İyad el-Anber
Bir yıl biter, yeni bir yıl başlarken uydu kanalları, burç yorumcularının ya da astrologların geleceğe yönelik tahminlerini sıraladıkları görüşmelerin tanıtımını yapmaya başlar! Iraklılar da Michel Hayek, Leyla Abdullatif ve Ebu Ali eş-Şeybani’nin öngörülerini dikkate aldılar. Bu öngörüler, Irak’a ve onun güvenliği ile egemenliğine ilişkin uyarılar ve tehditler içeriyordu.
Görünüşe bakılırsa 2024 yılının başlangıcı, onların kehanetlerini boşa çıkarmadı. Nitekim yeni yılın olayları, Irak’ın güvenliğini ve egemenliğini tehdit eden tehlikeli bir güvenlik gerilimine doğru gidildiğine işaret etmeye başladı. Zira ‘Irak’taki İslami Direniş’ grupları, Amerikan askerî karargâhlarına yönelik saldırıları sürdürüyor. ABD güçleri de bu saldırılara, Irak’taki silahlı grupların karargâhlarına ve önde gelen isimlerine saldırılar düzenleyerek karşılık veriyor. Son saldırısında ABD, başkent Bağdat’taki Haşd-i Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) karargâhında ‘Hizbullah-en-Nüceba’ hareketinin bir liderini hedef aldı.
Önemli olan, astrologların tahminleri ve onların rivayetlerinin güvenilirliği değil. Önemli olan, bu olayların, İsrail’in Filistin’de Gazze Şeridi’ne karşı yürüttüğü savaşın devam etmesiyle bağlantılı olarak, Irak’taki güvenlik koşullarının gelişimine olan yansımalarıdır. Uzun bir süre çelişkili tutumlar labirentinde kalacağız gibi görünüyor. Zira resmî açıklamalar ve siyasi söylemler, kamuoyuna karşı uyumlu gibi görünse de gerçeklik ve uygulama düzeyinde çelişkili!
Denebilir ki Irak, dünyada dost ve düşman ülkeler için net ve belirli kriterler koymayan tek ülkedir
Asıl sorun, Irak’taki Amerikan askerî varlığına ilişkin tutumdur. Irak hükümeti, 2003 yılında rejim değişikliğine katkıda bulunan, siyasi ve ekonomik krizleri çözmek veya tırmandırmak için pek çok anahtarı elinde tutan büyük bir ülkeyle stratejik çıkarlar ve ortaklık ilkesine göre bu varlığı gerekli görüyor. Bununla birlikte Iraklı siyasetçiler, bu gerçeklik hakkında yüksek sesle konuşmuyorlar. ABD’nin Irak Büyükelçisi Alina Romanowski ise bunun tam aksine, X platformundaki paylaşımlarını çoğunlukla “#KapsamlıAmerikanIrakOrtaklığı” etiketiyle yayınlıyor.
Öte yandan grupların sembol isimlerine ya da Haşd-i Şabi karargâhlarına yönelik her Amerikan saldırısından sonra ‘Koordinasyon Çerçevesi’ liderleri, Irak’taki Amerikan askerî varlığının sona erdirilmesi ve bu varlığın gayri meşru olduğunun gösterilmesi, dolayısıyla da ona direnilmesi ve karşı koyulması gerektiği yönündeki söylemlerini tekrarlıyor. ‘ABD ile Irak Cumhuriyeti Arasında Dostluk ve İş Birliği İlişkisi İçin Stratejik Çerçeve Anlaşması’na dayalı olarak bu varlığı talep edense Irak hükümetiydi.
Kritik sorular
Iraklıların çoğunluğu, telefonlarına ‘Amerikan güçlerinin Irak’ta kalmasından yana mısınız yoksa gitmesinden mi’ sorusuna muhatap oldukları kısa mesajlar aldı. Bu anketi Irak hükümetinin mi yoksa siyasi güçlerin ve partilerin mi teşvik ettiği tespit edilemedi. Ancak sonuç olarak bu, hükümetin ve hükümete ortak olan siyasi güçlerin, Amerikalılarla ilişkiler ve Irak’taki Amerikan askerî varlığına ilişkin tutum konusunda net bir cevap vermesini gerektiren önemli sorularla yüzleşmekten kaçış politikasının bir ifadesidir.
Alman filozof Carl Schmitt, siyasi eylemi öne çıkaran temel özelliğin özetle ‘dost ile düşman arasında ayrım yapma’ olduğunu ve bu ayrımın siyasetin biçimini ve içeriğini belirlediğini söylemiştir. Bu ayrım ışığında denebilir ki dünyada dost ve düşman ülkeler için net ve belirli kriterler koymayan tek ülke Irak’tır! Zira bu konu, Irak devletinin çıkarlarını ve egemenliğini belirleme esasına dayalı açık ilkelerden ziyade, siyasi ‘liderlerin’ ruh haline bağlıdır.
Koordinasyon Çerçevesi güçleri ve hatta es-Sudani hükümeti, ABD’yle ilişkilere ve ABD’nin bir düşman mı yoksa dost mu olduğuna dair sorulara net bir cevap vermek istemiyor
Başbakan Muhammed Şiya es-Sudani’nin Irak’taki silahlı grupların liderlerinden birinin hedef alınmasından sonra yaptığı açıklamalar, bir nevi kaçamak ve kelime oyunu içeriyordu. Mesela Irak’taki uluslararası koalisyon güçlerinin askerî varlığının sona erdirilmesi yönündeki çabalardan bahsederken, silahlı grupların veya liderlerinin karargâhlarını uluslararası koalisyon güçlerinin değil, Amerikalıların bombaladığını söyledi. Bu sözler, Amerikan gazetesi Politico’nun Şiya es-Sudani’nin bir danışmanından ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bir telgrafından alıntı yaparak yayınladığı haberle de çelişki arz ediyor. Bu habere göre, Sudani’nin Amerikan güçlerinin sınır dışı edilmesine dair sözleri, medyaya malzeme vermek ve Koordinasyon Çerçevesi kitlesini memnun etmek içindir!
Irak’ın sorunu, siyasetçilerin söylemlerinde ve açıklamalarında bir devlet mantığının olmayışıdır. Zira ABD gibi büyük bir devletle ilişkinin biçimine ve geleceğine ilişkin stratejik bir konuda, Irak devletinin çıkarları pahasına başka bir devletin işine gelen ülkülerin ve ideolojik sloganların değil, siyasi akılcılığın hüküm sürmesi gerekir!
Dış politika meseleleri ve Irak’ın bölgesel ve uluslararası ilişkileri konusunda söylem çeşitliliğine ilişkin bir başka sorun daha var. Görünüşe bakılırsa bu sorun, sadece hükümet ve dışişleri bakanlığı ile de sınırlı değil. Nitekim tüm siyasi ‘liderler’, kendilerini Irak’ın dış ilişkilerinde hükümete paralel isimler olarak sunmaya çalışıyor. Bu siyasi tavır, dış politika kararı alma konusunda birden fazla merkezin var olması açısından Irak devletinin kırılganlığını gözler önüne sermeye başladı.
Bu yüzden Koordinasyon Çerçevesi güçleri ve hatta Sudani hükümeti, ABD’yle ilişkilere, ABD’nin bir düşman mı yoksa dost mu, bir müttefik mi yoksa stratejik bir ortak mı olduğu sorusuna net bir cevap vermek istemiyor.
Amerika’ya düşmanlık ve onunla ilişkiye itiraz sloganını dillendirenlerin, siyasi ve ekonomik düzeyde Amerikalılara bağlılığını kabul eden bu hükümete ortak olması mümkün değil
Üç seçenek var; dördüncüsü yok
Siyasi liderler, Amerikan güçlerinin Irak’tan çıkarılmasına ilişkin olarak tekrarlanan hamasi söylemlerin Irak kamuoyunda ve hatta medyada varlığını ve önemini yitirmeye başladığının farkında değiller. Çünkü bu söylemlerin pek çok toplantıda ve etkinlikte tekrarlanması, inandırıcılığını kaybetmeye başladı. Özellikle bu liderlerin hükümette ve meclisteki siyasi çoğunlukta siyasi karar sahibi haline gelmesinden sonra. Direniş ile iktidarı birleştirmek; hem Amerikalılara karşı ‘direniş’ çatısını ve silahlarını korumayı hem de Amerikalılarla ortaklığa ihtiyaç hissettiren iktidar kazanımlarını, konforunu ve ganimetlerini korumayı isteyen söylemlere değil, açık ve net bir kararı gerektiren tutumlar imtihanı karşısında uzun süre direnemez!
Koordinasyon Çerçevesi’nin kurduğu hükümet, siyasi ve ekonomik düzeyde Amerikalılara bağlılığı kabul ediyor. Dolayısıyla Amerika’ya düşmanlık ve onunla ilişkilere itiraz sloganını dillendirenlerin bu hükümete ortak olması mümkün değil. Bu ilişkiyi bitirmek için sloganlarda ve söylemlerde öyle gerekçeler ve basmakalıp ifadeler sıralamaya gerek yok aslında. Irak’ta Amerikan güçlerinin varlığına karşı olan hükümetin ve güçlerin önünde üç seçenek var:
Birinci seçenek, ABD ile Irak Cumhuriyeti Arasında Dostluk ve İş Birliği İlişkisi İçin Stratejik Çerçeve Anlaşması’nı sona erdirmektir. Bu anlaşmanın 31’inci maddesinin 2’nci fıkrasına göre taraflardan birinin diğer taraftan yazılı bir bildirim almasının üzerinden bir yıl geçtikten sonra anlaşmanın geçerliliği sona erecek. Yani Irak Başbakanı ya da Dışişleri Bakanlığı, Irak’ın bu anlaşmayı feshetmek istediğini ABD Dışişleri Bakanlığı’na iletip, anlaşmanın yürürlükten kalkması için bir yıl bekleyebilir. Bunun için bir meclis oylamasına da gerek yok.
İkinci seçenek, hükümetin veya meclisteki Koordinasyon Çerçevesi temsilcilerinin Irak topraklarındaki yabancı güçlerin varlığının sonlandırılması talebiyle Temsilciler Meclisi’ne bir yasa tasarısı sunmasıdır. Bunun yasa hükmünü kazanabilmesi için mutlak çoğunluğun sağlanması gerekir.
Üçüncü seçenek, tutumlar ile söylemler arasındaki tutarsızlığa son vermek ve ABD ile ilişkilerin geleceği ve sınırları meselesini federal hükümete bırakmaktır. Böylece federal hükümet, bu ilişkinin bir ortaklık mı, iş birliği mi, yoksa stratejik bir ittifak düzeyinde mi olacağının belirlenmesinde devletin çıkarından sorumlu olur.
Görünüşe göre Amerikalılar şu an için Irak’taki silahlı gruplara karşı önleyici saldırılar düzenlemek yerine, ‘tepki’ stratejisi sınırları içerisinde kalmak istiyor
Zorlu seçenekler
2003 yılından bu yana ABD, Irak’a yaklaşımda belirgin bir strateji ortaya koymadı. Nitekim birbiri ardı sıra gelen ABD yönetimlerinin tutumları, çoğunlukla olayların ve gelişmelerin ele alınış biçimlerine göre şekilleniyor. ABD’nin Irak’taki varlığını tehdit eden silahlı gruplarla çatışma ve gerilimi artırma seçenekleri, grupların varlığına veya yokluğuna değil, bu tehdidin ne ölçüde olduğuna bağlı oluyor. Bu yüzden 2019 yılında Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği binasına saldırı girişimine tepkisi açıktı. Aynı şekilde Gazze’ye yönelik savaştan sonra Amerikan askerî güçlerinin bulunduğu karargâhların defalarca hedef alınmasından sonra da askerî tepki verildi. Görünüşe göre Amerikalılar şu an için Irak’taki silahlı gruplara karşı önleyici saldırılar düzenlemek yerine, ‘tepki’ stratejisi çerçevesinde kalmak istiyor.
Buna karşılık Amerikalılarla ilişkiye itiraz eden ve Amerika’yla savaşıp onu Irak’tan çıkarma sloganları atan hükümetin ve güçlerin, Amerika’nın ikiyüzlü tutumlara veya Amerikan diplomatik ve askerî varlığının bulunduğu karargâhların tekrar tekrar hedef alınmasına karşı gösterdiği stratejik sabra çok güvenmemesi gerekir. Zira Amerikalıların elindeki çatışma kartları çok ve çeşitli olup, askerî harekât bu kartlar arasında olmayabilir. Irak ekonomisinin dolarla bağlantısından kaynaklı kırılganlığı, Irak’taki siyasi ve ekonomik istikrarı etkileyebilecek ve Irak toplumunun yüzde 20’sini geçen yoksul sınıfla çatışmanın kapısını aralayabilecek en tehlikeli Amerikan siyasi kartlarından biridir.
Amerikalılarla çatışmayı tırmandırma seçeneklerinin en büyük kaybedeni ise Şii siyasi güçler olabilir. Kürt siyasetçiler, Amerikalılarla stratejik ittifak kararı aldılar; kazanımlarını korumanın, onların bölgedeki varlığını reddeden bölgesel güçlere karşı Amerika’nın himayesiyle bağlantılı olduğuna tamamen ikna olmuş durumdalar. Sünni siyasi güçlere gelince… DEAŞ’ın kontrolü elinde bulundurduğu dönemde vilayetlerinin yaşadığı yıkım ve kargaşa tecrübesi, Sünnileri bu trajedilerin yeniden yaşanmaması, himaye aranması, bu himayenin sürekliliğinin sağlanması ve bölgenin istikrarı için bir tehdit kaynağı olmamaları konusunda ciddi düşünmeye sevk ediyor. Irak’ın parçalanması halinde Şii siyasi güçler, zorlu bir meydan okumayla karşı karşıya kalacak ve ardından Şii bölgelerde silahlı güçlerin nüfuz ve ganimet uğrunda çatışmasına tanık olunacak.
Bu makale Şarku’l Avsat tarafından Londra merkezli Al Majalla dergisinden çevrilmiştir.