Lübnan'daki Sünniler bir dizi ‘Nekbe’ labirentinde

Lübnan’lı Sünniler çökmekte olan ülkede en kötü zamanlarını yaşıyorlar

Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
TT

Lübnan'daki Sünniler bir dizi ‘Nekbe’ labirentinde

Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale
Fotoğraf: Sara Gironi Carnevale

Faruk İtani - Muhammed Ebi Semra

Lübnan’da siyasi bölünmüşlük, devlet kurumlarının parçalanması, finansal ve ekonomik çöküş devam ederken, Lübnan’da Sünnilerin en kötü günlerini yaşıyor olması şu anda ortak bir nokta.

Ülkedeki kimlik eksenli kesimlerin siyaset ve güvenliğe yönelik hedeflerinin çatışması “milli birlik” olgusunun bir hayale dönüşmesine yol açtı.   

Gerçek şu ki, ülkedeki gruplar, Lübnan'a bağlılıkları ve buradaki rolleri nedeniyle, kırılgan çağdaş Lübnan devletinin ortaya çıkışından (1920) bu yana farklı anlatılar ve yönelimler yarattılar. Lübnan'daki iç savaşı (1975-1990) durduran Taif Anlaşması'ndan (1989) önce, bu eşitsizliklerden bahsederken keskin ifadeler yaygındı. Savaşın başında merhum Menah es-Sulh (1928-2014) tarafından formüle edilen Siyasi Marunizm, ardından Taif'ten sonra medyada ve kamusal siyasi hayatta kutsallaşan Sünni ve Şii siyasal hareketleri.

sef
Yaser Arafat, 1982'deki İsrail işgali sırasında Beyrut'taki Filistin bölgelerini teftiş ederken (Getty Images)

Maruniler ve diğerleri kendilerini ‘Lübnan fikrinin’ ortaya çıkışının ve bağımsız Lübnan siyasi varlığı ve devletinin (Arap ülkeleri ve Arapçılıktan gelen ve üstü kapalı olarak Batı ile yakın bir bağ kurmayı arzulayan) kurulmasının öncüleri olarak görüyorlar. Sünni siyasi hareket ise kendisini ve diğerlerini, Lübnan'daki Arapların ve Arapçılığın, özellikle de hareketli Nasırcı döneminde (1956-1967) ve Yaser Arafat (1968-1982) liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) tarafından temsil edilen Filistin dönemindeki Arapların bir uzantısı olarak görüyor. Cemal Abdunnasır öldüğünde (1970) Lübnan Sünnilerinin kendilerini yetim hissettikleri sıklıkla söylenir. Ancak ‘Lübnan'daki Sünni Ordu’ olduğu söylenmeye başlanan silahlı Filistin direniş hareketinin ortaya çıkmasıyla bu yetimliği hızla telafi ettiler. Ancak, İsrail ordusunun 1982 yazında Yaser Arafat'ı Beyrut'tan tahliye etmesinden sonra, o yetim Sünni duygusu, halkına karşı daha da rahatsız edici bir hale geldi. birçok kişinin Sünnilerin, 1975-1976 yılları arasında iki yıllık savaşın ortasında, Lübnan Kuvvetleri ve kurucusu Beşir Cemayel (1947-1982) dönemindeki Marunilere kıyasla savaşçı bir asabiyete sahip olmadığını söylemesi bunu kanıtlanıyor. Aynı zamanda, 1985 yılında resmen kurulan “sürekli savaş partisi” Şii Hizbullah ile karşılaştırıldığında da aynı durum geçerlidir. Taif anlaşmasıyla başlayan barış döneminde inşa ettiği siyasi liderlik sayesinde Lübnan’ı Esed’in vesayetinden kurtaran Hariri 2005'te suikasta uğrayıncaya kadar bu dengeleri gözetti.

Lübnanlı Sünniler neden en kötü günlerini yaşayan diğer gruplar arasında yalnız olduklarını düşünüyor ve hissediyorlar?

Siyasal Şiilik ise 1974 yılında Şii İmam Musa Sadr tarafından kurulan ve Lübnan devletinde ötekileştirilmiş Şiilerin haklarını talep eden ‘Mahrumlar Hareketi (Hareketu’l Mahrumin) ortaya çıkmasıyla doğdu. Sadr, Suriye rejimi lideri Hafız Esed'in himayesinde, mahrumları için bir askeri örgüt kurdu. O zamanlar ‘sefalet kuşağı’ olarak adlandırılan bu köylerde ve Beyrut'un eteklerinde Şii genç erkek çocuklarının katıldığı silahlı Filistin örgütlerinin kontrolünü ele aldı. İsrail ordusunun Lübnan'ı işgal edip Beyrut'a ulaşmasının ardından, İran-Humeyni-Suriye-Esedçilerin ortak sponsorluğunda, Emel’in rahminden ‘Hizbullah’ doğdu.

Haririler ve Hizbullah

Lübnan ve Arap doğusunun mevcut koşulları altında -ki bu koşullar, çökmüş ve diktatörlükle yönetilmiş devletlerin yıkılmasına ve neredeyse ortadan kaybolmasına, anlamsız iç savaşlarla yıkılan topluluklara, İsrail'in Gazze'yi yıkmasına ve binlerce sakinini öldürmesine ve 2,5 milyon Filistinliyi yeni bir Nekbe’ye sürükleyecek şekilde işgal etmesine, Lübnan'ı ise Hizbullah’ın 2006 Temmuz savaşı kadar şiddetli bir savaşla tehdit etmesine kadar hiç bu kadar kötü olmamıştı -bu karanlık koşullar altında, Lübnanlı Sünniler neden kendilerini diğer kesimler arasında yalnız hissederek en kötü günlerini yaşadıklarını düşünüyorlar? Gerçekte duyguları nasıldır, kendilerini nasıl görüyorlar ve bu duyguları nasıl ifade ediyorlar?

wer
Refik Hariri, yanında Hasan Nasrallah ile 25 Mayıs 2001'de (Archives)

Beyrut'taki farklı Sünni gruplardan, çevrelerden, sınıflardan ve nesillerden insanların ifadelerine dayanan bu araştırma raporunda, karanlığın kafa karışıklığını ve hezeyanı doğurduğu böylesi bir ortamda, kamuoyunun ve kamuoyunun duygularının belirli bir grup üzerinde nasıl yaratıldığını, yayıldığını ve hakimiyet altına alındığını doğru bir şekilde anlamanın zorluğuna işaret ederek başlamak gerekiyor.

Al-Majalla’nın Beyrutlularla yaptığı görüşmelerde, yaygın Sünni görüşlerinin örnekleri var. Bu görüşlerin ortak noktası, kötü koşulların varlığına ve eski Başbakan Saad Hariri'nin ve ondan önce Hizbullah’ın bu durumdan sorumlu tutulmasıdır. Ayrıca, bölgesel ve uluslararası koşullar gibi dış koşullarla da bağlantılı başka nedenler de var. Hatta bazıları ‘Sünnilerin başına gelen felaketin’ bir açıklaması olarak öte dünyaya işaret ediyor. Bu, görüş bildirenlerin çoğunun üniversite eğitimi almış veya alıyor olmasına rağmen geçerlidir.

‘Kurtuluş’, katkısına rağmen direnişin özgürleşmesinden ziyade İsrail'in güneyden çekilmesiydi.

‘Metavle’ lekesi ve ‘Kurtuluş’ onuru

Beyrut'un Bastâ mahallesinden yaşlı bir Beyrutlu, eski evinin önündeki kaldırımda nargilesini içerken, Hizbullah’ın doğuşu ve güçlenmesinden önce Sünnilerin, Lübnan’ın güneyindeki Şiilere Metavle adını verdiklerini anlattı. Nasıl olur da yaklaşık 20 yıldır kayıp olan Genel Sekreteri tarafından atanan milletvekilleri ve bakanlar dışında hiçbir üyesi görünmeyen, televizyonda yayınlanan heyecan verici bir görüntüye dönüşen gizli bir parti, ulaşmış olduğu gizemli güç ve insanlara korku yayma düzeyine ulaşabilir? Bunu, iddia ettiği ve insanlara aşıladığı bir sultanlığa boyun eğme ve alçaklık olmasaydı başarabilir miydi? diye sordu.

Bastalı kişi, Metavle isminin Güney'deki Şiileri geri kalmış, aşağılık ve utanç verici olarak damgaladığını ve aşiretler arası intikamlarıyla ünlü Baalbek aşiretini kapsamadığını ekledi. Daha sonra, Metavle ismi, Beyrut'u işgal etmesi, Sünni Murabitun örgütünü tasfiye etmesi ve 1980'lerde Filistin kamplarına savaş ilan etmesi nedeniyle Beyrutlular arasından dışlanan ‘Emel’ Hareketi’ ile sınırlı kaldı.

Beyrut Amerikan Üniversitesi mezunu ve gençliğinde Filistin Kurtuluş Örgütü Öğrencileri Tugayları’nda yer alan 60 yaşındaki başka bir Beyrutluya göre, Beyrutlu Sünniler, Hizbullah’ın, fitneden uzaklaşmasını ve ‘kurtuluş teolojisine’ yaklaşmasını, yani Güney Lübnan'daki İsrail işgaline direnişini takdir ettiler.    

defr
2000 yılının Mayıs ayında İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesinin ardından Hizbullah gösterisi (Open Source)

Hizbullah'ta Sünni havasının yükseldiği ilk an, Refik Hariri'nin İsrail'in ‘Gazap Üzümleri’ operasyonunun ardından Nisan 1996 Mutabakatını sonuçlandırmasıydı. Ardından 2000 yılının Mayıs ayının sonlarında ‘Kurtuluş’ olarak adlandırılan andı. Burad yaygın bir Beyrut atasözüne değinmeden olmaz: “Misafirliğe davet edildiysen, gözlerini kırpmadan ve korkmadan ye.” Bu, Hizbullah’ın davranışını ve işgal karşıtı direnişinden dolayı kazandığı desteği nasıl kullandığının bir teşhisi aslında… ‘Kurtuluş’, direnişin katkısına rağmen, İsrail'in Güney'den püskürtülmesinden daha çok bir İsrail’in zaten önceden planladığı çekilme kararının uygulanmasıydı. Hizbullah bunu kendi adına sahiplendi ve onu özel bir anlatı haline getirdi. Aynı kişi, Hizbullah’ın her zaman Lübnanlılara ve Araplara şunu söylediğini belirtti: "Sizin onurunuz ve haysiyetiniz benim. Eğer ben ve Humeyni'nin İran'ı olmasaydı, şerefsiz, haysiyetsiz, aşağılanma içinde işgal altında sonsuza kadar yaşayacaktınız."

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, kurtuluştan sonra, Beyrut'un Sünni mahallesi Tariku’l Cedid’de bulunan Arap Beyrut Üniversitesi'nde Cemal Abdunnasır Salonu'nda bir konuşma yaptı. Üniversitenin aynı binasında bulunan el-Huri Camii'nin eski imamı tarafından aktarılan bilgilere göre, birçok Sünni cübbe giyen kişi ayağa kalkarak Nasrallah'ı selamladı ve onu kurtuluş lideri, Cemal Abdunnasır'ın halefi olarak ilan etti. Bu ziyaretleri ve tebrikleri, Hizbullah’ın kalesi olan Beyrut'un güney banliyösüne yönelik Sünni ziyaretleri ve tebrikleri izledi. Hizbullah, ziyaretçilerine ve partisinin zaferini kutlayanlara büyük özen, ilgi, bakım ve gıda ve mali destek sağladı. Hatta, Mücahitler (Sünni Mücahitler örgütünü temsilen, daha önce Emel Hareketi tarafından tasfiye edilmiş) adlı Beyrut'un en önemli derneklerinden birinin başkanı, İran'ı ziyaret davetini kabul etti. Bu, Filistinli ve Lübnanlı birçok heyetin, Filistin Kurtuluş Örgütü ve Oslo Anlaşması'na olan bağlılığını İran ve Suriye'ye olan bağlılıkla değiştirdiğini gösterdi.

Lübnan'daki Sünniler hükümete etkin katılımdan çekildiler ve diğer mezhepler gibi arkasında durabilecekleri etkili bir liderliği kaybettiler.

Sünni Nekbeleri

2000 yılında Güney Lübnan'ın özgürleştirilmesinden sonra pek çok hızlı ve fırtınalı olay meydana geldi. Bunlar Beyrut kamuoyunun geniş bir kısmının hafızasında hâlâ taze. Huri Camii imamı bunları ‘Sünni Arapların başına gelen nekbeler’ olarak değerlendiriyor. Emekli imamın bu terimi (Sünni Araplar, bu terim Lübnan'da yaygın değil) Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesinden sonra Sünni ve Şii Araplar tarafından söylenmeye başlaması, Irak'ta duyduğu veya okuduğu haberlerden türetmiş olması muhtemel: İmam bu nekbeleri şöyle dile getirdi:

ABD’nin Irak’ı işgal etmesi (2003).

Uluslararası Mahkeme'nin kararına göre Refik Hariri'ye Hizbullah suikastı (2005).

2006 Temmuz/Ağustos'unda İsrail ve Hizbullah arasında gerçekleşen ve emekli Sünni imamının ‘Eğer bilseydim’ savaşı olarak adlandırdığı savaş. Savaştan sonra, Hizbullah Genel Sekreteri, Lübnanlılara ve halkına, İsrail'in savaşta ısrarcı olacağını ve yaptıklarını yapacağını önceden bilseydi o yıkıcı savaşa girişmeyeceğini söyledi.

Beyrut Amerikan Üniversitesi'nden mezun olan eski el-Fetih üyesine göre, Nasrallah ve mezhebinin kitleleri bu savaşın mali, manevi ve medya getirilerini elde etti ve böylece Suriye rejiminin Lübnan'daki rolünü devraldı. Emekli İmam, 14 Mart Hareketi'nin birçok sembolüne sahip olan bir dizi suikast ve Şii ikilinin 7 Mayıs 2008'de Beyrut'u işgalini Lübnan'daki Sünnilerin yaşadığı ‘nekbelere’ ekledi.

cdefr
Emel hareketine mensup silahlı adamlar 7 Mayıs 2008'de Beyrut'ta bir sokakta (AFP)

Bu olayların peş peşe gelmesinin ardından, Refik Hariri'nin projesini 15 yıldan fazla bir süre boyunca destekleyen ve oğlu ve varisi Saad Hariri'ye kızan son Beyrutluya göre, ‘Sünni ihtişamı’ için geri sayım başladı. Refik Hariri'nin ölümünden sonra Lübnan'daki Sünniler durgunluk ve bekleyiş içinde yaşamaya başladılar. Ta ki Arap Baharı sırasında, özellikle Suriye halk ayaklanmasında bir umut anı gelene kadar. Ancak anlatıcıya göre bu umut, Hariri'nin varisi Saad Hariri'nin siyasetten uzaklaşması ve eğlence gezilerine çıkmasında açıkça görülen hayal kırıklığına yol açan bir yanılsamayı ortaya çıkardı. Oradan Süleyman Franciyye'ye cumhurbaşkanlığına atanması için yalvararak döndü. Ancak, müttefiki ve sponsoru Hizbullah’la birlikte onun körpe etini kemiren ve onu bir kemik gibi çöpe atan Mişel Avn'ın yerini almasına kısa sürede razı oldu. İflas etmiş durumda, kaçmaktan ve seçmenlerine ve bölgesel destekçilerine karşı sorumluluklarından kaçmaktan başka seçeneği yok.

Böylece Saad Hariri, Lübnan'daki Hariri’nin siyaset hikayesini sona erdirdi. Sünnileri, Lübnan'daki siyasi ve toplumsal bölünmeyi derinleştiren ve Lübnan'ı siyasi, mali ve ekonomik iflasın uç noktalarına getiren Şii siyasi yükselişine, askeri gücüne ve siyasi hakimiyetine karşı yenilenmiş bir yetim ve aşağılık duygusuyla baş başa bıraktı.

Beyrut'un Burc Ebi Haydar semtinde bulunan ‘Abhaşlar’ Hayır Derneğine ait bir caminin yakınında küçük bir dükkan sahibi olan 55 yaşındaki Beyrutlu, bu grubun tek başına İran'ın Veliyy-i Fakih Partisi ve Beşşar Esed rejimine bağlı kaldığını düşünüyor. Cemaat-i İslam (Lübnan'daki Müslüman Kardeşler) ise Sünnilerin, Hizbullah’tan duyduğu tiksintiyi göz önünde bulundurmakla, onunla ilişkisini korumak arasında gidip geliyor. Anlatıcı, Hizbullah’ın da taşradaki Sünnileri hedef aldığını ve bazılarının ‘Direniş Tugayları’ olarak bilinen, Sünni mahallelerde ve köylerde yaşayan mütevazı halk kesimlerinden oluşan gençlik gruplarına katıldığını ekledi.

Lübnan'daki Sünniler, fiili olarak yönetimde yer almaktan çıktılar ve diğer Lübnanlı cemaatler gibi arkalarında saf tutabilecekleri etkili liderlerini kaybettiler. Bu durum, eğitim, sağlık ve diğer birlik, aile dernekleri ve belediyeler gibi hizmet kurumlarına da sıçradı. Beyrutlu eski Emel üyesine göre, son Lübnan parlamento seçimlerinin sonuçları da bunu en açık şekilde ifade ediyor. Ayrıca, son Aksa Tufanı’ndan ve iki günlük ‘zafer coşkusundan’ sonra, Sünni çevrelerde Hizbullah’a yönelen ve ‘saha birliği’ sözü ve ‘çatışma kurallarına’ uyma konusundaki disipliniyle alay eden sorular sormaya başlandı. Ancak, Sünniler ve tüm Lübnan'ın bu trajedi-komedide bocaladığı, Hamas’ın ani operasyonunun Gazze'yi kan gölüne çevirdiği bir durumda, bu alaycılığın ne faydası var? diye sordu.

Günümüzde sıradan Lübnanlıların genel durumu: Lübnan'dan kaçmayı istemek veya karanlık sefalete çare olarak ötenazi

"Ölmem için dua et"

50 yaşında, dul ve bağımsız bir uzman ve araştırmacı olarak sivil toplum örgütlerinde çalışan Beyrutlu bir kadın, Beyrut'taki hayatından sık sık şikayet ediyor ve oradan ayrılmak istiyor. Sabah saat 10'da engelli ve yaşlı ebeveynlerinin yaşadığı Beyrut'un güney banliyösünde bulunan Tayyuna semtine arabasıyla giderken bir olayla karşılaşan kadın olayı şöyle anlattı: “Sokak ortasında park etmiş bir arabaya rastladım. Arkasında durup beklemek zorunda kaldım. Arabanın arkasındaki bekleme süresi uzayınca, arabamdan inip durumu kontrol etmek için dışarı çıktım. Aniden park halindeki arabadan elinde silah taşıyan bir adam çıktı. Silahı bana doğru doğrultup birkaç el ateş etti.”

Görüntünün kendisini dehşete düşürdüğünü ve bayıldığını söyleyen kadın, “Bir süre sonra, etrafımda toplanan adamlardan biri arabamı kenara çektiğini ve park ettiğini fark ettim. Hezeyan gibi görünen bir halde titreyerek: "Hayır, hayır, bundan sonra buraya gelmeyeceğim... Annem ve babam şimdi ölse, Avustralya'ya göçerim" dedim. Etrafındakilerin onu sakinleştirmediğini hatta onlardan birinin ona sitem ederek şöyle dediğini ifade etti: "Kendine gel hanımefendi. Buradasın, bu mahallede. Bu mahalle senin de ve başkalarının da başı üstünde."

scedf
Hizbullah üyeleri, savaşçılarından birinin cenaze töreni sırasında (EPA)

Beyrut Amerikan Üniversitesi'nde okuyan bir öğrenci, şunları anlattı: "Üniversiteden Beyrut'un Ra's Beyrut semtinden, Beyrut'un Burbur semtinde bulunan evime giden bir taksideydim. Saat gecenin ilk yarısıydı. Lehçesinden Beyrutlu olduğunu anladığım taksiciden evime kadar gitmek için karanlık bir ara sokağa girmesini rica ettim. Taksici, ricamı yerine getirdi ve tesettürlü ve dindar biri olduğum için benden, ona dua etmemi istedi. Ne için dua etmemi istediğini sorduğumda şöyle dedi: " Ölmem için dua et."

Bu iki hikâye; Lübnan'daki Sünnilerin durumuna ilişkin değil, genel olarak sıradan Lübnanlıların bugünkü durumuna ilişkin iki nihai tanıklık. Lübnan'dan kaçmak ya da ülkede beliren karanlık sefalete çare olarak ötenazi yaptırmak istiyorlar.

Taif Anlaşması’nın uygulanması Sünnilerin durumunu iyileştirmiyor çünkü Hizbullah ve onun Avncı yandaşları ona karşı isyan etmeyi kolay buluyor. Ömer el-Medvar (İslami ilimler mezunu)

Sünni aynada Şiiler

53 yaşındaki Ömer el-Medvar (Beyrut Sünni, özel bir şirkette çalışan ve Beyrut'ta özel bir üniversitenin İslami ilimler mezunu) Lübnan'daki Sünnilerin durumunun ‘üzücü’ olduğunu söyledi. Medvar, “Çoğunun eğitimli olduğu doğru ama siyasi vizyonları yok” dedi. O, Lübnan'daki iki ana etnik grup olan Maruni ve Şii'nin, Lübnan'ın farklı bölgelerinde (Şiiler için güney, Bekaa ve Beyrut'un güney banliyösü; Hristiyanlar için Lübnan dağları ve Beyrut) yayılmasının, her iki grubun da birbirlerini destekleyebilecekleri ve hareket edebilecekleri bağlantılı alanlar bulmalarını sağladığını düşünüyor. Öte yandan, Sünnilerin (sahil şehirleri, Akkar, Hermel ve Arkub bölgeleri) dağılmış ve bağlantısız bir şekilde yayıldığı coğrafi ve demografik dağılımının, Sünnilere birbirlerini destekleyebilecekleri ve hareket edebilecekleri alanlar sağlamadığını söyledi. Bu nedenle, Sünni bölgeleri birbirinden ayrıldığını daha sonra devlet kavramına (genişletilmiş, Batılı, Arap ve İslam imparatorluk milleti) bağlı kaldığını ifade etti.

Medvar'a göre Sünnilerin, devlet idari kurumlarında güçsüzleştirilmesi ve bu güçsüzleştirmeye sessiz kalması Lübnan'daki Sünnilerin ‘bedbaht’ durumunu kanıtlıyor. Sanki İsa Mesih'in "Sana sağ yanağını vuran kişiye sol yanağını da dön" sözlerine uyuyorlarmış gibi göründüğünü ifade etti. Medvar, Sünnilerin ‘doğal olarak barışçıl olduklarını, istikrarlı ve huzurlu aile hayatını sevdiklerini’ söyledi. Medvar, bunu ‘Şii cemaatinin çocuklarına kıyasla bedenlerinde canlılık, saldırganlık ve adrenalin eksikliğine’ bağladı. Şiiler, 1950'lerde yoksul Güney'den Beyrut'a göç etmeye başladıkları ve geçim, iş ve çocuklarının eğitimi için şehre sığındıklarından beri sürekli bir patlama yaşıyorlar" dedi.

rfg
Musa Sadr'ın 2008’de kaybolmasının yıldönümünde Emel tarafından gerçekleştirilen gösteri (Reuters)

Medvar, birbirini izleyen Şii nesillerin deneyimlerinin ‘onlar için sert ve acı’ olduğunu düşünüyor. Ancak bu onlara başkalarının erişemeyeceği deneyimler kazandırdı: “Arap ve sol partilere katılımlarından, Filistin örgütlerinin yanında silah taşımalarına ve Musa Sadr'ın çağrısına verdikleri yanıta kadar: Silahlar erkeklerin süsüdür. Lübnanlı Şii kimliği altüst eden, toplumsal canlılığını saldırganlığa dönüştüren ve askeri açıdan örgütleyen Hizbullah'a dahil olmaları dramatik bir şekilde değişti. Bu dönüşümü yorumlarken Medvar, “Şii Humeyni'nin İran'ı, Lübnan evrensel Şiiliğine yeni ve eşi görülmemiş bir unsur getirdi: Şii dini cihadı. Bu, takva ve Kerbela matemlerini örgütlü ve silahlı şiddete dönüştürdü. Filistin davasını kullanarak ve onu tüm dünyadaki mazlum Şiilerin davası haline getirdi. Husilerin Yemen'de yaptıklarına bakın, oradan bağırıyorlar: İsrail'e ölüm, Amerika'ya ölüm” dedi.

Medvar'a göre Sünni cihatçı örgütler, Sünniler için bir felaketti ve İran, Sünni İslam'ın dünyadaki imajını çarpıtmak için bunların oluşmasına katkıda bulundu. Lübnan hapishaneleri, Ahmed el-Asir (silahlı bir örgüt kuran Sünni bir şeyh) ve onun saf sözlerini tekrarlayan saf takipçileri gibi insanlarla dolu. Bu, yıllardır yargılanmadan hapishanelerde tutulan Sünni selefi ve cihatçı gençleri gösteriyor. Öte yandan, Hizbullah'ın Ortadoğu'ya ve hatta Yemen'e kadar yayılan ve kendilerini varoluşun efendileri olarak gören yarı kutsal savaşçıları var.

Ancak, Medvar’a göre, Refik Hariri dönemindeki devlet idari kurumlarındaki Sünni memurlar için, Başkan Emile Lahoud (1998-2007) döneminde, Hariri'nin Beyrut'un merkezini yeniden inşa etme projesini engelleyen bir yolsuzluk dosyası hazırlandı. Burada, anlatımcı, baba ve oğul Hariri'nin ve onlarla birlikteki Sünnilerin davranışını açıklamak için bir atasözü kullandı: "Hem üzerlerine yıkılacak duvarın dibinden yürüyorlar hem de Allah’ım bizi koru diye dua ediyorlar!”

Lübnanlı Sünni siyasetçiler hem yozlaşmış haldeler hem de neden bu haldeyiz diye yakınıyorlar.

Ömer Medvar'a göre, Taif Anlaşması’nın uygulanması, Sünnilerin durumunu iyileştirmez. Çünkü Hizbullah ve onun Avncı takipçileri, istedikleri zaman anlaşmadan kolayca geri çekiliyorlar. Medvar, "Lübnan'daki Sünniler için çözüm, yürütme gücünün başı (Sünnilerin payına düşen başbakanlık) görev süresinin sabitlenmesidir. Bu, Maruni cumhurbaşkanının ve Şii meclis başkanının görev sürelerinin belirlenmesine benzer” diyerek sözlerini tamamladı. Medvar, ‘Hizbullah'ın gelecek aşamada, kendisine tamamen bağlı bir Sünni başbakan atamaya devam edeceğini’ söyledi. Ayrıca, "Filistin meselesi bile İran rejimi tarafından Arap dünyasından çalındı ​​ve bunu Hz. Hüseyin’in Kerbela’daki cihat meselesi haline getirdiler.

cdefrg
Cemaat-i İslam ve Hamas destekçileri 29 Ekim'de Gazze'yle dayanışma gösterisi yapıyor. (Reuters)

 

Sünniler de dahil olmak üzere Lübnanlılar arasındaki itibar kaybı ve narsisizm, durumlarının kötüleşmesinin ana nedenidir. Muhammed Dena (üniversite mezunu)

Hızlı tanıklıklar

Beyrutlu bir halk otobüsü şoförü, Beyrutlu yolcularının genellikle ücret ödemeden önce şikâyet etmeye başladığını anlattı. Onlarla iletişim kurar ve onları memnun etmeye çalışır, ancak aynı zamanda şikayetlerinin ücret indirimi için bir ön hazırlık olabileceğinden de endişelenir. Yolcularının durumunu şu şekilde tanımladı: Kızlar ve genç kadınlar sessiz kalır ve erkeklerden korkarak otururlar. Yaşlı kadınlar ve ev hanımları, gıda fiyatlarının yüksekliği, elektrik jeneratörü aboneliğinin maliyeti ve Sünni siyasetçilerden şikâyet etmekten asla vazgeçmezler. Şikâyet etmeye başlayan yolculardan genellikle kendini izole eder ve sıradan insanların şikayetlerine katılmaktan kaçınır.

Hızlı tanıklarda, gençler ve genç kadınlar arasında göç etme arzusundan sıklıkla bahsediliyor. Fervan Saydani (bir genç kız ve sahibi Abdurrahim Murad olan Lübnan Uluslararası Üniversitesi'nde (LIU) öğrenci ve Eşrefiye'de bir kadın giyim mağazasında çalışan bir memur), Lübnan'daki maddi ve yaşam koşullarının özellikle Sünniler için umutsuzluk, boğulma ve umutsuzluğa yol açtığını düşünüyor. Kamu idarelerinde iş bulma olasılığı neredeyse imkânsız hale geldi, maaşlar çok düşük olsa da elektrik jeneratörü masraflarını karşılamıyor. Üniversite eğitimini tamamladıktan sonra Avrupa'ya göç etmeyi veya Körfez'de çalışmaya gitmeyi umuyor.

Ömer Tenbakci (33 yaşında, boşanmış) Yüksek mesleki diploması ona uygun bir iş sağlamadı. Bu yüzden motosikletle restoranlardan evlere yemek dağıtmaya çalışıyor. Biri otizmli olan iki küçük oğlunun sorumluluğunu taşıyor. Lübnan'daki Sünnilerin perişan durumundan şikâyet ediyor, ‘çünkü onlar Allah'ı unuttu, O da onları unuttu.’ Oğlunu tedavi edebilmek için Kanada'ya göç etmeye çalışıyor.

rth
 Beyrut'ta bir sokakta Ebu Ubeyde’nin resmi (Open Source)

Muhammad Dena (40 yaşında) Hariri Üniversitesi'nden mezun oldu ve bir İngiliz üniversitesinde İşletme alanında yüksek lisans derecesine sahip. Kanada'ya göç etti ve siber güvenlik alanında araştırmacı olarak çalıştı. Kendisiyle WhatsApp üzerinden yaptığı telefon görüşmesinde, ‘Lübnanlılar ve Sünniler arasındaki itibar kaybı ve narsisizmin, durumlarının kötüleşmesinin temel nedeni olduğunu’ değerlendirdi. Ancak bu nedeni hızla unutup Lübnan'daki Sünnilerin kötüleşen koşullarını İran ve Hizbullah'a bağladı. Daha sonra iki sürgünde yaşadığını söyledi: “Göç etmeden önce Beyrut'ta bir sürgün ve şu anda Kanada'da Beyrut'ta bir sürgün.”

Beyrut'taki Saint Joseph Üniversitesi (Cizvit) mezun 35 yaşında İmad Şukeyr, “Ancak bugün Beyrut Arap Üniversitesi mezunu Filistin asıllı eşiyle birlikte Trablus'ta yaşıyor. Hizbullah üyelerinin sık sık taciz ve tacizine maruz kalması nedeniyle orada yaşayamayınca, ailesinin Beyrut mahallesi Msaytbeh'i terk ederek Trablus'a gitti. Hamas'ın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu’ndan yaklaşık bir hafta önce şunları söyledi: “Lübnan'daki Sünnilerle Arapların sorunu yakın zamanda çözülecek. On yıl sonra tufan olacak, yer sarsılacak ve Süfyani bizim intikamımızı almak için ortaya çıkacak. Hamas operasyonundan sonra bu soruşturmanın yazarıyla temasa geçerek ona ‘tufan’ kelimesini ve kehanetinin geçerliliğini hatırlattı.

* Bu özel haber Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden tercüme edilmiştir.



600 günlük savaştan sonra İsrail zafer ilan edemez

İsrailli esirlerin aileleri dün Tel Aviv'de savaşın 600. günü münasebetiyle bir gösteri düzenledi. (Reuters)
İsrailli esirlerin aileleri dün Tel Aviv'de savaşın 600. günü münasebetiyle bir gösteri düzenledi. (Reuters)
TT

600 günlük savaştan sonra İsrail zafer ilan edemez

İsrailli esirlerin aileleri dün Tel Aviv'de savaşın 600. günü münasebetiyle bir gösteri düzenledi. (Reuters)
İsrailli esirlerin aileleri dün Tel Aviv'de savaşın 600. günü münasebetiyle bir gösteri düzenledi. (Reuters)

7 Ekim 2023'te Hamas saldırısıyla başlayan ve sadece Hamas'a değil tüm Gazzelilere yönelik çılgınca bir misillemeyle devam eden savaşın üzerinden 600 gün geçmesine rağmen, Başbakan Binyamin Netanyahu ve bakanları da dahil olmak üzere tüm İsrailliler savaşın hedeflerine ulaşmadığı konusunda hemfikir.

Hamas'ın elinde halen 58 İsrail vatandaşı var ve hareket Gazze Şeridi'nde varlığını sürdürüyor. Gazze Şeridi’nde önemli miktarda silahı olan Hamas, onlarca (bazı tahminlere göre yüzlerce) kilometrelik yeraltı tünelinin kontrolünü elinde tutuyor. Sadece İsrail değil, ABD de Hamas'a bir müzakere ortağı olarak davranıyor.

hyjukı
İsrailli esirlerin aileleri 12 Mayıs'ta Tel Aviv'de gösteri düzenledi. (EPA)

Hamas elbette bu sonucu kutlayamaz. Tüm Gazze Şeridi harap oldu, yaklaşık 60 bin kişi öldürüldü, 120 bin kişi fiziksel olarak yaralandı, 2 milyon kişi psikolojik olarak yaralandı. Hamas kaynaklarının çoğunu, seçkin askeri liderlerini, finans, sağlık, eğitim ve belediye işlerinden sorumlu olanları kaybetti ve bunların çoğu aileleriyle birlikte öldürüldü.

Öte yandan İsrail de zaferden söz edemiyor. Kendisini askeri, istihbari ve bilimsel olarak dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olarak gören İsrail, Hamas gibi küçük bir silahlı hareketle 20 ay süren bir savaşı, son teknoloji yıkım silahlarını, İsrail, Amerikan ve diğer Batı silahlarını kullanmasına rağmen bitiremedi. İsrail aynı zamanda, en son teknolojik teknikleri, uydu gözetlemesini kullandı ve mutlak Amerikan desteğinden yararlandı.

fvghyjuı
Geçtiğimiz pazar günü Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cibaliye'de bombardıman sonucu oluşan yıkım ve duman bulutlarının yanından geçen Filistinliler (AFP)

Savaşta İsrail ve Filistinlilerin kayıplarını karşılaştırmanın bir yolu olmamasına rağmen, İsrail 858'i asker olmak üzere bin 907 kişi kaybetti, 10 binden fazla kişi yaralandı, yaklaşık 130 bin kişi evlerinden oldu ve önemli ölçüde uluslararası izolasyona maruz kaldı. 58 kişi ise halen Hamas tarafından Gazze Şeridi’nde esir tutuluyor.

Ordu Gazze'de gerçekten savaşıyor mu?

Netanyahu, geçtiğimiz nisan ayında tam bir zafer vaat etmiş ve “Tam zafere ulaşmamıza ramak kaldı” demişti. Ardından ordu yönetimini başarısızlıkla suçladı ve kendisinin saldırgan ve cesur bir adam olduğunu vurgulamaya hevesli Eyal Zamir'i Genelkurmay Başkanlığı görevine getirdi.

Zamir, ordunun hareket tarzını ve savaş planlarını daha saldırgan olacak şekilde değiştirme sözü vererek oyuna dahil oldu ve atanmasından iki hafta sonra ateşkesi bozarak savaşı yeniden başlattı. Üç aydır görevde ve bu süre zarfında bombardımanı bir gün bile durdurmadı, yedek ordunun tamamını (450 bin kişi) seferber etmeye karar verdi, Gazze Şeridi'ne beş tümen getirdi ve yıkımı yoğunlaştırmaya başladı.

İsrail ordusu, Gazze Şeridi'nde bildiğimiz anlamda savaşmıyor gibi görünüyor; uzaktan hava, deniz ve kara saldırıları düzenliyor, kitlesel suikastlar gerçekleştiriyor ve ciddi bir çatışmayla karşılaşmıyor. Bu yüzden eski İsrailli generaller bunun ‘savaş için savaş’ olduğunu söylüyor.

ghyjuı
Gazze Şeridi sınırında bir tankın üzerinde oturan İsrail askerleri (AFP)

Gazze Şeridi'nde bulunan yetkililer, ‘bunun gereksiz ve anlamsız bir savaş olduğunu düşündüklerini’ yinelerken, çoğu uzman da ‘asıl amacın Filistinliler için hayatı çekilmez hale getirmek olduğunu, böylece göçün onlar için en iyi çözüm haline geldiğini’ kabul ediyor. Sözde ‘insani’ yardımlar bile insanlık dışı. İnsan hakları değerlendirmeleri bu yardımların amacının ‘insanları aşağılamak ve açlıktan ölmelerini engellemek için canlarını kurtararak kaçmalarını sağlamak’ olduğu sonucuna varıyor.

Ya yerinden etme başarılı olursa?

İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü'nde kıdemli bir araştırmacı olan Udi Dekel, savaşın 600. Günü münasebetiyle İsrail Ulusal Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü podcastinde şu soruyu sordu: “Diyelim ki Gazze Şeridi'nden bir milyon Filistinliyi çıkarmayı başardık ve uluslararası baskıya dayandık. Sonuç ne olur?”

fgtyhu
Yerlerinden edilmiş Filistinliler salı günü Gazze Şeridi'nin güneyindeki Refah'ta ABD destekli bir kuruluştan gıda yardımı alıyor. (AFP)

Dekel, “İşgalciler olarak Gazze Şeridi'nin çamurunda boğulacağız ve Gazze Şeridi'nde kalanları beslemek zorunda kalacağız. Filistinliler bizden daha da nefret edecek ve bizi avlamakla meşgul yalnız kurt hücrelerine dönüşecekler” ifadelerini kullandı.

Dekel, “Filistinlilerin elindeki silahların çoğu İsrail yapımı ve başka silahlar yapma konusunda da uzmanlıkları var. Şimdi liderlikleri parçalanmışken, roketler ve patlayıcılar üretiyorlar” dedi.

Dekel sözlerini şöyle sürdürdü: “600 kanlı ve ölümcül gün geçirdik ama ödenen yüksek bedele değecek hiçbir şey elde edemedik. Bu savaşı yürüten siyasi liderlik başarısızdır. Süreç Filistinlilerin Hamas'a olan nefreti üzerine inşa ediliyorsa, işe yaramayacaktır. Filistinliler zaten Hamas'a kızgın ve onun kendilerine iyi haberler getirdiğini düşünmüyorlar ama İsrail'den daha da fazla nefret ediyorlar ve onu ‘en büyük suçlu’ olarak görüyorlar.”