanışla başa çıktığını belirtti.

Hadramut’taki gerilimin Ghayl Bin Yamin, Şihr ve ed-Deys eş-Şarkiye bölgelerini de kapsayacak şekilde yayıldığını, terörle mücadele iddiasının sahadaki kontrol dengesini değiştirmek için bir bahane olarak kullanıldığını belirtti.

cdfgth
Lahic ilindeki GGK destekçileri (AFP)

Terörle mücadelenin devlet kurumlarının münhasır sorumluluğu olduğunu vurgulayan Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Alimi, bu çerçeve dışında atılan adımların aşırılığı engellemek bir yana, sivil barışı ve sosyal dokuyu tehdit eden tehlikeli güvenlik boşlukları yarattığını vurguladı.

Alimi, gerilimle birlikte insani ihlallere değinerek, sivil kayıpları ve kamu ve özel mülkiyete yönelik saldırıları doğrulayan saha ve insan hakları raporlarına ve Yemen devletinin yasal statüsünün zayıflatılmasına atıfta bulundu.

GGK’nın eylemleri ve arabuluculuk desteği

Resmi kaynaklara göre Alimi, Danışma Konseyi'ne Ulusal Savunma Konseyi toplantısının sonuçları hakkında bilgi verdi. Toplantıda, gerginliğin geçiş döneminin şartlarını açıkça ihlal ettiği ve devletin meşru kurumlarına karşı bir isyan olduğu sonucuna varıldı.

Devletin sivilleri korumak, sükuneti sağlamak ve kan dökülmesini önlemekle yükümlü olduğunu vurgulayan Alimi, Danışma Konseyi'nin tavsiyeleri doğrultusunda, siyasi liderliğin Hadramut'taki sivilleri korumak için acil önlemler alınması talebiyle Meşruiyeti Destekleme Koalisyonu'na resmi bir talepte bulunduğunu ve ortak kuvvetler liderliğinin kan dökülmesini durdurmak ve istikrarı yeniden sağlamak amacıyla bu talebe derhal yanıt verdiğini söyledi.

cdfvg
Alimi, GGK’yı Hadramut'ta sivillere karşı ihlallerde bulunmakla suçladı (EPA)

Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı Alimi, gerilimi azaltma çabalarını ihlal eden ve sivilleri tehlikeye atan her türlü askeri harekete karşı, hayatların korunmasını sağlayacak, Suudi Arabistan ve BAE'nin çabalarının başarısını devam ettirecek, GGK güçlerinin Hadramut ve el-Mahra’daki mevzilerden çekilmesini, bu mevzilerin Vatan Kalkanı Güçleri’ne devredilmesini ve yerel yetkililerin anayasal yetkilerini kullanmalarının önünü açacak şekilde derhal müdahale edileceğini vurguladı.

Riyad ve Abu Dabi'nin liderliğindeki arabuluculuk çabalarını desteklediğini bir kez daha dile getiren Alimi, Suudi Arabistan ve BAE’nin Yemen'in birliğini ve istikrarını desteklemede üstlendikleri öncü role övgüde bulunurken Suudi Arabistan Savunma Bakanı Prens Halid bin Selman'ın devlet kurumlarını yeniden kurma konusundaki samimi ve kardeşçe arzuyu yansıtan açıklamalarını takdir etti.

Ayrıca, güney meselesinin çözülmesinin uzlaşı ve güven tesis edilmesi yoluyla kesin bir taahhüt olmaya devam edeceğini vurgulayan Alimi, Yemen'in düşmanlarına hizmet eden tek taraflı eylemlerin sonuçlarına karşı uyardı. Yemen Cumhurbaşkanlığı Liderlik Konseyi Başkanı, diyalog kanallarının açık tutulmasının ve İran destekli Husi milisleriyle mücadele için tüm imkanların seferber edilmesinin önemini vurguladı.