Nasır el-Kudva: Arafat yaşasaydı kalaşnikofuyla Gazze'de olurdu

Filistinli eski Bakan Kudva Majalla’ya verdiği röportajda savaşın, Netanyahu'nun iktidardan ayrılması ve yeni bir Hamas da dahil olmak üzere üç büyük değişiklikle sonuçlanacağını söyledi.

İllüstrasyon: Eduardo Ramon
İllüstrasyon: Eduardo Ramon
TT

Nasır el-Kudva: Arafat yaşasaydı kalaşnikofuyla Gazze'de olurdu

İllüstrasyon: Eduardo Ramon
İllüstrasyon: Eduardo Ramon

İbrahim Hamidi

Filistinli lider ve Fetih Hareketi’nin (El Fetih) eski üyesi, Filistinlilerin ‘Ebu Ammar’ olarak zikrettikleri merhum lider Yasir Arafat’ın yeğeni Nasır el-Kudva, 11 Kasım'da Arafat’ın vefatının 19'uncu yıl dönümünde dayısının eğer hayatta olsaydı “Kalaşnikofla Gazze'de olur, dünyanın altını üstüne getirir ve Filistin'in çalışma şeklinde bir devrim yaratırdı” ifadelerini kullandı. Gazze'deki savaşla ilgili uluslararası tarafların tutumunu ‘bir skandal’ olarak niteleyen Kudva, birçok Batılı ülkenin İsrail'in yanında sarsılmaz bir şekilde yer aldığını, Batılı ülkelerden bazılarının İsrail'e fiilen destek ve yardım sağladığını vurguladı.

Kudva, Majalla’ya verdiği röportajda ‘savaşın ertesi günü’ hakkında konuşmak için henüz çok erken olduğunu, ancak İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının üç büyük değişikliğe neden olacağını söyledi. Kudva, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun işi bittiğinden mevcut İsrail hükümetinin değişeceğini, Filistin Yönetimi’nde değişikliğin gerektiğini ve yeni bir Hamas olacağını belirtti.

Kudva, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıtta şunları söyledi:

“Yeni bir El Fetih'imiz, yeni bir Hamas'ımız olmalı. Devlet Başkanı Mahmud Abbas görevinde kalsa bile doğrudan kontrolü dışında olması gereken yeni bir Filistin hükümetinde ciddi şekilde yer almalılar. Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) gelince, Gazze Şeridi’ndeki durum düzelir düzelmez seçime gitmeliyiz.”

İşte Nasır el-Kudva ile Zoom üzerinden gerçekleşen röportaj metni:

Bir aydan uzun bir süredir Gazze'de devam eden savaş nasıl durdurulabilir, bu felaketten nasıl kurtulabiliriz?

Ne yazık ki savaşın derhal durdurulması imkansız hale gelmiş gibi görünüyor. İsrail'in politikaları ve uygulamaları bunu açıkça ortaya koyuyor. İsrail’in yaptığı, Netanyahu'nun iddia ettiği gibi Hamas'ı ortadan kaldırma girişimi değil, aksine bunun tüm Filistin halkına karşı, Filistinli sivilleri hedef alan ciddi bir yıpratma savaşı olduğu anlaşılıyor. Bu daha önceki savaşlarda da tekrarlanmıştı, fakat bu savaşta önceki savaşlardan çok daha fazla şiddet kullanıldığına şüphe yok. İsrail işgal ordusunun elindeki tüm savaş araçları sahaya sürüldü.

Batı'nın bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ne yazık ki Filistin halkına dost ve tarafsız hiçbir insani gücün İsrail'in tutumu ve birçok Batılı ülkenin İsrail'le olan sıkı ittifakı nedeniyle bu savaşı durduramayacağı netleşti. Söz konusu Batılı ülkelerden bazıları da İsrail'e destek ve yardım sağlıyor. Bu gerçekten talihsiz bir durum. Çünkü tüm bunlar bazı Batılı ülkelerin yıllardır savunduğu değer sistemini çökertti. Belki sokağın baskısıyla bu durum değişecek ama bu biraz zaman alacak.

ABD Başkanı Joe Biden'ın 18 Ekim'de Tel Aviv'de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinden bir kare (Reutes)
ABD Başkanı Joe Biden'ın 18 Ekim'de Tel Aviv'de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinden bir kare (Reutes)

İsrail'in tutumunun yanı sıra bazı istisnalar dışında Batı ülkelerinin neredeyse tamamı İsrail'e tam destek veriyor. Filistinliler kararlı bir duruş sergileseler de ne yazık ki bu savaş beklediğimizden daha uzun sürecek gibi görünüyor.

Peki, Arap ülkelerinin tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Arapların olup bitenlerle yüzleşmekte başarısız olduklarına dikkat çekmek istiyorum. Arap ülkelerinin tutumu başta başarısız oldu. Bunu Arap Devletleri Ligi'nin (AL) Kahire'deki Arap ülkelerinin dışişleri bakanları toplantısında açıkça gördük. Zayıf ve sendeleyen bir tutum sergilendi. Ardından Arap ülkelerinin tutumu ciddi anlamda düzelmeye başladıysa da başarısızlıkla başlayınca istenilen noktaya ulaşması biraz zaman alacak. Bu yüzden halen o istenilen noktaya ulaşamadık.

Bu çerçevede Arap ülkelerinin, sadece Filistin davasını ya da Filistin halkını savunmak için değil, kendilerinin de şu an oluşan uluslararası sistemdeki konumlarını savunmaları için İsrail’in saldırıları ve İsrail-ABD politikaları karşısında bu kez kararlı bir şekilde durması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bunu kendi görüşlerini dayatmaları ya da en azından başkalarının onların görüşlerine ve başlıca davalarına saygı duymalarını sağlamak için yapmaları gerekiyor. Bu çok önemli. Bunun gerçekleşmesini umuyorum. Çünkü bunun hem Filistin düzeyinde hem de Arap dünyası düzeyinde büyük faydası olacağı kesin.

Zorla yerinden edilme tehlikesi devam ediyor. Gazze’ye insani yardımların Refah Sınır Kapısı gibi küçük bir girişten yapılmasının dahi engellenmesi abartılı bir tutum. Yardımların sadece Gazze Şeridi'nin güneyine yapılması bile bunun için yeterli.

Filistinlilerin Sina'ya ya da başka bir yere göç etmesinden endişeleniyor musunuz?

Maalesef İsrail’in Gazze Şeridi’nin tamamını hedef almasının ve neredeyse tamamen yok etmesinin, sivil halkı vurmasının asıl amacı da bu. İsrail'in hedefinin bu olduğu ortada. Filistinlilerin bu durum karşısındaki kararlılığı ve Mısır’ın hem Filistin hem de kendi özelindeki nedenleriyle yaşananlar karşısındaki sağlam ve net tutumu, belki de Ürdün ve diğer bazı Arap ülkelerinin tutumu, bu hedeften geri adım atılmasına neden oldu. Ancak bu geri adımın taktiksel olduğuna inanıyorum. Çünkü daha sonra yine aynı hedefe odaklanıldığını gördük. Netanyahu bu konuyu bazı Batılı ülkelerle görüştü. Bazı ülkelerin tutumlarında dalgalanmaların olmasına rağmen henüz bu ülkelerin desteğini alabilmiş değil. Bu pozisyonlarda olumlu ve olumsuz değişiklikler gördük.

Peki ya ABD’nin Gazzelilerin yerinden edilmesine karşı olduğu açıklaması hakkında ne söylemek istersiniz?

Zorla yerinden edilme tehlikesi devam ediyor. Gazze’ye insani yardımların Refah Sınır Kapısı gibi küçük bir girişten yapılmasının dahi engellenmesi abartılı bir tutum. Bu yardımın sadece Gazze Şeridi’nin güneyine yapılması ve Filistin Kızılayı'na bağlı Şifa Hastanesi ve Kudüs Hastanesi gibi büyük hastanelerin olduğu kuzey kesimine hiç ulaştırılmaması bunun için yeterli. Gazze’nin kuzeyinde sadece bir insanlık trajedisi yaşanmıyor, aynı zamanda Filistin'in insani ihtiyaçları ve Filistin halkının içinde bulundukları şartlarda da İsrail’in ve Batı’nın vahşeti söz konusu. Tüm bunlar, yaşananların İsrail’in sadece Hamas'ı hedef almadığını, aynı zamanda Filistin’in bekasını ve Filistinli sivilleri de hedef aldığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sizce Gazze'de olup bitenlerle yeni dünya düzenini kurulması çabaları arasında bir bağlantı var mı?

Kuşkusuz bir bağlantı var, en azından Gazze'de yaşananların Ortadoğu’yu kimin kontrol edeceğiyle ilgili doğrudan bir etkisi söz konusu ve İsrail bunun için çabalıyor. İsrail'in bu mücadelesinin bir kısmı, tam da 7 Ekim'de kaybettiği prestijini ve yeteneklerini geri kazanmasını amaçlıyor. Çünkü İsrail bir kez daha bu bölgeyi siyasi ve ekonomik olarak kontrol altına almak istiyor. Eğer Araplar kendi kaderleri ve bölgenin geleceği konusunda karar verici olmak istiyorlarsa, öncelikle bu konuda net bir tutum sergilemeleri gerekiyor.

İsrail'in 11 Ekim'de Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’na düzenlediği bombardımanlar sonucunda yıkılan binalar (Reuters)
İsrail'in 11 Ekim'de Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’na düzenlediği bombardımanlar sonucunda yıkılan binalar (Reuters)

Bunun yanında kimin lideri olacağı ve eğilimleri belli olmayan bu değişen dünya, kendi gündemini dayatan, tutumlarını empoze eden ve bu yeni uluslararası sisteme kendi tutumlarına saygı duyulmasını zorunlu kılan güçleri, ülkeleri ve partileri daha çok dinleyecek ve daha fazla saygı duyacaktır.

Öyle ya da böyle, beğenin ya da beğenmeyin, olan bitenin, genel küresel durum ve uluslararası sistemin, özellikle de Ortadoğu’nun geleceği üzerinde kesinlikle bir ilişkisi ve etkisi var.

Gazze savaşının bitmesinin ertesi günü hakkında çok şey okumuş ve duymuşsunuzdur. Ertesi gün hakkında yapılan konuşmalarla ve Gazze'de ertesi gün için ne düşünüyorsunuz?

Bazı detayları konuşmak için henüz erken olsa da zor durumda kaldığımızda bile, ayrıntılardan bağımsız olarak en azından genel yönleriyle düşünmeye başlamanın ve farklı alternatifleri değerlendirmenin daha uygun olduğunu biliyoruz. Bu yüzden bunları düşünmek zorundayız. Çünkü artık çok sayıda kurum araştırıyor, yazıyor ve makaleler yayınlıyor. Tüm kötü fikirlerle yüzleşmeli, kendi bakış açımızdan sağlam fikirler sunmalı ve bu fikirleri dayatmalıyız. Bir kez daha, genel yönde de olsa, çünkü ayrıntılar için henüz biraz erken. Bana göre yaşananların üç sonucu olacak.

Nedir o sonuçlar?

Birincisi, İsrail hükümeti değişecek. Ben Netanyahu'nun işinin bittiğini düşünüyorum. Ama bu İsrail'in ve İsrailli seçmenin tutumuna bağlı bir konu. Bu konuya müdahale etmek benim ya da bir başkasının haddi değil. Fakat mantıken böyle bir değişimin olduğunu görmemiz gerekiyor.

İkincisi, Filistin Yönetimi’nde değişim gerekiyor. Bu değişimin bir süre önce olması gerekiyordu. Burada Filistin Devlet Başkanı seçiminin en son 2005 yılında yapıldığını belirtmeliyim. Filistin Temel Yasasına göre devlet başkanlığı seçimleri dört yılda bir yapılmalı ve bir kişi en fazla iki dönem bu görevi üstlenmeli. Yani en fazla sekiz yıl bu görevde kalmalı. Devlet Başkanı’nın yakın çevresinden bazı kimseler, ikinci seçimler yapılmadığı için Abbas’ın halen birinci döneminde olduğunu söylüyorlar. Hem seçimlerin yapılmasını engelliyorsunuz hem de bunun bir döngü olduğunu ve halen çok zamanımızın kaldığını iddia ediyorsunuz. Devlet Başkanı doksanlı yaşlarına merdiven dayadı. İktidarının başarısız olduğu şeklindeki ayrıntılara girmeden, sadece anayasal açıdan bu bile görevini sürdürmemesi için yeter de artar. Dolayısıyla bu değişimin gerçekleşmesi gerekiyor. Özellikle Gazze Şeridi'nde yaşananlardan sonra bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum.

İsrail, Hamas'ı bitirmek ya da tamamen yok etmek hedefinde başarısız olacak. Böyle bir şey gerçekleşmeyecek. Çünkü Hamas, Filistinli kitleler arasında var olan bir fikir ve ideolojidir.

Mevcut Filistin Yönetimi’nin ve yetkililerinin şu an yapması gereken önemli görevleri yerine getirmek şöyle dursun, Gazze Şeridi’ne ayak basmaktan dahi aciz olduğuna inanıyorum. Elbette Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin birliğini korumalıyız. Her türlü siyasi sürecin nihai sonucunu belirleyecek bir siyasi çerçeve oluşturulmasını talep etmekten geri durmamalıyız. Burada, Filistin Devleti'nin varlığını ve Filistin yönetimleriyle İsrail’in karşılıklı olarak birbirlerini tanımları gerektiğini teyit ediyorum. Tüm tarafların bu konuda ilk andan itibaren açık ve net bir taahhütte bulunması gerekiyor.

Üçüncü sonuç nedir?

https://www.majalla.com/node/304026/سياسة/ناصر-القدوة-لو-كان-عرفات-حيا-لكان-في-غزة-مع-كلاشينكوف

Üçüncüsü, elimizde yeni bir Hamas olacak. İsrail, Hamas'ı bitirmek ya da tamamen yok etmek hedefinde başarısız olacak. Böyle bir şey gerçekleşmeyecek. Çünkü Hamas, Filistinli kitleler arasında var olan bir fikir ve ideolojidir. Dolayısıyla bu hedefin başarıya ulaşması neredeyse imkansız.

Cibaliye Mülteci Kampı’nda enkazlar arasında arama yapan Filistinlileri seyreden bir adam 1 Kasım 2023 (AP)
Cibaliye Mülteci Kampı’nda enkazlar arasında arama yapan Filistinlileri seyreden bir adam 1 Kasım 2023 (AP)

Öte yandan İsrail Hamas'a zarar da verebilir ve Hamas'ı askeri ve siyasi düzeyde önemli ölçüde zayıflatabilir.

İster Hamas açısından olsun ister yeni Filistin siyasi sisteminden sorumlu olanlar açısından olsun her halükarda Hamas'ın siyasi yapısında, vizyonunda ve Filistin siyasi sistemine dahil olma boyutunda, Filistin Yönetimi’ne ve FKÖ’ye bağlılığı, ortak siyasi duruşu ve buna benzer konularda bir değişiklik olması kaçınılmaz. Zor olacağı kesin ama bunu topluma empoze etmeye çalışmalıyız. Bence bu çok önemli. Bu alanda bazı dış tarafların söylemlerindeki tuzaklara düşmemeliyiz.

En nihayetinde İsrail Gazze Şeridi'nde tutunamayacak ve acı bir deneyim yaşayacak. Elbette Gazzelilerin işi kolay değil. İsrail, Hamas'ı yok edip Gazze Şeridi'nde kalmanın mümkün olduğuna inansa bile işler umduğu gibi olmayacak.

Netanyahu, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki güvenlik kontrolünü tamamen eline alacağını söyledi. ABD'nin eski Ortadoğu temsilcisi Dennis Ross, Gazze’de Arap ülkelerinden gözlemciler ve Arap güçleri konuşlandırılması hakkında bir yazı yazdı. Uluslararası gözlemci kuruluşların konuşlandırılması gibi fikirler ortaya atıldı. Farklı senaryolar var. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Netanyahu’nun açıklamalarının İsrail'in bu alandaki aşırı kafa karışıklığının bir başka ifadesi olduğunu belirtmek isterim. İsrailliler ne yapacaklarını bilmiyorlar. Geçmişte böyle şeyler söylemiyorlardı. Aksine Gazze Şeridi’nin ne tamamının ne de bir kısmının işgal edilmesiyle ilgilendiklerini söylüyorlardı. Netanyahu, savaştan sonra İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki güvenlik kontrolünü tamamen eline alacağını söylüyor. Aynı zamanda bu tür konuşmalara karşı ABD’nin tutumu açık. ABD, bunun olmaması gerektiğini söylüyor.

Sonuç olarak, İsrail Gazze Şeridi'nde kalamayacak ve acı bir deneyim yaşayacak. Gazzelilerin işi kolay değil. İsrail, Hamas'ı yok edip Gazze Şeridi'nde kalmanın mümkün olduğuna inansa bile işler umduğu gibi olmayacak.

Uluslararası bir gözlemci ya da askeri gücün Gazze’ye konuşlandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu çok saçma. Örneğin, Finlandiya'dan birini tutup Cibaliye Mülteci Kampı’na ya da Şucaiyye mahallesine getirilmesi düşünülebilir mi? Burası Filistin toprağıdır. Sakinleri de ancak Filistinliler tarafından yönetilebilecek Filistinlilerdir. Bu noktada Filistin Yönetimi konusunda söylediklerime geri dönüyoruz. En iyi çözüm Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi'nin ve Batı Şeria'nın geleceğine, dolayısıyla bir bütün olarak Filistin halkının ve bağımsız Filistin Devletinin geleceğine olumlu bir katkıda bulunacak şekilde değişmesidir.

FKÖ’yü yeni bir El Fetih ve yeni bir Hamas ile yeniden kurmayı ve Gazze'nin bu otorite tarafından yönetilmesini mi, yoksa FKÖ’nün yenilenmesini mi öneriyorsunuz?

Bunu FKÖ ile ilgili olarak değil, Filistin Yönetimi ile ilgili olarak öneriyorum. Evet, yeni bir El Fetih'imiz ve yeni bir Hamas'ımız olmalı. Onlar, Devlet Başkanı Abbas görevinde kalsa bile doğrudan otoritesinin dışında olması gereken yeni bir Filistin hükümetine ciddi şekilde yer almalılar.

FKÖ ile ilgili olarak ise Gazze Şeridi toparlanır toparlanmaz ve Batı Şeria’daki bazı sorunlarla birlikte yönetim ve hükümet meselesi çözülür çözülmez seçime gitmeliyiz. Bu seçimler, FKÖ’nün yeniden inşasına giden güvenilir ve ciddi bir yol. Çünkü seçilen Filistin Yasama Meclisi üyeleri aynı zamanda Filistin Ulusal Konseyi üyeleri de olacaklar. Daha sonra diasporadaki Filistinlilerden, Filistinli gruplardan ve halk birliklerinin temsilcilerinden de ikinci bir üçte bir seçme imkanı doğacak. Böylece ilgili taraflar üçüncü üçte bir seçme konusunda anlaşabilirler. FKÖ, sandıkların önemli bir parçası olduğu ulusal bir cephe olarak kalmaya devam etsin ama bu cephenin tek yolu da bu değil.

'İki devletli çözüm’ ifadesinden nefret ediyorum çünkü ifade sıradan bir vatandaşın dahi zihninde başarısız bir barış süreci olarak yer etmiş durumda. Filistinli gençler önce müzakere, sonra müzakere, sonra yine müzakere fikrine ve 20 yıldır hiçbir sonuç alınamayan barış sürecine karşılar.

7 Ekim'de yaşananlar bizi iki devletli çözüme yaklaştırdı mı yoksa uzaklaştırdı mı? 7 Ekim'de yaşananların Filistin davasına herhangi bir faydası var mı?

‘İki devletli çözüm’ ifadesinden nefret ediyorum çünkü ifade sıradan bir vatandaşın dahi zihninde başarısız bir barış süreci olarak yer etmiş durumda. Muhalif gençlerle ilgili yapılan istatistikler, röportajlar ve rakamlar bu yüzden yayınlanıyor. Filistinli gençler, tıpkı tüm dünya halkları gibi Filistin halkının varlığına ve kendi kaderini tayin etme ve ulusal bağımsızlık hakkına karşı değiller. Önce müzakere, sonra müzakere, sonra yine müzakere fikrine ve 20 yıldır hiçbir sonuç alınamayan barış sürecine karşılar. Her ne kadar dünyadaki diğer halklar gibi Filistin halkının da kendi kaderini tayin etmesinin ve ulusal bağımsızlık hakkının, Filistin Devleti'nin varlığını sürdürmesinin tek yol olduğuna inansam da bu ifadede bir sorun var.

Bir ülkeyle ilgili yapılan boş konuşmalara gelirsek kim ‘tek devlet’ ifadesini kullanıyorsa, çok açık bir gerçeği göz ardı ediyor demektir. Tek devleti savunanların iki karşıt görüşü var. Bunlardan birincisi ideal bir fikir olan tüm Filistin topraklarının özgürleştirilmesidir ve bu görüşü savunanlara saygı duymak zorundasınız. İkincisi ise son derece aptalca olan yeni bir görüş. Bu görüşü savunan insanlar, Büyük İsrail Devleti'ni kabul ettiğimizi öne sürerek 'tek devlet' diyorlar. Sonra bireysel haklar elde etmeye çalışıyoruz! Filistin halkıyla bir arada yaşamayı ve tarihi Filistin topraklarının yüzde 22'si üzerinde bir devlet kurmayı reddedenlerin, kendileriyle eşit haklara sahip vatandaşlar olmanız için size haklar vermeyi kabul edeceklerini aklınız alıyor mu?

Taktik düzeyde 7 Ekim bu çözümü ortadan kaldırdı. Ancak ciddi bir stratejik düzeyde bu çözümün olasılığı arttı. Çünkü en azından akıllı İsrailliler artık önceki politikaların bu tür felaketlere yol açacağını, yeni politikalar düşünmeleri ve Filistin halkıyla, Filistin Devleti'nin varlığı ve iki devlet arasında karşılıklı tanınma temelinde gerçek bir siyasi çözüme gitmeleri gerektiğini anladılar.

Dün bir diplomatla konuşurken bana Hamas'ın bir ‘intihar eylemi’ düzenlediğini, ancak uzun vadede Filistin davasına faydalı olacağını söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

7 Ekim'de yaşananların, operasyonu planlayanlarınki de dahil olmak üzere tüm beklentilerin ötesine geçtiğini düşünüyorum. İsrail güvenlik sisteminin bu şekilde tamamen çökmesi beklenmiyordu. Sonuç olarak, bu operasyonu yapan İzzeddin el-Kassam Tugayları dışında çok sayıda Filistinlinin de İsrail tarafına geçmesi, öngörülemeyen birçok durumun ortaya çıkmasına neden oldu.

Birçok şey oldu. Belki de bir tür ilahi müdahale. Tüm bunlar inşallah gerçek değişikliklere yol açacak. Ama biz Filistinliler olarak her zaman birbirimizi anlama, birbirimizle uyumlu ve birlik olma ve ortak hareket etme temelinde safları sıkılaştırmaya hazır olmalıyız. Yeni Hamas'ın da dahil olduğu teşvik edici bir Filistin siyasi sistemine ihtiyaç var ve mevcut siyasi sistem bunu yapamıyor. Filistin siyasi sistemini baştan aşağı yeniden inşa edebilmemiz için değişim ihtiyacının bir başka nedeni de bu.

İktidarda olmak gibi bir tutkum yok. Böyle bir hayalim de yok. Fakat sonuçta Filistin halkının geleceği hepimizin üzerindeki bir görev. Durum herhangi bir sorumluluk üstlenmemi gerektiriyorsa bu sorumluluğu almaktan kaçmam.

Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın yerine geçmek istediğinizi söyleyenler var mı?

Benim böyle bir hayalim yok. Belki de bu hayatta iktidardan daha güzel şeylerin olduğunu öğrenmişimdir.

Filistin Yönetimi de buna dahil mi?

Evet, özellikle Filistin Yönetimi. Ailenizle güzel vakit geçirmek muhtemelen bundan çok daha iyi. Bu yüzden iktidar tutkum yok. Böyle bir hayalim de yok. Fakat sonuçta Filistin halkının geleceği hepimizin üzerindeki bir görev. Durum herhangi bir sorumluluk üstlenmemi gerektiriyorsa bu sorumluluğu almaktan kaçmam. Ama bunun hayalini kurmuyorum ve buna istekli de değilim.

11 Kasım, Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın vefat yıldönümüydü. Sizce Arafat hayatta olsaydı ne yapardı?

Eğer Yaser Arafat bugün hayatta olsaydı şu anki noktaya gelemezdik, öncelikle bölünme bu kadar uzun sürmezdi. Bir keresinde eğer Ebu Ammar (Yaser Arafat) yaşasaydı ve bu bölünme gerçekleşmiş olsaydı, kalaşnikofla Gazze'ye gideceğini, Gazzelilerle bir araya geleceğini ve onları gerçek vatansever Filistinliler olarak konuşmaya davet edeceğini söylemiştim.

Yaser Arafat’ın Ürdün'deki El Fetih üyeleri arasında elinde bir kalaşnikofla görüldüğü bir kare (Getty Images)
Yaser Arafat’ın Ürdün'deki El Fetih üyeleri arasında elinde bir kalaşnikofla görüldüğü bir kare (Getty Images)

Birçok şey farklı olabilirdi, ama en nihayetinde Filistin’in ve halkının kaderi bu. Allah Ebu Ammar'a rahmet eylesin. Hayatı boyunca onunla olan şahsi bağımdan utanmış ve eleştirel bir tavır almış olabilirim. Şehadetinden sonra geriye dönüp baktığımda pek çok konuda yanıldığımı ve bugünlerde onun gibi adamların sayısının ne kadar az olduğunu açıkça gördüm.

Mevcut durumda ve mevcut tabloda Gazze’deki savaşın 31’inci (Bu röportaj 8 Kasım’da gerçekleşti) gününde Arafat Gazze’de olsaydı ne yapardı?

Kesinlikle Filistin'i harekete geçirmiş olurdu. Belki ortak, ulusal ve birleşik Filistin eylemi de dahil olmak üzere temel değişiklikler bile yapabilirdi. Belki de Arap ülkelerini farklı bir şekilde harekete geçirmeye çalışırdı. Biraz önce katliam başladıktan bir buçuk ay sonra Arap Zirvesi’nin yapılmasından bahsettik. Bunun sorumlusu kim? Bana göre bunun sorumlusu Filistin Yönetimi. Çünkü Araplarla olan doğrudan deneyimim, Arapların Filistin'i sevecek ve İsrail'e düşman olacak şekilde yetiştirildiği, ancak kendi çıkarlarını öncelediğini ve bu çıkarları farklı şekilde nasıl yöneteceğini öğrendiğini anlamamı sağladı. Eğer işimizi hakkıyla yaparsak, kendimize ve başkalarına saygı duyarsak, çarşı pazara çıkmış gibi alıp satmazsak, kökleri sağlam olan bütün kardeşlerimizi bir araya toplayabiliriz. Ben mevcut Filistin Yönetimi’nin Arapların desteği olmadan ilerleyemeyeceğine ve bunun dışındaki her türlü konuşmanın boşuna olduğuna inanıyorum. Arap manivelası var ama bunun için farklı türde bir Filistin çalışması yapılması ve farklı Filistinlilerin burada olması gerekiyor.

Ebu Ammar Gazze'ye hiç gitti mi?

Gazze'ye gitmiş olabilir. Şu an bir savaşın tam ortasındayız. Dolayısıyla bu savaşa karşı mücadele etmelisiniz. Taktiksel düşünceler biraz farklı bir konu olsa da Ebu Ammar kesinlikle dünyanın altını üstüne getirir ve Filistinliler ve Araplar arasında ve belki de uluslararası çalışmalarda bir devrime neden olurdu. Bu yaşananlar artık bir skandala dönüşmüş durumda. Uluslararası alanda böyle bir şey nasıl olabilir. Ne yazık ki Filistinlilerin uluslararası arenada olmaması bu denklemin büyük bir kısmını oluşturuyor. Eğer Ebu Ammar yaşasaydı, Filistinliler uluslararası arenada olurdu ya da en azından bu eksikliği kapatmak için ciddi bir çaba gösterirdi.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Trablus, sınırların güvenliğini sağlama ve eğitim konusunda Türkiye’nin uzmanlığından yararlanmayı düşünüyor

UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
TT

Trablus, sınırların güvenliğini sağlama ve eğitim konusunda Türkiye’nin uzmanlığından yararlanmayı düşünüyor

UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)
UBH İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, pazartesi günü Libya'nın başkenti Trablus’ta Türk mevkidaşı Ali Yerlikaya'yı ağırlarken (İçişleri Bakanlığı)

Libya Ulusal Birlik Hükümeti (UBH) İçişleri Bakanı İmad et-Trabelsi, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile iki ülke arasındaki güvenlik iş birliğini güçlendirmenin yollarını görüştü.

Libya İçişleri Bakanlığı tarafından dün yapılan açıklamada, başkent Trablus'ta düzenlenen ve çok sayıda güvenlik yetkilisinin katıldığı toplantıda ‘karşılıklı çıkar alanlarında ortak koordinasyonun yönlerinin’ ele alındığını belirtildi. Açıklamada ayrıca toplantı sırasında ‘hedefli eğitim ve yeterlilik programları ile Libya İçişleri Bakanlığı personelinin yeteneklerinin geliştirilmesinin’ yanı sıra ‘düzensiz göçle mücadele, sınırların güvenliği ve Türkiye'nin uzmanlığından yararlanma ile ilgili konulara’ değinildiği belirtildi.

fvg
Dün başkent Trablus'ta Libya ve Türkiye heyetleri arasında yapılan toplantı (İçişleri Bakanlığı)

İçişleri Bakanı Yerlikaya’nın Trablus ziyareti, General Halife Hafter'in oğlu ve Libya Ulusal Ordusu (LUO) Genel Komutan Yardımcısı Orgeneral Saddam Hafter’in geçtiğimiz hafta sonu Türkiye'nin başkenti Ankara'da siyasi ve askeri düzeyde gerçekleştirdiği toplantıların ardından geldi.

Libya İçişleri Bakanı Trablusi, bakanlığının ‘ülkenin son yıllarda karşılaştığı zorluklara ve bunların güvenlik durumuna etkisine rağmen büyük çaba sarf ettiğini’ söyledi.

Gidişatı iyileştirmek için çalışmaların sürdüğünü ve bir dizi olumlu sonucun elde edildiğini vurgulayan Trablusi, bakanlığın, Avrupa Birliği (AB) ve Afrika ülkeleriyle doğrudan iletişim kanalları aracılığıyla yasadışı göç konusuna ‘özel önem’ verdiğini kaydetti.

Trablusi, Libya İçişleri Bakanlığı’nın güvenlik planının, sınırların güvenliğini sağlamaktan başlayarak, ardından çöl ve şehirlerin, son olarak da kıyıların güvenliğini sağlamayı içeren aşamalı bir yaklaşım benimsediğini, ayrıca göçmenler için gönüllü geri dönüş programını uyguladığını ve insan kaçakçılığına karışan organize suç çetelerini takip ettiğini de sözlerine ekledi.

Libya İçişleri Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada Bakan Yerlikaya’nın Libya İçişleri Bakanlığı’nın çabalarını övdüğünü ve Türkiye’nin düzensiz göçle mücadeledeki deneyimini ve son yıllarda elde ettiği olumlu sonuçları paylaştığını aktardı. İçişleri Bakanlığı, bu toplantının, istikrarı artırmak ve güvenlik alanındaki kurumsal çalışmaların konsolidasyonunu desteklemek amacıyla dost ülkelerle etkili iş birliği olanakları oluşturma yönündeki devam eden çabaları çerçevesinde gerçekleştirildiğini belirtti.

Saddam Hafter, birkaç gün önce Ankara'da Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ve Savunma Bakanı Yaşar Güler ile bir araya geldi.

LUO Genel Komutanlığı tarafından yapılan açıklamada, Ankara’daki görüşmelerde uluslararası sahnedeki son gelişmeler hakkında görüş alışverişinde bulunulduğu belirtilirken, “Savunma Bakanı Güler ile iki ülke arasındaki askeri iş birliğini güçlendirerek bölgedeki güvenlik sorunlarının çözümüne katkıda bulunacak ve güvenlik ve istikrar çabalarını destekleyecek yollar tartışıldı” denildi.

Öte yandan UBH Başbakanı Abdulhamid ed-Dibeybe ile İngiltere'nin Libya’daki yeni Büyükelçisi Martin Reynolds arasında yapılan toplantıda düzensiz göç konusu başlıca gündem maddesi oldu.

İngiltere’nin Libya (Trablus) Büyükelçiliği tarafından sosyal medya platformu X üzerinden görüşmeye ilişkin yapılan kısa açıklamada, Büyükelçi Reynolds'un Libya'daki diplomatik görevinde ilk kez görüşmesini Dibeybe ile gerçekleştirdiği ve ‘yapıcı bir toplantı’ olduğu belirtildi. Açıklamada ayrıca toplantıda düzensiz göç, güvenlik ve ekonomik büyüme alanlarında ortak önceliklerin ele alındığı belirtildi.


HDK, Sudan'da tek taraflı olarak üç aylık insani ateşkes ilan etti

Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
TT

HDK, Sudan'da tek taraflı olarak üç aylık insani ateşkes ilan etti

Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)
Sudan ordusu ile HDK arasında devam eden çatışmalardan kaçarak kısa süre önce Faşir’den gelen ve Çad'ın doğusundaki bir kampta yerde oturan Sudanlı mülteciler, 23 Kasım 2025 (Reuters)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, Sudan Ordusu Komutanı Orgeneral Abdulfettah el-Burhan'ın uluslararası taraflarca sunulan ateşkes önerisini reddettiğini açıklamasının ardından, üç ay sürecek tek taraflı bir insani ateşkes ilan etti.

HDK Komutanı Muhammed Hamdan Dagalu, ses kaydı olarak yayınlanan konuşmasında şunları söyledi:

“Ulusal sorumluluğumuz ve başta ABD Başkanı Donald Trump'ın girişimi ve Uluslararası Dörtlü ülkelerinin (Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve ABD) çabaları olmak üzere uluslararası çabalar doğrultusunda üç aylık bir süre için saldırıların durdurulmasını ve uluslararası bir izleme mekanizmasının oluşturulmasını içeren insani bir ateşkes ilan ediyoruz.”

Dagalu konuşmasına şöyle devam etti:

“Radikal İslamcı terörist hareket Müslüman Kardeşler (İhvan-ı Müslimin) ve Ulusal Kongre Partisi dışında herkesin katıldığı bir siyasi sürece bağlıyız. Zira bu gruplar halkımızın son otuz yılda çektiği tüm acılardan sorumlu.”

Sudan iç savaşının her iki tarafı da son iki yıl içinde, tüm ateşkes anlaşmalarını ihlal ederek müzakere çabalarının başarısızlıkla sonuçlanmasına neden oldu. Orgeneral Burhan daha önce geçiş dönemi veya Sudan'ın geleceği ile ilgili herhangi bir anlaşma yoluyla HDK'yı muhafaza edecek veya iktidar ortaklığına geri getirecek herhangi bir çözümü reddettiğini vurgulamıştı. Orgeneral Burhan, ABD'nin Afrika Kıdemli Danışmanı Massad Boulos'u HDK lehine önyargılı olduğu gerekçesiyle sert bir şekilde eleştirdi. Ayrıca, savaşı durdurmak için kendilerine sunulan ‘en kötü kart’ olarak gördüğü Uluslararası Dörtlü’nün girişimine olan güvensizliğini dile getiren Orgeneral Burhan, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Uluslararası Dörtlü’ye katılımını eleştirerek HDK'yı desteklemekle suçlarken, Suudi Arabistan'ın rolünü ve ABD Başkanı Donald Trump'ın girişimini övdü.

Orgeneral Burhan'ın açıklamaları, 12 Eylül'de açıklanan ve ABD, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır'ın yer aldığı Uluslararası Dörtlü ülkelerinin girişimi etrafındaki tartışmaları yatıştırdı. En önemli özelliği üç aylık bir insani ateşkes olan girişim, Sudan'daki krizi çözmek için bir yol haritası içeriyor. Bunu, kalıcı bir ateşkes ve sivil bir hükümete giden kısa bir geçiş dönemi izliyor. Girişimde, askeri bir çözümün olmadığına ve savaş sonrası dönemde İslamcıların siyasi sahneden uzaklaştırılacağı vurgulanıyor.

Şiddet devam ediyor

HDK, 7 Kasım'da insani ateşkes önerisini kabul ettiğini açıkladı, ancak ertesi gün ordunun kontrolü altındaki Hartum ve Atbara'yı bombaladı. Bunu HDK üyelerinin ‘büyük kalabalıklar’ halinde Batı Kordofan'daki Babnusa şehrine ulaşarak oradaki ordu karargahını ele geçirmeye çalıştığı, ancak Güney Kordofan'daki Kadugli ve Dilling şehirlerini kuşatmaya devam ettiği yönünde bir açıklama izledi.

HDK kasım ayı ortalarında Sudan'ın kuzeyindeki Merowe Barajı'nı birkaç kez insansız hava araçları (İHA) ile hedef aldı ve şehirdeki ordu karargahını bombaladı.

Sudan ordusu 26 Ekim'de Sudan'ın batısını tamamen kontrol altına alan HDK’nın uzun süren kuşatmasının ardından Faşir’i kaybetti.

Çatışmalar Darfur bölgesinden, başkent Hartum’u batı Sudan'a bağlayan petrol zengini komşu eyalet Kordofan’a sıçradı.

Faşir'in HDK’nın kontrolüne geçmesinden bu yana, toplu katliamlar, etnik şiddet, kaçırma ve cinsel saldırıların yaşandığına dair haberler gelirken, insan hakları örgütleri HDK'nın kontrolündeki bölgelerde etnik katliamlar yaşandığını bildirdi.

Uluslararası Göç Örgütü'ne (IOM) göre geçtiğimiz ayın sonundan bu yana, Kuzey Kordofan'dan yaklaşık 40 bin yerinden edilmiş kişinin yanı sıra 100 binden fazla sivil Faşir'den komşu şehirlere kaçtı. ABD Başkanı Donald Trump geçtiğimiz hafta, Washington'da Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile yaptığı görüşmede, Veliaht Prensin talebi üzerine Sudan'daki ‘zulmü’ sona erdirme niyetini açıkladı.

HDK ve BAE, Trump’ın açıklamasını memnuniyetle karşıladı ve Burhan, savaşı sona erdirmek için Washington ve Riyad ile iş birliği yapmaya hazır olduğunu teyit etti.

İki yıldan fazla süredir devam eden Sudan savaşında on binlerce kişi hayatını kaybetti ve yaklaşık 12 milyon kişi yerinden edildi, bu durum milyonlarca sivili tehdit eden ciddi bir açlık krizine yol açtı.


Irak'taki Sünniler siyasi olarak birleşiyor

Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
TT

Irak'taki Sünniler siyasi olarak birleşiyor

Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)
Ulusal Siyasi Konsey'i oluşturan partilerin ve güçlerin liderleri (Ulusal Siyasi Konsey basın ofisi)

Irak’ta 11 Kasım’da yapılan parlamento seçimlerinde 65'ten fazla sandalye kazanan başlıca Sünni güçler ve partiler, ‘siyasi ve sosyal istikrarı korumak, anayasal hakları güvence altına almak ve devlet kurumlarında temsiliyeti güçlendirmek için çabaları birleştirmek ve ortak bir vizyonla çalışmak’ amacıyla ‘Ulusal Siyasi Konsey’in kurulduğunu duyurdu.

Konseyde eski Meclis Başkanı Muhammed el-Halbusi, milletvekili Musenna es-Samarrai liderliğindeki Azim Partisi, Hamis el-Hancer liderliğindeki Egemenlik İttifakı, mevcut Savunma Bakanı Sabit el-Abbasi liderliğindeki Ulusal Hasim İttifakı ve mahkeme kararıyla parlamento seçimlerine katılmaktan men edilen eski milletvekili Ahmed el-Cuburi'nin liderliğindeki Ulusal Cemahir Partisi yer alıyor.

Bazıları bu adımı memnuniyetle karşılarken, Şarku’l Avsat’a konuşan bir kaynak, sorunun Sünni partilerin ve isimlerin Türkiye, Ürdün, bazı Körfez ülkeleri ve İran dahil olmak üzere çok sayıda bölgesel destekçisinin bulunması ve buna karşın Şii tarafındaki herkesin (Koordinasyon Çerçevesi) Tahran ile ittifak halinde olmasından kaynaklandığını söyledi.