Gazze savaşı devam ederken Philadelphia Ekseni tartışması da alevleniyor

Mısır, İsrail'le yeni güvenlik düzenlemeleri oluşturmak amacıyla iş birliği yaptığı iddialarını reddetti

Yerinden edilen Filistinliler, Gazze Şeridi’nin Mısır sınırı yakınlarındaki Refah şehrinde toplanıyor (Reuters)
Yerinden edilen Filistinliler, Gazze Şeridi’nin Mısır sınırı yakınlarındaki Refah şehrinde toplanıyor (Reuters)
TT

Gazze savaşı devam ederken Philadelphia Ekseni tartışması da alevleniyor

Yerinden edilen Filistinliler, Gazze Şeridi’nin Mısır sınırı yakınlarındaki Refah şehrinde toplanıyor (Reuters)
Yerinden edilen Filistinliler, Gazze Şeridi’nin Mısır sınırı yakınlarındaki Refah şehrinde toplanıyor (Reuters)

Mısır, resmi bir kaynak aracılığıyla, Mısır ile Gazze Şeridi arasındaki Philadelphia Ekseni’ne (Selahaddin Ekseni) ilişkin yeni güvenlik düzenlemeleri konusunda İsrail ile iş birliği yaptığı iddialarını yalanladı. Mısır basını dün, resmi kaynağın söz konusu iddiaların ‘doğru olmadığına’ dair açıklamalarını aktardı.

ABD gazetesi The Wall Street Journal (WSJ), bir haberinde, Tel Aviv’in Kahire’den sınırdaki Philadelphia Ekseni boyunca sensörlü cihazlar kurulmasıyla talebinde bulunduğunu öne sürdü.

Mısır ise bu iddiayı, İsrail'in ‘Hamas Hareketi’ne kaçak yollardan silah tedarikini önlenme’ bahanesiyle Philadelphia Ekseni üzerinde tam kontrol sağlamaya yönelik hamlesinin ardından yalanladı. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, geçtiğimiz ayın sonlarında yaptığı bir açıklamada, İsrail’in Philadelphia Ekseni üzerinde tam kontrol sağlamasının ‘Gazze'yi silahsızlandırmanın tek yolu’ olduğunu söylemişti.

Selahaddin Ekseni olarak da bilinen Philadelphia Ekseni, Mısır ile Gazze arasındaki sınır boyunca 14 kilometre uzunluğa sahip. Mısır ile İsrail arasında 1979 yılında imzalanan Barış Anlaşması çerçevesinde kurulan eksen, sınır şeridinde sınırlı sayıda asker ve silahın bulunduğu D Bölgesi'nde yer alıyor.

Kahire Üniversitesi Öğretim Görevlisi Siyaset Bilimci ve Ulusal Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Filistin ve İsrail Çalışmaları Birimi Başkanı Dr. Tarık Fehmi, Mısır ile İsrail arasında imzalanan anlaşmayla şartları kararlaştırılan Philadelphia Ekseni’nin statüsü konusunda Mısır'ın tutumunun kesin olduğunu ve değişmediğini vurguladı. Anlaşmanın Mısır'ın açık onayı olmadan değiştirilemeyeceğinin altını çizen Dr. Fehmi, böyle bir şeyin Mısır'ın bu konudaki açık güvenceleri çerçevesinde gerçekleşmesinin beklenmediğini söyledi.

Dr. Fehmi, Şarku’l Avsat’a yaptığı değerlendirmede, İsrail’in şu an Mısır’a baskı yaptığını ve İsrail hükümetinin ‘sorumsuzca’ açıklamalarda bulunduğunu, buna karşın eksenle ilgili imzalanan anlaşma çerçevesinde Mısır’ın tutumunun değişmeyeceğini söyledi. Dr. Fehmi, Philadelphia Ekseni’nin statüsü konusunda şu an herhangi bir değişiklik ya da tartışmanın söz konusu olmadığını da sözlerine ekledi.

Öte yandan El-Ahram Siyasi ve Stratejik Araştırmalar Merkezi uzmanı Said Ukkaşe, Mısır’ın İsrail'in gerek Başbakan Netanyahu’nun yaptığı açıklamalar gerekse basında yer alan haberler aracılığıyla iddia ettiği gibi Philadelphia Ekseni’ndeki güvenlik durumuyla ilgili herhangi bir müzakerede bulunmadığını söyledi. Ukkaşe, ‘Philadelphia Ekseni’nin statüsünü değiştirmek üzere müzakerelere girmenin Kahire'nin çıkarına olmadığını’ vurguladı.

Şarku’l Avsat’a Mısır’ın Philadelphia Ekseni’nin statüsünde değişiklikle ilgili her türlü iddiay reddetmesinin arkasındaki nedenlerı sıralayan Mısırlı uzman, “Böyle bir değişiklik Gazze Şeridi'nde yaşayanların daha fazla tecrit edilerek Mısır'ın İsrail'in uygulamalarını destekleyen bir ülke olarak görünmesine neden olacaktır. Bununla birlikte bölgede yaşanacak güvenlik gerilimleri Filistinliler ile İsrailliler arasında çatışmalara yol açacaktır. Bu da Mısır'ın kendi sınırlarında olmasını istemediği bir durum” ifadelerini kullandı.

Kudüs Üniversitesi Öğretim Görevlisi Siyaset Bilimci Prof. Dr. Eymen er-Ragab, özellikle İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki belirli yerlerde askerlerini yeniden konumlandırmaya ve işgal güçlerinin Gazze Şeridi içinde belirli noktalara operasyonlar düzenlemesine dayanan son planlarının ortaya çıkardıkları çerçevesinde Mısır’ın işgalci İsrail’in Filistin topraklarına yönelik saldırısını meşrulaştırmaya yönelik her türlü uygulamasını reddeden tutumuna övgüde bulundu.

Prof. Dr. Eymen er-Ragab, Şarku’l Avsat’a yaptığı açıklamada, İsrail’in, Mısır'la koordinasyona ilişkin yaptığı açıklamalarla, mevcut durumu 2005 öncesine döndürerek ve Philadelphia Ekseni üzerinde tam kontrol sağlayarak planını meşrulaştırmaya çalıştığını ve böylece Refah Sınır Kapısı’nı izleyip giriş-çıkışları kontrol etmeyi amaçladığını söyledi. Prof. Dr. Ragab, “Bu, ne Mısır ne de Filistinliler tarafından kabul edilemez” dedi.

Kahire Üniversitesi'nde Siyaset Bilimi öğretim üyelerinden Dr. İkram Bedreddin ise Şarku'l Avsat'a İsrail'in Mısır'la güvenlik anlaşmasına ilişkin açıklamalarını tekrarlayarak ‘İsrail hükümetinin savaşın başında duyurduğu askeri hedeflere ulaşmaması ve bu konudaki başarısızlığı nedeniyle kendi kamuoyunu tatmin etmeyi’ amaçladığını söyledi.

Bir ‘tampon bölge’ olarak kabul edilen Philadelphia Ekseni, Gazze Şeridi'nden çekilmesi öncesinde İsrail tarafından kontrol ediliyordu. Ancak 2005 yılında imzalanan bir anlaşma uyarınca Philadelphia Ekseni’nin kontrolü Filistin Yönetimi'ne devredildi. Hamas Hareketi’nin 2007 yılında Gazze'nin kontrolünü ele geçirmesinden sonra Filistin’in Philadelphia Ekseni üzerindeki tam kontrolü devam etti.

İsrail'in Philadelphia Ekseni’nde tek taraflı uygulamalarla bir oldu-bitti dayatmasını beklemeyen Dr. Tarık Fehmi’ye göre bunun nedeni Mısır’ın, harekete geçmesini gerektiren bir sıfır noktasına neden olacak bu tür bir adım karşısında kayıtsız kalmayacak olması. Dr. Fehmi, Mısır ile İsrail arasında temasları başlatan bir irtibat komitesinin olması, ABD’nin rolü ve İsrailli eski komutanların Mısır'la olan barışı korumanın ve onu tek taraflı adımlarla kışkırtmamanın önemini vurgulamalarının bu aşamaya gelinmeyeceğinin birer kanıtı olduğunu belirtti.



İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
TT

İsrail saldırganlığı karşısında Suriye'nin seçenekleri

 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)
 İsrail'in Suriye'ye saldırıları (Arşiv-Suriye İnsan Hakları Gözlemevi)

Mecid Kayalı

Mevcut koşullar altında İsrail, Hamas ve Hizbullah'ın gücünü ve konumunu zayıflattıktan, Suriye rejimi çöktükten ve İran'ın Arap Maşrık (Levant) ülkelerindeki nüfuzunu sonlandırdıktan veya sınırlandırdıktan sonra, bölgede politik ve güvenlik açısından yeni bir stratejik gerçeklik dayatmaya çabalıyor. Hatta Aksa Tufanı’nın, ABD'nin sınırsız desteği de dahil ortaya çıkardığı sonuçlardan yararlanarak, bu bölgede bir tür kırılgan rejimler kurmak için müdahalelerde bile bulunuyor.

Siyasi düzeyde İsrail, yalnızca zayıf ve dağılmış Arap sistemine karşı değil, aynı zamanda diğer iki bölge ülkesine, yani Türkiye ve İran'a karşı da bölgede daha güçlü bir bölgesel devlet veya baskın bir devlet olarak kendini dayatmaya çalışıyor. İsrail'in Türkiye ile sorunu, Türkiye'nin yeni Suriye'deki siyasi, ekonomik ve askeri ağırlığının azaltılmasıyla ilgili ise İran ile sorunu, İran'ın nükleer ve füze programlarını çökertme ve kendisini sınırları içine hapsetmekte ısrar etmesinden kaynaklanıyor. Filistinlilere gelince, İsrail onları siyasi denklemden silmeye, bağımsız bir Filistin varlığını engellemeye ve nehirden denize kadar üzerlerindeki hakimiyetini sağlamlaştırmaya çalışıyor.

Güvenlik açısından İsrail, yalnızca ordusunun prestijini yeniden kazanmasını sağlamayı veya yakın çevresinde herhangi bir askeri gücün belirmesini engellemek için önleyici savaşlara girişmeyi amaçlamıyor. Aynı zamanda Suriye ve Lübnan'da, kendine hayati bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze ve Batı Şeria'da oluşturulacak tampon bölgelerle birlikte, bu alan Suriye’de Dera, Kuneytra ve Suveyda illeri, Lübnan'da, Litani Nehri'nin kuzeyindeki Evveli Nehri sınırlarına kadar olan bölge dahil olmak üzere 60 kilometre derinlikte. Adı geçen iki ülkeye zaman zaman düzenlediği askeri saldırıların açıklaması da budur. Bu saldırılarla sanki hem devlet hem de milis güçler düzeyinde kendisi ile çatışmada askeri seçeneğin sonunu hazırlıyor.

Ancak İsrail, radikal hükümetinin savaşı sürdürme, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’yı silahsızlandırma veya silahları sınırlandırma talebi konusundaki ısrarından da anlaşılacağı üzere, ayrıca Suriye ve Lübnan'daki mezhepsel ayrışmalara yatırım yaparak, komşu rejimlerin yapılarını değiştirmek için mevcut Arap, bölgesel ve uluslararası koşulları kullanmayı amaçlıyor. Böylece mezhepçi/Yahudi devleti karakterini genelleştirmeye çalışıyor. Zira Arap Maşrık ülkelerinin de kendisine benzemesi, onu Arap coğrafyasında bir Yahudi devleti olarak istisnai durumundan kurtaracaktır. Azınlıkları korumak ile övünmesinin anlamı da belki budur.

İsrail, tarih boyunca jeopolitik önemi nedeniyle, şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklanıyor. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden yaşıyor ve Esed rejiminin bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor.

Bu bakış açısının İsrail'de aşırı milliyetçi ve dinci sağın ideolojik cephaneliğinin her zaman bir parçası olduğu biliniyor. Bu, bazılarının inandığı gibi Suriye'yi sadece coğrafi olarak değil, aynı zamanda ve en önemlisi toplumsal düzeyde de bölmeyi amaçlıyor.

Tarih boyunca sahip olduğu jeopolitik önem nedeniyle, İsrail'in şu aşamada Suriye'ye diğer ülkelerden daha fazla odaklandığı aşikâr. Çünkü zorlu bir geçiş sürecinden geçiyor ve Esed rejiminin geride bıraktığı ağır mirasın yükünü her düzeyde taşıyor. Yani bu dönem, İsrail'in Suriye'yi devlet ve halk olarak zayıflatması, gelecekte de siyasi, ekonomik ve sosyal güç elde etme kabiliyetini sınırlaması için en uygun dönemdir.

İsrail'in Suriye'ye yönelik müdahale ve saldırılarını, öncelikle terörist ve cihatçı etkinin artması korkusuyla örtbas ettiğini belirtmekte fayda var. İkinci gerekçesi, İsrail'e karşı düşmanlık beslediğini varsaydığı, sanki bu konuda İran'ın yerini alabilecekmiş gibi algıladığı Türkiye'nin nüfuzunun artmasını engellemek. Üçüncüsü, yeni Suriye rejiminin, İsrail'e karşı savaşmayacağına dair İsrail'i rahatlatacak ölçüde kesin işaretler vermemesi. Dördüncüsü, bölgedeki yeni denklemler ve gelişmeler doğrultusunda Suriye'yi İsrail ile normalleşme dalgasına çekmek.

Suriye'nin İsrail'in bu pusuları ve müdahaleleri karşısındaki sorunu, bitkin ve güçsüz olması ve onu parçalanmaya sürükleyen etkenlerin varlığıdır. İsrail ile hegemonya mücadelesi veren bölgesel güçlerin ortadan kalkması veya zayıflamasıdır. İran, tüm milis güçlerinin başına gelenlerden sonra artık kendi bekasıyla ilgileniyor. Siyasi ve ekonomik baskı altında olduğu gibi, nükleer ve füze programlarının belini kıracak olası bir saldırı tehdidiyle de karşı karşıya.

Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti bir kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir

Türkiye’ye gelince, Suriye liderliğini kucaklamasına veya desteklemesine rağmen, ABD'nin desteklediği İsrail politikalarına karşı fazla bir şey yapması mümkün değil. Türkiye, NATO'nun önemli bir üyesi ve Suriye'ye olan ilgisi büyük ölçüde, hemen yanı başında bağımsız bir Kürt oluşumunun kurulmasını engellemekle sınırlı. Söylemi ne olursa olsun Suriye'deki rolünü sadece yumuşak güç, ekonomik imkânlar, altyapı ve hatta güvenlik güçlerinin eğitimi ile sınırlıyor.

Bu durum karşısında Suriye'nin seçenekleri sınırlı ve kısıtlı görünüyor; yorgun, bitkin ve parçalanmış, siyasi, ekonomik ve sosyal olarak acilen toparlanmaya ihtiyaç duyan bir Suriye gerçeğinde askeri seçeneği önermek pervasızlıktır. Şarku'l Avsat'ın al Majalla'dan aktardığı analize göre buna ilave olarak, Suriye ordusunun kapasitesinin ve altyapısının tahrip edilmesinden ve İsrail’in uzun elinin İran'a kadar bütün Ortadoğu'ya uzanabildiği ortaya çıktıktan sonra, savaşacak gücü ve kapasitesi de yok.

Dolayısıyla Suriye için mümkün olan ve en güvenli seçenek, onu iki yönden güçlendirmektir: Birincisi, devleti kurumlar ve hukuk devleti olarak inşa etmek, ikincisi de Suriyeliler her anlamda bir halk olsun diye vatandaşlığa dayalı bir toplum tesis etmektir. Kastettiğimiz, Suriye'de coğrafi bölünmüşlüğü reddedip, merkezi bir devlete yönelmekten bahsetmekle yetinmenin mümkün veya yeterli olmadığıdır. Çünkü böyle bir devlet ne bir güç göstergesidir ne de birlik göstergesidir, önemli olan halkın birliğidir. Bu da ancak etnik, mezhepsel ve siyasal ayrımlardan uzak, özgür ve eşit yurttaşlardan oluşan bir devletin kurulmasıyla gerçekleşebilir. İsrail devletinin kuruluşundan bu yana ihmal edilen veya bastırılan, İsrail'e karşı en etkili silah da budur.

İkinci boyut, Suriye'nin uluslararası, bölgesel ve Arap dünyasıyla ilişkilerinin güçlendirilmesini, dünyaya ve gerçekliğe karşılık vermesini ve uyum sağlamasını gerektiriyor. Çünkü böyle bir uyum, İsrail'in öne sürdüğü argümanları elinden alacaktır.

Burada Suriye'nin şu anda bir geçiş sürecinde olduğunu, Suriye'nin ve halkının geleceğinin, bu süreci sağlam ve doğru temeller üzerinde geçirmesinin belirleyeceğini kastediyoruz.

*Bu analiz Şarku'l Avsat tarafınadan Londra merkezli al Majalla dergisinden çevrilmiştir.