Fas İlerleme ve Sosyalizm Partisi, aile hukukunda değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısı sundu

Fas İlerleme ve Sosyalizm Partisi boşandıktan sonraki bekleme döneminde kadın-erkek eşitliği çağrısında bulundu

İlerleme ve Sosyalizm Partisi Genel Sekreteri Nebil bin Abdullah, partinin önerilerinin sunumu sırasında partisinin üyeleriyle birlikte (Şarku'l Avsat)
İlerleme ve Sosyalizm Partisi Genel Sekreteri Nebil bin Abdullah, partinin önerilerinin sunumu sırasında partisinin üyeleriyle birlikte (Şarku'l Avsat)
TT

Fas İlerleme ve Sosyalizm Partisi, aile hukukunda değişiklik yapılmasına ilişkin yasa tasarısı sundu

İlerleme ve Sosyalizm Partisi Genel Sekreteri Nebil bin Abdullah, partinin önerilerinin sunumu sırasında partisinin üyeleriyle birlikte (Şarku'l Avsat)
İlerleme ve Sosyalizm Partisi Genel Sekreteri Nebil bin Abdullah, partinin önerilerinin sunumu sırasında partisinin üyeleriyle birlikte (Şarku'l Avsat)

Muhalefette yer alan Fas İlerleme ve Sosyalizm Partisi, erkekler ve kadınlar arasındaki bekleme süresine (İddet müddeti)  karşı eşitlik öngören bir öneri sundu. Parti, Rabat'taki genel merkezinden yapılan basın açıklamasında, Aile Kanunu'nda (yasa) değişiklik yapılarak bekleme süresi meselesinin gözden geçirilmesi ve "geleneksel algının dışına çıkılması" yönündeki önerilerine yer verdi. Açıklamada “Kadın ile erkek arasındaki eşitlik ilkesinin uygulanmasında modern bilimsel yöntemlere başvurularak gebelik olup olmadığının tespiti sağlanmaktadır” ifadelerinde bulundu.

Sol parti, eşler arasında eşitliğin sağlanmasının, eşlerin aynı süre içinde yeni bir evlenme hakkı kazanmasını gerektirdiğini dikkate alarak, erkeklerin de bekleme döneminde evlenmelerine izin verilmemesi” çağrısında bulundu. “Kanıtlanmış bir hamilelik durumunda yeterli zaman ayırıp uygun kararı verebilmeleri için her ikisi için de geçerli olan aynı yasal gereklilikler uygulanmalıdır” dendi.

Aynı bağlamda parti, “kadının boşandıktan sonra bekleme süresi boyunca erkeğin insafına kalmaması için boşanmanın her durumda geri dönülemez olmasını öngörerek eşitliğin sağlanması” çağrısında bulundu. “Kocanın, cayılabilir boşanma yöntemiyle boşadığı karısını geri istemesi halinde iki adil tanıkla yetinmesinin yeniden gözden geçirilmesi ve kadının bunu kabul etmemesi halinde ise anlaşmazlık usulüne başvurma zorunluluğunun olması” gerektiğini vurguladı.

Parti, reşit olmayan evlilik konusuna ilişkin olarak da, reşit olmayan evliliklerin mutlak olarak yasaklanması çağrısında bulunarak, çocuk yaşta evlilik olgusunun arttığını ve resmi olarak açıklanan istatistiklere göre bu durumun rahatsız edici bir şekilde rekor seviyelere ulaştığını belirtti. Parti açıklamasında Fas’ın toplumsal dönüşümlerin tersi yönde gerilediğini, bu olgunun, çocuk haklarını bariz bir şekilde ihlal ettiğini, ailelerin istikrarını ve dengesini tehdit ettiğinin altını çizdi.

Bu nedenle Fas Aile Kanunu'nda evlenme yaşının 18 olarak belirlenmesine atıfla “Evlenme yaşında istisnanın bir kez ve tamamen kaldırılması acil ve gerekli hale geldi. Ancak istisna, hakimin reşit olmayan kişinin evliliğini onaylamasına olanak sağlamalı” ifadelerine yer verdildi.

Partinin hazırladığı yasa tasarısı göz önüne alındığında, reşit olmayan birinin evliliği, şu veya bu şekilde çağdaş kölelik türlerine yakın ve insan ticaretinin bir tezahürünü bünyesinde barındırdığı bu da, bununla mücadele etmek için ihtiyati cezalar düzenlenerek bunun suç sayılmasını gerektirdiği vurgulandı.
İlerleme ve Sosyalizm Partisi, çok eşlilik konusunda da aşılması gereken sorunlardan biri olduğunu belirterek, kadına yönelik ayrımcılığın ve yasal şiddetin en kötü biçimlerinden birini bünyesinde barındırdığı gerekçesiyle çok eşliliğin yasaklanması çağrısında bulundu. Parri açıklamasında “Çok eşlilik, kadınların onurunu ve insanlığını aşağılıyor ve köleliğin tezahürlerini sürdürüyor. Yeni politika, kadın ve erkek eşitliğine ilişkin tüm gereklilikleri derinlemesine ele alıyor" ifadelerini kullandı.

Parti ayrıca, ailenin sorumluluğunun karı ve kocaya eşit dağıtılması çağrısında da bulundun. Sorumluluğun eşit dağıtılması, karı koca arasında herhangi bir hiyerarşinin olmaması ve dolayısıyla mevcut kanunun bir dizi hükmünde yer alan vesayet kavramının bulunmaması anlamına geliyor.

İlerleme ve Sosyalizm Partisi, yasa tasarısı önerisinde ayrıca kadınları erkeklere kıyasla aşağı konuma yerleştirecek modası geçmiş geleneksel kavramlardan, dilsel formüllerden ve onları her kurumda salt bir nesne haline getirecek (zevk objesi gibi) kavramsal çerçevenin gözden geçirilmesi gerektiğini de vurguladı.

Soyun kanıtlanması konusunda parti, evlilik dışı doğan çocukların korunmasının ve temel haklarının eşit temelde güvence altına alınmasının gerekli hale geldiğini göz önünde bulundurarak, evlilik dışı doğan çocukların soyunun kanıtlanmasında genetik uzmanlığının benimsenmesi çağrısında bulundu. Tüm çocuklar arasında nesep ve soy arasındaki ayrımın kaldırılmasını hedefleyen parti açıklamasında, bunların hem baba hem de anne ile ilgili etkileri, daha sonra nesep ispatı için genetik uzmanlığın belirlemesi, biyolojik ebeveynleri arasındaki ilişkinin çerçevesi ne olursa olsun çocuğun bu hakkının korunması ve böylece nesep (soy bağı) ediniminden doğan tüm hakları elde etmesi gerektiğini de belirtildi. Masrafların karşılanması mümkün olmadığı takdirde bu testin yapılması için devletin masraflarını üstlenmesi gerektiği de vurgulandı.

Parti, biyolojik babanın kendi soyunu tanımayı reddetmesi durumunda bunun açık bir ayrımcılık ve çocuk haklarının ihlali anlamına geldiğini belirterek, biyolojik babanın her türlü hukuki, mal, ahlaki  haklardan muaf olarak, tüm sorumluluğu anneye yüklemesinin ayrımcılık teşkil ettiğini değrlendirdi.

Başka bir bağlamda parti, çok sayıda boşanmayı göz önüne alarak, uzlaşma kurumunda reform yapılması ve bir sosyal arabuluculuk mekanizması oluşturulması çağrısında bulundu. Bugün, adli tahkime başvurmadan önce aile uyuşmazlıklarında danışma biçimlerinin güçlendirilmesine ve çeşitlendirilmesine katkıda bulunulması gerektiğini , geçmişte uzlaşma sürecine gölge düşüren dengesizlikleri dikkate almak için aile arabuluculuğunun çerçevesini düşünmenin gerekli hale geldiği sonucuna vardı.



Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
TT

Ortadoğu stratejik konumunu korumaya devam ediyor

Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)
Esed rejiminin devrilmesini Humus şehir merkezindeki yeni saat kulesinin etrafında kutlayan Suriyeliler, 18 Aralık 2024 (AFP)

Elie el-Kasifi

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesiyle sonuçlanan gelişmeler, 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana bölgede meydana gelen jeopolitik değişikliklerin güçlü bir göstergesiydi. Her ne kadar geçtiğimiz eylül ayı ortalarından bu yana Lübnan'da Hizbullah'a indirilen ve onu büyük ölçüde zayıflatan ağır darbeler, İsrail'in ABD desteğiyle Gazze Şeridi'ne açtığı savaşın dayattığı bu değişikliklerin bir kanıtı olsa da Suriye'deki son gelişme, Gazze Şeridi’nden ve Lübnan'dan sonra üçüncü büyük gelişme ve her ikisinde de yaşananların bir sonucu olması nedeniyle bu değişikliklerin teyidinde belirleyici bir unsur oldu.

Bu durum akıllara ‘Bu değişim döngüleri nerede duracak? Suriye son durak mı olacak, yoksa Irak ve muhtemelen İran'ı da kapsayacak mı?’ gibi temel soruları getirdi. Gerçekten de 7 Ekim 2023 tarihinden bu yana yaşananlar, Ortadoğu gibi bir bölgede ve İsrail'in savaştığı gibi karmaşık bir bölgesel ve uluslararası sahnede, başta ABD olmak üzere Batı ülkeleriyle ‘Batı’nın hegemonyasına’ karşı kendilerini sağlam bir kutup olarak sunmaya çalışan bölgesel ve uluslararası güçler arasında derinleşen bir yeniden konumlanma zemininde yaşanan bir savaşta gelecekteki gelişmeleri tahmin etmenin çok güç olduğunu ortaya koyuyor.

Sadece 7 Ekim 2023'ten bu yana yaşananların Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik konumunu hala koruduğunu teyit ettiği kesin. Tüm bunlar, savaştan önce ABD'nin önceliklerinin Rusya ve Çin ile kendi coğrafi ve siyasi bağlamlarında mücadeleye yönelmesi nedeniyle bölgeye olan ilgisini kaybettiğinin konuşulduğu bir dönemde gerçekleşti. Bu yeni yönelim, Ortadoğu'nun uluslararası arenadaki stratejik değerinin ABD'nin bölgeyi ‘terk etmesi’ nedeniyle azaldığı izlenimini yarattı. Gerçekte bu izlenim, bölgesel ve uluslararası güçlerin ABD'nin önceliklerindeki değişimi, ABD'nin gerileyen nüfuzu pahasına bölgedeki etkilerini güçlendirmeleri için bir fırsat olarak gösteren bir medya ve siyasi platform yaratma çabaları çerçevesinde okunmalı.

fdvgbrht
“İnsan mezbahası” olarak tanımlanan Sednaya Hapishanesi’nin dışında oturan bir adam, 17 Aralık 2024 (Reuters)

Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi’ndeki lideri Yahya es-Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu'nu planlarken bu okumayı göz önünde bulundurduğuna şüphe yok, Zira Washington'ın Avrupa’ya ve Pasifik'e yönelmesi İsrail'i savunmak için bölgede yeniden angaje olma isteğini azaltacağına şüphe yok. Fakat bu, Sinvar'ın henüz tam olarak ortaya çıkmamış ve pek çok yönü belirsiz ve bilinmez olarak kalabilecek operasyonunu gerçekleştirme nedenlerini özetlemiyor. Ancak Sinvar’ın, Netanyahu liderliğindeki hükümetin yürüttüğü ‘yargıda reform’ planından dolayı yaşanan anlaşmazlık nedeniyle İsrail içindeki bölünmelerin yanı sıra başta kendisiyle birlikte Hamas ve Gazze Şeridi'nin tamamının, ardından da Hizbullah ve Lübnan'ın kurban edildiği ‘meydanların birliği’ stratejisini uygulamak için İran'ın başını çektiği Direniş Ekseni’nin kendisiyle birlikte savaşa girmeye hazır olduğu düşüncesi üzerine bahis oynadığı da bir gerçek.

Başka bir deyişle Sinvar, Direniş Ekseni’nin kendisi hakkında yaydığı güç yanılsamalarına kapılarak İsrail içinde yaşananları ve Washington'ın Tel Aviv'i ne ölçüde destekleyebileceğini yanlış değerlendirdi. Hamas’tan kaynaklara göre Sinvar, Aksa Tufanı Operasyonu'nun bu boyuta ulaşacağını ve amacının İsrailli rehineleri kaçırıp ardından bir esir takas anlaşması müzakere etmek olduğunu tahmin etmemişti. Ancak operasyon, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi’ndeki ‘savunma’ ağlarının çökmesiyle kontrolden çıktı. Aynı kaynaklar, Sinvar’ın savaşın başında Norveçli arabuluculara kapsamlı bir anlaşma için müzakerelerin yapılmasını istediğini bildirdiğini, ancak Netanyahu’nun bu teklifi reddettiğini aktardılar.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor.

Ne olursa olsun Aksa Tufanı Operasyonu’nun detayları halen gizli tutuluyor. İsrail tarafından yürütülen soruşturmalar, bu konudaki en önemli bilgi kaynaklarından biri olabilir. Ancak dikkate alınması gereken husus, Sinvar'ın Aksa Tufanı Operasyonu’nun koşullarına ilişkin değerlendirmesinin, Direniş Ekseni ile tam olarak koordine edilmemiş olması. Direniş Ekseni'nin bölgedeki bölgesel ve uluslararası güç dengesine ilişkin değerlendirmesinin genel çerçevesinden sapmadı, ancak daha sonra sadece Hamas'ın değil bir bütün olarak Direniş Ekseni'nin gücünü tahmin etme yanılsamasına düştüğünü yahut olayların gücünün boyutunu ortaya çıkarmasını beklemediğini gösterdi.

Bununla birlikte bölgedeki değişimler, sadece direniş eksenini değil, başta Rusya olmak üzere bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasında kendilerine sağlam bir yer bulmak isteyen uluslararası güçleri de etkiledi. Ortadoğu'daki savaşta ABD’nin ve Batı ülkelerinin dikkatini dağıtarak Ukrayna'da üzerindeki baskıyı hafifletmeyi hedefleyen ve Aksa Tufanı Operasyonu’nda Rusya'nın özel bir rol üstlenip üstlenmediği konusunda soru işaretleri yaratan Moskova, Esed rejiminin düşmesinin ardından kendisini Suriye'deki bu savaşın sonuçlarıyla karşı karşıya buldu. Bu durum, Rusya'nın sadece Suriye'deki değil, tüm bölgedeki nüfuzunun seviyesinde büyük bir değişime yol açtı.

Dolayısıyla mesele Gazze, Lübnan ve Suriye'deki bölgesel olayların İran üzerindeki etkileriyle sınırlı değil. Bu dramatik olayların İran rejiminin içeriden zayıflamasına ve İsrail’in ve -Donald Trump'ın bu olasılığı masaya koymasının ardından- muhtemelen ABD’nin İran’ın nükleer programına karşı bir saldırı düzenlemelerine yol açıp açmayacağı ve başta Suriye'deki gelişmeler olmak üzere bölgesel olayların, Esed rejiminin düşüşünün kaçınılmazlığı netleştikten sonra ‘buna uygun hareket etmekte’ geç kalan Rusya üzerindeki nüfuzunun boyutu hakkında da bir soru işareti söz konusu. Moskova'nın 2015 yılında Esed rejimini kurtarmak için yaptığı müdahalenin ardından bölgeye ve sıcak sulara güçlü bir şekilde geri dönmesi ve -özellikle Kırım'ın ilhakından sonra- uluslararası sahnede önemli bir oyuncuya dönüşmesi, Rusya’nın Suriye'deki projesinin askeri açıdan çöküşüne işaret ediyordu. Rusya'nın Suriye'deki projesinin, Moskova'nın birlikler kurmak için yatırım yaptığı Suriye ordusunun başarısızlığa uğramasının ardından önce askeri olarak ve gerilimi azaltmak amacıyla yapılan Astana ve Soçi süreçlerinin başarısızlığa uğramasının ardından siyasi olarak çökmesi, Rusya'nın Ortadoğu'dan başlayarak uluslararası sahnedeki konumunun gerilemeye başladığının bir göstergesi olabilir. Bu da bölgenin stratejik önemini koruduğunu teyit ediyor. Zira herhangi bir küresel ya da bölgesel gücün bölgedeki etkisinin azalması, uluslararası sahnedeki varlığının da azalmasına yol açıyor.

Suriye’deki gelişmeler elbette tek başına Rusya'nın uluslararası konumunun gerilediğini kanıtlamak için kullanılamaz. Bu düşüşün başlıca göstergesi, Ukrayna'daki savaş ve Moskova'nın bu savaştan galip ya da en azından mağlup olmadan çıkma becerisi olmaya devam ediyor. Ancak Moskova'nın gücünü ve Batı’nın hegemonyası karşısında önemli bir kutup olarak geri dönüşünü tasvir ettiği göz önüne alındığında, Esed rejimini 2015 yılındaki gibi savunamaması, Moskova'nın uluslararası sahnedeki stratejik kazanımlarını koruma yeteneğini değerlendirmede geçici bir detay olarak görülemez.

Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını kendisine karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?

Esed'in ordusunun savaşmaya hazır olmaması, Moskova ve Tahran'ın neden Esed'i savunmaya gelmediğini açıklamak için tek başına yeterli değil. Ancak en nihayetinde ne İran ne de Rusya, Esed rejiminin düşmesini bir kez daha engelleyebildi. Ne son savaşta vekilleri ağır darbeler alan İran, danışmanlarını ve kendisine bağlı milis grupların üyelerini, Suriyeli muhalif gruplara karşı savaşmak üzere konuşlandırabildi ne de 2015 yılında savaş uçakları karadaki askeri operasyonlara eşlik eden Rusya, muhalfilerin Şam'a doğru ilerleyişini durdurabildi. Ancak bu durum, aralarındaki tüm çelişkili söylemlere rağmen Tahran ve Moskova'nın bölgede, özellikle de Suriye'de birbirlerini tamamlayan bir nüfuza sahip olduklarını gösterse de iki yılı aşkın bir süredir Ukrayna’da yürüttüğü savaşla meşgul olan ve aylar önce Ukrayna ordusu tarafından işgal edilen sınırları içindeki Kursk bölgesini geri almak için Kuzey Kore’den getirdiği paralı askerleri kullanan Rusya, Esed rejimini savunmak için yeniden savaşa girmeye artık muktedir ya da istekli değildi. Bunun yerine Ukrayna'da yürüttüğü savaşa odaklanmayı seçti. Daha da önemlisi, 7 Ekim 2023'ten bu yana bölgedeki savaşın dayattığı jeopolitik değişimler, Moskova'yı Suriye'de baş etmek için yeterli araçlara sahip olmadığı yeni bir gerçeklikle karşı karşıya bıraktı. Onu buna teslim olmaya, uyum sağlamaya ve kayıplarını sınırlamaya zorladı. Tüm bunlar, bölgedeki gelişmelere, etkileri Ortadoğu ile sınırlıymış gibi salt bölgesel bir şekilde yaklaşılamayacağını, uluslararası güç dengesi üzerindeki etkileri temelinde uluslararası düzeyde yaklaşılması gerektiğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Rusya ordusunun Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal Savunma Güçleri (NBC) Komutanı İgor Kirillov’un geçtiğimiz salı günü Kremlin'den yedi kilometre uzaklıkta düzenlenen bir saldırıda öldürülmesi, Ukrayna istihbaratı tarafından gerçekleştirilen suikast ile Esed rejiminin düşüşü arasındaki eşzamanlılığın anlamı üzerine düşünmeye itti.

csadfvgrh
İdlib ilinin doğu ucundaki Ebu ez-Zahur Sınır Kapısı’nda konuşlu Rusya ve Suriye askerleri, 20 Ağustos 2018 (AFP)

İlk bakışta iki olayın zamanlamasını birbiriyle bağdaştırmak, coğrafi olarak farklı bölgelerde olmaları ve suikastın Rusya-Ukrayna savaşının başlamasından bu yana türünün ilk örneği olmadığı göz önüne alındığında yersiz gibi görünüyor. Aynı zamanda aralarında doğrudan bir nedensel ilişkisi kurulmasında abartıya kaçılmaması gerekir. Ancak iki olayın eşzamanlı gerçekleşmesi, Rusya'nın Ortadoğu'daki nüfuzunun gerilemesinin Rusya içindeki, yakın stratejik alanındaki ve dünyadaki güç dinamiklerinin geleceğini ne ölçüde etkileyeceği konusunda ‘Rusya'nın bölgede gerileyen nüfuzu, düşmanlarını Rusya'ya karşı siyasi ve askeri baskı araçlarını yoğunlaştırmaya ne ölçüde itecek?’ şeklindeki temel bir soruyu da gündeme getiriyor.

Özellikle Ukrayna'ya barış getirme sözü veren, ancak bunu başarmak için izleyeceği stratejiyi henüz açıklamayan Donald Trump'ın göreve başlama tarihi yaklaşırken bu soruyu yanıtlamak için elimizde yeterli veri yok. Trump'ın seçilmesinin Rusya-Ukrayna savaşı dosyasına getirdiği değişikliklerden biri de Kiev'e askeri yardımın koordinasyonunu ABD yerine NATO'nun üstlenmiş olması. Öte yandan Vladimir Putin Ukrayna'da hala üstünlük kendisindeymiş gibi davranmaya devam ediyor. Öyle ki geçtiğimiz pazartesi günü bu yılın Ukrayna'da askeri hedeflere ulaşma açısından tarihi bir yıl olduğunu söyleyerek bunun altını çizdi. Aslında Trump'ın başkan olarak seçilmesi, Rusya ordusu sahada bazı ilerlemeler kaydetse de yavaş ve savaş için belirleyici olmadığından nispeten daha az önemli olan sahadaki çatışmaların gidişatından ziyade çatışmanın siyasi çözüm olasılıklarına olan ilgiyi arttırdı.

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Putin geçtiğimiz pazartesi günü yaptığı ve Ukrayna'da cephede geçen bir yılı özetlediği konuşmasında, Suriye'den bahsetmezken, Batı’nın hegemonyası karşısında Rusya'nın tutumunu paylaşan taraflarla ülkesinin askeri ittifaklarını güçlendirmeye devam edeceğin sözünü verdi.

Putin'in sözleri, aralarında Rusya’nın ve Çin'in de bulunduğu yeni küresel güçlerin uluslararası sahnede yükselişi lehine Amerikan imparatorluğunun çöküşünün başlangıcına dair anlatıyı akla getirirken Ortadoğu'daki son olaylar, ABD’nin bölgeye halen güçlü bir şekilde müdahale edip çatışmaları çözebildiğini, düşmanlarının ise arka planda kalıp kayıplarını belirlemeye çalıştığını gösterdi.

dvfgbhy
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Putin, ülkesindeki televizyon ve radyolarda ortak yayımlanan yıllık basın toplantısı ve `Doğrudan Hat` şeklindeki birleşik programdan sonra gazetecilerin sorularını yanıtlarken, 19 Aralık 2024

Ortadoğu, ABD’nin dünya üzerindeki üstünlüğünün yeterli bir kanıtı olmayabilir, ancak İran'dan Rusya'ya ve hatta bölgedeki dramatik gelişmeleri ve bunların sözde müttefikleri üzerindeki etkilerini yakından izlediğine şüphe olmayan Çin'e kadar kendilerini ABD ile yüzleşmeye hazırlayan tüm güçlerin Ortadoğu'daki değişimler olmamış ve hiçbir etkisi yokmuş gibi ele alınamayacağı da kesin.

Nihayetinde Putin'in geçtiğimiz perşembe günü ülkesinin Suriye'de yenilmediğini ve Suriye'deki hedeflerine ‘bir şekilde’ ulaştığını söylemesi, her ne kadar bir kez İranlıların ve İran yanlısı milislerin Şam'ı savaşmadan terk etmesine atıfta bulunarak, bir kez de ülkesinin Suriyeli muhalif gruplarla ilişkilerini sürdürdüğünü söyleyerek Esed rejiminin düşüşündeki sorumluluğunu en aza indirmeye çalışsa da Moskova'nın bölgede savunmaya geçtiğini teyit ediyor. Sonuç olarak Rusya'nın yeni Suriye'deki konumu, düşüşü bölgede uzun bir dönemin sonunu getiren ve bölgedeki bölgesel ve uluslararası nüfuz haritasının yeniden çizilmesine yol açan ‘Esed'in Suriye'sinde’ olduğu gibi olmayacak.

*Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.