Sinvar'ın romancı yönü: Dini söylemin ve güvenlik duygusunun tezahürleri

Hamas’ın Gazze lideri Yahya es-Sinvar’ın Diken ve Karanfil adlı romanıyla ilgili bir okuma

İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
TT

Sinvar'ın romancı yönü: Dini söylemin ve güvenlik duygusunun tezahürleri

İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia
İllüstrasyon: Axel Rangel Garcia

İbrahim Hac Abdi

Filistin İslami Direniş Hareketi'nin (Hamas) Gazze Sorumlusu Yahya es-Sinvar, 7 Ekim’den bu yana İsrail'in bir numaralı aranan adamı haline geldi. İsrail, Sinvar’ın yüzlerce kişinin ölümüyle ve rehin alınmasıyla sonuçlanan bu kanlı saldırının planlayıcısı olduğunu öne sürerken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu da ‘yürüyen ölü adam’ olarak nitelendirdiği Sinvar'ın suikasta uğramasının an meselesi olduğu söyledi.

Beyaz saçlı, beyaz sakallı, kara kaşlı ve ince yapılı 61 yaşındaki Hamas lideri hakkında çok şey yazılıp çizildi. Sinvar, 1962 yılında Gazze'deki Han Yunus Mülteci Kampı’nda doğdu. Ailesi buraya, 1948 yılındaki Nekbe (Büyük Felaket) sırasında yerinden edildikleri Aşkelon’dan sürülmüştü. Sinvar, ilk ve orta öğrenimini mülteci kampındaki okullarda tamamladı. Ardından üniversiteyi Gazze'deki İslam Üniversitesi’nde Arap dili ve Edebiyatı bölümünde okudu. Gençlik yıllarının çoğunu İsrail hapishanelerinde geçiren Sinvar, 1982 yılında ‘yıkıcı faaliyetlere’ katılmak suçlamasıyla tutuklandı ve dört ay idari gözaltında tutuldu. Ancak 1988 yılında bir İsrail mahkemesinin Sinvar'ı dört kez ömür boyu (toplam 426 yıl) hapis cezasına çarptırması Sinvar'ın hayatındaki dönüm noktası oldu. Hayatının 24 yılını İsrail hapishanelerinde geçiren Sinvar, 2011 yılında Hamas Hareketi tarafından 2006 yılında kaçırılıp rehin alınan İsrailli asker Gilad Şalit karşılığında kendisinin de aralarında olduğu Filistinli mahkumların serbest bırakılmasını öngören esir takası anlaşmasıyla serbest bırakıldı.

Basında yer alan makalelerde ve haberlerde Sinvar’ın biyografisiyle ilgili olarak İsrail’in Bi'ru's-Seba (Beerşeba) Hapishanesi’nde tutuklu kaldığı dönemde yazmaya başladığı ve 2004 yılında bitirdiği bir romanın yazarı olması gözden kaçırılıyor.

Dikkat çeken nokta, Hamas'la anlaşmayı müzakere eden İsrail'in ve o dönem hapiste olan Sinvar’ın anlaşmanın tamamlanması için Hamas Hareketi liderleriyle bağlantısı kurmalarıydı. Mahkumiyeti sırasında bir İsrail televizyon kanalına akıcı şekildeki İbranicesiyle röportaj veren Sinvar, anlaşmaya karşı değildi. Tel Aviv, röportajda kendisine yöneltilen sorulara esnek yanıtlar veren Sinvar’ı yıllar boyu süren hapis cezasıyla ehlileştirmeyi başardığını ve serbest bırakılmasının kendisi için sorun teşkil etmeyeceğini düşünüyordu. Ancak 7 Ekim sonrasında yapılan analizler, Sinvar'ın barışçıl ve itaatkar bir mahkumdan İbrani devletini rahatsız eden şiddetli bir lider haline gelerek İsrail'i kandırmayı başardığını gösterdi. Sinvar, serbest bırakıldıktan sonra kısa sürede Hamas Hareketi’nin askeri kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın lideri oldu. Çünkü Hamas’ın ilk üyelerinden biriydi ve ‘el-Mecd’ kısaltmasıyla bilinen iç güvenlik teşkilatının kurulmasına katkıda bulundu.

ABD’nin 2015 yılında ‘uluslararası teröristler’ kara listesine dahil ettiği Sinvar, uzun yıllar geçirdiği İsrail hapishanelerinde edindiği bilgilerden yararlandı, İbranicenin yanı sıra İsrailli yetkililerin mantıklarını ve düşünce yapılarını öğrendi. Sinvar, bu birikimleri sayesinde Hamas Hareketi’nin askeri kanadının komutanları arasında nüfuz sahibi oldu. Nüfuzu, 2017 yılında İsmail Heniyye’den sonra Hamas Hareketi’nin Gazze Şeridi'ndeki Siyasi Büro Başkanlığı görevine seçilmesiyle belirgin hale geldi.

Diken ve Karanfil

Basında yer alan makaleler ve haberlerde Sinvar’ın biyografisiyle ilgili olarak İsrail’in Bi'ru's-Seba (Beerşeba) Hapishanesi’nde tutuklu kaldığı dönemde yazmaya başladığı ve 2004 yılında yani serbest bırakılmasından yaklaşık yedi yıl önce bitirdiği bir romanın yazarı olması gözden kaçırılıyor. Aynı yıl ‘hassas’ bir beyin ameliyatı geçiren Sinvar’ın yazmayı bırakmasının nedeni bu olabilir.

Yahya es-Sinvar’ın kaleme aldığı Diken ve Karanfil adlı romanın kapağı
Yahya es-Sinvar’ın kaleme aldığı Diken ve Karanfil adlı romanın kapağı

Her ne kadar Sinvar’ın kaleme aldığı bu kitap bir ‘roman’ olarak tanımlansa da abartılı bir sınıflandırma olarak görülüyor. Çünkü metin bir romanda bulunması gereken sanatsal olay örgüsü, karakter gelişimi, anlatım yöntemi gibi bazı unsurları ve şartları karşılayamıyor. Metin, dil ve belagat yönünden de tatmin edici değil. Bunun yanında kitap fasih Arapça ile yazılmış olsa da bazı ifadelerde ve deyimlerle Filistin lehçesine de yer verilmiş.

Dolayısıyla kitap, boş zamanı olan bir mahkum tarafından kaleme alınan belgelenmemiş bir ‘otobiyografi’ ya da anı kitabı gibi duruyor. Boncuklu şekiller yaparak vakit geçiren mahkumlar gibi bir oylanma amacıyla da olsa Sinvar, metnin yapısını olumsuz etkileyen, herhangi bir kontrol ya da kısıtlama olmaksızın esnek ve akıcı, çok fazla tekrar ve sıradan gereksiz ifadelerle dolu olan kitabıyla hapishanenin ve uzun geçen günlerinin yükünü taşımanın yolu olarak yazmayı tercih etmiş gibi görünüyor. Tamamı 340 sayfa olan kitap bu fazlalıklardan arındırılsa yarı yarıya indirilebilir. Bunu yapmak metinden ya da içeriğinden hiçbir şey götürmeyeceği gibi bütünlüğünü ve estetiğini de artıracağına şüphe yok. Kitapta bazı yazım hataları ve bazı kapalı dil yapıları da mevcut.

Peki, kitapta metnin teknik ve estetik yönleri dışında, satır aralarında yazarı Sinvar'ın karakterine dair neler bulabiliriz?

Kitapta romanın baş kahramanı ve aynı zamanda anlatıcısı olan Ahmed'in biyografisi ile Sinvar'ın biyografisi arasındaki benzerlik rahatlıkla görülebiliyor. Aslında bu benzerlik sadece Sinvar ile sınırlı değil. Diken ve Karanfil kahramanı Ahmed’in yaşadıkları, 1960’lı yılların başlarında doğan ve Nekbe sırasında aileleri topraklarından, köylerinden, kasabalarından sürüldükten sonra Gazze ve Batı Şeria'daki mülteci kamplarının yanı sıra Lübnan, Ürdün ve Suriye gibi komşu ülkelerdeki mülteci kamplarında yaşamak zorunda kalan bir neslin yaşadıklarıyla neredeyse bire bir örtüşüyor.

Sinvar, kitabının önsözünde şunları söylüyor:

“Bu kitap, her ne kadar olaylar gerçek olsa da ne benim ne de belli bir şahsın hikayesi. Her Filistinlinin şu ya da bu şekilde burada geçen olaylarla bir bağı vardır. Bu eserdeki hayal gücü sadece bir romanın gerektirdiği koşulları sağlamak için belli başlı kişiler etrafında dönüyor. Geriye kalan her şey gerçek olaylardan alıntılanmıştır. Hepsini ya yaşadım ya da onlarca yıldır sevgili Filistin topraklarında bunu bire bir yaşayanların ağzından dinledim.”

Sinvar, eserini ‘okyanustan körfeze, hatta okyanustan okyanusa kadar gönülleri İsra ve Miraç mucizesinin diyarına (Kudüs ve Mescid-i Aksa) bağlı olanlara’ ithaf ediyor.

Mülteci kamplarındaki sefalet

Gazze Şeridi'ndeki Şati Mülteci Kampı'nda yaşayan romanın baş kahramanının dünyayla ilgili farkındalığı Filistinlilerin ‘Nekse’ (Toprak Kaybetme Günü) adıyla andığı 1967 haziranındaki Altı Gün Savaşı sırasında oluşuyor. Bunun ardından kitap, 1970 yılının eylül ayındaki Kara Eylül Olaylarından 1973 ekimindeki Arap-İsrail Savaşına (Yom Kippur Savaşı) kadar Filistin davasıyla ilgili gelişmelerin, dönüşümlerin, dönüşlerin, sonuçların ve öne çıkan kilometre taşlarının kapsamlı bir kronolojik sunumunu yapmaya başlıyor. Kitapta Lübnan İç Savaşı, İsrail'in Lübnan’ı işgali, Sabra ve Şatilla katliamları, Mısır Devlet Başkanı Muhammed Enver Sedat'ın İsrail ziyaretinin fitilini ateşlediği Birinci İntifada (1987-1993), Oslo Anlaşmaları (1993), İsrail’in eski başbakanlarından İzak Rabin’in öldürülmesi ve hatta İkinci İntifada’nın (2000-2005) başlangıcı yer alıyor.

Yazar, yukarıda geçen bu tarihi olaylara Ahmed adlı çocuğun en küçükleri olduğu üç erkek ve iki kız kardeşi ve anne babasıyla yaşadığı Şati Mülteci Kampı’nda yaşadıklarına değindiği kadar derinlemesine değinmiyor. Ahmed ve ailesi kamptaki basit bir evde yaşıyorlar. Beş yaşlarında olan Ahmed’in hatırladıkları, kitabın ilk sayfada yazdığı gibi, uzun bir acı geçmişi özetliyor. Ahmed, İsrail’in işgal ettiği Filistin topraklardaki Felluce kasabasından 1948 yılında göç ettikten sonra istikrarlı bir hayat kurmaya çalışan ailenin kaldığı eve ve bahçesine kış geldiğinde sık sık su bastığını ve her seferinde büyük bir korkuya kapıldığını, sel sularını tahliye etmek için abilerinin ve ablalarının nasıl çırpındıklarını anlatıyor. Sel suları eve girdiğinde anne ve babasının yanlarına gelip annesinin yer yatağını ıslanmadan kaldırdığını, bazen annesinin onu kenara çekip bir tencere yahut toprak kap koyarak çatıdaki kiremitlerden sızan yağmur sularının etrafı ıslatmaması için çabalarken uyandığı ve küçük odanın her yerinde kap kacağın olduğu geceleri aktarıyor. Ahmed, ne zaman uyumaya çalışsa bazen de bunda başarılı olsa o kap kacağın içine düzenli olarak damlayan su damlalarının sesiyle uyandığını, kap dolduğunda her damlada suyun üzerine sıçradığını, bunun üzerine annesinin dolan kabı dökmek ve yerine boş kap koymak için odanın dışına çıktığını anlatıyor.

Yahya es-Sinvar: Bu kitap, her ne kadar olaylar gerçek olsa da ne benim ne de belli bir şahsın hikayesi. Her Filistinlinin şu ya da bu şekilde burada geçen olaylarla bir bağı vardır.

Bu bölüm sadece yazarın anlatımını değil, aynı zamanda ailenin yaşadığı yoksulluğu da yansıtıyor. Boğucu hale gelen nüfus yoğunluğu ve temel yaşam gereksinimlerinin bulunmadığı bir ortamda, organize edilmeden ve planlanmadan aceleyle inşa edilen mülteci kamplarının çoğunda durum böyleydi. Ahmed'in ailesi için de bir istisna yoktu. Aile hem içerideki hem de diasporadaki diğer Filistinlilerle aynı sefaleti paylaşıyordu.

Çekilen yoksulluk ve sefalet, özellikle ailenin yardım aldığı UNRWA'dan sık sık bahsedilmesinde daha da belirginleşiyor. Ahmed, ortadan kaybolan babasının yokluğundan sonraki tek sığınağı olan direniş saflarına genç yaşlarda katılmıştı. Daha sonra, metinde hangi şartlar altında olduğundan bahsedilmeden Ahmed’in babasının ve aynı şekilde amcasının Ürdün'de öldüğü haberi geliyor. Kendi çocuklarıyla birlikte kocasının kardeşinin çocukları olan Hasan ve İbrahim'e de bakan ve büyüten annesi de ölen Ahmed’in, çocukluk ve gençlik yıllarında kampta gittiği caminin hocası ise romanın baş kahramanına manevi babalık yapıyor.

Majalla

Ahmed'in ailesinin yaşadığı yoksunluğu gözler önüne seren en dokunaklı sahnelerden biri de tekstil tüccarı olan zengin amcasının evlerine yaptığı ziyarette kendisine ve kardeşlerine yeni kıyafetler getirdiği an. Ahmed, her zaman UNRWA'nın kendilerine verdiği kullanılmış kıyafetler giydikleri için yeni kıyafet kokusunu ilk kez o zaman duyduklarını anlatıyor.

Ahmed bu zor hayat şartları altında yaşadı. İsrail işgalinin verdiği ağırlık ise bu zorlukların katlanmasına yol açtı. Gazze, 2005 yılına kadar İsrail’in işgali altındaydı. İsrail’in işgali, Ahmed’in ailesi de dahil olmak üzere tüm Gazzelilerin acılarını daha da artırdı. Kitap, İsrail’in saldırıları, dikenli teller, kontrol noktaları, baskınlar, tutuklamalar, göz yaşartıcı gaz, açlık grevleri, yerleşim birimleri ve ortalık biraz sakinleştiğinde daha şiddetli ve vahşi bir şekilde yeniden başlayan Arap-İsrail çatışmasının bir yönünü özetleyen diğer terimlerle dolu. Gazze Şeridi, tıpkı şimdi olduğu gibi kısa bir ateşkesin ardından İsrail’in yıkıcı bombardımanlarına maruz kalıyor.

‘Dürüst’ bir kitap

Kitap dürüstçe kaleme alınmış olmasıyla dikkati çekiyor. Kitap, dini ve manevi yönü ağır, Peygamber Efendimizin hadislerinden ve Kur'an-ı Kerim'den yapılan alıntılarla dolu. Dolayısıyla kitabın satır aralarında romantik/komedi türündeki ‘Gaza Mon Amour’ (Gazze Aşkım) filmine benzer bir hikaye aramak saçmalık olur.

Kitaptaki bu ‘püritenlik’ tabiri caizse, küfür, müstehcen, aşk ve tutku hikayeleriyle ilgili her türlü ifadeden kaçınan ve hatta kızlar hakkında konuşurken bile ifadede son derece dikkatli olan yazarın inancını yansıtıyor. Öyle ki metinde bir kızın güzelliğinden bahsedilirken kullanılan en çapkınca ifade kızın aya benzemesi. Ahmed, kalbi ilk kez Gazze’deki İslam Üniversitesi'nde (Sinvar'ın okuduğu üniversite) kendisi gibi bir öğrenci olan güzel bir kız için attığında başka hiçbir aşkın rekabet edemeyeceği tek bir sevginin olduğu, onun da vatan aşkı olduğu vurgulanarak duygularını hızla dizginliyor.

Yahya es-Sinvar (AFP)
Yahya es-Sinvar (AFP)

Otuz bölümden oluşan kitap boyunca baş kahraman, eşinin yokluğunda büyük zorluklara katlanan ve çok acı çeken, sefil koşullar altında çocuklarına bakmak ve onlara makul bir hayat ve eğitimlerine devam etme olanağı sağlamak için mücadele eden annesinden büyük bir saygıyla bahsediyor. Üstelik Ahmed’in annesi sadece kendi çocuklarına bakmakla kalmamış, aynı şekilde kocasının erkek kardeşinin çocukları yani Ahmed'in kuzenleri olan Hasan ve İbrahim’e de aynı ilgiyi gösteriyor. Kitapta, mülteci kamplarının tanık olduğu fırtınalara, zorluklara ve hatta felaketlere tüm kırılganlığı ve şefkatiyle dayanabilen bu annenin üstlendiği role çokça takdir ve övgü ifadesi yer alıyor. Anneye ne kadar çok yer ayrıldıysa da baba, tıpkı ailenin günlük hayatında olduğu gibi kitapta da neredeyse hiç yer almıyor.

Yazarın yüksek bir güvenlik duygusuna sahip biri olduğu anlaşılıyor. Bu da Sinvar’ın başlarda Hamas saflarında Şin-Bet casuslarının ve ajanlarının en ünlü muhaliflerinden biri olarak ortaya çıkan biyografisiyle uyumlu

Güvenlik duygusu ve 7 Ekim

Yazarın güvenlik duygusu yüksek, son derece dikkatli ve temkinli bir zihniyete sahip biri olduğu anlaşılıyor. Bu da Sinvar’ın başlarda Hamas saflarında İsrail iç istihbarat servisi Şin Bet’in casuslarının ve ajanlarının en ünlü muhaliflerinden biri olarak ortaya çıkan biyografisiyle uyumlu. Sinvar, İbrani devleti için çalışan altı casusun öldürülmesindeki rolü nedeniyle hapse atılmıştı.

Kitabın birçok sayfasında Şin Bet ajanlarının ve casuslarının hikayelerine yer veriliyor. İsrail'in bu alandaki çabalarının nasıl engellenebileceği, şüphe uyandırmayacak yöntemlerle ajanların nasıl ortadan kaldırılacağı ve İsrail'in onları işe alma konusundaki karmaşık yöntemlerinden bahsediliyor. Bu anlatılanlar bize yönetmen Hany Abu-Assad’ın genç bir annenin İsrail ajanı olması için nasıl şantaja uğradığını gösteren ‘Hoda's Salon’ (Huda'nın Salonu) filmini hatırlatıyor.

Yahya es-Sinvar, Gazze, Nisan 2023 (Reuters)
Yahya es-Sinvar, Gazze, Nisan 2023 (Reuters)

Elbette kitapta görüldüğü üzere güvenlik ve istihbarat alanlarındaki bu geniş deneyimle 7 Ekim'deki büyük dikkat ve karmaşık bir güvenlik planlaması gerektiren olay ayrı düşünülemez. Becerisi ve kurnazlığıyla Sinvar’ın bu olayın arkasında olma ihtimali yüksek. İsrail'in analizleri de bu saldırıların, bir bakıma, gizli istihbarat çalışmalarındaki deneyim ve birikimin olduğu uzun bir geçmişin zirvesi olarak değerlendirilebileceğine işaret ediyor.

Siyasi düzeyde ise kitabın sayfalarını inceledikten sonra Ahmed'in Oslo Anlaşması'na şiddetle karşı çıktığını ve Fetih Hareketi’nin (El Fetih) esnek politikalarına inanmadığını, ancak bunu yaparken de El Fetih’i eleştirmediğini görüyoruz. Sinvar’ın çocukluğunda Fetih Hareketi lideri Yaser Arafat'ın şahsiyetine hayran olduğu da anlaşılıyor. Aynı zamanda iki devletli çözüme de inanmayan Sinvar’a göre Filistinliler Gazze Şeridi ve Batı Şeria'daki zayıf bir devlet karşılığında tarihi topraklarının yaklaşık dörtte üçünden nasıl vazgeçebilirler? Kitap Sinvar’ın Yahudilerle İsraillileri bir tuttuğunu da gösteriyor. Romanın kahramanı, Yahudilerle İsrailliler arasında herhangi bir ayrım gözetmeksizin nefretini dile getirmekten çekinmiyor. Kitapta işgal altındaki bir vatan olarak Filistin'den çok, dini kutsallara ve onların savunulması ve korunması gerektiğine sık sık vurgu yapılması dikkati çekiyor. Bu da Sinvar için dini söylemin milliyetçi söylemden önce geldiği anlamına geliyor.

Şarku’l Avsat tarafından Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir



SDG Medya Merkezi Direktörü Şami, Independent Arabia'ya konuştu: İşte orduya katılmamızın şartları

Suriye Demokratik Güçleri (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri (Reuters)
TT

SDG Medya Merkezi Direktörü Şami, Independent Arabia'ya konuştu: İşte orduya katılmamızın şartları

Suriye Demokratik Güçleri (Reuters)
Suriye Demokratik Güçleri (Reuters)

Abdulhalim Süleyman

Suriyeli muhalif gruplarla birlikte Suriye’nin yeni ordusuna katılma olasılığı konusundaki tutumlarını Independent Arabia'ya anlatan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Medya Merkezi Direktörü Ferhad Şami, SDG'nin, Suriye'nin siyasi ve askeri kararları üzerindeki hegemonyadan ve bazı ülkelerin Suriye iradesine dayatmaya çalıştığı vesayet mantığından uzak, tamamen Suriyelilerin iradesiyle kurulacak bir ulusal orduya katılmaya ilkesel olarak hazır olduğunu açıkladı.

Bu konuda önümüzdeki dönemde SDG liderliği ile Şam'daki yeni yönetim arasında birçok doğrudan görüşmenin yapılması gerektiğini ifade eden Şami “Elbette bu meseleden önce, tüm bileşenlerin haklarının korunmasını garanti altına alan yeni bir anayasanın oluşturulması, Suriye’deki tüm bileşenleri ve tarafları temsil edecek yeni bir hükümetin kurulması ve ardından ülkenin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine dayalı yeni bir devlet yapısının inşa edilmesi gibi bazı adımların atılması lazım” ifadelerini kullandı.

Şarku’l Avsat’ın Independent Arabia’dan aktardığı habere göre SDG'nin yeni orduya katılmasının ordu ve tüm Suriyeliler için bir güç unsuru olacağını vurgulayan Şami’ye göre SDG, uluslararası desteğe sahip, terörle mücadele etmiş ve uluslararası alanda iyi bir itibara sahip disiplinli ve profesyonel bir güç. Şami, böyle bir adımın tüm Suriyeliler için iyiye işaret edeceğini de sözlerine ekledi.

Suriyeli Kürtler 8 Aralık'ta Beşşar Esed rejiminin düşüşünü kutlamadı. Oysa 61 yıldır hem onlara hem de diğer Suriyelilere baskı uygulayan rejimin çöküşünü kutlamaları gerekirdi. Ancak Kürtlerin, rejimin Suriyelilere yönelik bilinen zulmünden farklı bir hikayesi var. Kürtler, Suriyeli olmalarının yanı sıra ülkenin en kalabalık ikinci etnik kökeni olarak iki kat haksızlığa uğradıklarını düşünüyorlar.

Esed'in ülkeden kaçışının kutlandığı sabah, Türkiye’ye yakın Suriye Milli Ordusu (SMO) gruplarının 27 Kasım'da başlayan Saldırganlığı Caydırma Operasyonu’ndan üç gün sonra ‘Özgürlük Şafağı’ adı verilen bir operasyonla Tel Rıfat'a grimesinin ardından çok sayıda Kürdün yerinden edilmesiyle gölgelendi. Daha sonra SDG ve SMO arasındaki çatışmalar Fırat Nehri kıyısında bulunan, stratejik öneme sahip Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü yakınlarında devam etti. Burada şiddetli çatışmalar yaşandı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’nin (KDSÖY) tahminlerine göre ağır hasar gören barajdaki elektrik üretimi durduruldu. Topçu ve insansız hava araçları (İHA) ile gerçekleştirilen bombardımanlar sonucunda jeneratör odalarına su sızması nedeniyle hayati önem taşıyan tesiste hasar meydana geldi.

Bu çatışmalar, önceki günlerde SDG ile Türkiye ve SMO arasında arabuluculuk yapmak üzere Uluslararası Koalisyon öncülüğünde gerçekleşen görüşme turlarına sahne olan Ayn el-Arab (Kobani) şehri çevresinde Türkiye’nin askeri hareketliliğiyle aynı zamana denk geldi. Bunun üzerine ABD güçlerinden oluşan bir devriye, araçlarıyla birlikte Kobani’deki resmi bir binaya yerleşerek bayraklarını göndere çekerken Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Komuta Kademesi’nin Suriye sınır hattını ziyaret ederek TSK ve SMO komutanlarıyla bir araya geldi. Güler, buradan Suriye'nin kuzeydoğu bölgesine askeri bir operasyon başlatma tehdidinde bulundu.

İşgal tehdidi

Güler'in sınır hattına gerçekleştirdiği ziyaret, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Askeri Operasyonlar Dairesi Başkanı Ahmed eş-Şera ile bir araya geldiği ve SDG'yi kastederek Halk Koruma Birlikleri’nin (YPG) ülkede yeri olmadığını belirttiği Şam ziyareti ile eş zamanlı gerçekleşti.

SDG’ye yönelik askeri baskı Kobani yakınlarındaki Fırat Nehri üzerinde devam ederken, SDG, Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü çevresindeki mevzilerine düzenlediği karşı askeri operasyonla Türkiye yanlısı Suriyeli muhalif grupları şaşırttı. Çeşitli taktikler kullanan SDG, pazartesi sabahı Tişrin Barajı civarındaki birkaç eksenden başlattığı operasyonla birkaç saat içinde Münbiç şehrinin doğu kırsalında ilerlemeye başladı. Bu sırada çok sayıda ölüm meydana geldi, ancak kaç kişinin öldüğü açıklanmadı. SDG ise onlarca ölü olduğunu ve 10'unun cesedini ele geçirdiğini açıkladı.

SDG'ye bağlı Münbiç Askeri Konseyi tarafından yayınlanan videolarda SDG'nin ilerleyişi sırasında onlarca SMO unsurunun geri çekildiği ve kaçtığı görüldü. SDG, ‘Baz’ adı verilen İHA’ları kullanarak bir tank ve çok sayıda aracı ele geçirdi, diğerlerine hasar verdi.

İki taraf Haseke ve Rakka'nın kuzey kırsalındaki temas hatları üzerinde çeşitli yerlerde cephe açma ve çatışma girişiminde bulundu. Haseke'nin kuzeybatısındaki Tel Tamer ve Rakka'nın kuzeyindeki Ayn İsa kırsalında sızma girişimleri olurken ve ağır bombardımanlar düzenlendi. Ancak çatışmalar özellikle Tişrin Barajı çevresi ve Münbiç kırsalında yoğunlaştı. SDG, Tişrin Barajı’nı çevreleyen köylerdeki ve Karakozak Köprüsü’ndeki askeri noktaları ele geçirdikten sonra muhalif grupları barajın bitişiğindeki bölgeden uzaklaştırmayı ve Münbiç'e doğru itmeyi başardı.

Köprü ve baraj arasında

SDG, Tişrin Barajı yakınlarındaki Minbiç Askeri Konseyi’ne bağlı savaşçıların, militanların Ebu Kalkil ilçesindeki Mahşiyat et-Tevahin ve Hirbet Tuveyini köylerine düzenlediği saldırıyı engellediğini, onlarca unsuru öldürdüğünü ve onlarcasını da yaraladığını söyledi. Ayrıca bölgede devam eden çatışmalarda Türkiye yanlısı militanlara ait bir BMB zırhlı aracı ve doçka silahları taşıyan iki askeri araç imha edildi. SDG iki ayrı hesaptan yaptığı açıklamada, çoğu Münbiç kırsalı ve Tişrin Barajı çevresindeki cephelerde olmak üzere 30'dan fazla üyesinin öldüğünü duyurdu.

Sahadaki durumu değerlendiren SDG Medya Merkezi Direktörü Şami, Suriyeli muhalif grupların Münbiç'in güneydoğu tarafından ilerlemeye çalıştığını, ancak başarısız olduğunu söyledi. Burada şiddetli çatışmaların yaşandığını açıklayan Şami, SDG güçlerinin Karakozak Köprüsü bölgesinde Türkiye’ye yakın gruplara ait bir aracı havaya uçurduğunu belirtti. Bu olaya Türk keşif uçaklarının Sarin Kavşağı’na düzenlediği bombardıman eşlik etti. Son çatışmalar sırasında ne Özgürlük Şafağı Operasyon odası ne de Türkiye’ye yakın Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığı, Münbiç çevresinde devam eden çatışmalar ve bölgede olup bitenler hakkında SDG'nin söylediklerini yalanlayan yahut doğrulayan herhangi bir yorumda bulunmadı.