Kuş, el-Mevla ve el-Hüseyin… ‘Beşir'in güçlü adamları’ Washington'un yaptırımlarının kılıcı altında
(Sağdan sola) Muhammed Ata el-Mevla, Osman el-Hüseyin ve Salah Kuş.
ABD Hazine Bakanlığı, eski Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir döneminin önde gelen üç güçlü ismine yeniden yaptırım uyguladığını bildirdi. Bildiride, bahsi geçen üç kişinin Beşir'in iktidarını deviren 2019 Devrimi öncesi ve sonrasındaki rolleri dikkat çekildi. Ayrıca Washington yönetiminin bu kişilere yönelik suçlamalarının eski rejimin iktidarda olduğu dönemle sınırlı olmadığı, aksine rejimin devrilmesinden sonraki uygulamalarını da kapsadığı belirtildi.
ABD tarafından yaptırım uygulanan ‘güçlü yetkililer’ şunlar: Güvenlik Servisi Başkanı istihbaratçı Salah Abdullah Kuş, (Salah Abdullah Gosh) güvenlik servisi başkanlığını paylaştığı rakibi Muhammed Ata el-Mevla ve son olarak Beşir'in ofisinin müdürü eski bakan Taha Osman el-Hüseyin.
Bazen farklı çıkarlara sahip olmalarına ve bazen de aralarındaki çatışmalara rağmen, pazartesi akşamı açıklanan ABD yaptırımları, Sudanlı üç meslektaşı ve tarafı bir araya getirdi. ABD'nin açıklamasında üçlüye yönelik olarak “ülkede güvenlik ve istikrarın baltalanmasında rol oynadıkları” suçlaması yer aldı. Açıklama, Sudan'da istikrarı bozan ve demokrasiyi baltalayanlara yaptırım uygulanmasını öngören bir icra emrine dayanıyor.
ABD Hazine Bakanlığı, hem Kuş'u hem de el-Mevla'yı “eski rejimin unsurlarını iktidara getirmek ve sivil bir hükümet kurma çabalarını baltalamaktan” sorumlu tutarken, el-Hüseyin’i “HDK’ye askeri ve maddi destek sağlamakla” suçladı.
ABD Hazine Bakanlığı'nın kararıyla bu üç isim, 2021'de Sudan Ordusu Komutanı Korgeneral Abdulfettah el-Burhan liderliğindeki 25 Ekim darbesinin ve geçtiğimiz Nisan ayında ordu ile HDK arasında başlayan savaşın arkasında olmakla suçlanan İslamcı isim Ali Ahmed Karti ve HDK’nin ikinci adamı Abdurrahim Daklu’nun da aralarında bulunduğu eski yetkililere uygulanan yaptırımlar listesine katılmış oldu.
ABD yaptırımlarına maruz kalan bu son üç kişi kim? Sudanlılar onlar hakkında ne biliyor?
Kara kutu
Salah Kuş, 1999 yılında Genel İstihbarat Servisi'nin direktörlüğüne getirilinceye kadar, istihbaratın temel direklerinden biri olarak kabul edildi. Kuş’un çalışmaları on yıldan fazla bir süreye tekabül eden iki dönemi kapsadı. Görevden alınıp hapse atıldıktan sonra 11 Şubat 2018'de yeniden teşkilatın başına getirilen Kuş, Beşir liderliğindeki İslamcı rejimin 11 Nisan 2019'da yıkılmasına kadar bu görevde kaldı.
Kuş, ülkedeki en tehlikeli teşkilatın başında bulunduğu süre boyunca büyük insan hakları ihlallerinde bulunmakla suçlandı. Hartum ve Darfur'da sivillere karşı işlenen suçlarda da adı geçti. Kuş’un suçlama listesi ‘tutuklama, işkence ve yargısız infazı’ içeriyor. Teşkilatın Kuş dönemindeki uygulamaları dehşet verici olarak değerlendiriliyor.
Görevden ayrıldıktan sonra bile sessiz kalmaya alışık olmayan Kuş, Beşir döneminde bunu denedi ve ilk kez istihbarat servisinin başından ayrıldıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Güvenlik Danışmanı olarak atandı. 2013 yılında ordu subaylarıyla birlikte Beşir'e karşı bir darbe girişimine katılmakla suçlanan Kuş, görevinden alındı ve cumhurbaşkanlığı affıyla serbest bırakılana kadar cezaevinde kaldı.
Kuş'un özel yetenekleri sayesinde 2018 başlarında sağlığına kavuşan Beşir, herkesi hayrete düşüren bir kararla istihbarat servisinin başındaki Muhammed Ata el-Mevla'yı görevden alarak Kuş’u yeniden teşkilatın başına atadı. Kuş, Beşir rejiminin düşüşüne kadar Güvenlik ve İstihbarat Servisi koltuğunda kaldı. Beşir, Kuş’un yönetime karşı yapılan ilk protestoları bastırmada başarılı olacağını umuyordu, ancak Kuş, barışçıl protestocularla karşılaşması ve onlarca kişinin ölümüne yol açan şiddete rağmen devrimi bastırmada başarılı olamadı.
Kuş, Sudan'da bulunan aşırılık yanlısı güçler ve şiddet yanlısı grupların geniş kesimleriyle iç içe olan Sudan istihbarat servisinin başındaki konumu nedeniyle, ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) ile Washington yönetimi ve Beşir rejimi arasındaki aleni düşmanlık durumunun ötesine geçen özel bir ilişki kurabildi. Aynı zamanda terörizmin resmi sponsorları olarak sınıflandırılan ülkelere Washington yönetimi tarafından uygulanan abluka, ekonomik ve ticari yaptırımları da aştı.
İslamcı hükümetin aşırılık yanlısı hareketlerle ilişkilerini yöneten Kuş, El Kaide lideri Usame bin Ladin, ‘Çakal Carlos’ ve diğer bazı isimleri ağırlamak da dahil olmak üzere radikal gruplarla güçlü ilişkiler kurdu. Ancak Kuş elindeki bilgileri CIA ile ilişkilerini güçlendirmek için kullandı. Öyle ki muhalifleri onu “radikal müttefiklerine ihanet etmek ve tüm dosyalarını ABD’ye teslim etmekle” suçladı. Her ne olduysa Washington yönetimi, Beşir'in devrilmesinden sonra Kuş’un ABD'ye seyahat etmesini yasakladı.
Kuş, Beşir'in iktidarının düşeceğinden emin olduktan sonra bazı siyasi güçlerle iletişim kurarak bir sonraki aşamada varlığını garanti altına alma karşılığında onları desteklemeye hazır olduğunu ifade etti. Kuş, bazılarının da gördüğü gibi devrimden kâr elde etmeye çalıştı. Ancak halk baskısı Kuş’u devirdi. Güvenlik görevinden istifa etmek zorunda kalan Kuş, tutuklanıp mahkemeye çıkarılmadan önce gizlice ülke dışına kaçtı. Geçtiğimiz yıl Kahire'de Sudanlı bir grupla görüşürken çekilmiş bir fotoğrafı yayıldı.
İkinci adam
Tıpkı ABD yaptırımlarının Kuş ile Muhammed Ata el-Mevla'yı bir araya getirmesi gibi, geçmiş dönümde de el-Mevla, Kuş’un yerini alarak Sudan istihbarat teşkilatının başına geçmişti. El-Mevla, milletvekilliği görevinden sonra Kuş döneminde istihbarat teşkilatında ikinci adam olarak görev yaptı.
Yaptırım uygulanan üçüncü kişi olan Beşir'in ofis müdürü Taha Osman el-Hüseyin’in Kuş'un görevden alınmasında ve yerine el-Mevla'nın atanmasında önemli rol oynadığına inanılıyor.
Devlet aygıtını ve güvenlik hizmetlerini Beşir'in mührüyle kontrol etmeye devam eden Kuş'un devrilmesinden sonra el-Mevla ve el-Hüseyin sağlam bir ittifak kurdu. Ancak Beşir, onları bir kez daha şaşırttı ve Kuş'u yeniden güvenlik ve istihbarat servisinin müdürü olarak atadı. El-Mevla, Hartum'un Washington Büyükelçiliği görevinden alındı ve Beşir yönetimi devrilene kadar ABD’de kaldı. O dönem, Beşir ile yardımcısı Bekri Hasan Salih arasındaki anlaşmazlıkların, el-Mevla'nın devrilmesine yol açtığı bildirildi.
Ofis yöneticisi
Beşir, 9 Haziran 2015'te, el-Hüseyin'in geniş yetki ve nüfuza sahip olarak Devlet Bakanı ve Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlar Kurulu Ofisi Genel Müdürü olarak atanmasını öngören bir kararname yayınladı. Taha'nın el-Mevla'nın yardımıyla Kuş'a karşı yapılan komploda önemli bir rol oynadığı ve bunun da Beşir'in onu görevden almasına yol açtığı biliniyor.
Beşir’in ofisinin müdürünün etkisi zamanla büyük ölçüde arttı. İslamcı muhaliflerinden gelen bilgilere göre ülkenin fiili yöneticisi haline geldi ve aynı zamanda siyasi sahnenin kontrolünü de ele geçirdi. Bu kampanyaların ışığında Beşir, onu görevinden almak ve yerine akrabası Hatem Hasan Buheyt'i atamak zorunda kaldı.
Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5217599-%C3%A7at%C4%B1%C5%9Fmadan-ittifaka-t%C3%BCrkiyenin-suriyedeki-y%C3%BCkseli%C5%9Fi
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Çatışmadan ittifaka Türkiye'nin Suriye'deki yükselişi...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 4 Şubat 2025 tarihinde Ankara'ya yaptığı ilk ziyaret sırasında Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera'yı karşıladı. (Cumhurbaşkanlığı)
Suriye’de Beşşar Esed rejiminin çöküşünün ilk haftalarında, Türkiye’nin 8 Aralık 2024’te muhalif grupların Şam’a ‘sorunsuz’ bir şekilde girmesinde en büyük rolü oynadığı yönünde bir kanaat oluştu. Bu görüş, Ankara’nın Ahmed eş-Şera liderliğindeki yeni yönetimi hızlı bir şekilde desteklemesi ve kendisini Esed sonrası dönemde ‘ana sponsor’ olarak konumlandırmasıyla güçlendi.
Türkiye, Şera ile Halk Sarayı’nda görüşmek üzere Suriye’ye üst düzey bir yetkili gönderen ilk ülke oldu. Millî İstihbarat Teşkilâtı (MİT) Başkanı İbrahim Kalın, 12 Aralık 2024’te Şam’ı ziyaret etti ve ardından Emevi Camii’nde namaz kıldı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın açıklamaları da, Türkiye’nin Esed rejiminin çöküşünde ve Şera için Şam yolunun açılmasında başrol oynadığını gösterdi. Fidan, birkaç gün sonra yaptığı açıklamada, Ankara’nın 7-8 Aralık 2024 tarihlerinde Doha Forumu çerçevesinde düzenlenen Astana formatlı toplantıda Rusya ve İran’ı müdahale etmeme konusunda ikna ettiğini söyledi.
Fidan’a göre, Beşşar Esed rejimi son iki üç yılda oldukça zayıftı; bazı yerlerde göreceli bir direniş vardı, ancak muhalefet neredeyse ateş açılmadan Halep’e girdi. Yine de Ruslar ve İranlılar 2016’daki tepkilerini tekrarlasaydı, Suriye halkı daha fazla kan dökülmesi ve göç tehdidiyle karşı karşıya kalacaktı.
Fidan, “Rusları Esed’in yanında durmamaya nasıl ikna ettiniz?” sorusuna tek kelimeyle yanıt verdi: “Konuştuk.”
16 Ağustos 2025’te, Türkiye kurumları arasındaki koordinasyon grubu, Dışişleri Bakan Yardımcısı Nuh Yılmaz başkanlığında bir toplantı düzenledi. Yılmaz, şu anda Türkiye’nin Şam Büyükelçisi olarak görev yapıyor. Toplantıda, Suriye ile ilişkiler kapsamlı şekilde gözden geçirildi ve önümüzdeki dönemde ilişkilerin güçlendirilmesi ile taraflarca varılan çeşitli alanlardaki anlaşmaların uygulanmasına yönelik adımlar ele alındı.
Esed rejiminin devrilmesinin ardından ilk sekiz ay boyunca yoğun çabalarla Türkiye, Şam’daki büyükelçiliğini ve Halep’teki konsolosluğunu yeniden açan ilk ülke oldu. Ayrıca 12 Ağustos’ta askeri iş birliği, eğitim ve danışmanlık konularında bir mutabakat zaptı imzalandı.
İsrail, Hama Askeri Havaalanı’nı bombaladı. (AFP)
Türkiye, Şera hükümetini DEAŞ’a karşı mücadelede desteklemek ve ABD’yi, kuzeydoğu Suriye’deki kontrolün bel kemiğini oluşturan PYD/SDG’ye verdiği desteği terk etmeye ikna etmek amacıyla ikili ve bölgesel düzeyde girişimlerde bulundu. Bu süreç, DEAŞ’a karşı savaşta ABD ile kurulan ittifakın ardından geldi.
Bu çerçevede Türkiye, ‘bölgesel sahiplik’ ilkesine dayalı bir ittifak kurmayı hedefledi; bu ilke, bölge ülkelerinin sorunlarını dış müdahaleler olmadan kendi başlarına çözmesini öngörüyor. Ankara, Ürdün, Irak ve Lübnan ile Suriye’yi de kapsayan beşli bir platform oluşturma girişiminde bulundu. Ancak beş ülkenin dışişleri bakanları, savunma bakanları ve istihbarat başkanlarının 9 Mart’ta Amman’da bir araya geldiği toplantı, Ankara’nın arzuladığı mekanizmanın kurulmasıyla sonuçlanmadı.
Bunun üzerine Türkiye, DEAŞ’a karşı mücadelede Suriye hükümetine desteğini göstermek amacıyla Şam’da ortak bir operasyon merkezi üzerinden Suriye ile koordinasyon mekanizması oluşturdu.
Geçen 10 ay içinde iki ülke dışişleri ve savunma bakanları ile istihbarat başkanlarının üç toplantısı gerçekleştirildi. Bunun yanı sıra iki ülke arasında dışişleri bakanları düzeyinde karşılıklı ziyaretler yapıldı, MİT Başkanı Şam’ı ziyaret etti ve Şera da şubat-ağustos döneminde Türkiye’yi üç kez ziyaret etti.
Ekonomi alanında Türkiye, Suriye ile tüm sınır kapılarını yeniden açtı. 5 Ağustos’ta Ankara’da iki ülke arasında ortak bir ekonomik ve ticari komite kurulmasına dair bir protokol imzalandı ve sanayi bölgeleri kurulması için çalışmalar başlatıldı. Bu adımların amacı, savaş nedeniyle zarar gören Suriye ekonomisini canlandırmak ve iki ülke arasındaki ticareti güçlendirmek olarak açıklandı. Ayrıca, 2011’de faaliyeti duran iki ülke ortak iş konseyi yeniden kuruldu.
Türkiye, mevcut ticari iş birliği ivmesini kullanarak yıl sonunda Suriye’ye ihracatta 2 milyar dolar sınırını aşmayı hedefliyor. Ticaretin kolaylaştırılması ve hızlandırılması yönünde yeni adımlar atıldı ve önümüzdeki dönemde Halep’in güçlü bir lojistik merkezine dönüştürülmesi konusunda anlaşmaya varıldı.
İsrail ile rekabet
Buna karşılık Türkiye’nin Suriye’deki hedefleri, Beşşar Esed dönemindekinden farklı bir seyir izliyor. Daha önce sınırlarını, PKK/PYD’nin Suriye’deki uzantısı olarak gördüğü SDG tehdidine karşı güvence altına almak ve güney sınırında 30-40 kilometre derinliğinde bir güvenli bölge oluşturmak üzerine odaklanan Türkiye, bugün bu Kürt grubunu Suriye denkleminden çıkarmayı hedefliyor. Bu kapsamda grubun silahlarını bırakması ve devlet kurumlarına entegre olması için ikna edilmeleri amaçlanıyor. Türkiye, bu konuda yeni Suriye yönetiminin DEAŞ hapishanelerini koruma sorumluluğunu üstlenmesini sağlayarak Washington’a destek sunmayı da öneriyor ve ABD’nin çekilmesi durumunda oluşacak boşluğu doldurma çabalarını artırıyor.
ABD Başkanı Donald Trump ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun Temmuz 2025'te Beyaz Saray'da yaptığı görüşmeden (AFP)
Türkiye’nin yeni Suriye gerçeğinde attığı adımlar, sahada askeri boşluğu doldurma ve Libya’da Kaddafi sonrası uyguladığı modele benzer şekilde, Suriye’nin iç bölgeleri ve kıyılarında kara, deniz ve hava üsleri kurma yönünde bir eğilim taşıyor. Ayrıca Türkiye, sağlık, eğitim ve diğer alanlarda müdahaleyi genişleterek Suriye ekonomisi ve yeniden imar süreçlerinde en büyük rolü üstlenmeyi planlıyor; bu, yıllardır kuzey Suriye’de başlayan faaliyetlerin devamı niteliğinde.
Söz konusu gelişmeler, Türkiye’nin Suriye’deki varlığından endişe duyan İsrail’de kaygı yarattı. İsrail, Türkiye’nin yeni Suriye yönetimi ve muhalif gruplarla güçlü ilişkilerine dayanarak siyasi ve güvenlik garantörü olarak sahada yeni bir gerçekliği dayatmasından korkuyor.
Türkiye, Suriye yönetimine ülkenin geleceği hakkında danışmanlık yapan bir ‘sponsor’ olarak rolünü gösterme yarışında başarılı görünüyor. Bu durum, Temmuz 2025’te Beyaz Saray’da ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmede de teyit edildi.
Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye lideri Ahmed eş-Şera'nın geçtiğimiz mayıs ayında Riyad'da Suriye'ye uygulanan yaptırımların kaldırılmasını görüşmek üzere bir araya geldikleri toplantıdan (SPA)
Trump, Erdoğan’ı telefon görüşmesinde tebrik ettiğini belirterek, “Suriye’yi ele geçirdiği için onu kutladım (...) Erdoğan önce bunu reddetti ve almadığını söyledi, ama ben ona tarihi olarak hangi isimle anılırsa anılsın, iki bin yıldır kimsenin yapamadığını yaptığını söyledim. Erdoğan sonunda ‘Evet, aldım’ dedi” ifadelerini kullandı.
Trump’ın açıklamaları, Türkiye ve İsrail arasında Suriye’de rekabetin izlendiği bir dönemde geldi. Bu rekabet, İsrail’in başta Hama Askeri Havalimanı olmak üzere bazı ana üsleri ve havaalanlarını yok etmesine, Suriye ordusunun kapasitesini hedef almasına neden oldu. Esed rejiminin devrilmesinden üç ay sonra, Türkiye’nin Humus’ta hava üsleri kurmayı planladığına dair haberler yayıldı. Bunun üzerine Türkiye ve İsrail, Azerbaycan aracılığıyla Bakü’de düzenlenen teknik toplantılarda Suriye’de karşı karşıya gelmelerini önleyecek bir çatışma önleme mekanizması kurdu.
Trump, Netanyahu’ya talepleri mantıklı olduğu sürece Türkiye ile sorunlarını çözebileceğini söyledi ve Erdoğan ile iyi ilişkilerini vurguladı. Ancak Netanyahu, Washington’dan ayrılmadan önce, Türkiye’nin Suriye’de askeri üsler kurmak istediğini ve bunun İsrail için bir tehdit oluşturduğu gerekçesiyle buna karşı çıktığını ifade etti.
Türkiye, ABD ile birlikte öncelikli olarak, İsrail’in Suriye’ye yönelik bir tehdit oluşturmamasını, Suriye’nin de bölgedeki herhangi bir taraf için tehdit kaynağı haline gelmemesini ve herkesin birbirinin toprak bütünlüğü ile egemenliğine saygı göstermesini sağlamayı hedefliyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, 10 Kasım 2025’te Beyaz Saray’da Trump ve Şera ile yapılan görüşmenin bir bölümüne katıldığını belirterek bu yaklaşımı dile getirdi.
2024 Aralık ayında düzenlenen Doha Forumu kapsamında Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi arasında yapılan toplantıdan (Dışişleri Bakanlığı)
Türkiye, Şam ve Tel Aviv arasındaki görüşmelerden rahatsız olmadığını defalarca vurguladı ve öncelikli hedefinin Suriye’nin toprak bütünlüğü ve egemenliğini korumak olduğunu kaydetti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Eylül 2025’te Trump ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede, birkaç hafta önce Netanyahu’nun Türkiye’nin Suriye’de durdurulduğu yönündeki açıklamasına yanıt verdi. Erdoğan, İsrail medyasının yazdıklarına değil, Türkiye’nin sahadaki faaliyetlerine odaklanılması gerektiğini belirterek, “Stratejik önceliklerimiz doğrultusunda gerekli olanı yapıyoruz ve bunu sürdürmeye devam edeceğiz” dedi.
Yaptırımların hayaleti
Türkiye, Suriye ile ilgili her dosyada aktif rol oynamaya özen gösteriyor; buna yaptırımların kaldırılması da dahil. Yaptırımların kaldırılması, Trump’ın sürpriz bir açıklamasıyla başladı. Trump, bu adımı Suudi Arabistan Başbakanı ve Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ve Erdoğan’ın talebi doğrultusunda attığını belirtti. Erdoğan, mayıs ayında Riyad’daki toplantıya telefonla katılarak yaptırımların kaldırılmasını görüştü.
Erdoğan, Türkiye’nin Suriye’ye terör örgütlerine karşı mücadelesinde desteğini sürdürmeye devam edeceğini ve DEAŞ mensuplarının tutulduğu gözaltı merkezlerinin yönetimi ve güvenliğine ilişkin destek sağlamaya hazır olduğunu vurguladı. Erdoğan, Trump’ın Suriye’ye uygulanan yaptırımları kaldırma kararının tarihi öneme sahip olduğunu, bunun diğer yaptırım uygulayan ülkeler için örnek teşkil edeceğini ve yaptırımların kaldırılmasıyla Suriye’de çeşitli alanlarda yatırım fırsatlarının oluşacağını ifade etti.
Trump’ın yaptırımların kaldırılacağını açıklamasından önce, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Hasan eş-Şeybani, nisan ayında düzenlenen Antalya Diplomasi Forumu (ADF) sırasında üçlü bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantıda, Trump’ın Suriye’ye yönelik yaptırımların kaldırılmasına ilişkin taahhüdü ele alındı.
Fidan, Şera ile eş zamanlı olarak ABD’ye davet aldı ve 10 Kasım’da Trump ile yaptığı görüşmenin bir bölümüne katıldı.
Fidan, Rubio, Başkan Donald Trump’ın Ortadoğu Özel Temsilcisi Steve Witkoff, Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Beyaz Saray’da birçok yetkiliyle görüşmeler gerçekleştirdi. Ayrıca Fidan, Şera ve Şeybani ile bir araya geldi. Şeybani ile Rubio’nun katıldığı üçlü bir toplantıya da katıldı.
Fidan, toplantılarda kuzey ve güney Suriye’deki sorunlu bölgelerin daha iyi nasıl yönetilebileceği konusunda görüş alışverişinde bulunulduğunu belirtti. Şu anda odak noktasının, Suriye ekonomisinin toparlanmasına yardımcı olmak amacıyla Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların tamamen kaldırılması olduğunu vurguladı.
Fidan, Şera’nın Kongre üyeleriyle de görüştüğünü ve Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımların kaldırılmasına yönelik oylamanın önemini vurguladığını aktardı. Ayrıca, ABD Başkanı’nın Suriye meselelerine ilişkin olumlu bir yaklaşım benimsediğini kaydetti.
SDG sorunu
Türkiye, Suriye konusunda devam eden istişare sürecini, Şam’da 10 Mart’ta Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasını destekleyecek Amerikan tutumunu güvence altına almak için kullanıyor. Anlaşma, SDG’nin Suriye ordusu ve güvenlik kurumlarına entegrasyonunu kapsıyor ve yıl sonuna kadar tamamlanması planlanıyor.
47 yıllık silahlı çatışmanın ardından Türkiye, PKK’yı silahsızlandırma girişimini başlattı. Bu çerçevede 27 Şubat’ta Türkiye’de tutuklu bulunan Abdullah Öcalan’a silahlı mücadeleden vazgeçmesi ve yasal çerçevede demokratik faaliyetlere geçmesi çağrısı yapıldı.
Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şera ve SDG lideri Mazlum Abdi, SDG'nin Suriye devlet kurumlarına entegre edilmesine yönelik anlaşmanın imza töreninde, 10 Mart 2025 (EPA)
Ankara, Öcalan’a yapılan çağrının PKK’nın tüm uzantılarını kapsadığını vurguluyor ve SDG’nin mevcut yapısının Suriye’nin birliğini zayıflattığını, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiğini belirtiyor. Türkiye, PKK’nın silahsızlandırılmasının yalnızca kendi sınırları içinde ele alınamayacağını savunuyor.
SDG ise Türkiye’den kuzeydoğu Suriye’deki askeri, idari ve güvenlik kurumları ile özyönetimi bir tehdit olarak görmemesini talep ediyor ve bu kurumları ‘barış ve güvenlik için’ faaliyet gösteren yapılar olarak nitelendiriyor.
SDG lideri Mazlum Abdi, 10 Mart anlaşmasının Suriye’nin bölünme girişimlerini engellemede ve iç savaşa sürüklenmesini önlemede önemli bir dönüm noktası olduğunu belirtti. Abdi, ‘her bölgenin kendi yönetimini sağlayabileceği, merkezi olmayan bir Suriye’ olması gerektiğini vurguladı.
Hürriyet gazetesi yazarı Fatih Çekirge, ABD’nin kuzey Irak’ta İran’a karşı oluşturduğu Barzani modelini kuzey Suriye’de de kurmayı hedeflediğini belirtti. Çekirge’ye göre, Irak’tan Suriye’ye hazırlanan koridor bu amaca hizmet ediyor ve bu durum, İran’dan Lübnan ve çevresine silah akışını engellemek isteyen İsrail’in talebiyle de uyumlu.
Çekirge, Türkiye’nin başlangıçta ‘Barzani modeli’ benzeri bir adımı kabul etmediğini, şu anda ABD’nin müttefiki SDG’yi terör örgütü olarak gördüğünü, ancak ilerleyen süreçte kuzey Suriye’de tıpkı Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nde (IKBY) olduğu gibi bu yaklaşımı kabul edebileceğini ifade etti.
Türkiye’nin önümüzdeki dönemde, yeni Suriye yönetimiyle yakın ilişkilerini ve Washington’ın artan desteğini kullanarak Suriye’nin yeniden şekillendirilmesinde en etkili güç olarak konumunu pekiştirmeye devam etmesi bekleniyor. Ankara’nın SDG’nin devlet kurumlarına entegrasyonunu tamamlamaya ve sınırlarına yakın istenmeyen askeri varlığı azaltmaya yönelik baskı yapması öngörülüyor. Ancak İsrail ile rekabet ve ABD’nin sahadaki varlığı, Türkiye’nin vizyonunu tamamen uygulama kapasitesini sınırlayabilir.
BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilirhttps://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/5217575-bm-sudan%E2%80%99da-hdk%E2%80%99n%C4%B1n-ilerleyi%C5%9Fi-yeni-bir-kitlesel-g%C3%B6%C3%A7e-yol-a%C3%A7abilir
BM: Sudan’da HDK’nın ilerleyişi yeni bir kitlesel göçe yol açabilir
Sudanlı bir aile, El Faşir'deki çatışmalardan kaçarak Çad'ın doğundaki Tina sınır kapısına geldiler (Reuters)
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi, Sudan’da paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (HDK) ilerleyişinin sınır ötesine taşabilecek yeni bir kitlesel göç dalgasına yol açabileceği uyarısında bulundu.
HDK, Ekim ayı sonunda Darfur’daki Faşir kentinin kontrolünü ele geçirerek, Sudan ordusuyla iki buçuk yıldır devam eden savaşta en büyük kazanımlarından birini elde etmişti. Reuters’ın aktardığına göre HDK, bu ay da ilerleyişini doğuya, Kordofan bölgesine doğru sürdürerek ülkenin en büyük petrol sahasını kontrol altına aldı.
Grandi, Kordofan’daki son şiddet olayları nedeniyle yerinden edilen ve sayıları yaklaşık 40 bin olan kişilerin çoğunun şu an ülke içinde yerinden edilmiş durumda olduğunu, ancak şiddetin El-Ubeyyid gibi büyük bir kente yayılması hâlinde durumun değişebileceğini söyledi.
Pazartesi gecesi Port Sudan’dan yaptığı açıklamada Grandi, “Eğer savaş oraya da ulaşırsa… daha fazla kitlesel yerinden edilme göreceğimizden eminim” dedi.
Grandi ayrıca, “Bu durumda komşu ülkelerde çok yüksek alarm seviyesinde olmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Nisan 2023’ten bu yana HDK ile Sudan ordusu arasındaki çatışmalar, BM verilerine göre on binlerce kişinin ölümüne, 12 milyondan fazla kişinin yerinden edilmesine ve dünyanın “en kötü insani krizine” yol açtı.
Ekim sonunda Sudan ordusunun Darfur’daki son kalesi olan Faşir’i ele geçirmesinin ardından HDK, saldırılarını doğuya, üç eyaletten oluşan petrol zengini Kordofan bölgesine yöneltti. Faşir’in ele geçirilmesi sırasında katliam, toplu tecavüz ve yağma yaşandığına dair çok sayıda sivil tanıklık ve sivil toplum örgütü raporu bulunuyor.
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
Hamas mensupları, Uluslararası Kızılhaç Komitesi üyeleri eşliğinde, Gazze Şehri'ndeki Zeytun semtine, ölen rehinelerin kalıntılarını aramak üzere gidiyor (AP)
İslami Cihad Hareketi’nin askeri kanadı Kudüs Seriyyeleri, bugün (Salı) yaptığı açıklamada, Gazze Şeridi’nde yürürlükte olan ateşkes anlaşmasının birinci aşamasındaki tüm maddelere hem kendilerinin hem de diğer Filistinli grupların bağlı kaldığını duyurdu. Örgüt, arabuluculara İsrail’in anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmesi için baskı yapma çağrısında bulundu.
Kudüs Seriyyeleri’nin askeri sözcüsü Ebu Hamza, yayımladığı bildiride, geçen çarşamba günü Gazze’nin kuzeyinde ellerindeki son İsrailli rehinenin cesedini teslim etmelerinin ardından, İsrailli esirler dosyasını kapattıklarını söyledi.
Filistin'den yayın yapan Şihab Haber Ajansı’nın (Shehab News Agency) aktardığı açıklamada Ebu Hamza, şunları kaydetti:
“Geçen çarşamba günü kuzeyde son cesedi teslim ederek elimizdeki düşman esirleri dosyasını kapattık. Bu, onur verici bir anlaşmanın parçası olarak, tüm gurur, onur ve sadakatle yürüttüğümüz kahramanca bir mücadelenin sonucudur. Düşman esirleri ancak direnişin kararıyla geri döner; tabutlarla dönerler ya da hiç dönmeyebilirler.”
Ebu Hamza, Kudüs Seriyyeleri ve diğer direniş fraksiyonlarının ateşkes anlaşmasının birinci aşamasına ilişkin tüm hükümlere bağlı kaldığını vurgulayarak, arabuluculara İsrail’in anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesi ve “tekrarlanan suç niteliğindeki ihlallerini” durdurması için baskı çağrısı yaptı.
Gazze’de ateşkes anlaşmasının ikinci aşamasına geçiş arayışlarının yoğunlaştığı bir dönemde, Hamas’tan bilgili kaynaklar, hem hareket içinde hem de arabulucularla ve onların İsrail’le yürüttüğü temaslarda ciddi görüşmelerin sürdüğünü aktardı.
Kaynaklar, Şarku’l Avsat’a yaptıkları açıklamada, Hamas’ın ABD ile İsrail arasında sağlanacak uzlaşıya bağlı olarak, arabuluculardan beklenen yeni dolaylı müzakere turunun tarihinin belirlenmesini beklediğini söyledi. Bu turun ay sonunda ya da gelecek ay başında yapılabileceği ifade edildi.
Kaynaklara göre, Katar, Mısır ve İstanbul da dahil olmak üzere çeşitli başkentlerde Hamas liderliği ile arabulucular arasında ikili ve üçlü formatlarda çok sayıda toplantı düzenlendi; mevcut temaslar kapsamında yeni görüşmelere yönelik hazırlıklar da yapılıyor.
Aynı kaynaklar, ABD’nin baskısı ve arabulucuların girişimlerinin bu temasları “daha ciddi bir aşamaya taşıdığını” değerlendirdi.
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة