Sinvar'ın romancı yönü: Dini söylemin ve güvenlik duygusunun tezahürleri

Hamas’ın Gazze lideri Yahya es-Sinvar’ın Diken ve Karanfil adlı romanıyla ilgili bir okuma

İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
TT

Sinvar'ın romancı yönü: Dini söylemin ve güvenlik duygusunun tezahürleri

İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia

İbrahim Hac Abdi

Filistin İslami Direniş Hareketi'nin (Hamas) Gazze Sorumlusu Yahya es-Sinvar, 7 Ekim’den bu yana İsrail'in bir numaralı aranan adamı haline geldi. İsrail, Sinvar’ın yüzlerce kişinin ölümüyle ve rehin alınmasıyla sonuçlanan bu kanlı saldırının planlayıcısı olduğunu öne sürerken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da ‘yürüyen ölü adam’ olarak nitelendirdiği Sinvar'ın suikasta uğramasının an meselesi olduğu söyledi.

Beyaz saçlı, beyaz sakallı, kara kaşlı ve ince yapılı 61 yaşındaki Hamas lideri hakkında çok şey yazılıp çizildi. Sinvar, 1962 yılında Gazze'deki Han Yunus Mülteci Kampı’nda doğdu. Ailesi buraya, 1948 yılındaki Nekbe (Büyük Felaket) sırasında yerinden edildikleri Aşkelon’dan sürülmüştü. Sinvar, ilk ve orta öğrenimini mülteci kampındaki okullarda tamamladı. Ardından üniversiteyi Gazze'deki İslam Üniversitesi’nde Arap dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Gençlik yıllarının çoğunu İsrail hapishanelerinde geçiren Sinvar, 1982 yılında ‘yıkıcı faaliyetlere’ katılmak suçlamasıyla tutuklandı ve dört ay idari gözaltında tutuldu. Ancak 1988 yılında bir İsrail mahkemesinin Sinvar'ı dört kez ömür boyu (toplam 426 yıl) hapis cezasına çarptırması Sinvar'ın hayatındaki dönüm noktası oldu. Hayatının 24 yılını İsrail hapishanelerinde geçiren Sinvar, 2011 yılında Hamas Hareketi tarafından 2006 yılında kaçırılıp rehin alınan İsrailli asker Gilad Şalit karşılığında kendisinin de aralarında olduğu Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını öngören esir takası anlaşmasıyla serbest bırakıldı.

Basında yer alan makalelerde ve haberlerde Sinvar’ın biyografisiyle ilgili olarak İsrail’in Bi'ru's-Seba (Beerşeba) Hapishanesi’nde tutuklu kaldığı dönemde yazmaya başladığı ve 2004 yılında bitirdiği bir romanın yazarı olması gözden kaçırılıyor.

Dikkat çeken nokta, Hamas'la anlaşmayı müzakere eden İsrail'in ve o dönem hapiste olan Sinvar’ın anlaşmanın tamamlanması için Hamas Hareketi liderleriyle bağlantısı kurmalarıydı. Mahkumiyeti sırasında bir İsrail televizyon kanalına akıcı şekildeki İbranicesiyle röportaj veren Sinvar, anlaşmaya karşı değildi. Tel Aviv, röportajda kendisine yöneltilen sorulara esnek yanıtlar veren Sinvar’ı yıllar boyu süren hapis cezasıyla ehlileştirmeyi başardığını ve serbest bırakılmasının kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyordu. Ancak 7 Ekim sonrasında yapılan analizler, Sinvar'ın barışçıl ve itaatkar bir mahkumdan İbrani devletini rahatsız eden şiddetli bir lider haline gelerek İsrail'i kandırmayı başardığını gösterdi. Sinvar, serbest bırakıldıktan sonra kısa sürede Hamas Hareketi’nin askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın lideri oldu. Çünkü Hamas’ın ilk üyelerinden biriydi ve ‘el-Mecd’ kısaltmasıyla bilinen iç güvenlik teşkilatının kurulmasına katkıda bulundu.

ABD’nin 2015 yılında ‘uluslararası teröristler’ kara listesine dahil ettiği Sinvar, uzun yıllar geçirdiği İsrail hapishanelerinde edindiği bilgilerden yararlandı, İbranicenin yanı sıra İsrailli yetkililerin mantıklarını ve düşünce yapılarını öğrendi. Sinvar, bu birikimleri sayesinde Hamas Hareketi’nin askeri kanadının komutanları arasında nüfuz sahibi oldu. Nüfuzu, 2017 yılında İsmail Heniyye’den sonra Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki Siyasi Büro Başkanlığı görevine seçilmesiyle belirgin hale geldi.

Diken ve Karanfil

Basında yer alan makaleler ve haberlerde Sinvar’ın biyografisiyle ilgili olarak İsrail’in Bi'ru's-Seba (Beerşeba) Hapishanesi’nde tutuklu kaldığı dönemde yazmaya başladığı ve 2004 yılında yani serbest bırakılmasından yaklaşık yedi yıl önce bitirdiği bir romanın yazarı olması gözden kaçırılıyor. Aynı yıl ‘hassas’ bir beyin ameliyatı geçiren Sinvar’ın yazmayı bırakmasının nedeni bu olabilir.

Yahya es-Sinvar’ın kaleme aldığı Diken ve Karanfil adlı romanın kapağı
Yahya es-Sinvar’ın kaleme aldığı Diken ve Karanfil adlı romanın kapağı

Her ne kadar Sinvar’ın kaleme aldığı bu kitap bir ‘roman’ olarak tanımlansa da abartılı bir sınıflandırma olarak görülüyor. Çünkü metin bir romanda bulunması gereken sanatsal olay örgüsü, karakter gelişimi, anlatım yöntemi gibi bazı unsurları ve şartları karşılayamıyor. Metin, dil ve belagat yönünden de tatmin edici değil. Bunun yanında kitap fasih Arapça ile yazılmış olsa da bazı ifadelerde ve deyimlerle Filistin lehçesine de yer verilmiş.

Dolayısıyla kitap, boş zamanı olan bir mahkum tarafından kaleme alınan belgelenmemiş bir ‘otobiyografi’ ya da anı kitabı gibi duruyor. Boncuklu şekiller yaparak vakit geçiren mahkumlar gibi bir oylanma amacıyla da olsa Sinvar, metnin yapısını olumsuz etkileyen, herhangi bir kontrol ya da kısıtlama olmaksızın esnek ve akıcı, çok fazla tekrar ve sıradan gereksiz ifadelerle dolu olan kitabıyla hapishanenin ve uzun geçen günlerinin yükünü taşımanın yolu olarak yazmayı tercih etmiş gibi görünüyor. Tamamı 340 sayfa olan kitap bu fazlalıklardan arındırılsa yarı yarıya indirilebilir. Bunu yapmak metinden ya da içeriğinden hiçbir şey götürmeyeceği gibi bütünlüğünü ve estetiğini de artıracağına şüphe yok. Kitapta bazı yazım hataları ve bazı kapalı dil yapıları da mevcut.

Peki, kitapta metnin teknik ve estetik yönleri dışında, satır aralarında yazarı Sinvar'ın karakterine dair neler bulabiliriz?

Kitapta romanın baş kahramanı ve aynı zamanda anlatıcısı olan Ahmed'in biyografisi ile Sinvar'ın biyografisi arasındaki benzerlik rahatlıkla görülebiliyor. Aslında bu benzerlik sadece Sinvar ile sınırlı değil. Diken ve Karanfil kahramanı Ahmed’in yaşadıkları, 1960’lı yılların başlarında doğan ve Nekbe sırasında aileleri topraklarından, köylerinden, kasabalarından sürüldükten sonra Gazze ve Batı Şeria'daki mülteci kamplarının yanı sıra Lübnan, Ürdün ve Suriye gibi komşu ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalan bir neslin yaşadıklarıyla neredeyse bire bir örtüşüyor.

Sinvar, kitabının önsözünde şunları söylüyor:

“Bu kitap, her ne kadar olaylar gerçek olsa da ne benim ne de belli bir şahsın hikayesi. Her Filistinlinin şu ya da bu şekilde burada geçen olaylarla bir bağı vardır. Bu eserdeki hayal gücü sadece bir romanın gerektirdiği koşulları sağlamak için belli başlı kişiler etrafında dönüyor. Geriye kalan her şey gerçek olaylardan alıntılanmıştır. Hepsini ya yaşadım ya da onlarca yıldır sevgili Filistin topraklarında bunu bire bir yaşayanların ağzından dinledim.”

Sinvar, eserini ‘okyanustan körfeze, hatta okyanustan okyanusa kadar gönülleri İsra ve Miraç mucizesinin diyarına (Kudüs ve Mescid-i Aksa) bağlı olanlara’ ithaf ediyor.

Mülteci kamplarındaki sefalet

Gazze Şeridi'ndeki Şati Mülteci Kampı'nda yaşayan romanın baş kahramanının dünyayla ilgili farkındalığı Filistinlilerin ‘Nekse’ (Toprak Kaybetme Günü) adıyla andığı 1967 haziranındaki Altı Gün Savaşı sırasında oluşuyor. Bunun ardından kitap, 1970 yılının eylül ayındaki Kara Eylül Olaylarından 1973 ekimindeki Arap-İsrail Savaşına (Yom Kippur Savaşı) kadar Filistin davasıyla ilgili gelişmelerin, dönüşümlerin, dönüşlerin, sonuçların ve öne çıkan kilometre taşlarının kapsamlı bir kronolojik sunumunu yapmaya başlıyor. Kitapta Lübnan İç Savaşı, İsrail'in Lübnan’ı işgali, Sabra ve Şatilla katliamları, Mısır Devlet Başkanı Muhammed Enver Sedat'ın İsrail ziyaretinin fitilini ateşlediği Birinci İntifada (1987-1993), Oslo Anlaşmaları (1993), İsrail’in eski başbakanlarından İzak Rabin’in öldürülmesi ve hatta İkinci İntifada’nın (2000-2005) başlangıcı yer alıyor.

Yazar, yukarıda geçen bu tarihi olaylara Ahmed adlı çocuğun en küçükleri olduğu üç erkek ve iki kız kardeşi ve anne babasıyla yaşadığı Şati Mülteci Kampı’nda yaşadıklarına değindiği kadar derinlemesine değinmiyor. Ahmed ve ailesi kamptaki basit bir evde yaşıyorlar. Beş yaşlarında olan Ahmed’in hatırladıkları, kitabın ilk sayfada yazdığı gibi, uzun bir acı geçmişi özetliyor. Ahmed, İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklardaki Felluce kasabasından 1948 yılında göç ettikten sonra istikrarlı bir hayat kurmaya çalışan ailenin kaldığı eve ve bahçesine kış geldiğinde sık sık su bastığını ve her seferinde büyük bir korkuya kapıldığını, sel sularını tahliye etmek için abilerinin ve ablalarının nasıl çırpındıklarını anlatıyor. Sel suları eve girdiğinde anne ve babasının yanlarına gelip annesinin yer yatağını ıslanmadan kaldırdığını, bazen annesinin onu kenara çekip bir tencere yahut toprak kap koyarak çatıdaki kiremitlerden sızan yağmur sularının etrafı ıslatmaması için çabalarken uyandığı ve küçük odanın her yerinde kap kacağın olduğu geceleri aktarıyor. Ahmed, ne zaman uyumaya çalışsa bazen de bunda başarılı olsa o kap kacağın içine düzenli olarak damlayan su damlalarının sesiyle uyandığını, kap dolduğunda her damlada suyun üzerine sıçradığını, bunun üzerine annesinin dolan kabı dökmek ve yerine boş kap koymak için odanın dışına çıktığını anlatıyor.

Yahya es-Sinvar: Bu kitap, her ne kadar olaylar gerçek olsa da ne benim ne de belli bir şahsın hikayesi. Her Filistinlinin şu ya da bu şekilde burada geçen olaylarla bir bağı vardır.

Bu bölüm sadece yazarın anlatımını değil, aynı zamanda ailenin yaşadığı yoksulluğu da yansıtıyor. Boğucu hale gelen nüfus yoğunluğu ve temel yaşam gereksinimlerinin bulunmadığı bir ortamda, organize edilmeden ve planlanmadan aceleyle inşa edilen mülteci kamplarının çoğunda durum böyleydi. Ahmed'in ailesi için de bir istisna yoktu. Aile hem içerideki hem de diasporadaki diğer Filistinlilerle aynı sefaleti paylaşıyordu.

Çekilen yoksulluk ve sefalet, özellikle ailenin yardım aldığı UNRWA'dan sık sık bahsedilmesinde daha da belirginleşiyor. Ahmed, ortadan kaybolan babasının yokluğundan sonraki tek sığınağı olan direniş saflarına genç yaşlarda katılmıştı. Daha sonra, metinde hangi şartlar altında olduğundan bahsedilmeden Ahmed’in babasının ve aynı şekilde amcasının Ürdün'de öldüğü haberi geliyor. Kendi çocuklarıyla birlikte kocasının kardeşinin çocukları olan Hasan ve İbrahim'e de bakan ve büyüten annesi de ölen Ahmed’in, çocukluk ve gençlik yıllarında kampta gittiği caminin hocası ise romanın baş kahramanına manevi babalık yapıyor.

Majalla

Ahmed'in ailesinin yaşadığı yoksunluğu gözler önüne seren en dokunaklı sahnelerden biri de tekstil tüccarı olan zengin amcasının evlerine yaptığı ziyarette kendisine ve kardeşlerine yeni kıyafetler getirdiği an. Ahmed, her zaman UNRWA'nın kendilerine verdiği kullanılmış kıyafetler giydikleri için yeni kıyafet kokusunu ilk kez o zaman duyduklarını anlatıyor.

Ahmed bu zor hayat şartları altında yaşadı. İsrail işgalinin verdiği ağırlık ise bu zorlukların katlanmasına yol açtı. Gazze, 2005 yılına kadar İsrail’in işgali altındaydı. İsrail’in işgali, Ahmed’in ailesi de dahil olmak üzere tüm Gazzelilerin acılarını daha da artırdı. Kitap, İsrail’in saldırıları, dikenli teller, kontrol noktaları, baskınlar, tutuklamalar, göz yaşartıcı gaz, açlık grevleri, yerleşim birimleri ve ortalık biraz sakinleştiğinde daha şiddetli ve vahşi bir şekilde yeniden başlayan Arap-İsrail çatışmasının bir yönünü özetleyen diğer terimlerle dolu. Gazze Şeridi, tıpkı şimdi olduğu gibi kısa bir ateşkesin ardından İsrail’in yıkıcı bombardımanlarına maruz kalıyor.

‘Dürüst’ bir kitap

Kitap dürüstçe kaleme alınmış olmasıyla dikkati çekiyor. Kitap, dini ve manevi yönü ağır, Peygamber Efendimizin hadislerinden ve Kur'an-ı Kerim'den yapılan alıntılarla dolu. Dolayısıyla kitabın satır aralarında romantik/komedi türündeki ‘Gaza Mon Amour’ (Gazze Aşkım) filmine benzer bir hikaye aramak saçmalık olur.

Kitaptaki bu ‘püritenlik’ tabiri caizse, küfür, müstehcen, aşk ve tutku hikayeleriyle ilgili her türlü ifadeden kaçınan ve hatta kızlar hakkında konuşurken bile ifadede son derece dikkatli olan yazarın inancını yansıtıyor. Öyle ki metinde bir kızın güzelliğinden bahsedilirken kullanılan en çapkınca ifade kızın aya benzemesi. Ahmed, kalbi ilk kez Gazze’deki İslam Üniversitesi'nde (Sinvar'ın okuduğu üniversite) kendisi gibi bir öğrenci olan güzel bir kız için attığında başka hiçbir aşkın rekabet edemeyeceği tek bir sevginin olduğu, onun da vatan aşkı olduğu vurgulanarak duygularını hızla dizginliyor.

Yahya es-Sinvar (AFP)
Yahya es-Sinvar (AFP)

Otuz bölümden oluşan kitap boyunca baş kahraman, eşinin yokluğunda büyük zorluklara katlanan ve çok acı çeken, sefil koşullar altında çocuklarına bakmak ve onlara makul bir hayat ve eğitimlerine devam etme olanağı sağlamak için mücadele eden annesinden büyük bir saygıyla bahsediyor. Üstelik Ahmed’in annesi sadece kendi çocuklarına bakmakla kalmamış, aynı şekilde kocasının erkek kardeşinin çocukları yani Ahmed'in kuzenleri olan Hasan ve İbrahim’e de aynı ilgiyi gösteriyor. Kitapta, mülteci kamplarının tanık olduğu fırtınalara, zorluklara ve hatta felaketlere tüm kırılganlığı ve şefkatiyle dayanabilen bu annenin üstlendiği role çokça takdir ve övgü ifadesi yer alıyor. Anneye ne kadar çok yer ayrıldıysa da baba, tıpkı ailenin günlük hayatında olduğu gibi kitapta da neredeyse hiç yer almıyor.

Yazarın yüksek bir güvenlik duygusuna sahip biri olduğu anlaşılıyor. Bu da Sinvar’ın başlarda Hamas saflarında Şin-Bet casuslarının ve ajanlarının en ünlü muhaliflerinden biri olarak ortaya çıkan biyografisiyle uyumlu

Güvenlik duygusu ve 7 Ekim

Yazarın güvenlik duygusu yüksek, son derece dikkatli ve temkinli bir zihniyete sahip biri olduğu anlaşılıyor. Bu da Sinvar’ın başlarda Hamas saflarında İsrail iç istihbarat servisi Şin Bet’in casuslarının ve ajanlarının en ünlü muhaliflerinden biri olarak ortaya çıkan biyografisiyle uyumlu. Sinvar, İbrani devleti için çalışan altı casusun öldürülmesindeki rolü nedeniyle hapse atılmıştı.

Kitabın birçok sayfasında Şin Bet ajanlarının ve casuslarının hikayelerine yer veriliyor. İsrail'in bu alandaki çabalarının nasıl engellenebileceği, şüphe uyandırmayacak yöntemlerle ajanların nasıl ortadan kaldırılacağı ve İsrail'in onları işe alma konusundaki karmaşık yöntemlerinden bahsediliyor. Bu anlatılanlar bize yönetmen Hany Abu-Assad’ın genç bir annenin İsrail ajanı olması için nasıl şantaja uğradığını gösteren ‘Hoda's Salon’ (Huda'nın Salonu) filmini hatırlatıyor.

Yahya es-Sinvar, Gazze, Nisan 2023 (Reuters)
Yahya es-Sinvar, Gazze, Nisan 2023 (Reuters)

Elbette kitapta görüldüğü üzere güvenlik ve istihbarat alanlarındaki bu geniş deneyimle 7 Ekim'deki büyük dikkat ve karmaşık bir güvenlik planlaması gerektiren olay ayrı düşünülemez. Becerisi ve kurnazlığıyla Sinvar’ın bu olayın arkasında olma ihtimali yüksek. İsrail'in analizleri de bu saldırıların, bir bakıma, gizli istihbarat çalışmalarındaki deneyim ve birikimin olduğu uzun bir geçmişin zirvesi olarak değerlendirilebileceğine işaret ediyor.

Siyasi düzeyde ise kitabın sayfalarını inceledikten sonra Ahmed'in Oslo Anlaşması'na şiddetle karşı çıktığını ve Fetih Hareketi’nin (El Fetih) esnek politikalarına inanmadığını, ancak bunu yaparken de El Fetih’i eleştirmediğini görüyoruz. Sinvar’ın çocukluğunda Fetih Hareketi lideri Yaser Arafat'ın şahsiyetine hayran olduğu da anlaşılıyor. Aynı zamanda iki devletli çözüme de inanmayan Sinvar’a göre Filistinliler Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki zayıf bir devlet karşılığında tarihi topraklarının yaklaşık dörtte üçünden nasıl vazgeçebilirler? Kitap Sinvar’ın Yahudilerle İsraillileri bir tuttuğunu da gösteriyor. Romanın kahramanı, Yahudilerle İsrailliler arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin nefretini dile getirmekten çekinmiyor. Kitapta işgal altındaki bir vatan olarak Filistin'den çok, dini kutsallara ve onların savunulması ve korunması gerektiğine sık sık vurgu yapılması dikkati çekiyor. Bu da Sinvar için dini söylemin milliyetçi söylemden önce geldiği anlamına geliyor.

Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir


Tedmür'de ortak devriyeye düzenlenen saldırıda Suriyeli ve Amerikalı personel yaralandı

 Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
TT

Tedmür'de ortak devriyeye düzenlenen saldırıda Suriyeli ve Amerikalı personel yaralandı

 Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)
Suriye polisi (Suriye İçişleri Bakanlığı)

Suriye güvenlik kaynakları bugün, Suriye güvenlik güçleri ile ABD kuvvetlerinin, ülkenin orta kesimindeki Tedmür kentinde ortak devriye sırasında silahlı saldırıya uğradığını bildirdi.

Suriye resmi haber ajansı SANA’ya konuşan bir güvenlik kaynağı, saldırıda Suriye güvenlik güçlerinden iki kişinin ve bazı ABD askerlerinin yaralandığını, saldırıyı gerçekleştiren kişinin ise öldürüldüğünü açıkladı.

Kaynak, olayın ardından ABD’ye ait helikopterlerin yaralıları et-Tanf Üssü’ne tahliye ettiğini belirterek, saldırının nedenleri ve koşullarına ilişkin henüz bilgi bulunmadığını ifade etti.

Olay nedeniyle Deyrizor-Şam uluslararası kara yolunda trafiğin geçici olarak durdurulduğu, bölge semalarında ise yoğun hava hareketliliği yaşandığı kaydedildi.