Tahran’daki ABD elçiliğinin basılması krizinde Cezayir’in arabuluculuğuna ilişkin perdeyi kaldıran bir belgesel: ‘444’

Yönetmen Murad Oubbas, olaydan 45 yıl sonra olayın sorumlularıyla röportaj yaptı.

Yönetmen ile eski Amerikalı rehine John Lambert (Şarku’l Avsat)
Yönetmen ile eski Amerikalı rehine John Lambert (Şarku’l Avsat)
TT

Tahran’daki ABD elçiliğinin basılması krizinde Cezayir’in arabuluculuğuna ilişkin perdeyi kaldıran bir belgesel: ‘444’

Yönetmen ile eski Amerikalı rehine John Lambert (Şarku’l Avsat)
Yönetmen ile eski Amerikalı rehine John Lambert (Şarku’l Avsat)

Cezayirli senarist ve yönetmen Murad Oubbas, ‘4 Kasım 1979 tarihinde Tahran’daki ABD Büyükelçiliği’nin basılması, diplomatik ve idari personelinin gözaltına alınması ve Cezayir’in bu krizin başlangıcından 444 gün sonra çözüm bulmak üzere oynadığı rolü’ konu alan bir belgeselin yayınlanması için Cezayir televizyon kanallarıyla görüşüyor.

Başkentteki ofisinde Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada Oubbas, 20 Ocak 1981’de çözüme ulaşılmasının 43. yıl dönümü münasebetiyle, belgesel aracılığıyla Cezayirlilerin bu kriz sırasında gerçekleşen Cezayir arabuluculuğunun ayrıntılarını öğreneceklerini umduğunu dile getirdi.

‘444… Cezayir arabuluculuğu’ belgeselini çekmesinin gerekçeleriyle ilgili olarak Murad Oubbas, “Tahran’daki Amerikan rehine krizini ele alan Arap ve Batılı gazetecilik ve belgesel çalışmalarının çoğunun Cezayir arabuluculuğunu göz ardı etmesi ya da Cezayir’in temel rolünün azaltılması dikkatimi çekti. Cezayir olmasaydı bu mutlu son mümkün olmazdı. Bahsedilen tek şey, sanki Cezayir’in bu durumda sadece bir geçiş noktası olması, rehinelerin Tahran’dan nakledilmelerinin ardından esaretten kurtulduktan sonra Cezayir havaalanına, oradan da Almanya’ya ve ardından Washington’a varmalarıydı” açıklamasında bulundu.

Yönetmen ve senarist Murad Oubbas (Şarku’l Avsat)
Yönetmen ve senarist Murad Oubbas (Şarku’l Avsat)

Devrime ve onun kurucusu Ayetullah Humeyni’ye sadık yaklaşık 500 İranlı öğrencinin, Washington’un ‘devrik Şah Muhammed Rıza Pehlevi’nin ABD topraklarına girmesine’ izin vermesine tepki olarak, 4 Kasım 1979’da Tahran’daki ABD Büyükelçiliği binasını kuşattığı biliniyor. 52 diplomatın tutukluluğu bir yıl üç ay sürdü ve 19 Ocak 1981’de Cezayir Anlaşması’nın imzalanmasıyla kriz sona erdi. Rehineler ertesi gün serbest bırakıldı.

Oubbas, “Cezayir’in Ekim 1980’deki krize gecikmiş müdahalesi, konuyla ilgili belgesellerde bu konunun yer almamasının bir nedeni olabilir. Soğuk Savaş çerçevesinde doğu kampındaki konumu dikkate alındığında bu kasıtlı bir ihmal olabilir. Her durumda, bir üçüncü dünya ülkesinin arabuluculuğunu kabul etmek kolay değildi ve onun böyle büyük bir krizi çözebileceğine güven yoktu. Avrupa’dan, Arap bölgesinden ve İslam ülkelerinden arabulucuların görevde başarısız olmasının ardından Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kurt Waldheim’ın bile çabaları sonuçsuz kaldı” dedi.

O dönemde uzmanlar konuyu incelediğinde Cezayir’in devrimci itibarının yanı sıra Bağlantısızlar Hareketi’nin önde gelen ülkesi olmasının da Cezayir’in İran’la ilişkilerinin önemini artırdığına dikkati çekiyorlardı. Özellikle Humeyni grubunun lehine olumlu yönleri vardı ve bu da rehin alan tarafın arabulucusu olarak kabul edilmesini sağlıyordu.

Bu bağlamda Oubbas’ın belirttiğine göre aralarında eski Washington Büyükelçisi Rıza Malik’in de bulunduğu Cezayirli diplomatların ifadeleri, merhum Devlet Başkanı Huari Bumedyen döneminde (1965- 1978) İmam Humeyni’ye yakın önde gelen kişilerin Cezayir pasaportlarıyla dünyayı dolaştığını ortaya koyuyor.

Yönetmen, İran Başbakan Yardımcısı ve müzakerelerin üyesi Behzad Nabavi ile birlikte (Şarku’l Avsat)
Yönetmen, İran Başbakan Yardımcısı ve müzakerelerin üyesi Behzad Nabavi ile birlikte (Şarku’l Avsat)

Murad Oubbas, ABD, İran ve Cezayir’deki krizle doğrudan ilişkisi olan kişileri aramaya başladı ve bu iletişim tam bir yıl sürdü. “Belgeselin Cezayir kısmı benim için zor oldu. Çünkü Cezayir’in Tahran Büyükelçisi Abdulkerim Garib dışında dosyadaki oyuncuların çoğu vefat etti. Ancak Garib’in de sağlık durumunun ağır olması nedeniyle ifadesini kayıt altına almak mümkün olmadı” dedi.

Oubbas, ABD’ye gitti. Burada ABD’nin Cezayir Büyükelçi Yardımcısı Christopher Ross, Jimmy Carter'ın yönetimi sırasında Ulusal Güvenlik Konseyi üyesi Gary Sick, ABD Dışişleri Bakanlığı’nda avukat ve uluslararası tahkim uzmanı Mark Feldman ve o dönemde kaçırılanlar arasında olan Tahran’daki büyükelçilikte diplomat olan John Lambert ile özel röportajlar yaptı. Ayrıca o dönemde İran’da büyükelçiliği basan bazı üniversite öğrencileriyle de bir araya geldi. Bunların arasında baskının mühendislerinden Abbas Abdi ve 22 yaşındayken operasyona katılan öğrenci Laiaa Pour Ansari de bulunuyor. Ayrıca Başbakan Yardımcısı ve İranlı müzakereci Behzad Nabavi ile de görüştü.

Oubbas, Cezayir’de bulunan dava arşivlerinde, Cezayir’in Washington Büyükelçisi merhum Rıza Malik ve Dışişleri Bakanı Muhammed es-Sıddık bin Yahya’nın ifadelerini buldu. Özellikle bu karmaşık krizin finansal yönüne gelindiğinde çok önemli bir Cezayirli arabulucu vardı; Merkez Bankası Başkanı merhum Muhammed es-Sağir Mustafa.

Belgesel projesi iki ana finansman kaynağından yararlandı; yüzde 13 hisseye sahip olan devlete ait hidrokarbon şirketi Sonatrach. Oubbas’ın 20 şirketten maddi katkı istediğini belirtelim. İkinci kaynak ise yüzde 25 hisseyle yönetmenin özel şirketi. Ancak bu şirket, bu kadar finansmanı karşılayamayacak kadar küçük bir şirket. Şirket sahibi, bu konuda “Bu projenin bir devlet projesi olduğunu düşünün. Çünkü büyük şirketlerin bile sahip olmadığı büyük malzeme ve lojistik yetenekler gerektiriyor. Şu ana kadar belgeselin en iyi şekilde gün ışığına çıkması için çaba sarf edecek bazı ulusal şirketlere dair hâlâ umudumuz var. Bu umut, devletin Cezayir’in yerel ve uluslararası imajına hizmet eden ciddi projelere eşlik etme vaadinden kaynaklanıyor. Bunun, o dönemde bölgedeki en karmaşık krizin çözümünde Cezayir diplomasisinin gerçek rolünü vurgulamanın temel amacı olduğuna inanıyorum” dedi.



HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
TT

HDK, Kadugli'deki BM merkezine saldırdı

Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)
Kuzey Kordofan'daki bir kampta gıda yardımı için sıra bekleyen yerinden edilmiş kişiler (AFP)

Sudan’da Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) dün, kuşatma altındaki Güney Kordofan eyaletinin yönetim şehri Kadugli’ye insansız hava aracı (İHA) saldırısı düzenleyerek Birleşmiş Milletler (BM) karargahını hedef aldı. Bu saldırı sonucunda Bangladeşli altı asker hayatını kaybetti. Şehirdeki bazı insani yardım kuruluşları ve BM ajansları, personelini tahliye etmeye başladı. Şehir ayrıca sakinlerinin toplu göçüne tanık oluyor.

Sudan Geçici Egemenlik Konseyi, saldırıyı ‘uluslararası insani hukukun ciddi bir ihlali ve açık bir ihlali’ olarak nitelendirdi.

Konsey tarafından yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı:

“Korunan bir BM tesisini hedef almak, organize terörizme eşdeğer tehlikeli bir tırmanış ve suç teşkil eden bir davranıştır ve uluslararası hukuku kasıtlı olarak hiçe saymayı ve insani yardım ve uluslararası misyonların çalışmalarını doğrudan tehdit etmeyi amaçlamaktadır.”

Açıklamada, BM ile uluslararası topluma BM tesislerinin korunmasını sağlamak için ‘kararlı tutumlar ve caydırıcı önlemler’ alınması çağrısı yapıldı.

Bu gelişme, BM Genel Sekreteri António Guterres'in HDK’yı ‘kötü aktörler’ olmakla suçlamasından iki gün sonra yaşandı. Buna karşın HDK, BM'yi ‘çifte standart’ uygulamakla suçladı.


İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
TT

İsrail, önde gelen Hamas liderlerinden Raid Saad'a suikast düzenledi

Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)
Hamas lideri Raid Saad (sosyal medya)

İsrail Times gazetesine göre, İsrailli bir yetkili bugün, Hamas'ın üst düzey lideri Raid Saad'ın Gazze şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldüğünü doğruladı. Bu da İsrail'in ateşkes anlaşmasını ihlal etmesi anlamına geliyor.

Alman Basın Ajansı'na (DPA) göre görgü tanıkları ve sağlık kaynakları bugün, Gazze şehrinin güneybatısındaki Raşid Caddesi üzerindeki Nablusi kavşağı yakınlarında bir araca düzenlenen İsrail hava saldırısında dört Filistinlinin öldüğünü ve birçok kişinin de yaralandığını bildirdi.

Görgü tanıkları, İsrail uçağının Nablusi Meydanı yakınlarında bir araca birkaç füze ateşlediğini, aracı imha ettiğini ve can kayıplarına yol açtığını söyledi. Ambulans ekipleri, ölü ve yaralıları hastanelere taşımak için acilen olay yerine gitti.

İsrail askeri sözcüsü Avichay Adraee ise yaptığı açıklamada, ordu ve Şin Bet'in (İsrail Güvenlik Teşkilatı) Gazze Şehrinde üst düzey bir Hamas komutanını hedef alan bir saldırı düzenlediğini ve onu son zamanlarda hareket için silah üretimi ve yeniden yapılanma çalışmaları yapmakla suçladığını belirtti.

İsrail Ordu Radyosu, saldrırının hedefinin, İzzeddin el-Haddad'dan sonra "Hamas'ın ikinci adamı" ve askeri üretim dosyasından sorumlu kişi olarak tanımladığı Raid Saad olduğunu bildirdi. İsrail'in bugünkü operasyonu gerçekleştirmeden önce son haftalarda kendisine birkaç kez suikast girişiminde bulunduğunu belirtti.

Şarku’l Avsat’ın İbranice yayın yapan Ynet internet sitesinden aktardığına göre Raid Saad Hamas'ın askeri kanadı olan Kassam Tugayları'nın liderlerinden biri.

Hamas'tan hava saldırısının hedefinin kimliğiyle ilgili resmi bir açıklama yapılmadı.

Axios haber sitesi, İsrail'in saldırıdan önce Amerika Birleşik Devletleri'ni önceden bilgilendirmediğini ifade etti.


Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
TT

Suriye halkının merkezi mi yoksa federal devlet mi anlaşmazlığı üzerine bir okuma

Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)
Şam'da Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed'in devrilmesini kutlamak için düzenlenen havai fişek gösterileri arasında muhaliflerin bayrağını dalgalandıran bir Suriyeli (Reuters)

Macid Kıyali

Suriye’de Beşşar Esed rejiminin düşmesinin ardından geçiş dönemi liderliği ile muhalifleri arasında yaşanan iç çatışma, siyasi sistemin niteliği, özellikle de merkeziyetçilik mi yoksa ademi merkeziyetçilik mi, merkezi bir devlet mi yoksa federal bir devlet mi tartışmaları üzerine yoğunlaşıyor.

Bu konu meşru olmasına rağmen, tartışmaya katkı sağlamak amacıyla bazı temel gözlemler aşağıda sunuyorum.

İlk gözleme göre ademi merkeziyetçilik ya da federalizm meselesini gündeme getirmek, bu konuda kutuplaşmanın temel nedeninin Suriye’deki iç çatışmada kimlik, etnik, mezhepsel ve bölgesel özelliklerin baskın olması olduğu gerçeğini görmeyi zorlaştırdı.

Çatışmanın önde gelen tarafları, siyasi veya sınıfsal güçleri ya da tarafları temsil etmekten ziyade kimlik temelli yahut mezhepsel, etnik ve bölgesel kimliği vurgulayan taraflar olduklarından, bu konunun siyasi niteliği göz ardı ediliyor.

Dikkati çeken ikinci gözleme göre ise federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet için mücadele eden güçler, bunu demokrasi meselesinden daha öncelikli tutuyorlar. Bunun nedeni, söz konusu güçlerin (SDG, Suveyda'daki Hicri Hareketi ve kıyı şeridinde Esed rejiminin çöküşünden etkilenen güçler) demokratik olmayan güçler olmaları. Prensipte pozisyonları, politikaları ve tercihleri ve temsil ettiklerini iddia ettikleri gruplarla olan ilişkileri göz önüne alındığında bu güçlerin Esed rejimi altında kendilerini ifade etmedikleri ve bu konuyu bu kadar yoğun bir şekilde gündeme getirmedikleri unutulmamalı.

Üçüncü ve belki de en önemli gözleme göre federal bir devlette kimlik statüsü konusundaki çatışmaya öncelik verilmesi, devletin kurulması ve vatandaşlık taleplerini ya gölgeliyor ya da ön plana çıkarıyor. Bunların, 54 yıllık Esed döneminde eksik olan iki temel unsur olduğu ve özellikle mevcut koşullarda, yani devletin kurumlar ve hukuk devleti olarak yeniden kurulması ve vatandaşların güçlendirilmesi, böylece Suriyelilerin gerçek anlamda özgür ve eşit vatandaşlar olarak bir halk haline gelmeleri için ülke genelinde Suriyelilerin en çok ihtiyaç duyduğu unsurlar olduğu unutulmamalı.

Bu yüzden iki temel sorunla karşı karşıyayız. Bunlardan birincisi, artık var olmayan Esed rejiminin Suriye'nin birliğini zayıflatıp bozmayı başarması, Suriyelileri mezhep, din, etnik köken, bölge ve aşiret aidiyetlerine göre sınıflandırması ve ‘böl ve yönet’ politikası uyarınca onları birbirlerine düşürmesinden kaynaklanıyor.

İkinci sorun, Suriyelilerin kendi koşullarını kontrol edememeleri. Bu durum, Suriye’nin geleceğinin, Suriye halkının aleyhine, uluslararası güçlerin, özellikle ABD ve bölgesel tarafların meselesi haline gelmesine neden oldu. Bu durum, kimlik çatışmaları, özellikle de silahlı çatışma veya silahlı milisler şeklinde ortaya çıkan çatışmalar için de geçerli.

Federalizm, bir ülkeyi bölmek değil, aksine ülkenin birliğini organize etmek ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevre bölgelere müdahale etmesini önlemek için daha uygun bir yöntem. Böylelikle karşılıklı güven temelinde hükümete daha geniş katılım sağlanır.

Suriye geçiş dönemi yönetimi ve Suriye muhalefetinin geri kalanı, gelecekteki siyasi sistemin nasıl olacağı ve otoriterliğin ve marjinalleşmenin geri dönüşünü önlemeye katkıda bulunanlar da dahil olmak üzere yeni konsensüsler oluşturmak için neyin uygun olduğu konusunda kafa karışıklığı ya da netlik sağlanamaması ortaya çıkan federalizm ve ademi merkeziyetçilik konusundaki tartışmalardan sorumlu.

Aslında, yeni yönetime bağlı olanlar ve geleneksel Suriye muhalefeti tarafından federalizmin reddedilmesinin sebebi, aceleci davranışlar, duygusal ve milliyetçi coşku ve önyargılar.

Söz konusu tartışmayı kapatmak yerine açmalı, tüm soruları sormalı. Çünkü Suriye’nin geleceği tartışmaya açık. Tüm Suriyeliler bu tartışmayla ilgileniyor ve bu konuda cevaplar bulmaya katkıda bulunuyor.

Daha spesifik olarak, federal ya da ademi merkeziyetçi bir devlet tartışmasıyla ilgili olarak, federalizmin herhangi bir ülkenin bölünmesi anlamına gelmediği, aksine birliğin daha uygun bir şekilde örgütlenmesi ve merkezin statü, egemenlik ve kaynaklar konusunda çevreyi kötü yönde etkilemesini önlemek için, karşılıklı güvene dayalı yönetişime daha geniş katılımı garanti eden bir sistem olduğunun anlaşılması gerekiyor.

Toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlik çözümleri getirilemedi. Çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyaya, topluma, egemenliğe ve devlete sadece bölünmeler getirir.

Tüm bunlar bölünmek değil, federalizm gücün paylaşılması anlamına gelir. Dışişleri, savunma ve genel ekonomi yönetimi gibi devlet egemenliği ile ilgili konularda merkezileşme söz konusu. Bunların tümü birleşik parlamento ve merkezi hükümetin sorumluluğunda. Öte yandan iç güvenlik, eğitim, sağlık ve yerel kalkınma konularının yönetimi eyaletlerin veya yerel yönetimlerin yetki alanına girer.

Burada bazılarının endişelerini hafifletebilecek en önemli nokta, federalizmin etnik köken/milliyet veya din/mezhep yerine coğrafyaya dayalı olmasıdır. Çünkü herhangi bir kimlik meselesi, demokratik karakterini zayıflatır ve eşit vatandaşlık haklarının ve vatandaşların devletinin güçlenmesini engeller. Tıpkı Lübnan'da ve Irak'ta olduğu gibi.

Elbette, birçok alanda idari meselelerle ilgili olan ademi merkeziyetçi bir devleti, anayasaya göre yetkileri paylaşan federal bir devletle karıştırmak bir sorundur. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre federal devleti ayrılıkçı bir devlet olarak görmek de bir tür karışıklık veya yanılgı olarak adlandırılabilir, ancak bu doğru değil, çünkü merkezi devletler, yönetim, temsil ve kaynak dağıtımında esnekliğe sahip federal devletlere göre ayrılmaya çok daha yatkındır, zira günümüzün en büyük, en güçlü ve en zengin devletleri federal devletlerdir.

Bu yüzden herhangi bir kimlik grubuyla anlaşmazlık, kavramların karışmasına veya çarpıtılmasına yol açmamalı. Örneğin, İsrail'in siyasi sistem olarak demokrasiyi benimsemesi, demokrasiye karşı düşmanlığı teşvik etmemeli. Ayrıca, belirli bir önermeye elverişli olmayan koşullar olduğunu gözlemlememiz, bu kavramın tartışmaya açılmaması, geliştirilmemesi ve belirli bir ülkede devlet kurulması için ulusal birliği oluşturmaya hizmet eden bağlamlara yerleştirilmemesi gerektiği anlamına gelmez.

Son olarak, bu alanda, özellikle Suriye bağlamında, dikkate alınması gereken iki konu var. Öncelikle ülkenin toprakları üzerinde devlet egemenliğinden söz edilmesi için bunun halkın birliği gerçeğine dayanması gerekiyor. İkinci olarak ise toplumun yönetimini etkileyen sorunlara güvenlikle ilgili bir çözüm bulunmuyor, çünkü herhangi bir güvenlik çözümü coğrafyanın, toplumun, egemenliğin ve devletin bölünmesine yol açar.

*Bu analiz Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir