Nasır el-Kudva: Arafat yaşasaydı kalaşnikofuyla Gazze'de olurdu

Filistinli eski Bakan Kudva Majalla’ya verdiği röportajda savaşın, Netanyahu'nun iktidardan ayrılması ve yeni bir Hamas da dahil olmak üzere üç büyük değişiklikle sonuçlanacağını söyledi.

İllüstrasyon: Eduardo Ramon
İllüstrasyon: Eduardo Ramon
TT

Nasır el-Kudva: Arafat yaşasaydı kalaşnikofuyla Gazze'de olurdu

İllüstrasyon: Eduardo Ramon
İllüstrasyon: Eduardo Ramon

İbrahim Hamidi

Filistinli lider ve Fetih Hareketi’nin (El Fetih) eski üyesi, Filistinlilerin ‘Ebu Ammar’ olarak zikrettikleri merhum lider Yasir Arafat’ın yeğeni Nasır el-Kudva, 11 Kasım'da Arafat’ın vefatının 19'uncu yıl dönümünde dayısının eğer hayatta olsaydı “Kalaşnikofla Gazze'de olur, dünyanın altını üstüne getirir ve Filistin'in çalışma şeklinde bir devrim yaratırdı” ifadelerini kullandı. Gazze'deki savaşla ilgili uluslararası tarafların tutumunu ‘bir skandal’ olarak niteleyen Kudva, birçok Batılı ülkenin İsrail'in yanında sarsılmaz bir şekilde yer aldığını, Batılı ülkelerden bazılarının İsrail'e fiilen destek ve yardım sağladığını vurguladı.

Kudva, Majalla’ya verdiği röportajda ‘savaşın ertesi günü’ hakkında konuşmak için henüz çok erken olduğunu, ancak İsrail'in Gazze'ye yönelik savaşının üç büyük değişikliğe neden olacağını söyledi. Kudva, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun işi bittiğinden mevcut İsrail hükümetinin değişeceğini, Filistin Yönetimi’nde değişikliğin gerektiğini ve yeni bir Hamas olacağını belirtti.

Kudva, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği yanıtta şunları söyledi:

“Yeni bir El Fetih'imiz, yeni bir Hamas'ımız olmalı. Devlet Başkanı Mahmud Abbas görevinde kalsa bile doğrudan kontrolü dışında olması gereken yeni bir Filistin hükümetinde ciddi şekilde yer almalılar. Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) gelince, Gazze Şeridi’ndeki durum düzelir düzelmez seçime gitmeliyiz.”

İşte Nasır el-Kudva ile Zoom üzerinden gerçekleşen röportaj metni:

Bir aydan uzun bir süredir Gazze'de devam eden savaş nasıl durdurulabilir, bu felaketten nasıl kurtulabiliriz?

Ne yazık ki savaşın derhal durdurulması imkansız hale gelmiş gibi görünüyor. İsrail'in politikaları ve uygulamaları bunu açıkça ortaya koyuyor. İsrail’in yaptığı, Netanyahu'nun iddia ettiği gibi Hamas'ı ortadan kaldırma girişimi değil, aksine bunun tüm Filistin halkına karşı, Filistinli sivilleri hedef alan ciddi bir yıpratma savaşı olduğu anlaşılıyor. Bu daha önceki savaşlarda da tekrarlanmıştı, fakat bu savaşta önceki savaşlardan çok daha fazla şiddet kullanıldığına şüphe yok. İsrail işgal ordusunun elindeki tüm savaş araçları sahaya sürüldü.

Batı'nın bu konudaki tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ne yazık ki Filistin halkına dost ve tarafsız hiçbir insani gücün İsrail'in tutumu ve birçok Batılı ülkenin İsrail'le olan sıkı ittifakı nedeniyle bu savaşı durduramayacağı netleşti. Söz konusu Batılı ülkelerden bazıları da İsrail'e destek ve yardım sağlıyor. Bu gerçekten talihsiz bir durum. Çünkü tüm bunlar bazı Batılı ülkelerin yıllardır savunduğu değer sistemini çökertti. Belki sokağın baskısıyla bu durum değişecek ama bu biraz zaman alacak.

ABD Başkanı Joe Biden'ın 18 Ekim'de Tel Aviv'de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinden bir kare (Reutes)
ABD Başkanı Joe Biden'ın 18 Ekim'de Tel Aviv'de İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinden bir kare (Reutes)

İsrail'in tutumunun yanı sıra bazı istisnalar dışında Batı ülkelerinin neredeyse tamamı İsrail'e tam destek veriyor. Filistinliler kararlı bir duruş sergileseler de ne yazık ki bu savaş beklediğimizden daha uzun sürecek gibi görünüyor.

Peki, Arap ülkelerinin tutumu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Arapların olup bitenlerle yüzleşmekte başarısız olduklarına dikkat çekmek istiyorum. Arap ülkelerinin tutumu başta başarısız oldu. Bunu Arap Devletleri Ligi'nin (AL) Kahire'deki Arap ülkelerinin dışişleri bakanları toplantısında açıkça gördük. Zayıf ve sendeleyen bir tutum sergilendi. Ardından Arap ülkelerinin tutumu ciddi anlamda düzelmeye başladıysa da başarısızlıkla başlayınca istenilen noktaya ulaşması biraz zaman alacak. Bu yüzden halen o istenilen noktaya ulaşamadık.

Bu çerçevede Arap ülkelerinin, sadece Filistin davasını ya da Filistin halkını savunmak için değil, kendilerinin de şu an oluşan uluslararası sistemdeki konumlarını savunmaları için İsrail’in saldırıları ve İsrail-ABD politikaları karşısında bu kez kararlı bir şekilde durması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bunu kendi görüşlerini dayatmaları ya da en azından başkalarının onların görüşlerine ve başlıca davalarına saygı duymalarını sağlamak için yapmaları gerekiyor. Bu çok önemli. Bunun gerçekleşmesini umuyorum. Çünkü bunun hem Filistin düzeyinde hem de Arap dünyası düzeyinde büyük faydası olacağı kesin.

Zorla yerinden edilme tehlikesi devam ediyor. Gazze’ye insani yardımların Refah Sınır Kapısı gibi küçük bir girişten yapılmasının dahi engellenmesi abartılı bir tutum. Yardımların sadece Gazze Şeridi'nin güneyine yapılması bile bunun için yeterli.

Filistinlilerin Sina'ya ya da başka bir yere göç etmesinden endişeleniyor musunuz?

Maalesef İsrail’in Gazze Şeridi’nin tamamını hedef almasının ve neredeyse tamamen yok etmesinin, sivil halkı vurmasının asıl amacı da bu. İsrail'in hedefinin bu olduğu ortada. Filistinlilerin bu durum karşısındaki kararlılığı ve Mısır’ın hem Filistin hem de kendi özelindeki nedenleriyle yaşananlar karşısındaki sağlam ve net tutumu, belki de Ürdün ve diğer bazı Arap ülkelerinin tutumu, bu hedeften geri adım atılmasına neden oldu. Ancak bu geri adımın taktiksel olduğuna inanıyorum. Çünkü daha sonra yine aynı hedefe odaklanıldığını gördük. Netanyahu bu konuyu bazı Batılı ülkelerle görüştü. Bazı ülkelerin tutumlarında dalgalanmaların olmasına rağmen henüz bu ülkelerin desteğini alabilmiş değil. Bu pozisyonlarda olumlu ve olumsuz değişiklikler gördük.

Peki ya ABD’nin Gazzelilerin yerinden edilmesine karşı olduğu açıklaması hakkında ne söylemek istersiniz?

Zorla yerinden edilme tehlikesi devam ediyor. Gazze’ye insani yardımların Refah Sınır Kapısı gibi küçük bir girişten yapılmasının dahi engellenmesi abartılı bir tutum. Bu yardımın sadece Gazze Şeridi’nin güneyine yapılması ve Filistin Kızılayı'na bağlı Şifa Hastanesi ve Kudüs Hastanesi gibi büyük hastanelerin olduğu kuzey kesimine hiç ulaştırılmaması bunun için yeterli. Gazze’nin kuzeyinde sadece bir insanlık trajedisi yaşanmıyor, aynı zamanda Filistin'in insani ihtiyaçları ve Filistin halkının içinde bulundukları şartlarda da İsrail’in ve Batı’nın vahşeti söz konusu. Tüm bunlar, yaşananların İsrail’in sadece Hamas'ı hedef almadığını, aynı zamanda Filistin’in bekasını ve Filistinli sivilleri de hedef aldığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

Sizce Gazze'de olup bitenlerle yeni dünya düzenini kurulması çabaları arasında bir bağlantı var mı?

Kuşkusuz bir bağlantı var, en azından Gazze'de yaşananların Ortadoğu’yu kimin kontrol edeceğiyle ilgili doğrudan bir etkisi söz konusu ve İsrail bunun için çabalıyor. İsrail'in bu mücadelesinin bir kısmı, tam da 7 Ekim'de kaybettiği prestijini ve yeteneklerini geri kazanmasını amaçlıyor. Çünkü İsrail bir kez daha bu bölgeyi siyasi ve ekonomik olarak kontrol altına almak istiyor. Eğer Araplar kendi kaderleri ve bölgenin geleceği konusunda karar verici olmak istiyorlarsa, öncelikle bu konuda net bir tutum sergilemeleri gerekiyor.

İsrail'in 11 Ekim'de Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’na düzenlediği bombardımanlar sonucunda yıkılan binalar (Reuters)
İsrail'in 11 Ekim'de Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye Mülteci Kampı’na düzenlediği bombardımanlar sonucunda yıkılan binalar (Reuters)

Bunun yanında kimin lideri olacağı ve eğilimleri belli olmayan bu değişen dünya, kendi gündemini dayatan, tutumlarını empoze eden ve bu yeni uluslararası sisteme kendi tutumlarına saygı duyulmasını zorunlu kılan güçleri, ülkeleri ve partileri daha çok dinleyecek ve daha fazla saygı duyacaktır.

Öyle ya da böyle, beğenin ya da beğenmeyin, olan bitenin, genel küresel durum ve uluslararası sistemin, özellikle de Ortadoğu’nun geleceği üzerinde kesinlikle bir ilişkisi ve etkisi var.

Gazze savaşının bitmesinin ertesi günü hakkında çok şey okumuş ve duymuşsunuzdur. Ertesi gün hakkında yapılan konuşmalarla ve Gazze'de ertesi gün için ne düşünüyorsunuz?

Bazı detayları konuşmak için henüz erken olsa da zor durumda kaldığımızda bile, ayrıntılardan bağımsız olarak en azından genel yönleriyle düşünmeye başlamanın ve farklı alternatifleri değerlendirmenin daha uygun olduğunu biliyoruz. Bu yüzden bunları düşünmek zorundayız. Çünkü artık çok sayıda kurum araştırıyor, yazıyor ve makaleler yayınlıyor. Tüm kötü fikirlerle yüzleşmeli, kendi bakış açımızdan sağlam fikirler sunmalı ve bu fikirleri dayatmalıyız. Bir kez daha, genel yönde de olsa, çünkü ayrıntılar için henüz biraz erken. Bana göre yaşananların üç sonucu olacak.

Nedir o sonuçlar?

Birincisi, İsrail hükümeti değişecek. Ben Netanyahu'nun işinin bittiğini düşünüyorum. Ama bu İsrail'in ve İsrailli seçmenin tutumuna bağlı bir konu. Bu konuya müdahale etmek benim ya da bir başkasının haddi değil. Fakat mantıken böyle bir değişimin olduğunu görmemiz gerekiyor.

İkincisi, Filistin Yönetimi’nde değişim gerekiyor. Bu değişimin bir süre önce olması gerekiyordu. Burada Filistin Devlet Başkanı seçiminin en son 2005 yılında yapıldığını belirtmeliyim. Filistin Temel Yasasına göre devlet başkanlığı seçimleri dört yılda bir yapılmalı ve bir kişi en fazla iki dönem bu görevi üstlenmeli. Yani en fazla sekiz yıl bu görevde kalmalı. Devlet Başkanı’nın yakın çevresinden bazı kimseler, ikinci seçimler yapılmadığı için Abbas’ın halen birinci döneminde olduğunu söylüyorlar. Hem seçimlerin yapılmasını engelliyorsunuz hem de bunun bir döngü olduğunu ve halen çok zamanımızın kaldığını iddia ediyorsunuz. Devlet Başkanı doksanlı yaşlarına merdiven dayadı. İktidarının başarısız olduğu şeklindeki ayrıntılara girmeden, sadece anayasal açıdan bu bile görevini sürdürmemesi için yeter de artar. Dolayısıyla bu değişimin gerçekleşmesi gerekiyor. Özellikle Gazze Şeridi'nde yaşananlardan sonra bunun bir ihtiyaç olduğuna inanıyorum.

İsrail, Hamas'ı bitirmek ya da tamamen yok etmek hedefinde başarısız olacak. Böyle bir şey gerçekleşmeyecek. Çünkü Hamas, Filistinli kitleler arasında var olan bir fikir ve ideolojidir.

Mevcut Filistin Yönetimi’nin ve yetkililerinin şu an yapması gereken önemli görevleri yerine getirmek şöyle dursun, Gazze Şeridi’ne ayak basmaktan dahi aciz olduğuna inanıyorum. Elbette Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nin birliğini korumalıyız. Her türlü siyasi sürecin nihai sonucunu belirleyecek bir siyasi çerçeve oluşturulmasını talep etmekten geri durmamalıyız. Burada, Filistin Devleti'nin varlığını ve Filistin yönetimleriyle İsrail’in karşılıklı olarak birbirlerini tanımları gerektiğini teyit ediyorum. Tüm tarafların bu konuda ilk andan itibaren açık ve net bir taahhütte bulunması gerekiyor.

Üçüncü sonuç nedir?

https://www.majalla.com/node/304026/سياسة/ناصر-القدوة-لو-كان-عرفات-حيا-لكان-في-غزة-مع-كلاشينكوف

Üçüncüsü, elimizde yeni bir Hamas olacak. İsrail, Hamas'ı bitirmek ya da tamamen yok etmek hedefinde başarısız olacak. Böyle bir şey gerçekleşmeyecek. Çünkü Hamas, Filistinli kitleler arasında var olan bir fikir ve ideolojidir. Dolayısıyla bu hedefin başarıya ulaşması neredeyse imkansız.

Cibaliye Mülteci Kampı’nda enkazlar arasında arama yapan Filistinlileri seyreden bir adam 1 Kasım 2023 (AP)
Cibaliye Mülteci Kampı’nda enkazlar arasında arama yapan Filistinlileri seyreden bir adam 1 Kasım 2023 (AP)

Öte yandan İsrail Hamas'a zarar da verebilir ve Hamas'ı askeri ve siyasi düzeyde önemli ölçüde zayıflatabilir.

İster Hamas açısından olsun ister yeni Filistin siyasi sisteminden sorumlu olanlar açısından olsun her halükarda Hamas'ın siyasi yapısında, vizyonunda ve Filistin siyasi sistemine dahil olma boyutunda, Filistin Yönetimi’ne ve FKÖ’ye bağlılığı, ortak siyasi duruşu ve buna benzer konularda bir değişiklik olması kaçınılmaz. Zor olacağı kesin ama bunu topluma empoze etmeye çalışmalıyız. Bence bu çok önemli. Bu alanda bazı dış tarafların söylemlerindeki tuzaklara düşmemeliyiz.

En nihayetinde İsrail Gazze Şeridi'nde tutunamayacak ve acı bir deneyim yaşayacak. Elbette Gazzelilerin işi kolay değil. İsrail, Hamas'ı yok edip Gazze Şeridi'nde kalmanın mümkün olduğuna inansa bile işler umduğu gibi olmayacak.

Netanyahu, İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki güvenlik kontrolünü tamamen eline alacağını söyledi. ABD'nin eski Ortadoğu temsilcisi Dennis Ross, Gazze’de Arap ülkelerinden gözlemciler ve Arap güçleri konuşlandırılması hakkında bir yazı yazdı. Uluslararası gözlemci kuruluşların konuşlandırılması gibi fikirler ortaya atıldı. Farklı senaryolar var. Bu konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

Öncelikle Netanyahu’nun açıklamalarının İsrail'in bu alandaki aşırı kafa karışıklığının bir başka ifadesi olduğunu belirtmek isterim. İsrailliler ne yapacaklarını bilmiyorlar. Geçmişte böyle şeyler söylemiyorlardı. Aksine Gazze Şeridi’nin ne tamamının ne de bir kısmının işgal edilmesiyle ilgilendiklerini söylüyorlardı. Netanyahu, savaştan sonra İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki güvenlik kontrolünü tamamen eline alacağını söylüyor. Aynı zamanda bu tür konuşmalara karşı ABD’nin tutumu açık. ABD, bunun olmaması gerektiğini söylüyor.

Sonuç olarak, İsrail Gazze Şeridi'nde kalamayacak ve acı bir deneyim yaşayacak. Gazzelilerin işi kolay değil. İsrail, Hamas'ı yok edip Gazze Şeridi'nde kalmanın mümkün olduğuna inansa bile işler umduğu gibi olmayacak.

Uluslararası bir gözlemci ya da askeri gücün Gazze’ye konuşlandırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu çok saçma. Örneğin, Finlandiya'dan birini tutup Cibaliye Mülteci Kampı’na ya da Şucaiyye mahallesine getirilmesi düşünülebilir mi? Burası Filistin toprağıdır. Sakinleri de ancak Filistinliler tarafından yönetilebilecek Filistinlilerdir. Bu noktada Filistin Yönetimi konusunda söylediklerime geri dönüyoruz. En iyi çözüm Filistin Yönetimi’nin Gazze Şeridi'nin ve Batı Şeria'nın geleceğine, dolayısıyla bir bütün olarak Filistin halkının ve bağımsız Filistin Devletinin geleceğine olumlu bir katkıda bulunacak şekilde değişmesidir.

FKÖ’yü yeni bir El Fetih ve yeni bir Hamas ile yeniden kurmayı ve Gazze'nin bu otorite tarafından yönetilmesini mi, yoksa FKÖ’nün yenilenmesini mi öneriyorsunuz?

Bunu FKÖ ile ilgili olarak değil, Filistin Yönetimi ile ilgili olarak öneriyorum. Evet, yeni bir El Fetih'imiz ve yeni bir Hamas'ımız olmalı. Onlar, Devlet Başkanı Abbas görevinde kalsa bile doğrudan otoritesinin dışında olması gereken yeni bir Filistin hükümetine ciddi şekilde yer almalılar.

FKÖ ile ilgili olarak ise Gazze Şeridi toparlanır toparlanmaz ve Batı Şeria’daki bazı sorunlarla birlikte yönetim ve hükümet meselesi çözülür çözülmez seçime gitmeliyiz. Bu seçimler, FKÖ’nün yeniden inşasına giden güvenilir ve ciddi bir yol. Çünkü seçilen Filistin Yasama Meclisi üyeleri aynı zamanda Filistin Ulusal Konseyi üyeleri de olacaklar. Daha sonra diasporadaki Filistinlilerden, Filistinli gruplardan ve halk birliklerinin temsilcilerinden de ikinci bir üçte bir seçme imkanı doğacak. Böylece ilgili taraflar üçüncü üçte bir seçme konusunda anlaşabilirler. FKÖ, sandıkların önemli bir parçası olduğu ulusal bir cephe olarak kalmaya devam etsin ama bu cephenin tek yolu da bu değil.

'İki devletli çözüm’ ifadesinden nefret ediyorum çünkü ifade sıradan bir vatandaşın dahi zihninde başarısız bir barış süreci olarak yer etmiş durumda. Filistinli gençler önce müzakere, sonra müzakere, sonra yine müzakere fikrine ve 20 yıldır hiçbir sonuç alınamayan barış sürecine karşılar.

7 Ekim'de yaşananlar bizi iki devletli çözüme yaklaştırdı mı yoksa uzaklaştırdı mı? 7 Ekim'de yaşananların Filistin davasına herhangi bir faydası var mı?

‘İki devletli çözüm’ ifadesinden nefret ediyorum çünkü ifade sıradan bir vatandaşın dahi zihninde başarısız bir barış süreci olarak yer etmiş durumda. Muhalif gençlerle ilgili yapılan istatistikler, röportajlar ve rakamlar bu yüzden yayınlanıyor. Filistinli gençler, tıpkı tüm dünya halkları gibi Filistin halkının varlığına ve kendi kaderini tayin etme ve ulusal bağımsızlık hakkına karşı değiller. Önce müzakere, sonra müzakere, sonra yine müzakere fikrine ve 20 yıldır hiçbir sonuç alınamayan barış sürecine karşılar. Her ne kadar dünyadaki diğer halklar gibi Filistin halkının da kendi kaderini tayin etmesinin ve ulusal bağımsızlık hakkının, Filistin Devleti'nin varlığını sürdürmesinin tek yol olduğuna inansam da bu ifadede bir sorun var.

Bir ülkeyle ilgili yapılan boş konuşmalara gelirsek kim ‘tek devlet’ ifadesini kullanıyorsa, çok açık bir gerçeği göz ardı ediyor demektir. Tek devleti savunanların iki karşıt görüşü var. Bunlardan birincisi ideal bir fikir olan tüm Filistin topraklarının özgürleştirilmesidir ve bu görüşü savunanlara saygı duymak zorundasınız. İkincisi ise son derece aptalca olan yeni bir görüş. Bu görüşü savunan insanlar, Büyük İsrail Devleti'ni kabul ettiğimizi öne sürerek 'tek devlet' diyorlar. Sonra bireysel haklar elde etmeye çalışıyoruz! Filistin halkıyla bir arada yaşamayı ve tarihi Filistin topraklarının yüzde 22'si üzerinde bir devlet kurmayı reddedenlerin, kendileriyle eşit haklara sahip vatandaşlar olmanız için size haklar vermeyi kabul edeceklerini aklınız alıyor mu?

Taktik düzeyde 7 Ekim bu çözümü ortadan kaldırdı. Ancak ciddi bir stratejik düzeyde bu çözümün olasılığı arttı. Çünkü en azından akıllı İsrailliler artık önceki politikaların bu tür felaketlere yol açacağını, yeni politikalar düşünmeleri ve Filistin halkıyla, Filistin Devleti'nin varlığı ve iki devlet arasında karşılıklı tanınma temelinde gerçek bir siyasi çözüme gitmeleri gerektiğini anladılar.

Dün bir diplomatla konuşurken bana Hamas'ın bir ‘intihar eylemi’ düzenlediğini, ancak uzun vadede Filistin davasına faydalı olacağını söyledi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

7 Ekim'de yaşananların, operasyonu planlayanlarınki de dahil olmak üzere tüm beklentilerin ötesine geçtiğini düşünüyorum. İsrail güvenlik sisteminin bu şekilde tamamen çökmesi beklenmiyordu. Sonuç olarak, bu operasyonu yapan İzzeddin el-Kassam Tugayları dışında çok sayıda Filistinlinin de İsrail tarafına geçmesi, öngörülemeyen birçok durumun ortaya çıkmasına neden oldu.

Birçok şey oldu. Belki de bir tür ilahi müdahale. Tüm bunlar inşallah gerçek değişikliklere yol açacak. Ama biz Filistinliler olarak her zaman birbirimizi anlama, birbirimizle uyumlu ve birlik olma ve ortak hareket etme temelinde safları sıkılaştırmaya hazır olmalıyız. Yeni Hamas'ın da dahil olduğu teşvik edici bir Filistin siyasi sistemine ihtiyaç var ve mevcut siyasi sistem bunu yapamıyor. Filistin siyasi sistemini baştan aşağı yeniden inşa edebilmemiz için değişim ihtiyacının bir başka nedeni de bu.

İktidarda olmak gibi bir tutkum yok. Böyle bir hayalim de yok. Fakat sonuçta Filistin halkının geleceği hepimizin üzerindeki bir görev. Durum herhangi bir sorumluluk üstlenmemi gerektiriyorsa bu sorumluluğu almaktan kaçmam.

Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın yerine geçmek istediğinizi söyleyenler var mı?

Benim böyle bir hayalim yok. Belki de bu hayatta iktidardan daha güzel şeylerin olduğunu öğrenmişimdir.

Filistin Yönetimi de buna dahil mi?

Evet, özellikle Filistin Yönetimi. Ailenizle güzel vakit geçirmek muhtemelen bundan çok daha iyi. Bu yüzden iktidar tutkum yok. Böyle bir hayalim de yok. Fakat sonuçta Filistin halkının geleceği hepimizin üzerindeki bir görev. Durum herhangi bir sorumluluk üstlenmemi gerektiriyorsa bu sorumluluğu almaktan kaçmam. Ama bunun hayalini kurmuyorum ve buna istekli de değilim.

11 Kasım, Devlet Başkanı Yaser Arafat'ın vefat yıldönümüydü. Sizce Arafat hayatta olsaydı ne yapardı?

Eğer Yaser Arafat bugün hayatta olsaydı şu anki noktaya gelemezdik, öncelikle bölünme bu kadar uzun sürmezdi. Bir keresinde eğer Ebu Ammar (Yaser Arafat) yaşasaydı ve bu bölünme gerçekleşmiş olsaydı, kalaşnikofla Gazze'ye gideceğini, Gazzelilerle bir araya geleceğini ve onları gerçek vatansever Filistinliler olarak konuşmaya davet edeceğini söylemiştim.

Yaser Arafat’ın Ürdün'deki El Fetih üyeleri arasında elinde bir kalaşnikofla görüldüğü bir kare (Getty Images)
Yaser Arafat’ın Ürdün'deki El Fetih üyeleri arasında elinde bir kalaşnikofla görüldüğü bir kare (Getty Images)

Birçok şey farklı olabilirdi, ama en nihayetinde Filistin’in ve halkının kaderi bu. Allah Ebu Ammar'a rahmet eylesin. Hayatı boyunca onunla olan şahsi bağımdan utanmış ve eleştirel bir tavır almış olabilirim. Şehadetinden sonra geriye dönüp baktığımda pek çok konuda yanıldığımı ve bugünlerde onun gibi adamların sayısının ne kadar az olduğunu açıkça gördüm.

Mevcut durumda ve mevcut tabloda Gazze’deki savaşın 31’inci (Bu röportaj 8 Kasım’da gerçekleşti) gününde Arafat Gazze’de olsaydı ne yapardı?

Kesinlikle Filistin'i harekete geçirmiş olurdu. Belki ortak, ulusal ve birleşik Filistin eylemi de dahil olmak üzere temel değişiklikler bile yapabilirdi. Belki de Arap ülkelerini farklı bir şekilde harekete geçirmeye çalışırdı. Biraz önce katliam başladıktan bir buçuk ay sonra Arap Zirvesi’nin yapılmasından bahsettik. Bunun sorumlusu kim? Bana göre bunun sorumlusu Filistin Yönetimi. Çünkü Araplarla olan doğrudan deneyimim, Arapların Filistin'i sevecek ve İsrail'e düşman olacak şekilde yetiştirildiği, ancak kendi çıkarlarını öncelediğini ve bu çıkarları farklı şekilde nasıl yöneteceğini öğrendiğini anlamamı sağladı. Eğer işimizi hakkıyla yaparsak, kendimize ve başkalarına saygı duyarsak, çarşı pazara çıkmış gibi alıp satmazsak, kökleri sağlam olan bütün kardeşlerimizi bir araya toplayabiliriz. Ben mevcut Filistin Yönetimi’nin Arapların desteği olmadan ilerleyemeyeceğine ve bunun dışındaki her türlü konuşmanın boşuna olduğuna inanıyorum. Arap manivelası var ama bunun için farklı türde bir Filistin çalışması yapılması ve farklı Filistinlilerin burada olması gerekiyor.

Ebu Ammar Gazze'ye hiç gitti mi?

Gazze'ye gitmiş olabilir. Şu an bir savaşın tam ortasındayız. Dolayısıyla bu savaşa karşı mücadele etmelisiniz. Taktiksel düşünceler biraz farklı bir konu olsa da Ebu Ammar kesinlikle dünyanın altını üstüne getirir ve Filistinliler ve Araplar arasında ve belki de uluslararası çalışmalarda bir devrime neden olurdu. Bu yaşananlar artık bir skandala dönüşmüş durumda. Uluslararası alanda böyle bir şey nasıl olabilir. Ne yazık ki Filistinlilerin uluslararası arenada olmaması bu denklemin büyük bir kısmını oluşturuyor. Eğer Ebu Ammar yaşasaydı, Filistinliler uluslararası arenada olurdu ya da en azından bu eksikliği kapatmak için ciddi bir çaba gösterirdi.

*Bu röportaj Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.



Şara'nın Beyaz Saray ziyaretinin ardından Suriye ve ABD ilişkilerindeki köklü değişim

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, Washington'daki Beyaz Saray'da, 10 Kasım 2025 (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, Washington'daki Beyaz Saray'da, 10 Kasım 2025 (AFP)
TT

Şara'nın Beyaz Saray ziyaretinin ardından Suriye ve ABD ilişkilerindeki köklü değişim

ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, Washington'daki Beyaz Saray'da, 10 Kasım 2025 (AFP)
ABD Başkanı Donald Trump ve Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara, Washington'daki Beyaz Saray'da, 10 Kasım 2025 (AFP)

Charles Lister

Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara, bu hafta tarihe geçerek ABD'nin başkenti Washington D.C.'ye ayak basan ve ABD Başkanı ile görüşmek üzere Beyaz Saray'da resmi olarak kabul edilen ilk Suriye lideri oldu. Hadisenin önemini artıran bir diğer unsur, ziyaretin Suriye'deki geçiş döneminin başlamasından bir yıldan kısa bir süre sonra gerçekleşmesi ve konuğun bir zamanlar el-Kaide liderlerinden biri olmasıydı.

İki günlük ziyareti sırasında Cumhurbaşkanı Şara, Amerikalı mevkidaşı Donald Trump, Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dan Keane, Senato ve Temsilciler Meclisi'nden çok sayıda liderin yanı sıra otuzdan fazla Amerikan şirketinin CEO'su ve üst düzey yöneticisiyle bir araya geldi.

Aralık 2024'te Şam'a girdiklerinden beri, Cumhurbaşkanı Şara ve Dışişleri Bakanı Esad eş-Şeybani dış politikada kayda değer başarılar elde ettiler. Suriye'deki tarihi değişim, savaş sonrası ulusların tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir diplomatik açılım dalgasıyla, onlara sadece 11 ayda seksenden fazla ülke ve çok taraflı kuruluştan resmi heyetleri ağırlama fırsatı sundu. Yine de Başkan Trump'ın Mayıs 2025'te Cumhurbaşkanı Şara'yı ağırlama kararının en önemli başarı olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikirdir.

İki liderin Mayıs ayında Suudi Arabistan'da gerçekleştirdiği tarihi görüşmeden bu yana, Suriye-ABD ilişkileri hızlı bir gelişime sahne oldu. Trump yönetiminin mayıs ayı sonlarında bazı yaptırımları kaldırıp bazılarını dondurmaya başlamasıyla birlikte, Suriye'de yatırıma yönelik Amerikan ilgisi de eşi benzeri görülmemiş seviyelere ulaştı. Petrol ve gaz sektöründen teknoloji, inşaat, lojistik, ulaştırma ve finansa kadar çeşitli alanlardan Amerikan heyetleri, Devlet Başkanı Şara ve hükümet üyeleriyle görüşmek üzere Şam'a akın etti. Amerikan Ticaret Odası ve yeni kurulan ABD-Suriye İş Konseyi, bu toplantıların ve ciddi temasların kolaylaştırılmasında önemli bir rol oynadı.

Başkan Trump'ın Cumhurbaşkanı Şara'yı Mayıs 2025'te ağırlama kararının en önemli başarı olduğu konusunda neredeyse herkes hemfikirdir

Chevron, ConocoPhillips, Suriye Enerji Bakanlığı ile ileri düzey görüşmelerde bulunurken, Mastercard Suriye pazarına geri döndü ve Visa da aynısını yapmaya hazırlanıyor. Google ve Meta, dezenformasyonla mücadele etmek için Enformasyon Bakanlığı ile iş birliği yapmaya başladı; bu hamle, iki taraf arasındaki ilişkinin niteliğinde önemli bir değişimi yansıtıyor.

Aynı doğrultuda, Suriye Ekonomi Bakanı Nidal el-Şaar, hükümetinin Amerikan modelinden ilham alan bir finansal sistem vizyonunu sundu. Bu arada, Merkez Bankası Başkanı Abdulkadir Hasriyye ve Maliye Bakanı Muhammed Berniyye, 2025 yılı boyunca resmi görüşmelerde bulunmak üzere birkaç kez Washington ve New York'u ziyaret etti. Bu değişim, yakın zamana kadar dünyadan kopuk ve sosyalist bir ekonomik modele bağlı kalan bir ülke için şüphesiz oldukça önemli.

rgt
Şara, ABD'nin başkenti Washington’da Trump ile yaptığı görüşmenin ardından Beyaz Saray önünde destekçilerini selamlıyor, 10 Kasım 2025 (Reuters)

Ancak Sezar Yasası kapsamında uygulanan yaptırımlar, bu açılımın gerçek bir stratejik değişime dönüşmesinin önünde büyük bir engel olmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Şara bu konuyu doğrudan Başkan Trump ile Oval Ofis'te görüştü ve yasanın bu yıl yürürlükten kaldırılacağına dair bir söz aldı. ABD Başkanı, uzlaşı ortamını desteklemek için Suriye'ye uygulanan gümrük tarifelerinin yüzde 41'den yüzde 10'a düşürüleceğini duyurdu.

Şarku’l Avsat’ın Al Majalla’dan aktardığı analize göre ekonomik alanın ötesinde, Suriye-Amerikan ilişkileri askeri ve istihbarat alanlarında da derin bir gelişme kaydetti. ABD güçleri ile yeni Suriyeli mevkidaşları arasındaki ilk doğrudan temas, Beşşar Esed'in devrilmesinden sadece beş gün sonra, 13 Aralık'ta gerçekleşti. Bu tarihte yakın zamana kadar Heyet Tahrir eş-Şam'ın güvenlik teşkilatının bir üyesi olan Muhammed Kantari, Suriye cezaevlerinden birinde tutuklu bulunan bir Amerikan vatandaşını kendilerine teslim etti. O zamandan itibaren Kantari, Dışişleri Bakanlığı'nda önemli bir rol üstlendi ve ABD ordusu ile istihbarat teşkilatıyla kilit bir irtibat görevlisi olarak görev yaptı.

Sezar Yasası kapsamında uygulanan yaptırımlar, bu açılımın gerçek bir stratejik değişime dönüşmesinin önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor

Bir hafta sonra, DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu Komutanı Tümgeneral Kevin Leahy, Şam'ı ziyaret eden ve Cumhurbaşkanı Şara ile görüşen ilk diplomatik heyete katıldı. O zamandan beri, iki ülke arasındaki güvenlik ve istihbarat ilişkileri güçlendi ve operasyonel olarak daha etkili hale geldi. Bu ilişki, Şam'dan Enes Hattab başkanlığındaki İçişleri Bakanlığı ve Hüseyin Selame başkanlığındaki Genel İstihbarat Müdürlüğü aracılığıyla yönetiliyor. Her iki yetkili de “Amerikalı dostlarıyla” aralarındaki iş birliğinden coşkuyla bahsediyor. Ortak koordinasyonu “niteliksel bir değişim” olarak tanımlayan Amerikalı mevkidaşları da aynı görüşte.

Ortak operasyonların tohumları, mayıs ayında Washington'un Şam'a, Suriye'nin doğusundaki el-Bukemal kenti yakınlarında nüfuzlu bir aşiret lideri tarafından işletilen, İran silahlarının bulunduğu geniş bir tünel ve depo ağı hakkında istihbarat sağlamasıyla atıldı. Günler sonra, Suriye İçişleri Bakanlığı’na bağlı güçler hızlı bir operasyon düzenleyerek tüm bölgeyi ele geçirdi, silahlara el koydu ve tüm İranlı personeli zayiat vermeden tutukladı.

acdfrgt
Trump, Beyaz Saray'da, ABD Başkan Yardımcısı J.D.Vance ve ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack'ın katılımıyla, Şara ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani'yi kabul etti, 10 Kasım 2025 (AFP)

ABD'li bir yetkili, operasyonu benzeri görülmemiş bir güvenlik iş birliğinin kapısını açan “dikkat çekici” bir hamle olarak nitelendirdi. Gerçekten de o zamandan beri istihbarat paylaşımı derinleşti, ABD özel kuvvetlerinin bazı unsurları Şam'a konuşlandırıldı ve Suriye birlikleri, İran mirasıyla bağlantılı hedeflere karşı dört ortak operasyon ile DEAŞ’a karşı altı operasyona katıldı. Bu operasyonlardan biri, Suriye topraklarında bulunan en üst düzey DEAŞ liderinin ölümüyle sonuçlandı.

Resmi yalanlamalara rağmen, Şam bölgesinde sahadaki operasyonları koordine etmek amacıyla kalıcı bir ABD operasyon merkezi için uygun bir yer belirlemek üzere ortak çalışmalar devam ediyor.

İki ülke arasındaki güvenlik ve istihbarat ilişkisi güçlendi ve operasyonel olarak daha etkili hale geldi

Güvenlik ilişkilerindeki ilerlemeyi daha da sağlamlaştırmak için Suriye, DEAŞ'la Mücadele Uluslararası Koalisyonu’na resmen katıldı. Geçiş hükümeti için bu kararı almak kolay değildi çünkü hem iç hem de dış meydan okumalarla karşı karşıya bulunuyor. Halk arasında, Suriyelilerin büyük bir kesimi ABD'ye hâlâ şüpheyle bakarken, resmi askeri yapıya henüz entegre olmamış bazı küçük cihatçı örgütler bu yakınlaşmaya karşı son derece hassaslar.

Suriye güvenlik ve istihbarat çevrelerinde, bu katılımın kısa vadeli güvenlik sorunlarına yol açabileceğine dair yaygın bir kanaat var. Ancak, bu aynı zamanda en sorunlu unsurlarla yüzleşerek ve güvenlik ortamını yeniden düzenleyerek “iç temizlik” yapmak için altın bir fırsat olarak da görülüyor.

hy
Suriye Devlet Başkanı Ahmed Şara ve Suriye Dışişleri Bakanı Esad Şeybani, Washington'da yapacakları görüşme öncesinde IMF Başkanı Kristalina Georgieva ile birlikte yürüyor, 9 Kasım 2025 (AFP)

Esed'in devrilmesinden bu yana Suriye-Amerikan ilişkilerinin köklü bir dönüşüm aşamasına girdiğine şüphe yok. Cumhurbaşkanı Şara'nın tartışmalı geçmişine rağmen, yeni Suriye'nin sunduğu stratejik istikrar, açılım ve uluslararası entegrasyon fırsatları iletişimi hızlandırdı, güven inşa etti ve gelişmekte olan bir ittifakın temelini attı.

Bununla birlikte, Suriye halen sallantılı bir zeminde ve siyasi geçişini sağlamlaştırmaya, kontrol ve temsil alanını genişletmeye devam edecekse, ekonomisini canlandırması gerekiyor. Buna birçok faktör katkıda bulunabilir, ancak şüphesiz en önemlisi, ABD Kongresi'nin Sezar Yasası'nı yürürlükten kaldırmasıdır. Bu yasa yürürlükte kalırsa, Suriye'nin geleceği ve dünyaya yönelik yeni açılımının temsil ettiği tarihi fırsat, sürekli ve eşiğinden ayrılmayan bir tehdit altında olmayı sürdürecektir.


BM Güvenlik Konseyi yarın “Gazze Gücü” için oylamaya gidiyor… Washington–Moskova hattında veto gerilimi

Gazze Şeridi'nin merkezinde Filistinli mülteciler havaların soğumasıyla çadırlarda zor şartlarda yaşıyor(Reuters)
Gazze Şeridi'nin merkezinde Filistinli mülteciler havaların soğumasıyla çadırlarda zor şartlarda yaşıyor(Reuters)
TT

BM Güvenlik Konseyi yarın “Gazze Gücü” için oylamaya gidiyor… Washington–Moskova hattında veto gerilimi

Gazze Şeridi'nin merkezinde Filistinli mülteciler havaların soğumasıyla çadırlarda zor şartlarda yaşıyor(Reuters)
Gazze Şeridi'nin merkezinde Filistinli mülteciler havaların soğumasıyla çadırlarda zor şartlarda yaşıyor(Reuters)

ABD’nin Gazze için Başkan Donald Trump tarafından açıklanan yol haritasını benimsetmeyi amaçlayan karar tasarısı, Müslüman  ve Arap ülkelerinin desteğiyle  pazartesi günü Güvenlik Konseyi’nde oylanacak. Ancak Rusya'nın veto hakkını kullanma ihtimali büyük bir tehdit oluşturuyor. Rusya’nın metni, BM’nin “uluslararası istikrar gücü” için seçenekler sunmasını talep ediyor ve Trump’ın öngördüğü “Barış Konseyi”ne yapılan atıfları metinden çıkarıyor.

ABD diplomasisi, haftalardır müzakere edilen tasarının oylamasına hazırlanmak için temaslarını yoğunlaştırdı. Washington, bu kararın, 20 maddelik ABD planının ikinci aşamasına geçilmesi için hukuki zemin oluşturmasını ve uluslararası istikrar gücüne resmiyet kazandırmasını hedefliyor.

Müzakerelerde, veto hakkına sahip beş daimî üye dahil 15 ülke arasında zaman zaman gerilim yaşandı. Rusya, Fransa ve Cezayir, tasarıya Filistin devletinin açıkça desteklenmesini eklemek isterken; Çin, Trump planının tamamen metinden çıkarılmasını talep etti. Birçok üye ayrıca Gazze’deki geçiş sürecinde Filistin Yönetimi’nin rolünün netleştirilmesini istedi.

sadfer
ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio (Reuters)

Tasarıda, “Filistin Yönetimi’nin reform programını samimiyetle uygulaması ve Gazze’nin yeniden imarında ilerleme sağlanması sonrasında, Filistin devletine giden güvenilir bir yolun oluşabileceği” belirtiliyor. ABD, İsrail ve Filistinliler arasında “barışçıl ve müreffeh bir ortak gelecek için siyasi ufuk” belirleyecek bir diyalog başlatacağını da vurguluyor.

Oylama, BM Güvenlik Konseyi Başkanlığı tarafından pazartesi günü ABD saatiyle 17.00’de yapılacak.

Rusya’nın itirazı ve karşı tasarısı

Rusya’nın veto kullanma ihtimali masada. Moskova’nın sunduğu karşı tasarı, ABD metninden duyduğu rahatsızlığın işareti olarak değerlendiriliyor. Çin’in de Rus tutumuna yakın durduğu bildirildi. Diplomatik kaynaklar, tasarının en az dokuz oyla kabul edilebileceğini, Rusya ve Çin’in ise veto yerine çekimser kalmayı tercih edebileceğini öngörüyor.

ABD’nin BM Daimî Temsilciliği, Rusya’nın hamlesine tepki göstererek “Müzakerelerin kritik aşamasında fitne yayma çabalarının Gazze’deki Filistinliler için ağır sonuçlar doğurabileceğini” belirtti.

ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Trump planının “Ortadoğu’da barış için en iyi yol” olduğunu savunurken, oylamanın süreci ileri taşıyacağını ifade etti. ABD’nin BM Büyükelçisi Mike Waltz ise “Washington Post” için kaleme aldığı yazıda, tasarıya karşı çıkmanın “Hamas’ın yönetiminin sürmesi ya da İsrail’le yeni bir savaşın” tercih edilmesi anlamına geleceğini söyledi.

İngiltere de tasarıya destek vererek tarafları “Trump planını uygulamak üzere birlikte çalışmaya” çağırdı.

ABD tasarısının içeriği

11 maddelik ABD tasarısı, Trump’ın açıkladığı Gazze savaşını bitirme planını onaylıyor. Metin, Gazze’nin yeniden inşasını koordine edecek uluslararası hukuki statüye sahip geçici bir “Barış Konseyi” kurulmasını memnuniyetle karşılıyor. Ayrıca insani yardımların tam kapasiteyle yeniden başlaması gerektiğini vurguluyor.

dfrgt
Filistinliler, İsrail'in Gazze Şehri'ne düzenlediği gece baskınında yıkılan bir evin enkazının altından bir ceset çıkardı (AFP)

Önemli maddelerden biri, Gazze’de “uluslararası geçici istikrar gücü” kurulmasını öngörüyor. Bu güç, Mısır ve İsrail’le yakın koordinasyon içinde sınırların denetimi, güvenliğin sağlanması ve silahsızlandırma görevlerini üstlenecek.

Rusya’nın tasarısı

Yedi maddelik Rus tasarısı ise Gazze’de ateşkes ve rehine takası sürecini memnuniyetle karşılıyor ve BM Genel Sekreteri’nden “Gazze’de istikrar gücü seçeneklerine ilişkin acil rapor” talep ediyor. Ayrıca Gazze’de demografik veya bölgesel değişiklik girişimlerini reddediyor; iki devletli çözüm ve Gazze–Batı Şeria bütünlüğünün korunmasını vurguluyor.

Rusya, BM’nin “hesap verebilirlik ve gözetim” rolünü güçlendirmesi gerektiğini savunarak ABD metninin temel BM kararlarına yeterince dayanmadığını öne sürdü.


Gizli belgelerde Batı’yı kararsız bırakan seçimin 30. yıldönümü: Zerval’ın Cezayir zaferi

Eski Cezayir Cumhurbaşkanı Liamin Zeval, 1997 parlamento seçimlerinde oyunu kullanıyor (AFP)
Eski Cezayir Cumhurbaşkanı Liamin Zeval, 1997 parlamento seçimlerinde oyunu kullanıyor (AFP)
TT

Gizli belgelerde Batı’yı kararsız bırakan seçimin 30. yıldönümü: Zerval’ın Cezayir zaferi

Eski Cezayir Cumhurbaşkanı Liamin Zeval, 1997 parlamento seçimlerinde oyunu kullanıyor (AFP)
Eski Cezayir Cumhurbaşkanı Liamin Zeval, 1997 parlamento seçimlerinde oyunu kullanıyor (AFP)

Bugün, Liamin Zerval’ın Cezayir’de Cumhurbaşkanlık seçimlerini kazanmasının 30. yıldönümü. 1991’de Kurtuluş Cephesi’nin kazandığı seçimlerin iptalinin ardından yaşanan krizin ardından, Zerval’ın sandığa gitme kararı Cezayir siyasetinde bir dönüm noktası oldu. O dönemde muhalifler, ordu destekli yönetimin halk desteğinden yoksun olduğunu belirtiyordu. Zerval ise bu argümanı ortadan kaldırdı.

Bu karar büyük bir risk içeriyordu. Kan gölüne dönen Cezayir’de silahlı gruplar oy kullanacakları tehdit ediyor, ana muhalefet partileri ise seçimleri boykot çağrısıyla sabote etmeye çalışıyordu. Buna rağmen Zerval meydan okudu. Cumhurbaşkanlığı kazan sürpriz olmasa da, halkın tehditlere rağmen sandığa gitmesi ve yüksek katılım sağlaması büyük bir sürprizdi. Bu, “terör korkusunu” yıkmak anlamına geliyordu.

Zerval, böylece Cezayir yönetimine bir tür “meşruiyet” kazandırarak terör dönemini sona ermeye başladı. Ertesi yıl düzenlenen parlamento seçimleriyle 1991’de iptal edilen seçimlerin etkisi tamamen silindi. Ordu, silahlı grupları yenilgiye uğrattı ve çoğu, Zerval’ın halefi Buteflika’nın 1999’da çıkardığı af yasasından yararlandı.

Bugün genç kuşaklar, 1990’ların kanlı dönemini ve Zerval’ın seçim zaferinin önemini hatırlamayabilir. “Şarku’l Avsat”, İngiltere Ulusal Arşivi’nden ortaya çıkan belgeler ışığında, 1995 Kasım’ında Zerval’ın zaferini mercek altına alıyor.

de
1995 Cezayir seçimlerinin sonuçlarına ilişkin İngiliz belgesinin bir kopyası (Şarku’l Avsat)

Gizli belgeler, Zerval’ın zaferinin Batı’da kafa karışıklığı yarattığını gösteriyor. Fransa, resmi olarak “tebrik” mesajı göndermekten kaçındı; İngiltere ise Kraliçe II. Elizabeth’in mesaj göndermesini uygun bulmadı, ancak Başbakan bir tebrik iletecekti.

17 Kasım 1995 tarihli bir İngiliz belgesine göre, Zerval oyların %61,34’ünü alarak kesin bir zafer kazandı. Belgede, üç yıldır süren terör ve baskıya rağmen katılımın %75 ile beklentilerin çok üzerinde gerçekleştiği belirtiliyor. Katılım özellikle kadınlar ve gençler arasında yüksekti; bu da yönetim için açık bir mesaj taşıyordu: “Sessiz çoğunluk, laik bir devlette barış içinde yaşamak istiyor.”

Rakip aday Mahfuz Nahnah ise oyların yalnızca %25,38’ini alabildi; yani seçmenlerin büyük çoğunluğu İslami yönetimi reddetti. Ana muhalefet partilerinin boykot çağrısı işe yaramadı; aksine, rejim bu durumdan fayda sağladı. Seçimin meşruiyeti beklenenden daha güçlüydü ve boykot eden partiler uzlaşma mesajları verdi.

Seçimlerin güvenli ve düzenli geçmesi için geniş çaplı askeri ve polis önlemleri alındı. Bazıları seçimlere hile karıştırıldığını iddia etse de, belgeler sürecin dürüst ve şeffaf olduğunu, sonuçların teknik olarak doğru olduğunu gösteriyor. Ancak analistler, Zerval’ın askeri desteğin gölgesinden çıkıp çıkamayacağı konusunda temkinliydi.

Belgeler göre , Zerval’ın hem diyalog hem de terörle mücadeleye dayalı ikili politikayı sürdüreceğini, ancak önceliğinin terörle mücadele olacak. 1996 parlamento seçimleri, boykot eden muhalefet için bir teşvik unsuru olabilirdi, ancak İslami Kurtuluş Cephesi’nin yeniden rehabilitasyonu uzak durdu. Uzun vadeli istikrar konusunda sosyal ve ekonomik sorunların çözülmemiş olması endişe yarattı.

Uluslararası tepkiler “temkinli iyimserlik” şeklindeydi. Avrupa Birliği, yüksek katılım ve şiddetsiz seçimlerden memnundu ve reform programlarına desteğini sürdürmeyi planlıyordu.

Fransa, resmi olarak ılımlı bir tepki verdi; Chirac mesaj gönderecek, ama “tebrik” kelimesini kullanmayacaktı. Özel olarak, Fransız hükümeti sonuçtan memnundu; yüksek katılım, İslami Kurtuluş Cephesi ve Sosyalist Güçler Cephesi’ni zayıflatmıştı.

İngiltere başbakanı tebrik mesajında siyasi diyaloğa başlama isteği ve İngiliz şirketlerinin (BP’nin milyar dolarlık ihaleye girmesi) çıkarlarına değindi. Kraliçe’nin mesaj göndermesi ise askeri rejimin sicili nedeniyle uygun görülmedi.

Zerval’ın 30 yıl önceki zaferi, Cezayir’de terör korkusunu aşan bir halk iradesinin simgesi olarak tarihe geçti.